Devil May Love

Oleh carmenwantsdie

759K 61.6K 76.7K

"Şeytanlar da sevebilir." Park Jimin aşık olduğu çete liderinin hayatını baştan aşağı değiştireceğini bileme... Lebih Banyak

• Prologue
• One
• Two
• Three
• Four
• Five
• Six
• Seven
• Eight
• Nine
• Ten
• Eleven
• Twelve
• Thirteen
• Fourteen
• Fifteen
• Sixteen
• Seventeen
• Eighteen
• Nineteen
• Twenty
• Twenty One
• Twenty Two
• Twenty Three
• Twenty Four
• Twenty Five
• Twenty Six
• Twenty Seven
• Twenty Eight
• Twenty Nine
• Thirty
• Thirty One
• Thirty Two
• Thirty Three
• Thirty Four
• Thirty Six
• Thirty Seven
• Thirty Eight
• Thirty Nine
• Forty
• Forty One
• Forty Two
• Finale Chapter
• Last Speech

• Thirty Five

9.9K 919 1.2K
Oleh carmenwantsdie

35|Persephone'ye Ulaşmak Pt.2|

5 Yıl Önce
Yer Altı, Konsey Toplantısı

Stultum est timere quod vitare non potes.

"Engellemeye gücünün yetmeyeceği şeyden korkmak aptalcadır."

Kendi kendine mırıldandı genç adam. Elinde büyük bir şarap bardağı tutuyordu ve içinde de yoğun kırmızı bir sıvı vardı.

Konseyin, çetelerin kurulması üstünden üç ay kadar geçtiği için denetleme yapması gerektiğinden buradaydı genç adam. Ellerinin her yanına ve beyaz gömleğine kan sıçramıştı. Başını umursamazca dikmiş, toplantı salonunun hemen yan duvarında ki bu yazıyı inceliyordu.

Bir an için, kendisiyle bağdaştırdı bu kelimeleri. Dudaklarından korkunç bir gülüşün firar etmesine de mani olamadı. Ne de zavallı bir yaşam sürmüştü Jeon Jungkook.. Hayatı hep bu şeye, buna dahil olmak için heba edilmişti. Bakıyordu da, kaybettiği insanlığına azıcık dahi değmemişti gördüğü işkenceler.

Bir kapı köpeği misali, üsttekiler ne emrederse onu yapıyordu. Öldür deyince öldürüyor, korkut deyince korkutuyor ve çal derse çalıyordu. Dahası, aralarındaki husumetin gözle görülmese de devasa bir boyutu olduğu Baem çetesine zarar vermiyordu.

Veremiyordu. Jungkook'a bunu yasaklamışlardı. Çünkü bir sokak kavgasında kaybettiği üyesinin ardından ortalığı leş çöplüğüne çevirmişti bu genç adam.

Yalan yok, çetelerin üstünde olan her makam Jeon Jungkook'tan son derece memnun olsa da, ondan bir o kadar da korkuyorlardı.

Bir karga, başka bir karganın gözünü oymaz deyişi ise piramitin en tepesinde oturan adamları rahatlatmak için yeterliydi.

Şimdi oldukça uzak bir ülkede, oturdukları yerden toplantıyı izliyorlardı onlar.

Jungkook, bir kez daha güldü. Bu iş zerre kadar hoşuma gitmiyordu. O emir alacak bir tip değildi, hele de giderek genişleyen çetesi bu boktan takım elbiseliler yüzünden uslu durmalıydı. Dişleri sinirinden gıcırdarken, elindeki ağır kafesle birlikte Jongin çıkageldi yanına.

Arkası dönük olduğundan, geniş sırtını ve ayaklarının dibindeki ölü adamı sakince inceledi. Ardından giderek ağırlaşan kafesi yere koydu ve derin bir nefesi dışarıya üfleyince Jungkook hemen ona döndü,

"Neden hamile bir yılanı burada taşımak zorundayım acaba? Ve yine kimi niye öldürdün sen? Bari bugün rahat dursaydın Jungkook."

Jongin'e doğru içten bir gülüş verip tamamen bedenini ona çevirdi. Fakat arkadaşı ona karşılık vermek için hazırlansa bile elindeki kadehi görünce gözleri kocaman açılmıştı. Jungkook onu umursamadan kafesin içindeki siyah yılanına baktı.

Geniş kafesinin içinde çoktan yumurtluyor gibi gözüküyordu ve bu Jungkook'u daha çok gülümsetti,

"Benim güzel Sylvia'm.. Yorulmuş olmalı, şunun parmaklarını kes ve ona ver. Daha sonra da içeriye gelin."

Jongin, dehşet içinde arkadaşına baksa da Jungkook onu kaleye almadı. Uzanıp yılanının başını okşadı ve elinden düşürmediği şarap bardağı ile toplantı salonunun çift kanatlı kapısını ittirdi.

Kapıda ki işlemeler arasında gördüğü, çarmıha gerilmiş İsa'ya doğru hoş bir gülümseme verdi içeriye girerken. Parmakları silah şeklini almış ve dudaklarından çıkan sesle hayali bir biçimde onu vurduktan sonra dönmüştü kalabalığa. Kapı arkasından kapanırken, bütün gözler üstüne dönmüştü.

Sanki büyük bir hata işlemiş gibi gözleri ve ağzı açıldı. Ardından hızla birkaç adım geri gitti, çoktan masada yerlerini almış insanlara doğru tatlı bir reverans eşliğinde selam verdi. Bunu yaparken şarap kadehini dik tutmaya özen göstermesi birçok kişinin gözünden kaçmadı.

Kıkırdayan genç adam masadaki yerine direkt gitmek yerine, kendi koltuğunun karşısında oturan Baem Namjoon'un arkasına doğru ilerliyordu. Birkaç üst, onu dikkatle incelerken birkaç Vindicta temsilcisi nefretle bakıyordu suratına.

Tüm bu bakışların altında, Jungkook kıkırdamaya devam etti ve elindeki kadehi Namjoon'un önüne bırakıp kendi yerine ilerledi. Kim Namjoon ise önüne konulan şarap kadehinin içindeki yoğun sıvıya baktı dikkatle. Yanlış görmüyordu değil mi? Kaşları giderek çatıldığında, çaprazında oturan bir üstte onun gibi bardağa baktı,

"Yoksa bu.."

"Boşverin şimdi onu, o Kim Namjoon'un derdi. Sen bana kendi derdini anlat hadi."

Jungkook, sanki bu işlere çok önem veriyormuş gibi peçetesini kucağına sermeden önce ona kanlı ellerini silmişti. Aslında, bunu tam olarak dalga geçmek için yapıyordu. Ve yaparken de tamamen üstlerin gözünün içine bakıyordu.

Haklı değil miydi? Sonuçta fareyi hep kedi yakalardı, insan değil. Kemiği de, atılan sopayı da köpek getirirdi. Sahibi değil. Onlar ellerini kire bulamazken üstüne Jungkook'un üzerinde baskı, hakimiyet kurmaya çalışmaları genç adamı feci halde sinirlendirmişti.

Namjoon, tam karşısında öfkeyle burnundan solurken Jongin, elindeki geniş kafesle içeriye girmişti. Jungkook'un hemen arkasına, tıpkı Chanyeol ve Kyungsoo gibi geçti. Kafesi bıraktıktan hemen sonra, Kyungsoo'nun ciddi duruşuna tezatlık kuracak biçimde uzanıp onun belini kavramıştı. Boynuna da bir öpücük koymayı ihmal etmemişti.

Bu sırada, üstler şaşkın sayılırdı. Bu başına buyruk ve asi tavırlar pek hoşlarına gitmiş değildi. Görünüşe göre Vindicta üyelerinin de hoşuna gitmiş değildi. Yine de, ortalığı germemek adına adamlardan birisi elindeki kağıtlarla Jungkook'a çevirdi kafasını,

"Jeon Jungkook.. Görünüşe bakılırsa isteğimiz dışında yüklü miktarda mal kaçırmışsın ve, ve şehir içinde kendine bir şehir mi kurmaya çalışıyorsun? Nedir bu Lubi bölgesi ve binası mevzusu?"

Jungkook, ilgili görünen bir tavırla adama bakıyor olsa da, yılanın tıslama sesiyle birlikte hızla başını ona çevirmiş ve göz göze geldiği hayvanla birlikte neşeli bir kahkaha atmıştı,

"Güzel Sylvia'ma da bakın, şimdiden beş tane yumurtası oldu!"

Adam dehşetle açılan gözleri eşliğinde, nefesi daralıyor gibi hissederken bu hasta görünümlü genç gibi kafese döndü. Ancak anında suratı kıpkırmızı kesilmişti ve Tanrı aşkına! Onlar parmak mıydı?

Jungkook keyifle adama döndü yeniden ve içki şişelerinden birine uzanırken parmağıyla öylesine kafesi işaret etti, ses tonu oldukça hoşnuttu,

"Birisinin adını Rosa koyacağım, yavru yılan gördün mü daha önce? Onlar cidden çok şirin.."

Jungkook'un çaprazında yer alan ve masa başında üstler derince yutkunmadan edemedi. Fakat, diğer çaprazında oturan Vindicta üyeleri rahat duracak gibi gözükmüyordu. Liderlerini bu hale getiren genç, karşılarında resmen onlarla dalga geçiyordu.

Adamlardan birisi hızla yerinden doğruldu ve ellerini sertçe masaya vurduğunda Lubi çetesinden olan bu dört genç de ağır ağır ona dönmüştü. Jungkook ise sanki biraz önce kafayı çekmiş gibi gözüken bir ifadeyle bakıyordu onun suratına, yan yan gülümseyerek,

"Sana sorulan sorulara cevap ver! Konseyde birini öldürmüşsün ve üstüne kuralları kırmaya çalışıyorsun! Ne o, yoksa günün birinde hepimizi yok mu edeceksin?!"

Adam sinirden kızarmış ve birkaç saniye için soluklanmak istemişti ki, Jungkook işaret parmağını bir saniye istemek üzere kaldırdı. Önce önündeki peçeteyi kaldırdı ve buruşturup daha da sinir etmek adına Namjoon'un kafasına fırlattı. Bu onu öfkeyle yerinden kaldırırken üstleri oturmasını emretmiş, Jungkook'ta sakince sandalyesini itelemişti.

Usulca hala kendisine bakan adama ters şekilde yürümeye başladı. Tam çaprazında ki üstlerin arkasına geçti ve ortada duran ikilinin sandalyelerine elini yaslayıp onunla göz göze geldi. Doğruca aralarına eğdi kafasını, alttan bakan gözleri şeytanın evladı olduğunu bağırır gibiydi o fısıldarken,

"Kim bilir? Belki bir gün beni cidden o kadar da kızdırırsınız. Bende Hades gibi cehennemimi yükseltirim. Hm?"

Karşısındaki adam alayla güldü, üstler gergindi ancak Vindicta üyeleri güldüğünden olsa gerek onlarda kahkaha atmaya başladı. Jungkook gözlerini sinirle kapamış, yine de yüzündeki ifadeyi değiştirmeden doğrulmuş ve ellerini boşluğa bırakıp boynunu arkaya yatırmıştı.

Belki de yaptığı en büyük hatalardan birisiydi o, Jungkook'un. Çünkü öfkesini bir türlü atamayan bu Vindicta üyelerinden birisi, oturduğu yerden sertçe kalktığında ve silahını çektiğinde hedef aldığı şey doğruca kafesti.

Sylvia tüyler ürpertici bir sesle ağzını irice açarak tısladı, bu Jungkook'un hızla gözlerini açmasına ve silah çekene bakmasına sebep oldu. Ancak kaşları çatıldığı anda olanları engellemek mümkün değildi. Chanyeol hızla silahını çekti, Jongin Kyungsoo'nun üstüne kapanarak onu bir kenara sürükledi.

Jungkook hızla Sylvia'ya çevirdi başını ancak kurşun ondan hızlıydı. Art arda çıkan dört kurşunun ikisi yılanına isabet etti. Diğer ikisi ise sıyırdığı yumurtaları çatlatmış, Sylvia'nın ağır bedeni de yumurtalar üstüne düşüvermişti.

Yükselen çatlama sesleri sanki aynı saniyeler içinde Jungkook'un içinde bir şeyleri paramparça ediyordu o an.

Ellerini saran titreme ve gözlerinin dönüşünü engellemek imkansızdı. Başını öyle ürkünç bir ağırlıkla çevirdi ki silahı tutan ele, o esnada irislerini ele geçiren alev etraftaki herkesi ürküttü,

"Eğer itaat etmezsen, bir daha ki kurşunlar kafanı deler Jeon Jungkook."

Silahını beline yerleştirirken ve kibirle konuşurken bilmediği şeyler olduğu, Jungkook'a hakim olmadığı ne de belliydi. Chanyeol irice açılmış gözleriyle Jungkook'a bakarken dudakları arasından okkalı bir küfür sızdı. Fakat aynı zamanda da gülüyordu, biliyordu ki yazık olacaktı bu kibirli heriflere.

