BULUT SUYU

Door ms_rabiss

74.4K 5.7K 844

დ Geçmişi bilmediği sırlarla dolu olan bir kız. Sıla Tekin. Geçmişi açığa çıkaracak olan bir polis. Ayaz Bara... Meer

-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-41-
-42-
-43-
-44-
-45-
-47-
-48-

-46-

1.3K 102 23
Door ms_rabiss

KEYİFLİ OKUMALAR



"Sarılmak, tüm acıları iki kaburga arasında sıkıştırarak yok etme eylemedir."

☁️☁️☁️☁️


Saat gece yarısını çoktan geçmişken derin bir nefes aldım. Karşımda çözülmeyecek bir denklem varmış gibiydi. Ne yaparsam yapayım sanki bir yerde hata yapıyor ve tüm soruyu yanlış çözüyordum. Oysa görmüyordum. Çözüm aslında tam karşımda iken ben görmemeyi tercih ediyordum. Başka yolları deneyerek diğer bir çıkış yolu arıyordum. Fakat bazı sorular vardı ki sadece tek bir yol sizi çözüme ulaştırırdı. Benim çözümüm ise Ayaz idi. Onun gücüydü. Onun sesi, onun bakışlarıydı. Mümkün olamaz derken beni kendine mümkün kılan kişiydi. Onsuz ayağa kalkabilirdim bunu biliyordum. Onsuz toparlayabilir ya da hayatıma devam edebilirdim. Ben bunların üstesinden gelebilirdim ama eksik kalırdım. Kalbimde dolmayan göğsümde olmayan bensizliği ile hep yarım kalırdım.

Hayat onu benim karşıma tesadüfen çıkarmamıştı. O gece bana gelen bu adam sessizliğimi bozan kişi olmuştu. Beni bırakıp gittiği için onu suçlamıştım ve suçlamaya da devam edecektim. Öfkelenmiştim ve öfkemi ondan kaçarak eyleme dökmüştüm. Ve her yeri geldiğinde de bunu ona yeniden hatırlacaktım ama yine de ona karşı en çok hissettiğim şey kırgınlıktı. Çok sevdiğim birisinden beklemediğim davranıştı beni bu kadar hassaslaştıran. Belki de bunun için ona kızmaya da hakkım yoktu. Çünkü gel beni sev, varlığıma alış dememişti. Ben kendim bağlanmış ve içimde ben bile kendi bedenime sığmayacak şekilde onu yerleştirmiştim.

Kuruladığım tabağı da yerine yerleştirdiğimde saatlerdir düşünüyordum ve Ayaz ile ilgili bir sonuca varamamak beni çileden çıkartmak üzereydi. Her şey zordu. Ama hiçbir şey onsuzlukla baş edecek kadar zor değildi. Fakat o varken de hiçbir şey kolaylaşmıyordu. Aksine onun varlığı beni koca bir bilinmezliğe sürüklüyordu. Ve şimdi öyle büyük bir kararsızlık havuzunda yüzüyordum arafı yaşıyordum.

-Sıla.

Ensemde hissettiğim nefes ile elimdeki bez eş zamanlı olarak düştü. Korkuyla elim göğsümü bulduğunda dalmış olmam ve bana bu kadar yakınlaşmış olmasını fark edememiştim. Yavaşça Ayaz'a doğru döndüğümde hemen önümde dikiliyor olması ile başımı kaldırıp ona baktım. Daha iyi gözüküyordu ve bu içimin rahatlamasına neden oluyordu. Beni bileğimden yakaladığında nazikçe çekti. Kanepenin önüne doğru getirdiğinde itiraz etmedim. Ardından kendisi oturduğunda yanında duran küçük poşete ve poşetten çıkarttıklarına baktım.

-Ben yapabilirim.

Ayakta öylece önünde dikilirken ne yapacağını anlamıştım. Bu defa başını kaldırıp bakma sırası benden ona geçtiğinde ağırca yutkundum. Beni dinlemeden pamuğu alıp üzerine tentürdiyot döktüğünde bakışları yeniden beni buldu. Ellerimi kaldırıp oflaya puflaya kazağımı pantolonumun içinden çıkardım. Ardından atletimi de yukarıya doğru sıyırdığımda kuvvetli nefesi tenime değdi.

-Acırsa söyle bana.

