İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bonus 19

11.8K 632 433
By iremmipelin


Berrak Özder

Kahve için makineye su eklediğimde sırtımı mutfak tezgahına yaslayıp elime telefonu aldım. Bardan döndükten sonra uyumak istiyordum ama son sınavlar yaklaşıyordu ve ben işlerden dolayı fırsat bulup notları toparlayamamıştım bile.

Telefondan sakin bir müzik açmak için listelerimi taradığım sırada mesaj bildirimleri üst üste ekrana düşerek dikkatimi dağıtmıştı. Saat gece yarısını geçmişti. Sınıf gruplarının birinden, tiyatro grubundan ve Aysun'dan arka arkaya mesaj gelmesi biraz tuhaftı. Bildirimlere tıklayıp Aysun'un mesajlarını açtım.

Ülkeye hızla yaklaşan bir göktaşı vardı da, herkes birden beni haberdar etmeye mi çalışıyordu? Mesajları açtığım an Aysun'un sorularına maruz kalmam bir olmuştu, bir de yüklenmeye çalışan bir video göndermişti. Ne oluyordu?

Arama kısmına dönüp Aysun'u son kayıtlardan bularak aradım. Telefon elbette bir kere çaldığında açılmıştı.

"İzledin mi?"

Aysun panik halde cümlelerini birbirine eklemeye çalıştığında kaşlarım çatıldı. Aybars, diyordu. Sıla, diyordu. Düğünden bahsediyordu. Video, diyordu. Gerçekten, ne oluyordu?

"Aysun, bir sakin olur musun? Ne videosu, ne oluyor?"

"Aybars," dedi Aysun, bin kere anlattım neden dinlemiyorsun, ifadesiyle. "Videoyu izle Berrak."

"Tamam, bekle."

Telefonu kulağımdan çekip mesaj kısmına geri döndüm. Video yüklenmişti. Açıldığında Aybars ve Sıla yan yanaydı. Arabalar ve insanların önünde duruyorlardı. Diğer kişileri seçememiştim çünkü çeken kişi kamerayı tekrar onlara çevirmişti. Sıla Aybars'ın omuzlarına tutunmuş ve kendini yükselterek ona yaklaşmıştı. Hemen ardından da öpmüştü. Gözlerimi kapattım. Bunu görmeme gerek yoktu. Bunu görmem kesinlikle gerekmiyordu.

Aysun hala bir şeyler söylediğinden ve benden bir tepki beklediğinden derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Telefonu tekrar kulağıma götürdüm.

"Tamam, gördüm."

"Bir açıklaması olmak zorunda," dedi Aysun.

"Bir açıklama yapmak zorunda değil," dedim, donuk bir şekilde.

"Ne demek bir açıklama yapmak zorunda değil. Bak, Aybars'ı tanırım. O öyle kafama göre takılayım, canımın istediğini yapayım, kimseye hiçbir söz vermeyeyim insanı değildir. Bunun bir açıklaması var ve sen o açıklamayı alacaksın."

"Ne sıfatla?" Sesim yükselmişti ama bu asla Aysun'a yönelik bir şey değildi. Muhtemelen öfkemin de bir sıfatı yoktu ama içimde birikiyordu.

"Bilmem," dedi Aysun alaycı bir tavırla. "Yıllardır aşık olduğu ve bunu her seferinde net bir şekilde söylediği kadın sıfatıyla olabilir mi?"

Derin bir nefes daha aldığımda Aysun sustuğum için devam etmişti.

"Berrak, biliyorum çok uzun zaman onunla ilgili her şeyi reddettin ama ben biliyorum, artık içinde ona bir yer açtığını biliyorum. Lütfen konuş onunla olur mu? Kestirip atma. Görmezden gelme. Kendini geri çekme. Bu kez üstüne git."

"Aysun," dedim, telefonu kapatmak istiyordum. "Sonra konuşalım mı?"

"Tamam canım ama lütfen bana kendini salonunda saklamayacağına söz ver, lütfen kendini geri çekmeyeceğine söz ver."

"Tamam," dedim.

Telefonu kapattığımda tüm ekranlardan çıkıp telefonu sessize aldım. Bütün gruplarda bir süre bu konu konuşulacaktı ve o zamana kadar telefonu kendimden en uzak noktada tutmam gerekiyordu.

Kahveyi çıkardığım kupaya doldurup salona döndüm. Sabaha kadar notları düzenlemem gerekiyordu. Önceliğim notlardı. Aklımda bunun dışında en ufak bir şey olamazdı.

Kadife koltuğuma yerleştiğimde üzerinde bilgisayarımın durduğu sehpayı kendime çektim. Koltuğun kenarındaki kısma kahveyi bıraktım ve işte hazırdım.

🌸

Kapının vurulma sesi algıma ulaştığında gözlerimi güçlükle araladım. Koltuğun kenarından boynumu kaldırıp ayaklarımı sarkıttım. Ders çalışırken birkaç dakika gözümü dinlendirmek istemiştim ve işte sabah olmuştu. Boynumu iki yanından sıktığımda zil bir kere daha çaldı.

Yerimden kalkıp saçlarımı elimle düzelterek kapıya yürüdüm. Gelen her kim ise hem kapıya vurup hem zili çalıyordu. Saatin kaç olduğuna dair bir fikrim yoktu ama alarm çalmadığına göre henüz 9 olmamıştı.

Kapıyı açtığımda karşımda Sıla vardı. Elinde iki kahve ve bir kese kağıdı ile kocaman kahverengi gözlerini gözlerime dikmişti.

"Sıla?"

"Kahve getirdim," dedi, elindeki kartonu kaldırıp gülümsemeye çalıştığında. Yüzünde daha çok suçlu bir ifade vardı.

"Gel," dedim. Kapının önünden çekildiğimde doğrudan salona ilerlemişti.

Elindeki kahveleri sehpanın üzerine bırakırken "Tabak getireyim," dedim.

Mutfaktan bir tabak alıp hemen içeri dönmüştüm. Sıla tabağı elimden alıp getirdiği sandviçleri ve kurabiyeleri yerleştirdi.

"Böyle çat kapı geldim ama önce benimle konuş, yani önce benden duy istedim."

"Videoyu gördüm," dedim, kadife koltuğa oturduğumda.

Sıla kaşlarını kaldırdı. Önce neyden bahsettiğimi anlamamıştı ama hemen sonra yüzü farkındalık ile kasıldı. "Gördün tabii..." dedi sıkıntıyla.

Koltuğun diğer ucuna oturduğunda bana dönüp bir bacağını koltuğun üzerinde kıvırarak kendine çekti.

Ellerini yanaklarına bastırdı. Derin bir nefes aldı. "Berrak, özür dilerim. Benim aklım yerinde değildi. Ne bulduysam içtim. Bu asla açıklamıyor farkındayım ama özür dilerim, gerçekten aptalca bir şeydi, hiçbir anlamı yok."

Bir anlamı olmadığını biliyordum. Halinden, tavrından da bu açıkça belli oluyordu. Sıla arkadan iş çevirecek insanlardan değildi. Bir kere dürüsttü. Fikirlerini de doğrudan söyleyecek kadar net biriydi. Sıla hakkında düşündüklerimin eşitlendiği biri daha vardı. Bu beni içten içe şaşırtmıştı. Ne çok benziyorlardı.

"Özür dilerim," dedi bir kere daha. "Aybars benim için çok fazla şey yaptı. Sen de öyle... İkinizi de kaybetmek istemiyorum. Nasıl böyle aptalca bir şey yaptım aklım almıyor. Sadece Ekin seni unuturum deyince ben de işte kendimce ona meydan okudum ya da bunun meydan okuma olacağını düşündüm."

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdi. "Gerçekten kendime tahammül edemiyorum artık."

"Sıla," dedim elimi uzatıp dizine koyduğumda. "Bana açıklama yapmak zorunda değilsin."

"Zorunda olduğum için değil Berrak. Bak ben senin son zamanlarda ne kadar fazla şeyle uğraştığını biliyorum ve tüm her şeyin yanında, sen kabul et ya da etme Aybars sana özel ve ben bir şekilde bu sınırı aştım. Gerçekten çok üzgünüm."

Dün gece saatlerce çalışmış, telefonu tekrar elime almamak için büyük bir mücadele vermiş ve sonunda bir şekilde uyuya kalmıştım ama bu asla huzurlu bir uyku olmadığından başımda ve boynumda yoğun bir ağrıyla uyanmıştım. Sıla'nın kendini kötü hissetmesini istemiyordum ama işte onu aksine inandırmak için söyleyebileceğim tek şeyi de söylemiştim. Sorun değildi. Çünkü daha fazla ne diyebilirdim ki? Aybars bana özel miydi, bilmiyordum. İçimde özel miydi ondan bile emin değildim. Onun karşısına çıkıp Sıla'nın öpücüğünün hesabını soramazdım. Böyle bir hakkım yoktu. Üstelik bunca zamandan sonra, ben ona neyin hesabını soracaktım?

Kahveye uzanıp dökülmesini ve hava almasını engelleyen yeşil çubuğu çıkardım. Bir yudum aldığımda Sıla'ya dönmüştüm. "Kahve için teşekkürler."

"Kötü bir sabaha başka ne iyi gelir bilmiyorum ama kahve kesinlikle iş görür."

"Ekin ile ne oldu?" diye sordum, biraz önce bahsettiği için sormazsam kabalık olurdu ama burnumu sokmak da istemiyordum.

"Beni içinden silecekmiş, kazıyacakmış, söküp atacakmış... Bilmiyorum, bir takım arabesk eylemler."

Kahvesine uzanıp o da bir yudum almıştı. Kaşlarımı kaldırdım, Ekin böyle mi söylemişti bilmiyordum ama Sıla öfkeli görünüyordu ve canının yandığını saklamaya çalışıyordu.

"Unutmamış ama unutacağını mı bildiriyor?"

Kahveden büyük bir yudum aldı. "Beni artık istemiyormuş işte." Sinirle güldüğünde saçlarını geriye itti. "Resmen kaçtı. İlk dalgada puuf, yok oldu. Tam Ekin Göksoy'luk hareket. O kim sorumluluk almak kim?"

"Seni seviyor," dedim. Elimdeki tek teselli cümlesi buydu.

"Seviyor..." dedi Sıla, canı yanıyormuş gibi. "Porselen bir bebekmişim gibi seviyor, vitrine koyuyor, orada tutuyor, öyle seviyor." Saçlarını bir kere daha sinirle geriye attı. "Unutacakmış. Unutsun. Asıl ben seni unuturum! 3 yaşında ya, 3. Asla bir fazla değil. Sinirlenince oyuncağını kırıyor hala. Ağlayarak annesini de aramıştır."

"O da..." Kahveden bir yudum alıp boğazımı yumuşattım. "O da izlemiştir belki videoyu."

Sıla'nın yüzü kasıldığında sıkıntıyla nefes aldı. "Yok o canlı izledi."

Kaşlarım benden bağımsız olarak havalandığında Sıla ellerini yüzüne kapattı.

"Onunla konuştun mu?"

"Muhtemelen şu an fotoğraflarımı yakıyordur, yani mecazen."

Bakışlarını kaçırıp elindeki kahveye çevirmişti. Canı yanıyordu, canının yandığını söylemeyecek kadar gururluydu ama işte kalbindeki sancı yüzüne yansıyordu. Hayatının en zor döneminde yalnız kalmıştı. Bu yalnızlığı kendisinin yarattığı söylenebilirdi belki ama Sıla yalnız kaldığını söyleyecek ya da doğrudan yardım isteyecek biri değildi. Bir şeyleri o söylemeden, talep etmeden yapmanız gerekirdi.

"Kendini yabancı hissetti," dedim sadece. Bu hissi biliyordum. Birinin hayatında olmayı ama o hayatta etkin olmamasının ne demek olduğunu biliyordum. Bir kere dışarı itildiğinde içeriye girmek için adım atmanın ne denli zor olduğunu biliyordum. Belki Ekin de böyle hissetmişti, belki içeri girmek için artık cesareti yoktu.

"Benim de hata yapabileceğimi, yorgun düşebileceğimi, bazen pes edeceğimi hesaplayamıyor. Kafasının içinde bir Sıla figürü var, sürekli onu büyütüyor. Asla ben değilim o kişi."

Böyle hissediyor olmasının nedenlerini detaylı bilmiyordum ama Sıla artık bıkmış görünüyordu. Yorulmuştu, haklıydı.

"Ben onun düşündüğü kadar kusursuz değilim ve işte hata da yapabiliyorum." Ellerini yüzüne kapatıp gözlerini ovuşturdu. "Neyse... Aybars ile konuştun mu?"

Şu an kendimi rahat hissettiğim söylenemezdi. Konu tekrar Aybars'a geldiği için gerilmiştim. Sıla'yı anlamıştım ama işte içimde, itiraf etmekten çekindiğim bir yer incinmişti. Durup bunun üzerine düşünmediğimden hasarı tespit edemiyordum ama kırgınlığın farkındaydım.

"Hayır," dedim, konunun bir an önce değişmesini umarak.

"Konuşmalısın... Bak ben dün geceyi pek hatırlamıyorum, her şey kopuk kopuk. Sadece yoldayken ona bir telefon geldi ve beni eve bırakana kadar geçen sürede acil olarak İzmir'e bilet aldı."

Başımı hafifçe salladım. "İzmir'deki işlerle ilgileniyor, bir aksilik olmuş olmalı."