Fazla değil, bir buçuk saniye belki. Jungkook'un dudaklarından korkunç bir kahkaha çıktığı gibi hızla ileriye atılması kaçınılmazdı. Biraz önce konuşan ikilinin neler olduğunu kavramasına zaman bile tanımadı.

Belinden çıkardığı, kabzasında yılan desenleri olan silahı saniyeler içinde ateşledi ve iki kurşun adamın bacaklarına saplanıp onu acı içinde yere serdi. Üstler ve masada oturan diğer herkes bağırarak ayaklanırken, Jungkook'un güzel Sylvia'sını vuran adamın vay halineydi.

O daha yere boylu boyunca, kanlar içinde ve bağırarak adama dönmek üzere iken ensesinden tutup hızla kendine çekti Jungkook. Bedeni, bu gençten büyük olmasına rağmen şiddetle savruldu ve arkasında ki masaya da sertçe sırtını çarpıp yere düştü. Öyle kuvvetli bir sızı baş gösterdi ki kaburgalarında acıyla bağırırken, irice açılan gözleriyle baktı Jungkook'a.

Afallayan tek kişi o da değildi. Kim Namjoon bile, Jeon'un tek elle çaba sarf etmeden onu resmen savuruşu yüzünden şaşkına dönmüştü. Bu gençte inkar edilemez bir deli kuvveti olduğundan, onu durdurmaya kimse yanaşmadı. Yanaşamadı.

Soluk almasına müsaade etmeden aynı şiddete sahip bir yumruğu da karın boşluğuna hızla gömdü. Bu adamın dudaklarından kanlar sızması için yeterliydi. Acıyla inlemesine karşılık kahkahasını onun suratına salıverdi Jungkook.

Onun tepki vermesine bile izin vermiyordu. Dışarıdan bakılınca keyif alıyor gibi gözüküyordu. Ancak kafesinin içinde kıpırtısız duran Sylvia'ya dönünce hızla ifadesizliğe büründü yüzü. Çenesi kasılmıştı, omuzları sabırsızlıkla hareketlenirken adama yeniden bakınca bambaşka birisi olmuştu.

Olduğu Jeon Jungkook'tan kat be kat korkunç bir kişiye dönüştü. Tıpkı bir iblis gibi bakıyordu.

Çenesine kadar kanlar süzülürken dudaklarından, belki de bir yılanı öldürdüğü için ancak o kadar pişman olabilirdi adam. Başında dikilen Jeon, değil iblis tıpkı elinde alevden kamçı tutan Tanrı Hades gibiydi. Gözlerinde ki o ifade git gide büyürken, muzipçe havalanan kaşları altında muazzam bir öfke saklıydı.

Demir kadar sert bir yumruk attı yüzüne, sonra bir daha ve bir daha.. Yüzünün herhangi bir köşesinden en az iki çatlama sesi duyana kadar durmadı. Dehşetin etrafını sardığını hissedebiliyordu. Ama ölümün sarılmış olduğu zehirli kanatları keyifle kıpırdanıyordu. 

Bu yüzden yüzü kanlar içinde kalmış adama, hafifçe geri çekildikten sonra bir de sertçe tekme attı. Soluk soluğa kaldığında zaten o da çoktan yere yığılmıştı. Üstlerden bir kişi, onun derin derin soluklanan bedenine ilerlerken ne kadar korkarsa korksun otoriteyi ele geçirmeliydi,

"Dur artık Jeon Jungkook! Yoksa-"

Sesi bir hançerle etin kesilmesi gibi kesildi. Ona cevap bile vermemişti Jeon Jungkook, boğazından çıkan, neredeyse hırıldamaya benzeyen o öfkeli sesle adam çoktan köşesine sinmişti. Bir yandan da kendi canının derdine düştüğünden olsa gerek, hızla telefonunu çıkarıp korumalarına ulaşmaya çalışmıştı.

Jungkook ise ceketinin iç cebinden çıkardığı keskin bıçakla bakışlarını masanın etrafında ki insanlara dikti, en çokta Kim Namjoon üstünde oyalanmıştı gözleri,

"Belki dediğim gün bugünmüş meğer."

