Yasak Meyve: Nar.

By emineyyx

320K 16K 2K

O bana yasaktı, ama ben ona değildim. O beni kaybetmeyi göze alamazdı ama ben alırdım. Ben karanlıktan korkar... More

Yasak Meyve: Nar.
◘1◘ Yemek
◘2◘ Kaçacak Yer
◘3◘ Persephone
◘4◘ Şiir Yazan?
◘5◘ Yeraltı Dili
◘6◘ Dayanamayacağım şey
◘7◘ Anne?
Gelecek Bölümlerden Alıntı
◘8◘ Gerçek Aşk
◘9◘ Mektup
◘10◘ Kahkaha
◘11◘ Gerçekler
◘12◘ Sarhoş
◘13◘ Part 1 ◘ Yeraltı Yemeği
◘13◘ Part 2 ◘ Kraliçe Olmak İçin Doğan
◘13◘ Part 3 ◘ Gözlerde Gizlenen
◘14◘ Yanmaya Razı Gül
◘15◘ Aşık
◘16◘ Kılıç Talimi
◘17◘ Veda
◘18◘ Özlem
◘19◘ Kırgınlık
◘20◘ Antreman
◘21◘ Acı
◘22◘ Sıradanlık
◘23◘ Saklı Yer
◘24◘ Zor Sorular
◘25◘ Canı Parçalara Ayırmak
◘26◘ Ölümün Nefesi Çiçek Kokan Gelini
◘27◘ Aciz Kelimeler
◘28◘ Ateş
◘29◘ Kötü His
◘30◘ Theseus
◘31◘ Toplantı
◘32◘ Çocuk
◘33◘ Davet, Hançer ve Karanfil
◘34◘ Öncelik
◘35◘ Mücadele
◘36◘ Özür
Hadi biraz tartışalım
Dönüş

◘37◘ Sorulara Beklenmedik Cevaplar

4.2K 264 73
By emineyyx

(Έπεφτε βαθιά σιωπή)
Epefte Vathia Siopi- Gianni Poulopoulos

Linkteki şarkı benim karantina döneminin özeti olabilir. Yıllarca Işıl German'dan dinlediğim o şarkıyı bir de Yunanca dinlemek bendeki anlamını iyice derinleştirdi. Sizin de dinlemenizi aşşşırı tavsiye ediyorum ama aşşşırı. Bakarsınız Yunanca şarkılar dinleriz beraber fkfkfk.

Aslında bu bölümü final olarak yazmıştım ve bitmişti ama gönlüm el vermedi. Yarısını keserek iki bölüm halinde atmaya karar verdim.

"Gözyaşlarım pıt pıt pıt"

Neyse güzel okurlarım, kendinize çok dikkat edin.

Sevgilerle - Emine

Tüm duvarların üstüme üstüme geldiği bir kuyudaydım sanki. Deli gibi bunalıyor, nefes alamıyordum. İçimden bir acı, küf kokusuyla birlikte yükseliyordu. Kafamı duvarlara vurmak, yüzümü ellerimle yırtmak içimdeki yangını söndürmek istiyordum ama olmuyordu.

Küçücük bir kuyuda daha da kapana kısılıyordum.

Kuyunun ucunda nokta kadar görünen ışığa doğru koşmak istiyordum. Sanki havasız bir ortamdaydım ve orası benim açık hava alanımdı. Ama oraya doğru değil koşmak ilerleyemiyordum bile.

"Hey!" Sesi duymamla birlikte bana çok uzakta olan ışık bir anda gözlerimi kör edecek kadar bana yakınlaştı ve beni içimden geçip giderek aştı. O anda gözlerimi irkilerek açtım. Gözlerimi bulayan ışık bir anda tekrar karanlığa kavuştu. 

