Devil May Love

By carmenwantsdie

759K 61.6K 76.7K

"Şeytanlar da sevebilir." Park Jimin aşık olduğu çete liderinin hayatını baştan aşağı değiştireceğini bileme... More

• Prologue
• One
• Two
• Three
• Four
• Five
• Six
• Seven
• Eight
• Nine
• Ten
• Eleven
• Twelve
• Thirteen
• Fourteen
• Fifteen
• Sixteen
• Seventeen
• Eighteen
• Nineteen
• Twenty
• Twenty One
• Twenty Two
• Twenty Three
• Twenty Four
• Twenty Five
• Twenty Six
• Twenty Seven
• Twenty Eight
• Twenty Nine
• Thirty One
• Thirty Two
• Thirty Three
• Thirty Four
• Thirty Five
• Thirty Six
• Thirty Seven
• Thirty Eight
• Thirty Nine
• Forty
• Forty One
• Forty Two
• Finale Chapter
• Last Speech

• Thirty

21.6K 1.1K 1.5K
By carmenwantsdie

30|Kana Kanla Karşılık Verilir|

"Canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir, ki kendi bir canavara dönüşmesin. Sen dipsiz bir kuyuya uzun uzun baktığında, o dipsiz kuyu da sana bakar."

Belki de Park Jimin bu sözün ete ve kemiğe bürünmüş bir kalıbı olabilirdi. Jeon, bir canavar olarak doğmamıştı belki ancak tam da bu amaca hizmet etmek adına yetiştirilmişti. Ve Jimin, ona karşı kalbiyle açtığı bu savaşta mağlup olmuştu.

Canavara aşık olan çocuk bizzat bir canavara dönüşmüştü.

Parmak uçları kurumuş kanla kaplıydı. Çene kemiğine ve boynuna birkaç damla sıçramış, beyaz tişörtü kırmızıya çalmaya yüz tutuyordu. Hatırladığı söylenemezdi. Fotoğrafı gördükten bir yarım saat sonra, en azıdan Baekhyun toplandığında, küçük çocuğu almaya gitmişlerdi.

Öylece koca ağaçta sallanan minicik bir beden, canı kirli eller tarafından sökülüp çıkarılmış. Jimin saatlerdir göz yaşlarını tutamıyordu. Belki hıçkırarak ağlamıyordu ama öylece dursa bile yaşlar süzülüyordu.

Kendilerine Vindicta diyen ve hakimiyeti yeniden almaya gelmiş o cani varlıklar, Kyungsoo'nun küçük kız kardeşini öldürdükten sonra oradan ayrılmamıştı. Ve Jeon, onların hala orada olduğunu gördüğünde resmen saf bir biçimde delirmişti.

Jimin ise, rüzgar yüzünden iki yana sallanan çocuğun bedenini gördüğünde donmuştu. Bedeni değildi donan, canavara sunduğu kalbiydi. Kendine hakim olmadı ikisi de, onları ne durduracak ne de durdurmaya cesareti olan vardı zaten.

Zavallı küçük çocuğu, Kyungsoo rehabilitasyondan çıkış işlemlerini yaparken gömdüler. Jimin nasıl da titremişti kızın halini yakından görünce. Hiç acımaları yoktu bu insanların. İnsan olmak onların harcı değildi hiç.

Kyungsoo'nun ne halde olduğunu kimse bilmiyordu. Daha Jongin'i atlatamamıştı ki, küçük kardeşini hazmetsin. Ölüm kavranacak bir şey olmamıştı hiçbir zaman, yine de insanı en derinden yiyip bitiren, çürüten bir şeydi.

Saatlerce tek kelime etmedi ikisi de. Sadece içmek istediğini söyledi Jimin, çocuk farkında değildi ama sürekli ağlıyordu. Yüzünde tek bir mimik olmasa da, göz pınarları hep ıslaktı. Bu yüzden bir şey demedi Jungkook, daha kendisi bile toparlamamıştı kafasını.

Teri tüm bedenini sarmış ve saçlarını sırılsıklam etmiş, tutamları yüzünün her bir kısmına özenle dağılmış gibi saçılmıştı. Gözleri sürekli kayıyordu, tişörtü bedenine yapışmıştı ve tüm hatlarını ortaya seriyordu.