Sıla itiraz ederek başını iki yana sallamıştı. "Hayır, hayır... Dedesi ile alakalı bir durum vardı."

Kaşlarım çatıldı. Dedesinin durumu bir süredir aynıydı. Yeni bir şey olmuş olabilirdi ama eğer olmamışsa aramam saçma duracaktı ve altında başka bir anlam yatıyormuş gibi düşündürecekti.

"Emin misin?" diye sordum, koltukta doğrulup telefonu elime almıştı.

Sıla başını bu kez aşağı yukarı sallamıştı.

"Aysun bilirdi aslında ama..."

"Aramalısın Berrak. Biliyorum ben işleri daha karmaşık hale getirdim ve gerçekten üzgünüm... Her ne sorun varsa seninle paylaşmak ona iyi gelecektir."

Dudaklarımı birbirine bastırıp iç çektim. Dedesi ile ilgi olma ihtimali canımı sıkmıştı. Dedesinin iyi olmasını umuyordum, aksini aklıma getirmek istemiyordum ama işte bir kere içime kuşku düşmüştü.

"Aysun'u arasam?"

Yüzümü buruşturduğumda Sıla da oturduğu yerde doğruldu.

"Aybars böyle bir durumda direkt gelirdi," dedi Sıla. Haklıydı, konu dedesiyken aramızdaki durumları ön planda tutamazdım.

Arama kaydına girip adını bulmuştum. Derin bir nefes aldım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Dudaklarımı birbirine sürdüm. Telefon üçüncü kez çalıyordu. Dudağımın içini kemirdiğim sırada telefon açıldı.

"Aybars?"

Sesim tedirgin çıkmıştı, yerimden kalktığımda telefonu tutmayan elimi enseme kaydırdım.

"Merve, aslında..." dedi, bir kadın sesi.

Yutkundum. Merve'nin adı birkaç kez geçmişti, hatırlıyordum. Freya, kısmını da hatırlıyordum.

"Aybars'ı aramıştım." Bunu belirtmem oldukça manasızdı. Kimi aradığım oldukça netti oysa.

"Farkındayım," dedi Freya lakaplı Merve. "Uygun değil."

"Ben aslında," dedim, duraksadığımda Sıla kaşlarını kaldırmış durumu anlamaya çalışıyordu. "Bir sorun olup olmadığını soracaktım."

"Behçet dedeyi kaybettik," dediğinde dudaklarım aralanmıştı.

Boynumdaki elim göğsüme kaydı. Bu düşünmekten kaçındığım şeydi. Birden karşımda bulunca ne söyleyeceğimi bilememiş kala kalmıştım.

"Kapatmam lazım," dedi, telefonun diğer ucundaki kadın.

"Aybars..." dedim, devamında ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Seni bu sıra arayamaz. Oraya döneceğini sanmıyorum. Bu hepimiz için çok büyük bir acı, aile içinde yaşamalıyız."

Bir şey söyleyebilmek için dudaklarımı aralamıştı ama sanki kelimeler uçup gitmişti. Ne söyleyebilirdim ki? Hiç...

"Üzgünüm," diyebilmiştim sadece.

Telefon kapandığında gözlerimi kapatıp sıkıntıyla nefes verdim.

"Kötü bir şey oldu değil mi?"

Sıla'nın sorusuyla başımı salladım.

"Belliydi gelen telefonun şeklinden ama sadece fenalaştığını düşünmüştüm."

Çenem titremeye başladığında ellerimi enseme atıp başımı eğdim. Sıla yerinden kalkıp bana sıkıca sarılmıştı.

"Dedesine çok düşkün," dedim, susmamı sağlayan tekleyen nefesimdi. Biri için artık geçmiş zaman kullanmaya başlamanın gerektiği anlarda konuşamıyordum. Bu çok fazla geliyordu.

"Yanına gitmelisin," dedi Sıla kollarını ayırmış, ellerini omuzlarıma koymuştu.

Başımı iki yana sallarken yanaklarımdan süzülen yaşları kontrol etmeye çalıştım.

"Sana ihtiyacı var Berrak."

"Gidemem... Hem aile içinde kalmaları gerekiyormuş, arkadaşı öyle dedi."

Sıla ona bakmam için başını eğdi. "Aile içini bilmem ama şu an desteğine ihtiyaç duyduğundan eminim."

🌸

Sıla'nın haberi aldığımız an benim için internetten bilet alması ve apar topar bir şekilde beni havaalanına bırakması sonucunda kendimi İzmir'de bulmuştum. Geri kalanını ise Aysun halletmişti. Öğrendiğime göre İzmir'de, Aybars'ın dedesinin adını taşıyan bir hastane vardı. Bir de otel olduğunu Aysun laf arsında söylemekten geri durmamıştı. Havaalanından hastaneye gelmem 1 saatimi almıştı. Birkaç saat önce evimde oturuyordum ve şimdi buradaydım. Üstelik içeri girmekten ve Aybars'ı görmekten çekiniyordum. Ona ne söyleyecektim? Söyleyeceğim hiçbir kelime acısını hafifletmeyecekti.

Beklememin faydası olmayacaktı. İçimdeki sıkıntı biraz bile hafiflemeyecekti. Yapmam gereken tek şey yanına gitmek ve ona sarılmaktı. Belki bir de üzgün olduğumu söylemek, daha fazlası için elimden bir şey gelmezdi. Sıla'nın dediği gibi bana ihtiyacı var mıydı bilmiyorum ama benim kesinlikle onu görmeye ihtiyacım vardı. Kim bilir ne halde diye düşünmekten içimdeki sıkıntı büyüdükçe büyümüştü. Göğsümün hafiflemesi için onu görmem, gözlerimle iyi olduğundan, en azından hala bir şekilde ayakta durduğundan emin olmam gerekiyordu.

Danışma kısmına ilerleyip hastanenin tabelasında yazan ismi kadına sorduğumda kızın gözleri dolmuştu. Durumu toplarlamaya çalışarak asansörlerin olduğu tarafı göstermiş ve hangi kata çıkmam gerektiğini söylemişti. Sesi titremiş, gözlerine dolan yaşları kendini tutarak geriye itmişti. Belli ki Behçet Bey sevilen biriydi.

Asansöre bindiğimde aynaya döndüm. Saçlarımı yüzümden geriye itip gözlerime baktım. Bunu üzgün olduğum anlarda yaptığımda gözlerim dolardı. Aynadaki yansımam üzüntümü somut hale serdiğinden olsa gerekti. Bakışlarımı aynadan çevirdiğim kabin durmuş, kapı açılmıştı. Dışarı çıkıp seslerin yoğun olduğu kısma doğru ilerledim. Her adımda seslerin yüksekliği artıyordu. Biri bağırıyordu.

Biri değil, Aybars bağırıyordu.

"Öldü işte!" diye bağırdı Aybars karşısındaki adama.

Ondan biraz kısa, yapılı, orta yaşlı bir adam vardı karşısında. Hemen yanlarında ise Neva Hanım duruyordu. Adamın birkaç adım arkasında, dalgalı sarı saçları omuzlarından dökülen bir kadın vardı.

"Ne istiyorsun daha? Ne? Öldü işte..."

"Sesini yükseltme." Adamın sesi oldukça sertti. Bağırmamıştı ve bu bir şekilde daha ürkütücüydü.

Bir adım daha atmayı düşünsem de kıpırdayamamış, yerimde kala kalmıştım.

Aybars sinirle gülerek adama yaklaştı. "Ölü halinden bile korkuyorsun değil mi? Nefes almıyorken bile senden daha güçlü."

"Aybars sınırını bil, lafına dikkat et. Sabrımı taşırma."

"Taşsın," diye bağırdığında Aybars camların titrediğinden emindim. Ve ayağımın altındaki zeminin. "Sen buraya bile boy göstermeye geldin. Sen hayatımda gördüğüm en..."

"Aybars," dedi Neva Hanım, bir elini kendi karnına sarmış, diğerini Aybars'ın ensesine uzatmıştı. Tutmamış ama onu çekmek için hafifçe önüne geçmişti. "Hastanedeyiz."

Aybars annesine kısa bir bakış atıp tekrar karşısındaki adama döndü. Babası olmalıydı. Annesinin ona doğru uzanan elinden kaçtığında adam kaşlarını çatmıştı.

"Kendine gel," dedi, uyarı dolu sesiyle. "Acına veriyorum, artık yeter."

"Ne yaparsın?" dedi Aybars, gülmüştü, hatta bu gülüş sancılı bir kahkahaya dönüşmüştü. Bir adım geriledim. O çok, çok farklı görünüyordu. Sıkışıp kalmış gibiydi, sanki ayağında bir kapan vardı ve çığlığını kahkahaya dönüştürüyordu.

Kollarını iki yana açtı. "Beni de mi öldürürsün?"

"Aybars yeter," dedi Neva Hanım eline uzanıp bileğinden tutmuştu. Aybars kolunu sertçe çekince Neva Hanım sarsılarak geriye gitmiş ama son anda dengesini korumayı başarmıştı.

Bir saniye içinde nefesimi tutmama ve gözlerimi panikle açmama neden olan şey olmuştu. Adam, Aybars'ı çenesinin altından tutup sertçe duvara itmiş, sırtını var gücüyle duvara vurmuş ve ona doğru yaklaşmıştı.

Dudaklarım panikle aralanmıştı ama ne ses çıkarabilmiş ne de yanlarına gidebilmiştim. Öylece donup kalmıştım. 

"Annenden özür dile," dedi adam, öfkeyle. "Annenden hemen özür dile."

Aybars hiçbir şey yapmamıştı. Adam oldukça yapılıydı, kendini kasışından da Aybars'ın boynunu ve çenesini nasıl sıktığı belli oluyordu ama Aybars çırpınmamıştı bile. Öylece durmuş, doğrudan adamın gözlerinin içine bakıyordu.

"Tamer," dedi Neva Hanım, haykırış gibi çıkan bir sesle. "Tamer bırak, lütfen."

Adamın birkaç adım gerisinde kalan sarışın kadın koluna uzanmaya çalışmıştı ama son anda kendini çekip sadece "Tamer, yapma," demişti.

Aybars gözünü bile kırpmadan adama bakmaya devam ediyordu. İstese elinden kurtulabilirdi, bundan emindim. Yine de hiçbir şey yapmıyordu. Teslim olmuş gibi değil, meydan okur gibi bakıyordu ama tek bir hamle yapmıyordu.

"Tamer, canını yakıyorsun," dedi Neva Hanım, sesi artık ağlamaklı çıkmıştı.

"Özür dile!" Adamın sesi öylesine korkutucu çıkmıştı ki öne doğru bir adım atmıştım. Araya girebileceğimi düşünmüyorum. Neva Hanım bile onları ayırmak için sadece kelimeleri kullanmıştı ama işte canını yakıyordu. Çenesine ve boynuna yaptığı baskı değildi sorun sadece, canını yakıyordu ve bu fiziksel acının ötesindeydi.

"Özür dilerim," dedi Aybars. Sesi zorlukla çıkmıştı.

Adam Aybars'ı sertçe kendine doğru çekip tekrar duvara vurmuştu.

"Sen her zaman bir hayal kırıklığı oldun."

Yüzündeki ifade karnıma tekme yemişim hissi vermişti. Bunu gerçekten inanır gibi, daha önemlisi Aybars'tan utanır gibi söylemiştim. Neden, ona neden böyle davranıyordu?

Ellerini üzerinden çektiğinde Neva Hanım yanaklarına uzanmış, gözleriyle yüzünü taramıştı. Boynundaki kızarıklık ve gözlerinden taşan öfke dışında dışarıda bir sorun görünmüyordu. Beni korkutan içinin ne durumda olduğuydu.

Aybars onlara arkasını dönüp koridora yöneldiği sırada bakışlarını yerden kaldırmış ve karşıya bakmıştı. Baktığı yerde ise bulduğu ben olmuştum. Kirpikleri şaşkınlıkla titreştiğinde başını inanamıyormuş gibi arkaya itmişti. Birkaç saniye yüzüme gerçekten burada olup olmadığımı anlamaya çalışan bir belirsizlikte bakmış sonra hızlı adımlarla bana yaklaşmıştı. Eli bileğimi kavradığında beni tutarak hızla koridordan çıkarmış, asansörün olduğu kısmı pas geçerek yürümeye devam etmiş ve bir kapıya ulaştığında içeri girmişti.

"Berrak," dedi, birçok duyguyu birden içine sığdıran sesiyle. Sesinde acı vardı, şaşkınlık vardı, biraz mahcubiyet vardı ve en çok çaresizlik vardı.

"İyi misin?" diye sordum. Bunun dışında önemli olan hiçbir şey yoktu. Öncelik sadece buydu, iyi olup olmadığı dışındaki her şey önemsizdi.

"Sen, nasıl?" Ellerini omuzlarımı yaslamış beni hemen karşısında sabit tutmuştu. Gözleri gözlerimde, yüzümde, omuzlarımı tutan ellerinde, üzerimde, hatta ayaklarımda bile gezindi. Bakışları tekrar gözlerime döndüğünde "Geldin..." dedi, aradığı bir şeyi bulmuş gibi.

Aradığı bir şeyi bulmuş gibi bakıyordu. Ben miydim?

"Gel," dedim, bileklerine uzandığımda. Onu çekip duvarın kenarında yere oturmamızı sağladım. Sırtımı duvara yasladığımda bana uymuştu.