Beynim, tanıdık olan tavanı netleyip seçti. Bu tavanı, bu gösterişli tavanı, ortamdaki aydınlık ama yine de iç bunaltan aydınlığı seçebiliyordu. Bordo, siyah, yeşil gibi koyu renklerin hakimiyeti ortamın kasvetini arttırıyor ama bana aylardır Olimpos'da gördüğüm aydınlık kadar rahatsızlık vermiyordu. Aksine bana huzur ve rahatlık veriyordu. Bilinenliğin, güvenin getirdiği huzurluktu bu.

Nefesim düzene girmeye çalışırken kendi çapında, kafamı çevirip bana seslenen kişiye baktım.  Bir bacağını diğer dizinin üzerine atarak bacaklarını masa olarak kullanan ve ellerinin arasında kağıt ve kalem tutan kurtarıcı hekimi, yorgun ve sevinçli gözleriyle bana bakıyordu. Dudağında hafif gülümseme sonrası elinde kağıt ve kalemi kenara doğru koydu ve bana doğru eğildi.

"Sonunda uyandınız. Bugün daha iyi misiniz tanrıçam?"

Nefesim yerine otururken dudaklarımı aralayıp iyiyim demek istedim fakat susuz kalmış dilim damağın buna izin vermedi. Bunu anında gören genç delikanlı hemen uzanıp su uzattı. Başımın altından destek vererek beni kaldırdıktan sonra dudaklarımı bir bardak suyla kutsadı.

"Kızım nasıl?"

Gülümseyerek bardağı yerine koydu ve bana doğru eğildi. Güven veren bakışları vardı. "Kızınız hayatımda gördüğüm en muhteşem varlık ve merak etmeyin çok da güçlü."

İçimden koca bir dağ parçalanıp un ufak olmuştu ama başka bir dağ da büyüyüp devleşmişti. Onu kucağıma almak, sevmek, emzirmek, görmek, koklamak, onu kendime katmak istiyordum. O öyle bir hazineye dönüşmüştü ki içimde ilk hissettiğim andan beri, şu anki hali dünyadaki her canlıyı; bitkileri, hayvanları, insanları ve hatta havayı bile besleyebilirdi.

Derin bir nefes alarak elimi göğsüme götürdüm. Bu, benim aylar sonra, aldığım ilk gerçek nefesti. Güvende hissediyordum ve güvende hissettirmeye hazırdım.

"Sizin gibi bir annesi olduğu için çok şanslı."

Konuşan hekime döndüğümde gözlerimin dolmasını engellemeye çalışıyordum. Bu, bir annenin alabileceği en iyi iltifat değildi de neydi?

"Sana bir şey itiraf etmek istiyorum fakat bu itirafın tamamen samimi duygularla edildiğini bilmeni isterim."

Merakla gözlerimin içine bakmaya başladığında onu daha fazla meraklandırmak istemedim. "Asklepios yeminine ihtiyacın yok. Eğer yaşasaydı senin gibi öğrencisi olsun çok isterdi. Onun gözünden o hemşirelerden daha iyi olduğunu bilmelisin."

"Utandırıyorsunuz efendim." dedi. Yanaklarının hafifçe kızardığını seçmiştim. "Şu an kızınızla babası ilgileniyor. Size tavsiyem biraz daha dinlenmenizdir. Yaralarını epey derindi ve hemen iyileşmesini bekleyemeyiz."

Yaralarım... Gözlerimin önünden bana taşlar fırlatan yaşlı adam ve Ares geçti. Sonra o hemşireler, oradaki diğer insanlar. Onlara ne olduğunu bilmiyordum çünkü hatırımda kalan tek şey gözlerimi bürüyen alev olmuştu.

"Oradaki insanlara ne oldu?"

Derin bir nefes koyvererek bana gülümsedi. "Bunları daha sonra Tanrı Hades ile konuşursunuz fakat şunu söyleyebilirim: cezayı hakedenler hakettiklerimi buldular."

"Öldüler mi?" Sorum bir duvar olup her şeyin önüne geçtiğinde aklım Asklepios'un son anları ile dolmuştu.

"Ölüm, yalnızca ölümden korkanlar için bir ceza ve diğerleri için bir lütuftur tanrıçam. Lütfen bunu unutmayın."