İnce parmakları arasında bir şişe votka ve bir sigara sallanıyordu bedenine eşlik ederek. Kendini tamamen dış dünyaya kapatmış, sadece müziğe salmıştı. Son zamanlarda kafa dağıtmaya çok ihtiyacı vardı. Özellikle bugünden sonra.

Park Jimin, tüm bu kalabalığın arasında umursamazca dans ederken öyle güzel görünüyordu ki. Gözlerini kapatmıştı, biraz yavaşladığı zaman Jeon'dan aldığı sigarayı içine çekiyor ve dans etmeye devam ediyordu dumanı her yanını sarmalarken.

Ne zaman kafası kötü olsa, dans etmenin ona iyi geldiğini biliyordu Jeon. Çok kez kendisini bu şekilde dizginlediğini, bu şekilde rahatlattığını görmüştü de.

Kalçası ritme eş zamanlı sallanıyor, bedeni oldukça hoş biçimde kıvrılıyordu. Mayhoş bir hava vardı üzerinde. İstediği tek şey kusana kadar içmek, sınırlarını zorlayıp son birkaç günü, birkaç saati, beyninden silmekti.

Gözlerinin önünden bir türlü gitmiyordu o kız çocuğunu hali, kesik olmayan bir yanı kalmamıştı. Kim bilir nasıl dayanmıştı o acıya... Dünya, leş yiyen acımasız bir bataklıktı. Ve üstünde ne zaman savaş çıksa hep çocuklar ölüyordu.

Jungkook, en az onun kadar kafa dağıtmaya ihtiyaç duysa da sırtını bar tezgahına yaslamış, oturdu taburede iyice yayılarak uzaktan izliyordu. Gözleri bir atmaca kadar keskindi kıvrak bedende ve kanlı yüzünde süzülürken. Ne kadar da güzeldi onun Jimin'i...

Kollarını önünde bağlamış, dağınık saçlarını hafifçe arkaya savurmuştu. İnce tutamlar yeniden yüzüne döküldüğünde, Jackson bir şişe daha uzatmıştı yanına. Ardından usulca ikiliyi izledi.

Dağılmış gözüküyorlardı, en çok da Jimin. Çünkü loş ışıkta, gözleri ona oyun oynamıyor ise çocuğun hafif kanlı yanakları ıslaktı,

"O iyi mi?"

Jungkook, bir an için omzunun üzerinden ona baksa da tek kelime etmeden önüne döndü ve Jimin'i izlemeye devam etti. Ne halde olduklarını o da kestiremiyordu ama iyi olmadıklarını biliyordu. Bir yandan beynini kemiren düşünceler yüzünden odaklanamıyor, bir yandan da her şeyi siktir edip sadece onunla sevişmek istiyordu.

Şişeye uzandı, büyük bir iştahla tepesine dikip neredeyse yarıya indirdi. Saçları tekrar dağılmıştı, umursamadan bir tane de sigara çıkardı ve dudakları arasına yerleştirdi, parmak boğumları yara doluydu,

"Çakmak ver."

Boğuk çıkan sesine rağmen Jackson anlamış ve cebinden çıkardığı çakmağı ona uzatmıştı. Jeon, usulca sigarasını yaktı ve derin mi derin bir nefes çekti.

Gözleri açlıkla parlarken, Jimin'i izlemeyi bir saniye olsun bırakmadan Jackson'a hitaben konuştu, sesi karamsar ayrıca da bıkkın çıkmıştı,

"Hala tarafsız mısın, Wang?"

Genç adam, saçlarını sıkıntıyla karıştırdı ve tezgaha kollarını yasladı. Ellerini sımsıkı birleştirip bir süre onları izledi, doğrusu ne yapacağını bildiği söylenemezdi,

"Bilmiyorum, Jeon. Büyük bir şeyin geldiğini herkes biliyor."

Doğruydu, zaten sessizliğe gömülen koca ülke, artık neredeyse terk edilmiş gibi bir hal almıştı. Resmen fırtına öncesi sessizlikti bu. Jungkook başını salladı ve gözleri sevgilisinin boynundan uzanan dövmede gezindi,

"Tarafsız kalmamalısın. Çünkü artık hepimiz ölümüne oynuyoruz."

