Bölüm 14

434 60 4
                                    


Haftalık toplantı sırasında ben aldığım dosyalarla ilgili fikirlerimi sunuyordum. Bir yandan da göz ucuyla o ikisine bakıyordum. Dikkatleri bendeymiş gibi davransalar da sık sık telefonlarına bakıp gelen mesajlara cevap veriyorlardı. Birbirlerine yolladıkları mesajlara... Öğretmen ders anlatırken sınıfın en arkasında kıkırdayan tembel öğrenciler gibiydiler. Öğretmenin fark etmeyeceğini sanacak kadar sevimli ve aptallar üstelik. Her ne konuşuyorlarsa ertelenemeyecek kadar mühimdi galiba.

"Kısacası," dedim son olarak. "Bu haftaki dosyalarda da iş yok bence. Yine de bazılarını değerlendirmeniz için seçtim. Bakarsınız..."

"Peki," dedi Ayça. "Eğer başka bir şey yoksa..."

Nergis elini kaldırıp sözü kesilinceye kadar konuştu: "Ayça Hanım teklif aldığımız matbaalarla ilgili..."

"Sonra. Sonra konuşalım Nergis."

Biz dışarı çıkarken Ayça ve Özgür yerlerinde kaldılar. Ne konuştukları duyulmuyorsa da bir şeyi tartıştıkları belliydi. Birkaç dakika sonra Özgür ayağa kalkıp bir ileri bir geri yürümeye başladı. Sanki Ayça'yı bir şeye ikna etmeye çalışıyor gibiydi. Yolun ortasında durup gözlerimi onlara dikmişim. Kadir yanımda dikilip "Sence bu kadar kızgın olmalarının sebebi ne?" diye sorunca fark ettim.

Omuz silktim. "Bilmem."

Yerime dönerken Kadir "Öğlen yemeğini nerede yiyeceksin?" diye sordu.

"Karar vermedim."

"Beraber gidelim mi? Diğer çocuklar da geliyor."

"Benden pek hoşlandıklarını sanmıyorum, rahatsız olmasınlar?"

"Neden hoşlanmasınlar? Ben çok hoşlanıyorum senden."

"Tatlı çocuk," derken gülümsüyordum istemsizce. Gençliği beni kıskandırıyordu. "Beni onların yakını sanıyorsunuz ama ben ne onlara yakınım ne size. Ortada kaldım galiba."

"Ortada kalma diye davet ediyorum seni işte. Hem ofis dedikodularından bahsederiz. Kaynatırız..."

"Ofis dedikoduları?"

"Kim kimden hoşlanıyor falan... Bilirsin işte."

"Daha şirket açılalı birkaç ay oldu, şimdiden mi?"

"Ooo... Çok safsın." Bana doğru eğilip kulağıma şunları fısıldadı: "Yüce tanrımız Özgür Bey'in Nergis'ten hoşlandığını düşünüyoruz."

"Ne?"

"Tabi. Herkes farkında. Adamın gözü sürekli bu tarafta. Üstelik bana beni öldürecek gibi bakıyor. Nergis'le yakınım diye galiba. Olur mu bu iş bilmem. Aralarında on beş yaş var neredeyse. Gerçi Özgür gibi bir adamla birlikte olacaksa on beş yaş nedir ki değil mi? Nergis de istemem yan cebime havalarında. Umurunda değilmiş gibi davranıyor ama yürüyüşü bile değişti. Toplantıdayken çalımını görmedin mi?"

Kadir diyeceğini deyip içini boşalttıktan sonra –Nergis'e karşı pasif-agresif bir tavır takınıyordu- masasına döndü. Ancak o gittikten sonra etrafıma baktım şöyle bir. Nergis'e bakan birinin bakışlarının önce benim bulunduğum noktadan geçmesi gerektiği gerçeği çarptı beni bir anda. Gözlerim yanmaya başladı birden. Ağlayacaktım galiba.

Yüzde on kâr payına sahip bir ortak sıradan bir çalışandan fazlasıdır değil mi? Söz gelimi Ayça ve Özgür gibi çantasını alıp günün geri kalanında evde çalışacağını söyleyerek çekip gidebilir. Yapamayacaksa bile bu kez ilk olacaktı.