Yaramın üzerindeki sargıyı kaldırırken günlük olarak değiştirilmesi gerekiyordu. Çünkü kanama yapıyordu ama bu büyük bir sorun teşkil etmiyordu. Yine de değiştirilmesi gerekiyordu. Fakat onun bunu bilip bilmediğimden emin değildim. Belki bilinçli olarak yapıyordu belki de bilmeyerek değiştirilmesi gerektiğini düşündüğü için yapıyordu. İri elleri tenimde o kadar nazik hareket ediyordu ki çatık kaşları iyice çatılıyor ardından gözleri kısılıyordu.
Her bir adımı titizlikle yapışı ile dudaklarım büküldü.

-Atletini biraz daha yukarıya doğru itele.

Dediğini yaparken yanaklarımın içini ısırdım. İşine engel olmak istemezdim ama gerçekten ben yapabilirdim. Ne de olsa birçok kez yapılırken izlemiştim. Üstelik böyle vücudumu sergiliyormuş gibi hissediyordum. Ayaz'ın gözleri beni bulduğunda yanakları dalgalandı.

-Merak etme görmediğim şey değil sonuçta.

Ayağımla ayağına vurduğumda hafifçe kıkırdadı ve kaldığı yerden devam etti. Gördüğü şeyden kastı beni banyoda yakalamış olmasıydı. O gün bana ne kadar kızmıştı. Ve üstelik duş alıyor olmam onun telefonunu açmamam için geçerli bir neden olarak kabul dahi görmemişti. Koca bir yutkunma isteği boğazıma yapıştığında bunu geri çevirmedim. Ardından kramp giren sol bacağım canımı yaktığında yerimde kıpırdandığımda Ayaz'ın sesi tüm odayı doldurdu.

-Acıttım değil mi?

Sorusuna cevap veremeden dudaklarını büzdü. Ardından ılık nefesi ardı ardına tenime değmeye başladığında öylece kaldım. Kıpırdamak mümkün olmadı. Ve işte o anda tüm acılarım kendini bir anlığına gözükmeyeceklerine inandıkları köşelerine çektiler. Neydi bunun adı? Bu adamın bana karşı olan bu tavrı neydi? Şefkat mi? Korumak mı? Yoksa tüm duyguların aslında bir anlama geldiğine inandığım aşk mı? Beni esirgediğini çok iyi biliyordum ve hatta bunu fazla abartarak kendisini de dahil etmiş olmasıydı bizim bu durumda olmamız. Bunu kendine yük edinmiş, bana da bu yükü taşıtmıştı. Fakat şimdi yaptığı her bir hareket ile bunu telafi ediyordu. O dokundukça yaralarım kapanıyordu. O baktıkça kalbimdeki çiçekler can buluyordu. O nefes aldıkça ben yaşıyordum. Kafamdaki düşünceler öyle bir ağırlaştı ki onun sesini bile bastırdı. Ayaz önümde başını sağa sola doğru hareket ettirdiğinde bu sayede bana bir şeyler dediğini anlayabildim.

-Ne..ne dedin?

-Sargını değiştirdim, kazağını indirebilirsin.

Atletimi tuttuğum elimi çekerken dediğini yaptım. Kazağımı bu defa pantolonun içine koyma gereksinimi duymadan pansuman için kullandığı ilaçları, atacağım sargı bezini ve pamuk parçalarını aldım. Mutfağa doğru ilerleyip onun çekiminden bir nebzede olsa kurtulduğumda kafamın içerisinde Kırmızı harflerle yazılmış düşünce yine ağırlığını ortaya koymak istercesine çığlık çığlığa bağırıyordu. İlaçları bir köşeye koyup diğer malzemeleri çöpe atacağım sırada duraksadım. Gözlerimi ağırca kıstığımda çöpte alta sıkıştırılmış olmasına rağmen ucu gözüken kutuya baktım. Ucundan tutup kutuyu olduğu yerden çektiğimde elime bulaşan beyazlık kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

Şaşkınlıkla bir tebeşire bir de yanında kutunun içinde toz haline getirilmiş olan diğer şekline baktım. Bunun burada ne işi vardı? Elimdeki malzemeleri ağırca mutfak tezgahına bıraktığımda arkamdan gelen öksürük sesi her şeyi gün yüzüne çıkardı. Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında şok olmuş şekilde Ayaz'a doğru döndüm. Bunu yapmış olamazdı değil mi? Hayır hayır o bunu yapacak birisi değildi! Adımlarım birbirini takip ederken oma doğru yürüdüm. Kanepenin köşesinde duran battaniyeyi üzerine çekmek üzereyken elimde tuttuğum tebeşir kutusunu ona gösterdim.