Uzanıp boynuna bakmak, kızarık kızma dokunmak, iyi olduğundan emin olmak istiyordum. Gözlerimi yüzüne diktim. İyi olduğundan bakışlarına bakarak da emin olabilirdim değil mi?

"Seni aradım," dedim, konuşmazsam aramıza çökecek olan sessizliğin ağırlığından korkmuştum.

Sanki konuşmazsam o bana dedem öldü diyecekti ve ben bunun ağırlığı ile daha çok susacaktım. Söylemesin istedim. Normal bir andaymışız gibi olalım istedim. Onunla normal bir anda olduğumuz zamanlar öylesine kısaydı ki. Bunun yakıcılığı ile yüzleşmek zorunda kalmamıştım daha önce.

Bir şey daha demek istedim. Cümleyi devam ettirmek, kelimeleri birbirlerine bağlamak, sessizliği babasını hatırlamayacağı kadar uzun süreli bozmak, dedesinin yokluğu üzerine konuşmayacak kadar fazla oylamak aklını. Sadece onu aradığımı söylemiştim. Başka ne diyecektim? Sen telefona çıkmayınca ben de kalktım İzmir'e geldim mi?

"Geldin..." dedi bir kez daha. Mavi gözleri kıpkırmızıydı. Uçsuz bucaksız bakan gözlerine kan oturmuş. Uyumamıştı, belki ağlamıştı. Aybars'ın ağlamış olma ihtimali ile sarsıldığımda kollarımı kendime sardım. Onu birçok anının içinde, birçok ifade ile düşünebilirdim ama ağladığını düşünmek... Fazla sarsıcıydı.

"Telefonda arkadaşın söyledi." Ne söylediğini anladığında uçsuz bucaksızlığın ortasına bir ağaç devrildi. Sarsıntı hissi bir kere daha beni sardı. Onu saklamak ya da ona saklanacak bir yer vermek istiyordum. Bu his yeniydi. Aybars'ı ilk kez sarıp sarmalamak istiyordum. Bu his çok çok yeniydi.

Başını sakince salladı. İşte kelimeler sandıklara kalkmıştı. İşte artık sessizliğin kazandığı zamana gelmiştik. Bu andan sonra bütün sözler hükümsüzdü. Hiçbir kelime devrilen ağacın enkazını kaldırmaya yetmeyecekti. Aybars o enkazı kaldırmayı uzun bir süre istemeyecekti.

Başını duvara yasladı. Boynunu ortaya çıkardığında yutkundum. Beyaz teninin üzerindeki kırmızılık yerini morluğa bırakacaktı, belliydi. Canı gerçekten acımıştı buna rağmen en ufak tepki vermemişti. Bazen gücü ve sabrı karşısında şaşkına dönüyordum.

"Biri öldüğünde..." dedi, hırıltılı bir sesle. Sanki kelimeler göğsünü tekmeleyerek çıkıyordu. "İnsanlar hep kendilerine ağlarlar. Bencilce..."

Başımı yana çevirip duvarda biraz kayarak ona döndüm. Uzun bacaklarını öne uzatmış, başı duvara yaslı bir halde duruyordu. Bir eli yerde, diğeri bacağının üzerindeydi. Bacağının üzerindeki elini tutup kendi kucağıma çektim. Sanki ona dokunursam, temas edersem güç veririm diye düşünmüştüm. Belki aptalcaydı, bilmiyordum. İnsanlar bir diğerine dokunarak güç verebilir miydi? Parmaklarıyla oynarken bakışlarımı ellerimin arasındaki eline sabitlemiştim.

"O artık yok ve herkes kendi geri kalmışlığına ağlıyor. İnsanlar, bencil."

"Öyle..." dedim. Başka ne diyebilirdim bilmiyordum.

"Dedem öldü," dedi, biri içini oyarak çıkarıyor gibiydi kelimeleri. Bakışlarımı kaldırıp göğsüne baktım. Göğsü sıkıntılı bir nefesle inip kalktığında dolmak üzere olan gözlerimi tekrar ellerimin arasındaki eline çevirdim.

"Bana gerçekten biriymişim gibi davranan ilk insan oydu. Annem de tam onun kızıydı tabii, beni onun prensiplerine göre yetiştirdi ama dedem başkaydı. Biri olacağıma en çok o inandı. Bana asla koşulsuz güç vermedi, hep hak etmemi bekledi, hep hak etmem için beni itekledi."

Dudağımın içini ısırdım. Aybars ağlamıyordu. Güçlü duruyordu. Ben burada ona destek olmaya gelmişken ağlayamazdım.

Başını yavaşça çevirip bana baktı. Mavi gözleri canımı yakıyordu. Fazla kırmızıydı. Gözleri gözlerimde sahiplendiğinde dudaklarının kenarında minicik bir tebessüm oluştu.

"Seninle tanışamadı."

Gözleri dolduğunda yutkundum. "Seninle tanışmasını çok istiyordum."

Dudaklarım titrediğinde birbirlerine bastırdım. "Ben de," dedim zorlukla. "Ben de onunla tanışmayı isterdim."

Başını yavaşça salladı. Duvara omzunu ve başının kenarını yasladı. Bir bacağını duvara yaklaştırıp kendine doğru çekmişti. Kendine doğru kıvrılıp kocaman boyuna rağmen küçüldü.

Ona doğru yaklaşıp kucağımdaki elini kendime biraz daha çektim. Elimi bileğinde, avuç içlerinde gezdirirken diğer elimi kaldırıp saçlarının üstünde parmak uçlarımı gezdirdim.

"Babamdı," dedi, sormadığım sorunun cevabını vererek. "Biraz önce koridorda gördüğün adam."

Gözlerimi kapatıp kesik bir nefes aldım, diyebilecek bir şeyim yoktu. Şaşkınlık ve acıyla sarsılmak dışında hiçbir tepki veremiyordum. Bana biraz daha yaklaştı. Başını önce doğru uzattığım dizlerimin üzerine koyarak sırt üstü uzandı. Ayaklarını öne uzatıp çaprazlamış, kollarını göğsünde bağlamıştı.

"Ne yapsam olmadı," dedi, bir elim saçına diğeri omuzuna kaydığında. "Onun için hiçbir zaman yeteri kadar başarılı olamadım. 8 yaşımdayken piyano çalmayı öğrenmiştim. Aile davetlerinde annem gururla beni piyanonun başına geçirirdi, dedemin evinde büyük beyaz bir piyano var, anneannemden kalma çok güzel çalarmış. Babam bir kere takdir etmedi. Ne yüzme takımına girdiğimde ne basketbolda ne de başka bir şeyde. Asla dereceleri yeterli bulmadı. Süresi daha iyi olabilir dedi, tekniği daha iyi olabilir dedi. Hep, daha iyisini yapabilirsin, dedi. Yaptım, gerçekten yaptım. Eve gidelim bak; oda ödüller, madalyalar, ıvır zıvır derece belgeleriyle dolu. Satranç turnuvalarından piyano resitallerine kadar... Bir kere olsun takdir etmedi."