Ne demek istediğini tam olarak anlayamasam da böyle bir durumda daha da fazla sorgulama isteği gelmiyordu içimden. Ne demek istiyorsun diye sormak yerine kafamı usulca salladım ve bakışlarımı tekrar tavana diktim.

"Sizi dinlenmeniz için yalnız bırakayım. Eğer bir ihtiyacınız olursa bana seslenebilirsiniz."

Adını sormayı unuttuğum hekim kapıdan çıkarken bundan sonra neler olacağını düşünmekten kendimi alamamıştım. Sürekli aklımda olan fakat arada şiddetlenerek karnıma ağrılar saplayan Hades'in özürü aklımdan hiç çıkmıyordu. Onu gülerken dahi bu kadar az görmüşken, ağlarken görmek, üstelik özür dilerken beni derinden yaralamıştı. Belki de bunun tek nedeni, canım kadar sevdiğim ve dünyanın en güçlü insanı olarak gördüğüm kişinin o yıkılmış halini görmekti. Yine de öyle hastalıklı düşünceler vardı ki zihnimde kendine yer kazan, tam anlamıyla kahrolamıyordum bile.

Olimpos sarayının terasında gerçekleşen son konuşmamızdaki hali, tavırları ve cümleleri aklımdan çıkmıyordu. Her şeyi yanlış yorumlamaktan korkuyordum, hem de ölesiye. İhtiyacım olan şeyler bariz ve kaçınılmazdı: net cevaplar istiyordum, saf bir konuşma. Arkamızda bırakarak yaşanılan her şeyi, saf, berrak bir iletişim. Ve tabii ki bol bol uyumak.

Kalmak, kızıma gitmek ve onu emzirmek istiyordum, görmek, dokunmak, hissetmek... Fakat bunu yapmak için önce güçlrnmem gerektiğini bilen mantıklı yanım şu ana kadar hiç olmadığı kadar güçlü bir formdaydı. Gözardı edilemeyecek kadar büyüktü ve gözardı etmeye de niyetim yoktu.

Gözlerim üzerine ağır bir yük almış gibi kapanırken kapının çalınmasıyla zoraki bir güçle gözlerimi araladım ve kapıya döndüm. Damara, kapıda durmuştu ve girmek için izin istiyordu.

"Gelebilir miyim efendim?" Kafamı sallayarak onu onayladım fakat kalkacak gücüm yoktu. "Uyanmanıza çok sevindim efendim. Geldiğinizde, Efendi Hades vücudunuzdaki kan lekelerini bir bez ile sildi fakat yine de bir banyonun size iyi geleceğini düşündüm. Eğer isterseniz, küveti hazırlatabilirim."

Aklımı, Damara'nın kurduğu cümledeki bazı yerlere odaklamamaya çalışarak banyo fikrini, sıcak suyun bedenimi ne kadar rahatlatacağı düşüncesiyle doldurmaya çalıştım. Yaralarım ne derece acırdı bilmiyordum ama bana iyi geleceğinin de farkındayım. En azından dinlenmiş bir şekilde uyuyabilirdim.

"Bu çok güzel olur." diye mırıldandığımda bana gülümseyerek odadan çıktı.

Hades, vücudumdaki kan izlerini silerken biliyordum ki sadece o gün açılan yaralarımı görmemişti. Yeraltından uzakta bulunduğum yaklaşık 8 aylık dönemde vücudumun bazı yerlerinde meydana gelen çürük ve morlukları, içe çökmeleri ve kırılan kemiklerimi tedavi ederken açılan yaraları da görmüştü. Üzerinde düşünmekten özellikle çekindiğim bu konu, belki de en bilmesini istemediğim kişinin önüne tamamen açık bir şekilde sunulmuştu.

Derin bir nefes alarak yerimde dorulmaya çalıştım ama bu minik hareketler bile canımı çok yakıyordu. Yatağın sırtına doğru dayanarak başımı yatak başlığına yasladım ve gözlerimi kapadım.

Kapalı gözlerimin önünden yaşadığım bir çok kötü hatıra geçerken bunu daha fazla hatırlamamak adına gözlerimi açtım. Yine de, kan kusarak uyandığım, ani hareketlerimde bacak kemiklerimde oluşan kırıkların olduğu, kuruyup çöle dönen derimin morarıp çürümeye başladığı anlar gözümün önünden gitmiyordu, aynı bazı sabahlar da son derece dinç uyanıp hiçbir şey olmamış gibi hissettiğim anların gözümün önünden gitmemesi gibi. Ama diğer yandan biliyordum ki, kızımı kucağıma aldığımda her şey normale dönecekti.

Kapı tekrar açıldığında, yüzleri tanıdık olmayan görevliler küveti ve sıcak suyu taşıdılar. Ardından Damara onları çıkartarak odada tek kalmamızı sağladı. Normalde tek başıma kalarak banyo yapmayı seven ben, şu an Damara olmasa sadece küvetle bakışacağımı biliyordum o yüzden onun bu yardımına müteşekkir hissediyordum.

Yanıma gelip yataktan kalkmama yardım ederken sanki karnımdaki kesiğin tekrar açıldığını hissettim, sonra bu acı his giderek azaldı ve zayıfladı. Ya uyuşmuştum ya da hareket etmek bedenime iyi geliyordu. Koluma giren Damara ile bir kaç adım attıktan sonra gözüme takılan ayna ile işaret parmağımı kaldırıp aynayı işaret ettim. Zaten yıkılmış olan özgüvenime bu ne kadar iyi gelecekti bilinmezdi fakat yine de bununla yüzleşmek istiyordum. Yavaş adımlarla aynanın karşısına geçtikten sonra Damara, omuzlarımdan kollarını aşağı çekerek ayırdığı elbisenin ayaklarımın dibine düşmesini sağlamıştı.

Yıllardır içinde yaşadığım beden ama yabancı geliyordu. İlk defa gördüğüm bir kadının vücudunda konaklıyor gibiydim. Birkaç yıl öncesine göre çok farklı görünen ama aynı zamanda çok farklı bakan bir kadındı bu karşımdaki. Gözlerinde beni derinden sarsan bir güç görüyordum. Saf bir güç. Ne yaptığını bilmesine rağmen ne yapacağını bilmeyen, yine de kararlı bir yüz görüyordum.

Karşımda gördüğüm yer yer morarmış, yara ve kesiklerle dolu tene ve ruha sahip olan bu beden, kazandığı savaştan yeni çıkmış bir askeri andırıyordu. Derin bir nefes alarak aynadaki zayıf görüntüme baştan aşağı bir kez daha baktım. Hayatımda verebileceğim en büyük savaştan galip çıkmıştım, hem de dünyanın görüp görebileceği en büyük zaferle. Bu zaferin karşılığı o kadar güzel ve cezbediciydi ki, bundan sonra hiçbir savaştan mağlup çıkmayacağımı biliyordum.

"Sizi küvete götüreyim efendim." Damara'nım kadife sesiyle kendime geldiğimde olabildiğince ağır hareketlerle arkamı döndüm ve bir kaç adımla küvete ulaştım. Asıl zor olan ise küveti içine girmekti. Karnımdaki kesinin acısı kendini yinelerken güç de olsa küvetin içine girebildim. Aylardır su yüzü görmemiş gibi hissediyordum kendimi. Sıcak su vücuduma değdiği anda önce bıçak gibi kesmiş, sonra ise içimi ısıtmıştı. Üşüdüğümü hissetmiştim suya girdikten sonra, üstelik yeraltında. Ağır kanamalarım olduğu için bunun normal olabileceğini tahmin ediyordum.

Küvetin içine girdikten sonra eline lif alan Damara, önce sağ kolumu aldı eline. İncecik kalan bir buz kırığını sever gibi lifliyordu kolumu. Başımın altına koyduğu havlu sayesinde başımı canım acımadan ona çevirdim ve gözlerine sorar gibi baktım.

"Ben gittikten sonra burada neler oldu, Damara?"

Bu sorunun cevabını deli gibi merak ediyordum ve o da bunu tahmin edermiş gibi gülümsüyordu. Damara, herkesin sahip olmak istediği, anlayışlı bir dost gibiydi. Belki de bu yüzden bu kadar rahat bir şekilde bu soruyu sorabiliyordum.

"Siz gittikten sonra Efendi Hades, yerlatındaki herkesi gönderdi efendim. Belli bir zamana kadar Aigeus bile burada yoktu. O yüzden tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, sadece gittiğiniz gün, onu daha önce hiç görmediğim kadar kötü olduğu bir gündü."

"Git Kore!"

O gün aklıma geldiğinde, başımı geriye doğru yaslayarak verdiğim kararları düşündüm. O an aklımdan geçen milyon tane farklı düşüncelerde ne kadar yanıldığımı şu an bildiğim için kendime kızıyordum fakat o anki durumda başka ne düşünülürdü bilemiyordum. Kızımın yeryüzünde doğup büyümesi hayatta en çok istediğim şey iken, yeryüzündeki olaylara bakış açımın tarafsız bir hal almasıyla gördüğüm rezillikler, beni bu düşünceyi hala düşünmekten alıkoyuyordu. Yeşile aşıktım, aynı güneşe ve hayvanlara aşık olduğum gibi ama tüm bu güzellikleri karalayan ikiyüzlü canlılarla doluydu yeryüzü.

Diğer yandan, o gün hissettiğim aşağılanmayı da unutamıyordum.

"Kızım nerede Damara?"

"Ah," diyerek gülümsedi kolumu baştan aşağı lifledikten sonra. "Siz geldiğinizde beri onun başında Cerberus, sizin başınızda ise Efendi Hades duruyordu. Sizin durumunuz iyiye gittiğinde ise Efendi Hades kızının yanına gitti. Cerberus, onun yanına efendisinden başka kimseyi yaklaştırmıyor."

İçim sıcacık olduğunda gülümsedim. Peki, Hades benim durumumu nereden öğrenmişti?

" Damara," diyerek adını seslendiği sırada kapının açılma sesi kulaklarıma ulaştı. Arkamı dönüp kim diye bakamıyordum ama onun varlığını çok derin bir şekilde hissedebilmiştim.

Adım sesleri yanıma yaklaşmadan Damara lifi bırakarak eğilip selam verdi.

"Bundan sonrasını ben hallederim."

Kalbim, ağlayarak özür dilediği anları beynim ona hatırlattığında o denli sızlamıştı ki, neredeyse gözyaşı pınarlarıma vuracaktı bu sızı. Damara tekrar selam verip odadan çıktığında Hades'in ağır adım seslerini duydum. Küvetin yanına gelip de dizlerinin üzerine çöktü ve lifi eline alarak Damara'nın çıkmadan önce liflediği kolumu eline aldı. Tüm bu süre zarfında gözlerimi ondan bir an olsun ayırmamışken o ise inatla bana bakmıyordu.

Dikkatini çekme isteğiyle canım acımasa bile hafifçe yüzümü buruşturup inledi. Hareketleri bir anda durdu ve yorgun gözlerle bakışları bana çevrildi. Ağzı aralandı, bir kaç kelime dışarı çıkmaya hazırlandı ama geri kaçtılar. Elimi yavaşça suyun içine bıraktı ve bu sefer diğer tarafıma geçti. Yine de benimle göz teması kurmuyordu. Nefeslerim hızlanmıştı ve bana bahşedeceği herhangi bir sözcüğü bekliyordum.

Ağzı sol kolumu liflerken tekrar aralandı. Derin bir nefesi yüzüme çarptırarak verdikten sonra gözlerimin içine baktı.

"Senden, bir kez daha tüm samimiyet ve içtenliğimle özür dilerim."

Kalbimin eriyip suyla karıştığından emindim şu anda. Hades, bizim hikayemizin en suçlu baş kahramanı olabilirdi. Ama tüm bu olaylar olup yaşandıktan sonra kendi hatalarımın bilincindeyken ona ihtiyacı olan affı vermenin benim hakkım olmadığını biliyordum. Ona karşı, tüm kalkanlarımı indirmem, ona eskisi kadar güvenmem hemen mümkün olabilecek bir şey değil gibiydi. Ama öfkemle dahi azalmayan aşkımın hala tüm şiddetiyle varlığını sürdürmesi beni zor durumda bırakıyordu. Aramızdaki, ikimize de iyi geleceğine inandığım mesafe hala duracak olsa da, bebeğimin babası bana içten içten iyi gelmeye devam edecekti. Ve belki bu mesafe bir gün sona ererse, onunla bu konuyu uzun uzun tartışır ve asıl özürü hakeden kişiden özür dilerdik. Özür dilememiz gereken tek bir kişi vardı, onun için de biraz daha beklememiz gerekiyordu.

Ona gülümseyerek baktığımda gülüşünde takılı kaldı bir süre. Gülüşüme bakışı bile suçluydu. Neler hissettiğini tahmin etmesi çok da zor değildi. Konuyu değiştirmek ve aklımdaki sorulara cevap almak isteğiyle dolduğumda, ilk önceliğimi en çok merak ettiğim soruya yönelttim.

"Kızım nasıl?"

Gerçek bir gülümsemenin yorgun gözlerini bulduğunu hissettim. Kolumu aşağıdan yukarıya doğru sildikten sonra, gözleri parlarken ve boynumu liflerken konuşmaya başladı.

"Hayatımda ondan daha güzel bir şey görmedim." derin bir nefes verdi şaşkınlıkla. "O kadar güzel ki, varlığına inanması çok güç. Sanki bir rüyadan çıkıp gelmiş gibi."

Ağlayacak gibi oldum ama bunu arka plana atmayı başardım. Daha fazla ağlamak istemiyordum zira kotamı yeryüzünde çoktan doldurmuştum. Sormak istediğim daha çok soru vardı ve belki de bu an bizim yüzleşme anımız olacaktı. Tüm cesaretimi topladım.

"Neden ölmedim?" Gülen yüzü solarak donuk bir ifade aldığında elleri de durmuştu. "Beni nasıl buldun? Gerçekleri nasıl öğrendin?"

"Pekala," diye ağzının içine mırıldanıp lifi suyun içine bıraktı. Her zamanki gibi, onunla konuşup bir şeyleri açığa çıkardığımız bu zamanda, durumunuz asla normal değildi. Küvette çıplak bir şekilde yatıyordum, o ise küvetin dibine oturarak beni dinliyordu.

"Ölmedin çünkü belirli aralıklarla yeryüzüne çıkarak yanına geliyordum. Yeraltından yani teknik olarak benden aldığın güç sayesinde, ölmüyordun." Kaşlarımı çatarak yerimde hareketlendim. Karnımdan sırtıma müthiş bir ağrı geçse de pozisyonumu daha da dik bir hale getirdim.

"Ne?"

"Olayları en başından anlatmamı ister misin?" diye sordu. Duyacaklarıma ne kadar hazırdım bilmiyordum ama yine de kafamı salladım. En başından derken nereden başlayacağını biliyordum ve bu beni biraz geriyordu.

"Yeryüzünden döndükten sonra, Hermes bana, Apollo'dan bir mektup getirdi. Mektupta," diye başladığı cümleyi tamamlamadan önce derin bir nefes koyverdi. "Mektupta sen ve Theseus arasında, nehirde bir şeyler geçtiğini gördüğünü, eğer ona inanmıyorsam nehirlerin koruyucuları Dryad'lara sorabileceğim yazıyordu."

Bir şeyler kafamda oturmaya başladığında, baygın bakışlarla Hades'e baktım.

"Dryadlar sana yalan söyledi çünkü onlardan birini yeraltına kaçırmıştın."