-Bana bunu yapmadığını söyle.

Kahve gözleri bir an için neyden bahsettiğimi anlamazken bakışları elimdeki kutuya ardından bana sonra şaşkınca tekrar kutuya döndü. Bingo! Bu kadar hızlı toparlanması ve üstüne üstlük ateşinin de aynı hızda yükselmesinin nedeni buydu. Kutuyu hızla üzerine doğru fırlattığımda bir şaşkınlığı daha yaşadı.

-Kaç yaşındasın sen? Yedi mi?

-Sıla bak..bak ben açıklayabilirim!

-Açıklama tamam mı! Bana hiçbir şey açıklama! Benim burada sana bir şey olacak da kimseye ulaşamayacağım diye aklım çıksın, sen tebeşir tozu ye! Gerçekten inanamıyorum sana gerçekten!

Hırsımı alamayıp bu defa da kanepenin yastığını aldığımda denk gelen yerine vurmaya başladım. Ben deliye döncekken onun tebeşir tozu yiyip bir de ateşi varmış gibi numara yapması sinirlerimi bozmuştu.

-Sıla..Sıla!

Adımı ezberlemeye niyetli oluşu her ona vuruşumda ses getirirken kolunu kendini korumak için siper ederek ayağa kalktı.

-Yok Sıla falan! Bak ben şimdi senin ateşini nasıl düşüreceğim!

Yan tarafta duran küçük sehpanın üzerinde içmesi için az önce bıraktığım sürahi ve yanındaki su bardağına gözüm ilişti. Su dolu bardağı hızla aldığımda gözlerimi kıstım ve ardından hedefime odaklandım. Tüm bardağı yüzüne boşalttığımda o kısa saliselik dilimde donmuş şekilde bana baktı. Elimdeki boş bardak ile bende bakışlarına karşılık verdiğimde ne yaptığımı yaptıktan sonra fark etmem hatamı hafifletir miydi?

-Bittin sen!

Bardağı elimden bırakmaksızın kendimi korumak amaçlı hızla odanın ortasında duran sobanın diğer tarafına geçtim. Ayaz elimle yüzünü sildiğinde kendimi tutamadım. Koca bir kahkahayı patlattığımda bunun nedeni yüzündeki ifadeydi. Benden hiç beklemediği şeyleri yapıyordum ve ister istemez bu da şaşırmasına neden oluyordu.

-Bir de gülüyor musun sen?

Gülümsememi bastırıp aslında ona öfkeli olduğumu göstermem gerekiyordu ama kendime hakim olamıyordum. Uzun zamandır sanki bu kahkahayı ona karşı içimde tutmuştum ve şimdi bırakıyor olmanın verdiği rahatlık inanılmazdı. Gözlerimden gelen yaşı yok ederken kaşlarımı da eş zamanlı olarak çatmaya çalıştım.

-Şuna bak ya! Bir de bana mı kızıyorsun hem suçlusun hem güçlü!

-Kızarım tabi böyle mi karşılık verilir?

-Avucunu alnına koy bak verdiğim karşılık doğru mu değil mi anlarsın. Saatlerdir düşmeyen ateşini düşürdüm!

Olduğum yere doğru adım attığında bende onun aksi yönüne doğru adım attım. Beni yakalamak istiyorsa biraz uğraşması gerekiyordu.

-Senin dilin çok uzamış, gel bir de yanımda konuş sen!

-Ya sen tebeşir tozu yemişsin ben bir bardak su dökmüşüm çok mu?