Parmaklarım saçlarının arasında gezinirken nefesimi tuttum. Artık biraz daha anlıyordum, neden bu kadar kontrollü olduğunu. Öyle bir babayla büyürken başka bir şansı kalmamış olmalıydı.

Telefonu çalmaya başladığında başını kucağımdan yavaşça kaldırıp doğruldu. Ekranda Freya, yazıyordu.

Aybars telefonu açtığı an karşı taraf "Canım," demişti. "Neredesin?"

"Hastanede," dedi Aybars düz bir sesle.

"Onu biliyorum ruhumun efendisi, nereye gizlendin?"

Aybars etrafa bakındı. "Bilmiyorum, bir oda."

"Iııım, peki rica etsem o odadan çıkıp seni bulabileceğim bir yere gelir misin? Çocuklar burada."

"Merve şimdi olmaz."

Aybars biraz daha doğrulup yerinden kalkmıştı. Pencereye doğru ilerlediğinde ben de odaya bakacak fırsatı bulmuştum. Hasta odalarından birine girmiştik. Yatak, televizyon, komodin gibi gerekli eşyalardan oluşan, tek kişinin gayet rahatlıkla kalabileceği büyüklükte bir odaydı.

Yerimden kalkıp çantamı omzuma taktım.

"Tamam," dedi Aybars bana döndüğünde. "Tamam Merve, tamam."

Aybars kapıya ilerleyip dışarı çıkmıştı, elini bana doğru uzattığından adımlarımı hızlandırıp peşinden gittim. Elini tutmadığım için dönüp bakmıştı. Biraz yavaşladığında uzanıp elimi tuttu. Parmaklarını parmaklarıma geçirdi, beni kendine doğru çekip elimin üzerini öptü.

Biraz önce onu ve aile karmaşasını gördüğüm koridora geri döndüğümüzde karşımıza sarışın bir kız çıkmıştı. Kalın bukleleri omuzlarına dökülüyordu; oval gözlüğü, özenli ama sade makyajı, kahverengi süet eteğinin içine sıkıştırdığı beyaz trikosu ve dizinin üzerine kadar uzanan siyah süet botları ile oldukça şıktı.

Bana anlık bir bakış atıp Aybars'a doğru ilerlemiş, yürürken kaldırdığı kollarını boynuna sarmış ve ona sıkıca sarılmıştı. Bir adım gerilediğimde Aybars'ın eli elimden çekilmek zorunda kalmıştı. Zaten başka birine sarılırken elini tutmaya devam ediyor olmam anlamsız olurdu.

"Canım," dedi, sarışın kız son heceyi uzatarak.

Aybars tek kolunu sarışın kızın, yani işte Freya kod adlı Merve'nin beline sarmıştı. Boğazımın neden kuruduğunu, neden sürekli başka bir tarafa bakma dürtüsü ile dolduğumu bilmiyordum. Elim bacağımın yanında çok manasız durduğundan kollarımı birbirine bağlamıştım. Bakışlarım etrafta gezinirken koridora giren üç kişiyi fark ettim. Bize doğru ilerliyor olmaları onların da Aybars'ın arkadaşı olduğunu anlamam için yeterli olmuştu.

"Kaptan," dedi, kumral ve diğerlerine göre daha yumuşak suratlı olan.

Merve kollarını Aybars'ın boynundan ayırdığında, Aybars yanına yaklaşan çocuğa sarılmıştı.

Aybars ona sıkıca sarılan çocuğun sırtına yumruğunun kenarıyla üç kere vurduğunda çocuk ondan ayrılmış, ayrılırken de tebessüm etmişti. Bu onların dilince bir şekilde üzgün olduğunu söyleme biçimi olsa gerekti.

Hemen ardından esmer, onlardan biraz daha kısa ve onlara göre daha göz alıcı bir tarzı olan çocuk Aybars'a sarılmıştı. Sol göğsünde kükreyen bir yırtıcı hayran işlemesi olan yeşil bir ceket giymişti. Dikkat dağıtıcıydı. En arkalarında kalan, yaklaşık olarak Aybars ile aynı boyda olan ve Aybars gibi resmi bir şekilde gömlek pantolon giymiş arkadaşı da ona sarıldığında tüm arkadaşlarını tek tek incelemiştim. Gözümü direkt olarak dikmemiş olsam da işte bakmıştım. Takım ve Aysun dışında ilk kez yakın olduğu birilerini görüyordum ve merak etmiştim.

"Volkan," dedi, gri gömlekli olan, yeşil ceketli olana. "Tamam mıyız?"

İsmi Volkan olan "Her zaman," diye cevap verdiğinde, gri gömlekli ve tam karşısında duran arkadaşı ellerini Aybars'ın omuzlarına yasladı. "Seni buradan götürüyoruz ve itiraz kabul etmiyoruz."

"Doğaç, beni bugün bırakın."

"Yok öyle," dedi, Doğaç kolunu Aybars'ın omzuna attığında. "Takım arkadaşın düşerse ne yaparsın?"

"Kaldırırsın." Demişti benim ve Aybars'ın dışındaki herkes.

Aybars başını iki yana sallamıştı ama daha fazla karşı çıkmayacağı belliydi.

🌸

Volkan elindeki Smirnoff şişesini kaldırıp bize doğrulttu.

"Bu dünyadan bir Behçet Börklüce geçti."

Herkes kadehini Volkan'a doğru kaldırdığında Aybars ellerinin arasında tuttuğu viski bardağına doğru başını eğmişti.

Ona biraz yaklaşıp elimi omuzuna yasladım. Başını bana çevirmemişti ama derin bir nefes almıştı. Dünyanın ortasında bir başına kalmış gibi, kendi içine doğru kıvrılmış, küçücük olmuştu.

"Behçet Dede anısına o şişeyi kaldırdığını görse seni tokatlardı," dedi Merve, ortamı dağıtmak için.

"Doğum tarihinde şişelenmiş bir viski mi kaldırmalıydım?" diye sordu Volkan, oyununa alet olarak.

Aybars onları duyuyor muydu bilmiyordum ama tepki vermiyordu. Yanağımı omuzuna yasladım. O böyle durgun, böyle sessiz durunca kendimi ona daha da yaklaşırken buluyordum. Sanki ne kadar çok sarılırsam, o kadar hafiflerdi kimsesizliği.

Merve oturduğu yerden ayaklanmış, Volkan'ın yanına geçmiş ve ortamın hakimiyetini ele geçirmişti.

