◘1◘ Yemek

21.4K 666 112
                                    

Doğa.

Güzel şeydi. Belki de dünyada ki en güzel şey. Hatta Olimposta ki. Her şey doğada başlıyor ve her şey doğada bitiyordu. Aynı benim doğada başlayıp doğada bitecek olmam gibi.

Kafamı bir kaç santim yan tarafa çevirerek gözlerimi defne ağacının huzur verici gölgesinden çekerek güneşin ayartıcı ve güzel aydınlığına bıraktım.

Bir kaç saniye güneşe gözüm kapalı baksam da, gözümün önünde duran hafif morumsu ışık beni rahatsız ediyordu. Kafamı geldiği yere geri gönderdim ve defne ağacının gölgesinde huzur bulmaya kaldığım yerden devam ettim.

Güneşin ayartıcı ışığı bana defne ağacının gölgesinde bulduğum huzuru yansıtmıyordu. Güneş de aynı doğa gibiydi. Doğa olmadan güneş olmazdı, güneş olmadan da doğa olmazdı.

Doğanın örtemediği tek kusur sorumluluktu. Sorumluluk herkesin göreviydi; bir tanrının bile. Ve benim bundan çıkarım hala neyin tanrısı olacağımın kesinleşmemiş olmasıydı. Diğer tanrılar görevlerinin başındayken ben buraya gelip te sımsıcak güneşin ve defne ağacının gölgesinde huzuru bulabiliyordum.

Bir kuş gelip te sesinin güzelliğini herkese göstermek istercesine ötmeye başladığında bu konseri bozmamak için sesimi çıkarmadım. Doğa demek bu demekti. Minik serçenin sesi kulaklarımı doldururken gözlerimi açıp gözlerimi onun sarı tüyleri arasında gezdirdim.

Gerçekten konser veriyormuş gibi ötmesine karşılık gülümsememe engel olamadım. Gözlerimi ondan çekip tekrar kapattığımda uykum dağılma evresinin ilk aşamasını tamamlamıştı.

Yine de gözlerimi açmadan elimi saçıma götürerek oynamaya başladım. Ne zaman saçım ile oynasalar uykum gelirdi. Kısa süre sonra tam uykuya dalmıştım ki bu sefer de bir sinek tarafından rahatsız edilmeye başladım. Sinek bir burnuma bir çeneme konarak beni uykumdan ediyordu.

Sinirle homurdandım ve elimi yüzümün önünde havayla savaştırarak sineği kovmaya çalıştım. Bir kaç vızıltıdan sonra uzaklaştığında bende uykuma devam ettim.

Uykucu değildim. Ama şimdi uyumak istiyordum.

Homurdanarak yeşil ve taze çimlerin üzerinde yerimi biraz daha sağlamlaştırdım. Uykumu almıştım ama bu huzur beni elleriyle karanlık huzura teslim ediyordu. Ağzım kendiliğinden aralanıp hafif bir iç çekişi var kıldığında elimi ağzıma götürerek esnememi bastırdım.

Ardından elimi başımın üstüne koyarak uykuma kaldığım yerden devam ettim. Beni uykumdan uyandıran şey yeni koparıldığı belli olan kırmızı karanfil çiçeği kokusuydu. Gözlerimi açmadan gülümsedim. Kim olduğunu biliyordum.

Bir kıkırtı hemen yanı başımdan koptuğunda bende kıkırdadım ve gözlerim açarak bereket tanrıçası olan anneme baktım. Bana yeşil gözlerini kısarak baktıktan sonra burnuma bir fiske attı.

"Bakın burda ne buldum: bir uykucu!" dedi. Annemin sözlerine gülümsedikten sonra doğruldum. Kenara doğru kayarak annemin oturması için defne ağacının gölgesinde ona yer bıraktım.

Annem yanıma oturarak elini dirseğime koydu. "Buraya gelmenden hoşlanmadığımı biliyorsun Kore." dedi elinde bulunan karanfili kenara koyarak.

Annem buraya gelmemden hoşlanmazdı ama nedenini de henüz söylememişti. Anneme omuz silktikten sonra bakışlarımı ondan çekip karşıda ki manzaraya diktim.

Yasak Meyve: Nar.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin