Bölüm 20

455 61 8
                                    


Online sitelerden içimdeki yaratıkla ilgili gerçek bir çözüm bulamayacağım aşikardı. Kabullenmekten başka seçeneğim yoktu maalesef. Şimdi bu haberi kabullenip sindirme zamanıydı.

Şaşılacak bir şey ama (!) yine onu düşünmekten başka bir şey yapmadığım bir andı. Ofisin mutfağında kendime kahve yapıyordum. Dikkatsizliğim yüzünden kaynar suyu elime döktüm. Benden önce Kadir bastı çığlığı.

"Ay! Yandı kız yandı!"

"Abartma."

"Kıpkırmızı oldu. Hemen soğuk suya tut. Aklın nerede senin? Bu günlerde hiç kendinde değilsin sanki."

"Yorgunluktan," dedim kendi kendime. Kadir elimi soğuk suyun altına tutuyordu. El benim elim değilmiş gibi bırakmıştım kendimi ona.

"Tüh... Çok kızardı ya. Doktora gidelim bir merhem falan yazsın."

"Abartma. İş çıkışı bir eczaneye uğrarım."

"Bakayım..."

O sırada Ayça girdi içeriye. Tam arkasında Özgür duruyor, onun başının üzerinden bize, tutuşan ellerimize bakıyordu. "Ne oluyor burada?" diye sordu Ayça.

"Kızın eli yandı ya."

"Su o kadar sıcak değildi," dedimse de dinleyen olmadı. Elim Kadir'in elinden çekilip alınmıştı Özgür tarafından.

"Doktora gidelim."

"Bunun için mi?"

"Kızarmış ama..."

"Abartma-yın." O son heceyi diğerlerine bakarak söylemiştim. "Bir merhem sürerim iyi gelir. Merak etme."

"Seninle ilgilenmeme neden izin vermiyorsun?" diye sordu. Kaşlarını çatıyor, dişlerini sıkıyordu sinirden.

"Özgür," dedim. "Su kaynar bile değildi. Sen..."

Sözümü tamamlamadan elimi bırakıp hışımla çıkıp gitti mutfaktan. Kadir arkasından "Bu da neydi?" diye sordu.

"Cevabı biliyorsam ne olayım."

Aradan onunla ayrı geçirdiğimiz birkaç gün daha geçti. Onu çok özlüyordum bir taraftan, diğer yandan karnımdaki yaratık varlığını inkar edilemez bir biçimde gün yüzüne çıkarıyordu her an, her saniye. Aynaya her bakışımda kendimi yeşil ve sarının tonları arasında görüyordum. Bunu kendi başına kaldırabilecek biri değildim ben, nihayet kabul etmiştim. peki ne yapacaktım?

Düşüncelere dalıp gitmişken Kadir'in sesiyle irkilip kendime geldim:

"Aranız mı bozuk?"

"Ne? Kiminle?"

"Kiminle olacak, sarı fırtınayla. Özgür'le" dedi sonunda gözlerimi devirerek. "O uçuş uçuş hallerinizden eser yok. Artık hiç dedikodu malzemesi çıkmıyor sizden."

"Dedikodumuzu mu yapıyordunuz?"

"Tabi. Biz onu Nergis'e şey diye... Aman, neyse ne. Sana yanıkmış anladık. Seninle ilgilenmeme neden izin vermiyorsun, -Özgür'ün berbat bir taklidiydi- dediği günden beri aranızda soğuk rüzgarlar esiyor. Biz de üşüyoruz."

"Bilemiyorum..."

"Elinden gelse boğazlayacak beni."

"Ne?"

"Bana şu an nasıl baktığını bir bilsen! Demek bu yüzdendi. Seninle yakınız diye... Bu kıskançlığı çekilmez oluyordur." Bunu söylerken mest olmuş bir ifade vardı yüzünde.

"Kıskanıyor mu bilmem. Bana pek yansıtmıyor," dedim.

"Bu iyi," dedi. "Kıskançlık bir bakıma kendi çıkarlarına göre karşıdakini kısıtlamak demek. Kendi içinde hallediyorsa bu onun sana çok saygı duyduğunu gösterir."