"Herkes Behçet Dede ile olan en güzel anısını anlatsın..." dedi, elindeki beyaz şarap dolu kadehi yere bırakarak büyük bir tekerleğin içine minder yerleştirilerek elde edilmiş pufa oturmuştu. Bir bacağını diğerinin üzerine attı. "Ben başlıyorum."

Herkes pür dikkat ona döndüğünde Aybars önündeki bardağı tek seferde içerek kendine yeni bir kadeh doldurmuştu.

"Biz lisedeyken, tabii o zaman Aybars ile yeni yeni yakın olmuşuz. Behçet Dede evinde şu seçkin davetlerden birini düzenlemişti, geceye ne kadar zarif başlarsak başlayalım sonu hiçbir zaman öyle bitmiyordu, yine aynısı olmuştu ve sarhoş olup havuza düşmüştük. Daha çok ben düşmüştüm, işte Aybars da beni çıkarmak için girmişti ama ben fazla sarhoş olduğumdan onu batırıp duruyordum."

Doğaç yüksek bir sesle gülerek araya girmişti. "Şu senin Aybars'ın yatağını sırılsıklam yaptığın parti mi?"

"Ta kendisi..." Merve işaret parmağını Doğaç'a doğru uzatmış sonra doğrudan bana bakmıştı. "Aybars ayılmamı sağlamak için ve sanırım biraz da fazla titiz olduğundan kloru yok etmek için beni odasındaki banyoya sokmuştu. Tabii ben o kadar sarhoşum ki saçma sapan şeyler yapıyorum. İşte biz sanıyoruz ki kimse fark etmedi. Behçet Dede elbette fark etmişti, sabah ben evden sıvışmaya çalışırken o salonda kahvaltı yapıyordu. Sadece boğazını temizleyerek onu fark etmemi sağlamış ve beni sofraya çağırmıştı. Hayatımda daha çok utandığım tek bir an olmadı. Gerçi o sabah bana verdiği nasihat hala kulağımda."

Aybars belli belirsiz başını salladığında bakışlarımı ona çevirmiştim. Bir dikişte içkisini bitirdiğinde şişeye uzanmıştı. Şişenin sonunda iki kadehlik içki kalmıştı ve hepsini tek başına içmişti. Etkilenmiş görünmüyordu. Alkol dayanıklığı oldukça fazlaydı.

Volkan kendi anısını anlatmaya başladığında Aybars'ın bana bakması için biraz ona doğru eğilmiştim. "Hava almak ister misin?"

"Kaptan," dedi Doğaç, o da elindeki şişeyi kaldırmıştı. Aybars başını ona çevirmişti. "Behçet Dede'nin bize döküntü bir basket sahası alıp günlerce temizletmesinin şerefine..."

"Ne çalışmıştık ama günlerce..." dedi Volkan.

Merve kadehinden bir yudum alırken gülmüştü. "O sene şampiyon oldunuz ama sen ona bak."

"Behçet Dede takımı Çeşme'deki otele göndermişti, ne tatil yapmıştık ama..." Kerim o anı hatırlamış gibi gülümsemişti. "Büyük adamdı. Hepimize emeği geçti."

"Berrak," dedi Doğaç, kollarını kıvırdığı gömleğini dirseklerine doğru iterken. "Sen tanışmadın değil mi Behçet Dede ile?"

"Yok," dedim, güçsüz bir sesle. "Fırsat olmadı."

Doğaç başını yavaşça sallarken tebessüm etmişti.

"Kızım sen ne dişli çıktın..." dedi, Volkan, kelimeleri yuvarlayarak. Sarhoş olmaya başlamıştı belli ki. "Perişan ettin adamı."

Kaşlarım hafifçe çatıldığında Aybars'ın bakışları Volkan'a dönmüştü. Volkan ellerini kaldırıp iki yana açtı. "Yalan mı?"

"Sen o şişeden bir ayrıl artık," dedi Merve, Volkan'ın elindeki şişeye uzandığında.

Volkan şişeyi kendine doğru çekip ayağa kalktı. Merve'nin üzerine doğru eğilmişti. "Neden, sen Aybars ile ilk seviştiğiniz geceyi anlatırken iyiydi."

Kaşlarım şaşkınlık ile kalktığında bakışlarımı yere indirmiştim. Merve'de hissettiğim başka bir şey olduğunu biliyordum ama o başka bir şeyin bu anlama geldiğini düşünmemiştim. Lisede oldukları bir andan bahsetmişti. Şimdi arkadaşlardı. İkisi farklı şeylerdi. Öyleyse neden içimde bir sıkıntı büyümüştü?

"Volkan!" dedi Doğaç, sert bir tavırla.

"Ne yani... Kimse anlamadı sanki."

Ben anlamamıştım...

Merve yerinden kalkmış, buzdolabına doğru ilerlemişti. Burası hep birlikte takıldıkları, depo benzeri bir yerdi. Duvarlarda basketbol grafitileri, odanın diğer ucunda küçük bir pota, birkaç tane basketbol topu, çelik bir tezgah ve kırmızı bir buzdolabı olan rahat ve eğlenceli görünen bir yerdi.

Dolaptan bir bira çıkartıp tezgaha vurarak açmıştı. Bu hareketi kaşlarımı kaldırmama neden olmuştu. Sinirlenmemiş ama gerilmiş görünüyordu. Aybars'a kaçamak bir bakış atıp gözlerini bana çevirdi. Bana hiç de mahcup ya da çekingen bakmıyordu.

Aybars yerinden kalktığında Kerim, "Kaptan," demişti.

"İyi akşamlar herkese..." dedi Aybars.

Bileğimi tutup yerimden kalkmamı sağlamış, elini elime kaydırıp parmaklarını parmaklarıma geçirmişti.

"Görüşürüz," dedi Doğaç ve Kerim aynı anda.

"E iyiydik," dedi Volkan.

Merve elindeki şişeyi kafasına dikmek ile meşgul olduğundan konuşmamıştı.

"İyi akşamlar..." dedim, Aybars beni demir kapıya doğru hızla ilerletirken.

Dışarı çıktığımızda elimi bırakmamış, arabaya ulaştığımızda benimle birlikte yan kısma ilerleyip kapıyı açmıştı. Koltuğa oturduğumda kapıyı kapatıp kendi kısmına ilerledi.

Arabaya bindiğinde kemerini takıp beklemeden motoru çalıştırmıştı. Ben de kemerimi takıp bakışlarımı ona çevirdim.

Bir şey söylemek istiyordum ama söyleyeceklerimin yeri olmadığının farkındaydım. Aybars bir şey söylememi bekliyor muydu bilmiyorum ama sessizlik beni dürten, kafamdakileri daha sesli hale getiren bir şeye dönüşüyordu.