Sonu alay dolu çıkan sesim ile bir kez daha kahkahamı patlattım. Onu böylesine yenik görmek ve bu yenilgiyi özellikle bana karşı almış olmasının zevki çok daha başkaydı. Bana doğru yeniden adım attığında hızla kaçtım ve kaçışım peşimden gelirken doğrudan mutfağa doğru oldu. Zaten ev küçükken kaçabilecek sınırlı bir alanım vardı. Musluğa doğru ilerlerken hızla açtım. Tam bardağı dolduracağım sırada elimde çekilmesiyle öylece kaldım. Yanımda beni belimden çekeceği sırada pes etmedim ve avucumu musluğun ağız kısmına doğru bastırdım. Bastırışım ile tüm su etrafa büyük bir kuvvetle sıçrarken hedefim yine oydu. Parmaklarımı hareket ettirip yüzüne doğru püskürmesini sağlarken beni bırakmayıp kaçmaya çalışırken daha çok ıslanıyordu.

Hasta diye ben akla karayı seçmişken idrak ettiğim gerçek ile bir kez daha hırslandım. Onu öptüğümü de biliyordu ve bilmiyormuş gibi numara yapmıştı! Her yanı ıslanmış olsa da durmadım. Ta ki yüzüme avucuyla attığı suya kadar. Tıpkı ona döktüğümde onun yaptığı gibi bende duraksadım. Ağzım koca bir o şeklini alırken kirpiklerimden damlayan sular yanaklarımdan süzüldü. Kirpiklerimin arasından yol alıp yanaklarımla birleşen damlalar ile bakışlarımı ona çevirdiğimde yer değiştirmiş gibiydik. Ve saliselik dilimle hareket ettiğimde bu defa elimi sudan çekip sağlam elimle denk gelen yerine vurmaya başladım.

-Asıl sen şimdi bittin!

Benim azımsanmayacak gücüm her vuruşumda ses çıkarırken acımadım. Gerçekten acımadım! Beline, karnına, kollarına vururken ayaklarımı da hareket ettirdim. Diz kapağının arkasına ayağımın iç kısmına vurduğumda acıdığına dair sesler çıkarıyordu. Ama bu beni tatmin ediyor muydu? Hayır! Beni durdurma girişiminde başarılı olmasını sağlayan sol elimi kaldırmamdı. Bileğimden beni kavradığında ters çevirdi. Sırtım göğsüne yaslanırken ellerimi de her iki yandan hapsetti.

-Canın yanacak, dur artık!

Ses tonu ciddi şekilde çıktığında yüzüme yapışan saçlarım canımı sıktı. Körüklenerek inip kalkan göğsüm onunkiyle boy ölçüşürken kalbimde yarılmak için bekleyen o sızı söylediği kelimeler ile gün yüzüne çıktı.

-Canımı yakan sensin bana neden kızıyorsun!

Benimde sesim öfkeyle çıkarken az önce delicesine gülümseyen ben değilmişim gibiydi. Ayaz dengemi sağlamama fırsat dahi vermeden beni kendine doğru çevirdiğinde beni belimden kavradı. Hızla kaldırıp mutfak tezgahına oturttuğunda boyuna biraz daha olsa yetişmek beni rahatlatmıştı. Çatık kaşlar ile beni süzerken ıslanmış olmasına rağmen neden hala bu kadar yakışıklı gözüküyordu?

-Lanet olsun ben canını yakmak istemedim! Sadece beni merak et ve vazgeçme istedim! Seni yanımda tutmak, gülümseni görmek istedim ve o tebeşir tozunu bu yüzden yedim!

Göğsüne doğru bir kez daha vurduğumda her sözü beni hem öfkelendiriyor hem de aynı anda içimi yakıyordu. Gözlerimin dolmasına engel olamadığımda hırsla bağırdım.

-Aptalsın!

Bir kez daha göğsüne doğru vurduğumda gerçekten aptaldı. Ben ona karşı olan sevgime boyun eğmiştim. Buraya gelmem, ikinci kez kaçma girişiminde dahi bulunmamam ve hatta onun yaptığı çorbanın tadını unutmamak için defalarca kez dilimi damağıma sürmem benim için çok büyük şeylerdi.

-Benim nefes almaktan vazgeçeceğimi nasıl düşünürsün? Seni bırakıp dahi gidememişken bunu bana nasıl söylersin? Sen gerçekten aptalsın! Hem de çok aptal!