Kafasını salladı, "İlk sana sormam gerekirdi ama bunu ciddiye bile almadım. Kenara atılmış bir mektup oldu benim için."

Şu anda söyledikleriyle yaşadıklarımız birbirinden alakasız şeylerdi. Ona fikrini değiştirtecek bir şeyler olmuştu.

"Sonra bir kaç mektup daha geldi. Apollo'dan, yeryüzüne davet ediyordu. Ona o kadar inanmıyor ve güvenmiyorum ki, yeryüzüne gitmedim. Her şey mükemmeldi, sonra bir mektup daha geldi."

Ona sorar gözlerle baktığımda gözlerinde kin ve nefret görüyordum.

"Annenden."

Bunu duyduğuma inanmakta güçlük çekiyordum ama şaşırmamıştım. "Theseus ile olan ilişkini ona anlattığını, benden korktuğun için bir şeyler yapamadığını, öyle ki onun için ölümü bile göze alabileceğine dair bir mektuptu bu. Sonra bunu Dryadlar, Apollo, annen ve halk doğruladı. Aklımdan, Theseus'un yemekteki sana olan tavrı ve bakışları ve senin çekimser halinin yarattığı yanlış yorumlar çıkmıyordu. Ve sonra dikkate alınmayan mektup bir anlam kazanmaya başladı."

Bu kadar uzun konuşmasına alışkın olmadığım Hades sonunda cümlesinin sonuna geldiğinde sesindeki tiksinme duygusu ve pişmanlık ikimizi de sarmıştı. Onu anlıyordum, hak vermiyordum ama anlıyordum. Annemin benim ölümü dahi göze aldığımı söylemesi ve benim o gün ölümü göze alarak gitmeyi kabul etmem, fikrini sağlamlaştırmıştı. Çok kısa bir anlığına kendimi annemin yerine ve kızını da kendi yerime koydum ama anında aklımdan uzaklaştırdım bu düşünceyi. Ona böyle bir şey yapmam mümkün değildi.

"Yeraltına dönmen gerekiyordu ama yapamazdım çünkü benim tarafımdan kovulmuştun. Ben de güçten düşmemen için kısa aralıklarla yanına geliyordum. Sonra, çok kilo vermene rağmen karnının şişmeye başladığını gördüm. O an hissettiğim keder ve kıskançlık duygusunun çok kısa bir süre önce sona erdiğini söyleyebilirim."

"Kendi kızın olduğunu nereden biliyorsun?"

Dediğime gülerek karlılık verdikten sonra bana arkasını döndü ve sırtını küvetin mermerine yasladı.

"Bir kere bana benziyor. Bunu onu ilk gördüğün an senin de kabul edeceğini düşünüyorum. İki, çok güzel, yani çok çok güzel. Anlatabiliyor muyum?"

Gözlerimi devirmek istedim ama yapmadım. Sadece, kızıyla gurur duyan bir babanın onunla övünmesine gülümsememe yetindim.

" Cerberus hissetti, hekim de doğruladı."

"Cerberus'un hissettiği şeyi sen nasıl farketmedin?"

Bana dönerek kısa bir süre durumu anlamaya çalışır gibi inceledi yüzümü. "Onu kabullenme isteğimin beni yanılttığını düşündüm."

"Peki, orada olduğumuzu nereden biliyordun?"

Bakışlarını benden hızlıca ayırıp çevik hareketlerle ayağa kalktı ve yatağın yanıma bulunan komidine doğru ilerledi. Komidine doğru eğilip çekmeceli açtıktan sonra eline bir taç alarak çıktı.

Aella'nın tacı.

Ona gözlerimi kısarak baktım. Şu an bir şans eseri burada olabilirdim.