Jongin'e çevirdi gözlerini ve üç arkadaşına da çenesiyle sakince işaret verdi. Jongin ve Chanyeol saniyeler içinde harekete geçmiş, yere yığılan adamı kaldırıp Jungkook'un bir sonraki işareti ile az önce silah tutan elini masaya koymuşlardı. 

Jeon ise, parmakları arasında çevirip durduğu koca bıçağı bir saniye bile beklemeden adamın bileğine hiddetle savurdu. Kemiğin çatırdama sesi her yanlarını sararken adam da acıdan haykırarak ayılmıştı. Kanlar çoktan etrafı sararken, gözü dönen Jungkook arkadaşlarının bile ürkmüş olan bakışları altında yeniden savurdu bıçağı.

Korumalar içeriye dalmadan hemen önceydi, Jungkook Kyungsoo'ya şamdanlardan birisini getirmesini emretti. Bileği neredeyse kolundan kopmuş olan adamsa nefes bile alamadan haykırıyordu. Bu kadar caniliğe katlanamayan üstler korumalarına bağırırken, Jungkook çoktan şamdanı kavramış ve ateşi zevkle yaklaştırmıştı o adama. 

Üstüne bir yığın insan çullanmadan önce de, kahkahaları eşliğinde güzel Sylvia'sını öldüren adamı Hades'in alevlerine teslim etmişti. 

--

Oturduğu geniş koltukta, sanki bir kral edasıyla otururken koluna sarılmış Rosa'nın gözleri içine bakıyordu. Ne de çok benziyordu annesine.. Sylvia'nın kurtulan tek yavrusuydu o, Jungkook o günleri hatırladığında güzel bir gülümseme bahşetti siyah yılana. 

Rosa bunu hissetmiş gibi Jungkook'un omzuna doğru yol aldı. Başını onun keskin hatlı yüzüne yasladığında, sahibinden bir de başına öpücük kazanmıştı. Keyifle dilini dışarı çıkarırken de Jungkook yeniden yayıldı. Oturduğu yerden bütün Serpent'i görebiliyordu. Sürekli açılıp kapanan loş ışıklar ve gürültülü müzik altında gözlerini yeniden sevgilisine çevirdi.

Güzel Persephone, üstüne geçirdiği kendi ceketiyle o kadar kutsal gözüküyordu ki iç çekmesine mani olamadı. Hemen çaprazındaki duvara yaslanmış olan Namjoon ise farkında olmadan dudaklarını kemiriyordu,

"Sana tanıdık gelen birileri yok mu hala, Namjoon?"

Arzuyla kıvrılan birçok beden, şehvetle bakıyordu tahtında oturan Jeon'a. Öyle heybetli duruyordu ki, fark etmemek imkansızdı.

Namjoon sıkıntıyla iki yana salladı başını. Hızla doğrulduğu yerden ayrıldı ve Jungkook'un oturduğu koltuğun başına dirseğini yaslayıp bütün gece olduğu gibi kalabalığı izledi. Jimin hemen gözlerinin önünde, bar tezgahının taburelerinde Yoongi ile birlikte içiyordu,

"Plan elimizde patlayacak gibi hissediyorum Jungkook."

Jungkook o ana kadar rahat gibi gözükse de, durmadan içinin daralıyor oluşu ve kendisini kıskıvrak pençelerine almış korkuyla yüzündeki gülüşü sildi.

Bu gece, buraya birilerinin geleceğini elbette ön görmüştü Jungkook. Tam da bu yüzden Serpent'te ihtişamlı bir gece olmasını emretmişti herkese. Abaddon'un oğlunun dayanamayacağını biliyordu ve elbette olası biçimde de içeriden bir iş birlikçisi vardı. Bir taşla iki kuş vurmak istiyorlardı çeteler.

Plandan haberi olmayan kimse yoktu. Çoğu kişi, Jimin gibi saçlarını maviye boyamıştı. Ve Jungkook'un sadece ona özel olan lider ceketine benzer ceketlerden vardı üstlerinde, birçok kişide de yılan olması fazla önemli bir detaydı. Kimse Jimin'e öncesinde olduğu gibi özen göstermiyor yada ona Persephone demiyordu. 

Jungkook'un tabi ki de onu buraya getirmek gibi bir niyeti yoktu en başta, fazla tehlikeli bir oyun çeviriyorlardı. Ancak farkındaydılar da, herkes buradayken onun olmaması da oldukça dikkat çekecek bir detaydı. Namjoon ve Jungkook, yansıttıkları aksine iliklerine kadar korkuyla doluydu. 

Sıkıntıyla çenesini sıkarken hafifçe öne eğilip, Namjoon gibi kalabalığı taradı Jungkook,

"Biraz önce korumalar şüphelendikleri tipleri iletti. Herkeste silah var, hepimiz buna hazırlıklıyız. Ama bu kadar kolay olamayacağını ikimizde biliyoruz Jungkook."

Biliyordu tabi, Persephone'si ciddiye alınacak bir tehdit ile karşı karşıyaydı. Tam şu an, sevgilisi ile yalnız olsa dizlerine yatıp ağlardı belki de Jeon. İçi dayanılmaz bir ağrı ile baş başaydı. Ona bir şey olma düşüncesi dahi uykularını kaçırıyordu.

Sıkıntılı bir nefes daha çekti ciğerlerine. Jimin'in ara sıra dönüp, uzaktan uzaktan onu rahatlatmak için attığı ufak gülüşler olmasa kafayı yerdi sanırım,

"Onların yüzüne iyi bak Namjoon. Onu gördüğün anda bana söyle ki, gözleri bile dokunmasın Jimin'e."

Jimin, sevgilisine bahşettiği o hoş gülümseme ardından önüne döndü. Jungkook ise keskin gözlerini bir saniye olsun ondan çekmeden, öfkesini sanki kanlı canlı bir beden olarak yaratır gibi konuşmuştu.

Serpent fazlaca büyük bir gece kulübüydü. Bu yüzden karşılıklı iki var tezgahı ve aralarında da büyük bir dans pisti vardı. Jimin sol kanatta ki bardaydı. Jungkook yine de sağ kanatı da izlemeyi ihmal etmiyordu. Namjoon etrafa attığı keskin bakışlar altında uzandı ve Jungkook'un omzunu hafifçe sıktı,

"Jungkook, ne olursa olsun aşırı tepki verme. Yapacağımız bir mimik bile her şeyi ele verebilir."

Rosa, Namjoon'a karşı başını çevirse de herhangi bir hareket yapmadı. Zaten Jungkook'un da Namjoon'un da başı, ufak planları ile yeterince meşguldü.

Jae Wook, barmen ona seslenince başını omzu üstünden çevirip içki bardağını gördü. Ve tam almak için bedenini yan çevirdiğinde, gözüne çarpan mavi saçlı çocukla bir süre için duraksadı. Baştan aşağı onu süzmekten kendisini alamadığında çareyi tamamen ona dönmekte buldu.

Barmen ve birçok kişinin şüpheli bakışları altında, dudakları arasından çenesine doğru sızan kanı parmağıyla silip dilinin üstüne yolladı. Gözlerini karşısındaki çocuğa kenetlemişti. Fazla güzel bir fiziği ve dikkat çekici bir yüzü vardı. Üstündeki ceketin sırtında yılan deseni oluşu bütün dikkatini toplamıştı.

İstemsizce, herhangi bir dövme ve etrafında bir yılan görebilmek adına onu rahatsız edici bir biçimde izlemeye başlamıştı.

Çocuğun karşısında oturan diğeri, onun şuursuz bakışlarını ve ellerinin ürkünç derecede yaralarla kaplı oluşundan dolayı onu kolayca fark etti. Kaşları giderek çatılıyordu ki, gözüne kestirdiği çocuk da dönüp ona bakınca tebessüm etti Jae.

Bunun onu daha fazla korkutucu gösterdiğinden elbette haberi yoktu.

İkili, kaşlarını çatarak kendisine seslenirken Jae Wook onun bütün bedenini incelemeye başlamıştı. Herhangi bir yerde herhangi bir dövme görebilmek adına irisleri durmadan kıpırdıyordu. En sonunda amacına ulaştı, çocuğun tam da boynunda gördüğü siyahlıkla birlikte gözleri irice açıldı.

İlgiyle ona daha çok yaklaşmış ve korkmasına sebep olacak biçimde de yakasından tutup kendisine çekmişti. Arkadaşı saniyeler içinde ayaklanırken, Jae Wook onun boynuna doğru eğildiğinde neredeyse etrafındaki herkes ona bakıyordu.

Birçok bağırışı algılıyor fakat işitemiyordu. Dövmeye fazla odaklıydı, o kadar odaklıydı ki oturdukları locada ayaklanan iki lideri fark edemedi.