Son cümlemi biraz daha bağırarak dile getirdiğimde kendimi tutamadım. Beni sevsin istemiştim. O beni sevmişti. Beni içten içe korumasını istemiştim. Korumuştu. İçimde taşıdığım eksik parçam o olmuştu. İki köprücük kemiğim arasında yutkunamadığım ama acısını sürekli çekeceğim o his olmuştu. Buna rağmen vazgeçmem mümkün müydü? Gözlerini gözlerimden ayırmaksızın beni tüketirken o da dayanamıyordu. Bu halde olmak ikimize de acı verirken ben adım atacak gücü o ise bizim enkaza dönüşmemizden korkuyordu. Hoyrat kaşlarının arasındaki çizgi bu sefer öfkeyle değil de hüzünle öyle bir bükülmüştü ki yanağımdan akan damlaları elleriyle yok etti.

-Seni öpmek istiyorum.

Titreyen dudaklarımı ısırdığımda kalbim öyle bir gümbürtüyle canımı yaktı ki gözlerimi kapatma isteğiyle dolsam da yapamadım.

-Ama yapamıyorum. Çünkü seni ne zaman öpsem gidiyorsun. Ne zaman tam yanımdasın desem yok oluyorsun. Ne zaman varlığını burada hissetsem kanıyorsun.

Eliyle kalbini işaret ettiğinde nefesim kesildi. Doğruydu. Bizim her öpüşmemiz birbirimizden ayrılışımız için olmuştu. Bundan sonra olacak mıydı? İzin verecek miydi gitmeme? Ben izin verecek miydim gitmesine?

-Gitme, bu defa da gitme.

Sesindeki o ton ile ona hapsoldum. O gözlerde meydana gelecek o yıkımı, bu yıkımın getireceği felaketi gördüm. Mümkün değildi. Ağırca yutkunduğumda dudaklarım aralandı.

-Gitme, bu defa da gitme.

Bu tek taraflı değildi. Nasıl ben onu bırakıp gittiysem o da beni bırakıp gitmişti. Ve şimdi o nasıl benden kalmamı istiyorsa benim de buna ondan çok hakkım vardı. İkimizin de dikenlerle çevirili hayatı içi içe geçmişken onları birbirinden ayırmak da artık mümkün değildi. Kalbim bir kuş misali özgür kalırken gözlerim ışıldadı. Mutlu olabilecek miydim? Bende gülümseyebilecek miydim? Bana değer veren birisinin varlığına sığınabilecek miydim? Bana dengemi şaşırtan bu adam şimdi kollarımın arasında dudaklarımın ucundaydı. İmkansızlık şarkısı onu her görüşümde göğsümde çalmaya başlarken beni yoruyor, tüketiyor ama can veriyordu. Nefes almamı sağlıyor, gülüşlerimi içinde saklıyordu.

Ve dudakları dudaklarıma değdiğinde artık karşı çıkacak da ondan vazgeçecek gücüm de kalmamıştı. Ona sadece bu kadar direnebilmişken o bana dokunmazken, onu görmezken ya da sesini dahi duymazken daha çok bağlanmıştım. O sevdiğim elleri yüzümü iki yandan avuçladığında onu hatırladım. Aramıza giren o boşluk yok olurken başımı yukarıya doğru kaldırdı. Sıcak dokunuşlarını üst dudağımda hissettiğimde ellerimi ensesine doğru götürüp onu kendime doğru daha çok çektim. Her parçam onun olmak için benden vazgeçmiş gibiydi. Bir melodi gibi hafızama kazınınan dudakları o kadar yumuşak dokunuyordu ki kalbimde hissettiğim o sıcaklık beni kavurdu. Şefkatini ilmek ilmek bana işlerken alt dudağıma ısırdığında hafifçe geriye doğru çekildim. Kapalı olan gözlerim o an açıldığında Ayaz'ın sırıtan suratını gördüğümde utançla yandım ama güzel gözlerine mutlulukla bakmaktan kendimi alamadım.

Ve işte bahsettiğim tam olarak buydu. Aylar sonra da olsa mutlu hissediyor o hissi kalbimde sanki havai fişekler ardı ardına patlarken beynime kazıyordum. Ama bir şeyi de biliyordum. Ölüm vardı ve insana o kadar yakındı ki hiç tahmin etmediğin anda seni bulabiliyordu. Bunu ölümün kıyılarında gezmiş ben kolaylıkla söyleyebiliyordum. Belki bir şanslı da sayılabilirdim. Ali ile karşılaşmıştım. Beynimdeki tümör alındıktan sonra vücudumda herhangi bir komplikasyon gelişmemişti. Artık öz ailemden diyebileceğim insanlar hayatıma girmişti. Sevdiğim adam kendini bana kanıtlamak için çabalıyordu. Evet çok kötü şeyler yaşamıştım ama bu iyi şeylerdi benim ayağa kalkmama yardımcı olan. Yıkılacak olduğum her an onlara ve onların varlığına tutunmuştum.