Arkadaşlarını genel olarak sevmiştim. Merve dışında hepsi bana çok iyi davranmıştı. Merve'nin neden bu kadar mesafeli olduğunu da gecenin sonunda anlamıştım. Bir şey söylemeye, kızmaya ya da işte buna alınmaya hakkım olmadığını biliyordum. Sadece içimdeki his sanki beni tekmeliyordu. Biri sürekli özenle büyüttüğüm çiçeklerin üzerine basıyor, biri sürekli bahçemi talan ediyordu. Hiçbir şeyin bütünüyle bana ait olmadığını biliyordum. Dünyadan bihaber bir aptal gibi davranacak değildim.

Kollarımı göğsümde bağladım. Acısı çok tazeydi, yası vardı. Yasını bölecek değildim. Sıla'nın öpücüğünü, Merve'nin varlığını sorgulayarak onun yasına saygısızlık edecek değildim. Susacaktım, susacak ve bekleyecektim.

Ne düşünüyordu acaba? Başımı tekrar ona çevirdim. Direksiyonu kavrayan beyaz ellerinde tuttum bakışlarımı. Kendini sıkıyordu. Konuşmak mı istiyordu o da benim gibi yoksa ağlayıp göğsünü ferahlatmak mı?"

"Aybars..." dedim, sessizce. Neden sesimi çıkarmaktan bu kadar çekiniyordum. Neden ilk kez onu incitmek benim için dayanılmaz bir gerçeğe dönüşmüştü?

Bir saniye için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında bakışları bana dönmüştü. Gözleri yine öyle bakıyordu. Uçsuz bucaksız mavi...

Sadece bakışları bana ait olsa olur muydu? Sadece onlar bana özel olsa...

Susmuştu, o kadar uzun susmuştu ki ben kelimeleri unutmuştum. Yol uzandıkça uzanıyor biz nereye olmadığını bilmediğim bir yere ulaşmak için gidiyorduk. 

Yüksek, oldukça yüksek işlemeli siyah bir kapının önünde durduğunda kapı anında iki yana açılmıştı. İçeri girdiğimizde bizi ağaçlar ve çiçeklerle çevrili uzun bir yol karşılamıştı. Büyük, bir masalın ya da filmin içinde olsak şato diyebileceğim kadar büyük bir eve yaklaştıkça yaklaşıyordu. Sonunda ulaştığımızda Aybars durmuş ve beklemeden arabadan inmişti. Benim de yapmam gerekenin bu olduğunu bildiğimden kemerimi çözüp kapıyı açtım.

Aybars'ın yanına iki adam gelmiş, biraz daha yaşlı olan ona sarılmıştı. Aybars adamın omzuna elini teselli eder gibi vurup diğerine başıyla selam vermişti. 

"Anneniz gelirse haberim olsun dedi..." 

Aybars "Haber verirsin Kemal Abi," demiş ve eve doğru ilerlemişti. 

Adama hafifçe gülümseyip Aybars'ın adımlarını takip etmiştim. Kapıdan girdiğimiz an mutfaktan bir kadın çıkmıştı. Ellilerinde gibi görünüyordu. Kadının ağlamaktan gözleri şişmişti. 

"Aybars oğlum, siz mi geldiniz kuzum?"

"Annem yok," dedi Aybars kadına yaklaştığında. 

Kadının bakışları bana döndüğünde hüzünlü ifadesinin ardından sevecen bir gülümseme sızmıştı. 

"Turna Teyze, biz yukarıdayız."

"Ne yersiniz, ne yapayım?" dedi kadın uzanıp elini Aybars'ın yanağına koymuştu.

Aybars bana döndüğünde başımı iki yana salladım. "Zahmet etmeyin, teşekkürler."

Kadın bu kez dolu gözleriyle gülümsemişti. 

"Ah Behçet Beyim, enginar yapmıştım, hastaneye yollayacaktım. Kaldı tencerede öyle, kimsenin eli gitmiyor."

Aybars uzanıp kadına sarıldığında kadın sırtını sıvazlamıştı. 

"Sen geç yukarı paşam, bir şey istersen de ses et hemen bana." 

Aybars uzanıp kadının ellerini avuçlarına aldı. "Yat uyu sen artık hadi, kimse bir şey istemiyor."

Kadın usul usul başını sallarken Aybars'ın yanağını bir kere daha okşamıştı. 

"İyi geceler," dedim gülümsemeye çalışarak. 

"İyi geceler kızım."

Aybars merdivenlere yönelip yukarı kata çıktığından peşinden ilerledim. Bir kat daha çıkmış ve büyük bir odaya girmişti. Bir duvar boydan boya kitaplarla doluydu, kitapların tam karşısındaki duvarda şömine vardı. Onunla birleşen duvar ise boydan boya camdı ve bahçenin arkasına yani ağaçlara bakıyordu. 

"Uyu biraz istersen..." demiştim, pencereye doğru yaklaşıp beni sırtına bakan bir halde bıraktığında. 

"Çocukken burada saatlerce kitap okurduk dememle. Camın kenarında duran okuma sandalyesini gösterdi. "O buraya otururdu, ben dizinin dibine, bana hikayeler okurdu. Hikayeler dediysem öyle çocuk masalları gelmesin aklına." Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldığında dönüp bana baktı. Elini uzattığında cama yaklaşmıştı. "Küçücükken bu bahçe bana kocaman gelirdi. Bisiklet sürmeyi bu bahçede öğrendim, futbol oynamayı, evin en altında basketbol sahası var, orada basketbol maçlarına hazırlanırdım. Her şeyi, her şeyi bu ev sınırları içinde öğrendim. Behçet Börklüce gözetiminde. O öğretti, diğeri beğenmedi." 

Gözlerini kapattığında kesik bir nefes aldı. "Benim öğreneceklerim bitmemişti."

Gözlerini açıp bakışlarını bana çevirdi. "Biraz bencil olabilir miyim?"

Başımı yavaşça salladığımda gözünden tek damla yaş akmıştı. 

"Ben onsuz ne yapacağım?"

Ona yaklaşıp ellerimi boynuna doğru uzattım. Bana yaklaşıp kollarını belime sardığında yüzünü boynuma gömmüştü. 

Gözyaşları boynuma değerken ona daha sıkı, daha sıkı sarıldım. Onu sarsmadan, olduğum yere yavaşça oturdum. Yüzünü boynumdan kaldırmamış, kucağıma doğru kıvrılmıştı. Dudaklarından bir hıçkırık düşüp içime saplandığında dudaklarımı başına bastırdım. Ensesindeki saçları okşarken başının üstünü bir kere daha öptüm.








Continue Reading

You'll Also Like

752K 44.4K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
5.7M 324K 45
❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Bursa Kapalı Çarşı'da nesiller boyu konfeksiyon üzerine esnaflı...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
1.6M 51.3K 17
Bir evin bir kızı değilim ama bir evin üç kızının en küçükleriyim. Bu sebeple küçük numara olmanın avantajını sonuna kadar kullanmaktan geri durmadım...