Ancak zaten bir terslik vardı. Boynundaki koca Lubi dövmesine zevkle fakat ürkünç bir kahkaha attığında elinin altındaki çocuk debelendi. Zaten tam da o an bütün gürültüyü yaran o sesle, Jae Wook'a dönmüş bütün gözler üstünden çekildi,

"Dur orada! Bana dövmeni göster!"

Şaşırtıcı derecede gür, öfkeli sesle birlikte Jae gülmeyi kesti. Yüzü stabil bir hal alırken de müzik sesi kesilmişti. Kalabalıktan da herhangi bir ses duyamaz olduğunda, karşısında ki çocuğun yüzüne neredeyse burnunu yapıştırarak çevirdi başını. Sesin sahibine döndüğündeyse stabil ifadesi bir darbe yemişti.

Tam karşı tarafta ki bar tezgahının önünde, hayatında hiç görmediği kadar güzel bir adam duruyordu. Tıpkı şu an tuttuğu çocuk gibi mavi saçları, Lubi dövmesi ve bir ceketi vardı. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu tam da o an anladı. Tuttuğu çocuğu öfkeyle itip, kapşonunu daha çok yüzüne çekip kalabalık arasına sızdı.

Bir şeylere uyanması kaçınılmazdı çünkü bu mekanda tıpkı şu güzel adama benzeyen birçok kişi vardı.

Ona daha da yakın olmak istedi. Kalabalığa biraz daha sağlandığında, dilini yeniden ısırıp sakinleşmek için kanını doldurdu ağzına. Ve tam o an, bu güzel adamın bir elindeki silahı ve doğrulttuğu kişininde kendi adamı olduğunu görmüştü,

"Dövmeni göster dedim."

Sert sesine eş zamanlı bir adım öne çıktığında, Jae Wook'un adamı ellerini havaya kaldırmış ve başını da kaldırmıştı. Jae ise, onun bir diğer elinin sarılı olduğunu hemen fark etti. Kaşları ilgiyle havalandı, bunda tuhaf bir şeyler vardı. Bu adam ilgisini uyandırmıştı.

Gözleri iyice açılıp, onun tapılası fiziğini baştan aşağı incelerken kalabalık adamına doğru dövmesini göstermesi için bağırmaya başlamıştı. Jae, gözlerini onun güzel çehresinden zar zor ayırdığında sırtında ki yılan deseninin altına yazılmış o iki harfi yakaladı. 'JK' harfleri yılanın kuyruğunun ucuna iliştirilmişti.

Jae Wook aptal bir adam değildi. Gözleri kısılmış, hızla silahın sahibinin yüzüne çevirmişti bakışlarını. Daha çok sırtına bakıyor olduğundan, coşmuş kalabalık içinde ağır ağır ilerledi. Bedenine tam olarak ön plandan hakim olmak istiyordu. Şüphesi kuyruğuna basılmış bir köpek gibi dikmişti başını.

Ve o an, adamıyla göz göze geldiği andı.

Bu Vindicta üyesi, usulca kapşonunu başından sıyırırken gözlerini liderine kenetlemişti. Sanki her şey saniyeler içinde, aşırı hızlı olup bittiğinden ağır çekime alınmış gibiydi. Gözlerini iki kez kırptı, liderine doğru parmağını kaldırdı ve başını bir kez aşağı indirdi. Jae Wook dehşetle açılmış gözlerini, silahı tutan adamın ellerine çevirdiğinde, o Vindicta üyesi de belinden çıkardığı silahı çoktan şakaklarına dayamıştı.

Jae, silahı kavrayan parmaklardan birinde tıpkı sırtında olduğu gibi o iki harfi gördü. Silah patladı, parmaklarında o lanet herifin ismi kazılı olan güzel adam irice açılan gözleriyle geriledi ve bütün gürültü kesildi.

Tam da o an, Jae'nin söylediği gibi yakalanınca başına sıkan adam patlayan kafa tasıyla birlikte yere düştü. Ama Jae'nin dudakları aralanmıştı, ona bakarken. Ve güzel adamın çatık kaşları altında ki şaşkın bakışları başka bir yöne dönse de ondan gözünü çekmedi Jae Wook.

Park Jimin, gözleri önünde ki adam kendi kafasına sıktığı için korkuyla nefeslenmişti. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu, tam olarak sevgilisinin olduğu yöne başını çevirdi. Sanki elinde olsa koşa koşa kolları arasına sığınacak gibi bakıyordu ona. Teselli istercesine.. Jungkook ise, üst katta bir locada olduğundan balkon demirlerini kıracak gibi sıkıyordu ona bakarken. Yüzünün rengi bir ton beyazlamıştı.