Dudakları bu defa alnıma değdiğinde gözlerimi kapattım. Bir anımız bir anımızı tutmazken dengem de tıpkı bedenim gibi yorgun düşmüştü. Az öncesine kadar ona öfkeden köpürürken şimdi ise kollarının arasındaydım. Ona hala kırgındım ve bunun bir anda geçmeyeceğini biliyordum. Ama onun çabaladığını görmek her şeyi değiştiriyordu işte! Sanki dilim bağlanıyor yapmak istediğim her şeye karşın kalbim beni engelliyordu. Ağırca geri çekilip gözlerimi açtığımda ona baktım. Çatık olmasa dahi hala çatılmış gibi duran kaşlarına. Çene kemiklerine.
Yara izine. Burnuna. Dudaklarına. Ağırca yutkunduğumda nefes aldım.

-Kalbim bu kadar ağırlaşmışken yükümü hafifletebilecek misin?

Yanağımda hissettiğim sıcaklık sorumun bedeliydi.
Ağlamazsam dayanamıyordum ki belki bende gücünü gözyaşlarından alan birisiydim. Ayaz'ın kaşları bu defa büyük bir ihtiyaçla gerçekten çatıldığında sebebi bana karşı hissettiği pişmanlıktı. Hızla beni kendine doğru çektiğinde kolları arasında kayboldum.


Beni öylesine güçlü tutuyordu ki kollarının arasında yapmaya çalıştığı şeyi anladım. Bende kollarımı hızla boynuna doladığımda burnum boynuna değdiğinde kokusu yine ciğerlerime doldu. Soruma sessiz kalmamış aksine cevaplarken en güzel yolu seçmişti. Çünkü sarılmak, hafifletirdi. Sarılmak, tüm acıları iki kaburga arasında sıkıştırarak yok etme eylemi idi. Yükümü onunla bu şekilde paylaşırken bana verdiği cevap kalbimde dokundu. Sonrası mı? Aslında pek de koruyamadığım akıl sağlığım onun gözlerine bakarken her şeyi unutmuş gibi yapmamı sağladı.

Benim için aldığı çizgifilm CD'lerini açtığında hatta sürekli konuşarak ondan beklemediğim şekilde şakacı olduğunu anladığımda saatler birbirini kovaladı. Saatlerce konuştuk. Birbirimizi anlamaya, anlatmaya çalıştık. Sessizce. Gözlerim sadece onu izlerken nefes alırken hissettiğim bu rahatlık neydi? Boğazıma dolanan o ip nereye kaybolmuştu? Her şey iç içe geçmek yerine berraklığa kavuşmuş gibiydi ve ben böylesini ilk kez yaşıyordum. Ben ilk kez hayatın akışına karşı sakince düşünebiliyordum. Açık televizyondan hala çizgifilmdeki karakterlere ait ses gelirken kapalı olan ışık, hala çatırdayarak yanan sobadaki odunlar ve Ayaz ile aynı kanepede yan yana uzanmış bedenlerimiz sanırım huzurun bendeki haliydi.

İşaret parmağımı hafifçe yüzünde gezdirirken onun da benim yüzümde gezen bakışlarına sakince karşılık verdim. Bana izin vermişti. Gerçek Ayaz'ı görmeme izin vermişti ve buna hala devam ediyordu. Onu tam anlamıyla tanımak, kim olduğunu öğrenmek istediğim şeydi ve o bunu gerçekleştirmişti. Kirpiklerine dokunduğum sırada ok gibi değillerdi. Yumuşak ve oldukça fazlalardı. Oysa ben onları her zaman bir ok olarak düşünmüştüm. Öldürecek güçte sivri uçlu bir ok. Ardından elimi çatık kaşlarının arasına götürdüğümde baş parmağım ile düzeltmeye çalıştım. Bu çabama Ayaz'ın sırıtışı eşlik ettiğinde gözlerim gözlerini buldu.

-Mesleki deformasyon.

İnanılır gibi değildi. Öfkesi ve katılığı onda çatık bir kaş olarak iz kalmıştı!

-Eğer bir suçlu olsaydım gerçekten senin gibi bir polisle karşılaşmak istemezdim.

-Neden? Ne güzel eğlenirdik.

-Eğlenmek? Seninle? Eğlenceden kastın emniyet müdürünü bir yerlere fırlatmak ise ben almamayım.

Dişlerini göstererek gülümsediğinde ona bende eşlik ettim. Sanem'in bunu bana söylediği o gün hala anılarımda taze olsa da sanki üzerinden yıllar geçmiş gibiydi. Öylesine yakın öylesine uzak.

-Sanem mi anlattı?

-Evet. Peki ya paçayı nasıl kurtardınız başkomiserim?

-Altı ay görevden uzaklaştırıldım.

Gözlerim irice açıldığında yattığım yerde dirseklerim üzerine doğruldum. Karşımda ağır bedeller ödemeyi gerçekten seven bir adam vardı. Bir anlık o meşhur öfkesine kapılıp hayatını mahvedebiliyordu. Nitekim bize de aynası yapmış, son anda kendi toparlamıştı.

-Silahlarından altı ay nasıl uzak kalabildin?

Ayaz gülümsemeye devam ettiğinde şaşkınlığım yüzümden bariz okunuyor olsa gerekti. Çünkü gerçekten silahla yatıp silahla kalkıyordu.

-Kaldığımı kim söyledi?

-Bende ki de soru ya! Sen telsize bile sızmayı başarırsın ben neyden söz ediyorsam!

Gözleri hafifçe kısıldığında gülümsemesi sırıtmaya dönüştü. Ardından yüzüne yerleşen o ifade her şeyi açıkladı.

-Onu da yaptın değil mi?

-Tam üstüne bastın.

Şaşkınlıkla gülmeye başladığımda artık onun her şeyi başarabilecek kapasiteye sahip olduğunu anlamıştım. Yaralarıyla bana bakan, gülümseyebilen, şaka yapmayı seven ve kelime oyunlarında başarılı olan bu adam nasıl da içimi titretiyordu. Göğsüne doğru sığındığımda beni geri çevirmedi.

-Ben bu Ayaz'ı sanırım çok sevdim.

Boğuk çıksa da anlaşılan sesim aslında iç sesim olmalıydı. Fakat ne yaptığımı bilmeden ağzımdan çıkışına engel olamadım. Birkaç saniye sonra başım kanepeye temas ettiğinde yüzü yüzümün birkaç santim ötesinde bana bakıyordu. Baş ve işaret parmağı çenemi kavramışken şaşıran taraf bu defa o idi.

-Ne dedin sen? Bana yeniden Ayaz dedin! Dedin değil mi?

Nefesi yeniden dudaklarıma çarparken heyecanı beni de telaşlandırdı. Sol elimi kaldırıp yüzüne dokunduğumda ağırca gözlerimi kırptım. Aslında kendime itiraf etmem gereken bir şey vardı. Onunla ilk tanıştığımda herkesin ona ikinci adıyla hitap ettiğini duyduğumda nedense bunu tercih etmemiştim. Çünkü o Baran gibi değildi. Ayaz gibiydi. Kayayı andıran bir dış görünüşü vardı. Ağzını açtığı anda her kelimesi ile sende soğuk kışlar yaratabiliyor, gözlerini her kırpışında o bakışları içine işliyordu. Tıpkı ayaz gibi. Ve o bugün bana o Ayaz'ın aslında öyle olmadığını göstermişti. Farkında olmadan dönüştüğü kişiyle kendini unutmuştu ve az da olsa benimle hatırlamaya çalışmak için çabalamıştı. O çabaladıkça kalbimden ona doğru yol alan kuşlar daha hızlı kanat çırpıyordu.

Başımı hafifçe salladığımda gözleri parladı ve ardından yüzüme bıraktığı rastgele öpücükleri tüm yaralarıma iyileşebilecek gücü aşıladı. Ayaz benim için artık kış değil de baharı müjdeleyen yaşam savaşçım olmuştu.


☁️☁️☁️☁️

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

149K 14.3K 41
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız
148K 23.8K 50
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓
3.9M 239K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
912K 50.3K 39
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...