Bilgisayarımı kapatıp çantamı aldım ve kimseye fark ettirmemeye çalışarak hızlıca çıktım ofisten. Kıskanıyordum onu ölesiye. Artık değil başka kadınlara başka herhangi bir şeyle ilgilenmesine dahi tahammülüm kalmamıştı. Eski duyguları canlandırmamak, iş için ciddiyeti korumak falan hepsi buraya kadarmış. Basit bir ofis dedikodusu bile beni dağıtacak duruma getiriyordu. Evden çalışmalıydım. Bunun bir yolunu bulmalıydım.

Haftanın geriye kalan günlerini kararımı vermiş olarak nispeten daha sakin bir şekilde geçirdim. Hafta sonu Ayça'ya onunla görüşmek istediğimi, nerede olduğunu sordum. "Evdeyim gel," diye mesaj attı bana. Hazırlanıp evine doğru yol aldım. Oraya vardığımda bir arkadaş buluşmasının ortasında buldum kendimi.

Ayça'nın evi çatısında terası olan eski tip ahşap bir evdi. Okumak için yurt dışına gittiği dört yılı saymazsak anne babasıyla birlikte bu evde yaşamış hep. Onları kaybettikten sonra çok para teklif edilmesine rağmen satıp taşınmamış. Şimdi bunca yüksek katlı binanın arasında bir başına, kişilikli kalabilmiş evinin keyfini sürüyordu. Arkadaşlarını sohbete çağırıyor, terasa çilingir sofraları kuruyor, çalıp söylüyordu onlarla. Yaşamın tadı bunlar değilse nedir?

"Başka zaman geleyim," dedim dinlemedi. Ondan hiçbir zaman görmediğim samimi-lakayt bir tavırla kolumdan tutup çekiştirdi beni.

"Tanıştırayım, Bilge."

"Hoş geldin Bilge."

"Merhaba Bilge."

"Çok güzelsin Bilge!"

Bence onların kafası güzeldi daha şimdiden. Ayça da nasibini almıştı alkolden ve olumlu havadan. "Benden rahatsız olurlar belki," dedim omuz silkti.

"Olmazlar."

"Ben olurum belki," diye mırıldandım, duymadı. Telefona cevap vermek için uzaklaştı yanımdan. Gülüşen, konuşan, benim aksime çok şen olan bir takım yabancıların yanında kalakalmıştım öylece. İçlerinden biri bana yanındaki boş sandalyeye oturmamı söyleyene kadar ayakta durdum. Oturur oturmaz sorgu sual başladı.

"Ayça ile beraber çalışıyorsunuz değil mi?"

"Evet."

"Kaç yaşındasın?"

"Otuz bir."

"Bebek!" dedi içlerinden biri. Sevimli bir çocuğa bakıyor gibiydi ifadesi. Otuz bir yaşında yetişkin bir kadına bu muameleyi yapmak için kaç yaşında olmak gerekiyordu? Sahi, Ayça kaç yaşındaydı ki?

"İçer misin?" dedikten sonra cevabımı beklemeden önüme bir kadeh rakı koydu. İçmeyi ciddi ciddi düşündüğüm sırada Ayça gelip önümden aldı kadehi.

"İçmez, uslu durun."

Benim adıma karar verdiği için ona kızmak istiyordum ama içemezdim gerçekten de. Alkole karşı hiç toleransım yoktu çünkü. Bir kadehi bile beni yerle bir edebilirdi. Kimseye zahmet vermek istemiyordum, özellikle de patronuma. Onunla bu akşam konuşamayacağım da açıktı. Biraz oturup kalkarım diye karar verdim kendi kendime. Sorgu sual kaldığı yerden devam etti böylece.

"Evli misin?"

"Hayır."

"Çocuğun var mı peki?"

"Evli olmadığımı söyledim ya."

"Çocuğun evlilikle ne ilgisi var yahu?" dedi soruyu soran kişi gülerek. Biraz düşününce ona hak verdim.

"Çocuğum yok," diye cevapladım sorusunu.

"Sevgilin var mı peki?"

"Yok."

"Hoşlandığın biri?"

"Yok."

Tam da o sırada Özgür göründü teras kapısında. Kader değil de ne şimdi bu? Tanrı yalan söylediğim için cezalandırıyordu beni galiba.

"Çok renksiz bir hayatın varmış Bilge. Adın kadar ulvi bir hayat yaşıyorsun belli ki. Öyleyse bizim gibi ahlaksızların arasında işin ne?"

KARŞILIKSIZ (TAMAMLADI) Where stories live. Discover now