Jimin'le göz göze gelene kadar da endişesini saklayamadı, elinde değildi ki.. Sevgilisinin gözleri kendi gözlerine dokunduğu anda da derin bir nefesi dışarıya üfleyiverdi. Persephone'si ona baktığı saniyede dinmişti korkusu.

Jeon Jungkook, o gece sonradan ne çok pişman olacağını bilmeden rahatlamıştı sevgilisine bakarken...

--

Gözlerini kapatmıştı iri adam. Başı bir ayyaş gibi geriye yatık duruyordu ve parmaklarını bir piyanonun tuşlarında gezdirir gibi bıçağında dolaştırıyordu. Bıçak, derisini her kestiğinde ve şiddetli sızı bedeninde baş gösterdiğinde uyuşturucu tüketiyormuş gibi rahatlıyordu.

Kapısı sert ve gürültülü biçimde açıldığında başı öne doğru düştü. Dudakları arasından ise kulak tırmalayan bir kıkırtı çıkmıştı,

"Jae Wook!"

Abaddon, içeriye bir kasırga gibi kükreyerek girdiğinde Jae usulca gözlerini açtı. Kanla kaplanmış ellerine şöyle bir bakınca gözleri irice açıldı. Korkudan değil, zevkten. Kanı gördüğünde ruhunun sakinlemesine mani olamıyordu.

Babasını da pek duyduğu söylenemezdi. Bugün lanet olası kafası o kadar güzeldi ki, keyfini bozmasın diye de babasına kulak vermiyordu. Bir kez daha adını çığırdı yaşlı adam, oğlu sadece oturduğu odada iki yana sallanarak karşılık vermişti ona.

Bunun haricinde, dudaklarından sızan latince bir şarkı dışında dönüp bakmıyordu bile. Yine o odadaydı. Abaddon'un ona yıllar boyu işkence ettiği o oda. İhtiyar, buraya ne zaman gelse bütün tüyleri diken diken oluyordu. Sanki her an kaybolmuş şuurunu bulup, yakasına yapışacaktı oğlu. Jeon'dan sonra en çok korktuğu şey olabilirdi o,

"Fazla başına buyruk olmaya başladın.. Belki de seni hiç bu işe bulaştırmamam gerekirdi."

Melodisini anında kesti Jae. Kaşları muzipçe havalanırken omzu üstünden kendisine şaşkınca bakan babasına baktığında gülmemek için kendisini zor tutuyordu.

Abaddon, yerinde gergince kıpırdanırken tek kaşını kaldırıp gözleriyle sorguladı onu. Bu tavırları hiç hoşuna gitmemişti. Üstüne üstlük, elinde bir şey saklar gibi bir hali vardı,  küçük çocuklar gibi. Fakat bir anda hiddetle babasına döndü, yaşlı adamı korkuyla yerine sindirirken suratına doğru kelimeleri uzata uzata haykırdı.

Babası, oğlunun zevkle kasılan suratına korkuyla baksa da, duyduğu her kelime afallamasına yetecek düzeydeydi,

"Persephone! Onu buldum! Buldum onu!"

--

Bölümleri kısa tutuyor oluşum buraya ağırlık vermemden kaynaklı.

DML'ın finaline ne yazık ki çok uzak değiliz :( Ve bir yandan au falan da yazdığımdan, özel hayatımda karıştığından istemsiz aksıyor.

Belki, finalini verene kadar her şeyi bırakır sadece bu kitaba odaklanırım hala net bir kararım yok. 

Ha şeyi unutmamak lazım, kaos :)

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

25.4K 2.7K 21
kusur dedigin her bir zerreni operim
227K 21.1K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
265K 24.1K 39
[TAMAMLANDI] 🌑🌒🌓🌔🌕🌖🌗🌘🌑 Ekinoks, gece ve gündüzün eşit olması durumudur. Yılda iki kez gerçekleşir. Kurt adamlar ve vampirler ekinoks günü ta...
58.2K 5.9K 33
"Yaptım." dedi güzel yüzündeki en derin ifadesiyle. "Neyi?" "Laneti tersine çevirdim." derken kaybettiği duygularına veda ediyordu. "En başta dediğin...