"Öyle mi dersin?"

"Sana çok aşık demek ki."

"Aşk mı?" Nedense güldürmüştü bu söz beni.

"Gülümseme!" dedi dehşetle. "Ört gamzelerini. Öldürülmek istemiyorum."

"Saçmalama."

"Çok ciddiyim," derken arkamda bir yere bakıyordu. Neden sonra hızlıca kendi masasına doğru uzaklaştı.

"Bilge!"

Onun insanı sarsan derin sesini işitince sıçradım yerimde. "Efendim?" dedim biraz ürkek bir tavırla. Sonra bu halim beni tiksindirdi. Koltuğumda olabildiğince yükselip omuzlarımı dikleştirdim.

"Dosyayla ilgili seninle konuşmak istiyorum."

"Hangi dosya?"

"Kumkapı dosyası."

Onu geçen hafta karara bağladığımızı hatırlatma gereği duymadım. O önde ben arkada ofisine doğru yürümeye başladık. İnsanların yüzüne bakıyordum. Hepsi bizim gizlediğimizi sandığımız gerçeğin farkındalardı. Özgür'e karşı duydukları hayranlık baki ancak bana karşı yargıları değişmişti çoktan. Ben patronlarını ağlarına düşüren gerzek yaz dizisi karakteriydim onlara göre. Benim de bu şirketin ortağı olduğumu, dolayısıyla onların patronu olduğum gerçeğini hatırlamıyorlardı. Ben çirkin-fakir-gerzek kız, o mükemmel erkek, Yunan heykeli, tanrı!

Ofise varıp kapıyı kapadığımızda kafamda bu düşünceler dönüp duruyordu. Muhtemelen insanların gözündeki konumum buydu. Beni oradan çekip buraya getirerek bu düşünceleri doğrulamış oldu. Öfkeden deliye dönmüştüm ama önce o konuşsun diye bekliyordum.

"Evet," dedi.

"Evet?" dedim ben de onun ardından.

"Dosyayla ilgili bilgi verecektin. İki gündür bekliyorum."

"O dosyayla ilgili kararı geçen hafta vermiştik zaten."

"Yanlışın var," dedikten sonra bilgisayarının başına geçti. Biraz kurcaladıktan sonra "Hayır. Not almışım, işte burada," dedi. Yanına gidip bilgisayar ekranına baktım. Dosyayla ilgili detaylı bir not tutulmuştu. Yazara alınan notlara dair geri dönüş yapılacak ondan alınan yanıta göre ilerlenecekti. Bunu unutmuşum? Bunu nasıl unutabildim? Yazarla iletişime bile geçmemiştim üstelik.

Demek gerçekten de dosyayla ilgili konuşmak için getirmişti beni buraya?

"Özür dilerim, atlamışım. Bana birkaç gün daha müsaade edersen sana daha aydınlatıcı bir rapor sunabilirim. Açıkçası yazarla iletişime geçmeyi unutmuşum." Kafasını sallamakla yetindi. "Çıkıyorum öyleyse," dedim.

"Çık," dedi. Biraz durduk öyle birbirimize bakarak. "Elin nasıl oldu?" diye sordu sonra.

"İyi," dedim.

"İyi," dedi. "Bu akşam vaktin varsa seninle konuşmak istiyordum."

En korktuğum girizgah cümlelerinden biridir bu. Sonunda hiç iyi bir şey çıkmaz. Onu bıktırmayayım derken bıktırdım muhtemelen. Nazlanıyorum mu sandı konuşmadığımız zamanda? Yokluğum iyi mi geldi? Benimle olamayacağını mı anladı?

"Eğer yoksa..." dedi şaşkındı biraz. Onunla buluşmaya hemen atılacağımı mı bekliyordu.

Saçlarımı önüme düşürüp kafamı kaşımaya başladım. "Bu akşam olmaz!" dedim sonunda. Bir kötü haber almayı daha yüreğim kaldırmazdı çünkü. Benden yarında ayrılabilirdi öyle değil mi? "Çalışmaya geri döneceğim."

KARŞILIKSIZ (TAMAMLADI) Where stories live. Discover now