"Aella'nın sana verdiği bu taç aslında ona bir koruma olarak verilmişti. Artık onu burada istemediğini dile getirdiğin o gün," cümlesini bitirmeden dönüp bana uzunca bir süre baktı. Onu öptüğüm günden bahsediyordu. "Aella'yı buradan göndermeye karar verdiğimde herhangi bir tehlike anında haber almak için ona bu tacı vermiştim." Yanıma eğilerek tacın ön kısmındaki taşları işaret etti. "O taşlar, yeraltının en derinliklerinden çıkarıldı ve şekil verilirken Cerberus kanı kullanıldı. Yani bu taşlara değen kanın sahibiyle, Cerberus arasında bir bağ oluşuyor. O gün kanlı ellerinle tuttuğun bu taç, sen be Cerberus arasında bir bağlantı oluşturdu."

"Şu an şans eseri buradayım öyle mi?"

"Belki de Aella, böyle bir şeyin olma ihtimalini önceden görmüştür. Ondan hoşlanmadığını biliyorum ama kendisi epey zekidir. Bana onu övmesine karşın hiçbir şey demedim. Yine de aklımı kurcalayan bir soru vardı.

"Madem, çok iyi bir akıl hocasıydı, onu neden gönderdin?"

Dudağına alaycı bir gülümseme yerleştirerek dibime kadar girdi.

"Ben, bu şatoyu seninle ev yapmak istiyorum, Persephone. Başka herhangi birisiyle paylaşmak istemiyorum bile. Eğer bu şatoda bulunan ve rahatsız olduğun başka birisi varsa, gerekirse o da gider."

Bu sözleri ondan ilk kez duymak içimden zevk pınarlarının akmasına sebep olsa da, yorgun ama kararlı gözlerimle ona doğru yaklaştım. Aramızda mesafe denen şey neredeyse kalmamışken bu sefer ben alayla gülümsedim.

"Hissettiklerini açıkça ifade ettiğin bu zamana daha erken gelseydin, kaybettiğin zamanları telafi etmek adına önünde çok uzun yollar olmazdı."

Gözlerinde gördüğüm kararlılığın rengi her geçen saniye artarken sanki mümkünmüş gibi daha da yaklaştı. "Gerçek beni tanıdıkça seveceğini biliyorum, sevgili karıcığım. Gittikçe daha da seveceğin kocanın da sizi haketmek için elinden gelen her şey yapacağını göreceksin."

Gözleri yalan söylemiyordu. Evet, kokusunu, yüzünü, ona bu kadar yakın olmayı çok özlemiştim ama bunlar da görüşümü etkilemiyordu. Gözlerinde gördüğüm şey samimiydi. Yaptıklarında da aynı samimiyeti görmek umuduyla geriye doğru yaslandım ve karşımda hiçbir şey olmamasına rağmen gözlerimi oraya dikerek bakmaya başladım. Beni izlediğini fark etmeme rağmen hiç bir tepki vermedim. Daha sormak istediğim çok fazla soru vardı ve sindirmek amaçlı bunlarla yetinmeliydim. Bu, bu odada işinin bittiğini gösteriyordu.

Derin bir nefes vererek homurdanıp dizlerinin üzerinden kalktı ve bu sefer de üstten doğru bakmaya başladı. Çırılçıplak bir şekilde suyun altında uzanmama rağmen, ondan hiç çekinmediğimi farkettim. O da, her zamanki gibi çıplaklığı takılan ve buna önem veren birisi değildi zaten. Eğilerek alnıma bir öpücük kondurdu, yemeğimi odama göndereceğini söyledi ve odadan çıkmak üzere hareketlendi.

Öğrendiğim gerçeklerle her taş yerine oturuyordu ama diğer yandan hepsinin yükü omuzlarıma biniyordu. Hades'in minik öpücüğü bedenime güç verirken, gücem ruhen iyice zayıflamıştı. Kendimi fizikten son derece güçlü, ama ruhen kırık hissediyordum. Yine de bir gün tüm bunların geçeceğinin bilincinde, bana güç veren Hades'in öpücüğüyle ve hala eskisi gibi his kokan Persephone ismini telafuzunda kaybolmak üzere gözlerimi karanlığa kapadım.

Continue Reading

You'll Also Like

23.5K 86 13
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
244K 4.3K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
742K 17.2K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
154K 6.6K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...