Jackson, bunu zaten biliyordu. Anlamamak için bir sebep yoktu. Vindicta'yı az çok tanımıştı son birkaç gün yüzünden. Neler olacağını biliyordu, Park Jimin bile bir taraf seçmişti üstelik...

Jungkook, ondan herhangi bir cevap beklemedi. Sigarasından nefes alır gibi soluklar alırken kalabalığı yardı ve sevgilisine ilerledi. Jimin'in baygın bakışları yüzünü bulduğunda, elinde ki şişeyi öylece zemine bıraktı.

Bedenini tamamen ona çevirdi, tıpkı Jungkook gibi sigarasını dudakları arasına iliştirdi. İri olan, bedenleri arasından neredeyse hava geçmeyecek kadar yaklaştı ona ve büyük elleriyle ince beli kavradı. Kısık gözleri arasında, dudakları arasında ufacık kalan izmariti boşluğa bırakıverdi.

Bir eliyle önce Jimin'in saçlarını geriye taradı, ardından gözlerinin altını usulca sildi. Küçük olan, sigarayı tam bitmemesine rağmen attı ve dudakları arasında hala dans eden dumanla parmak uçları üstünde yükseldi. Kolları, onun ensesinde birleşti, dudakları arasında ki santimler sıfırı gördü.

Dolgun dudaklardan çıkan zehirli duman, ince dudaklara doğru şekiller çıkararak yol izledi. Küçük parmaklar saç diplerinde geziye çıkmışken Jungkook dumanı zevkle kabul etti ve hızla eğilerek dolgun dudakları kavradı.

Zaten, şu an en çok ihtiyaç duyduğu şey Persephone'siydi. İnce beli iyice sıkıştırdı, göğüsleri birbirine sürtünüyordu. Jimin saç diplerini sertçe çekerken, diğer eliyle de kulağında ki küpesini okşuyordu. Dudakları büyük bir iştah ve şehvetle birbirine dolanırken, dilleri çoktan kıvrılıyordu havada.

Tüm bu gürültüye rağmen, dillerinden yükselen şapırtılı sesler ve sıcak, tatlı nefes Jimin'in kasıklarında şiddetli bir sızıya sebep oluyordu. Jungkook'un ensesinde ki elini, tüm bedenini okşayarak kalçasına kadar indirdi. İri olandan hırıltılı bir inlemeyi çoktan almıştı, kaslı beliyle oynarken.

Birbirlerinden ayrılırken, Jungkook dolgun alt dudağı dişlemiş, uzunca bir süre çekiştirip öyle bırakmıştı. Jimin, onun dudaklarında parmaklarını gezdirirken alt bedenini tamamen ittirdi. Penisleri, üstlerinde pantolon bile olsa da temas yüzünden seğirmiş, ikili seslice inlemişti,

Jimin, onu daha çok kendine eğdi ve boynuna başını gömdü. Bir yandan alt bedenleri birbirlerine temas halinde kıvrılırken, diğer yandan kavruk teni delice yalamaya başladı küçük olan. Enfes boynu, iz bırakacak şekilde dişliyor, emiyor ve çekiştirip uzunca yalıyordu,

"Sana ihtiyacım var, Jungkook..."

İri olan gülümsedi, cidden onun da ihtiyacı vardı doğrusu. Jimin'in bedeni ilaç gibiydi, Jeon'u kendine getiren keskin bir ilaç. Usulca lavaboya ilerlediler. Aslında herhangi bir odaya da çıkabilirdi ancak, Jeon bir bar tuvaletinde geçen son seferi hatırlayınca zevke gelmesine engel olamıyordu.

Yürürken, Jimin'in kalçasıyla oynadığı için çocuktan kazandığı mırıltılar kendisi açısından iyi değildi. Tuvaletin kapısını açar açmaz, kim ne yapıyorsa anında bırakmış, çıkıp gitmişti. Bu da onun işine gelirdi. Bu yüzden arkalarından kapıyı kaparken yüzünde keyifli bir sırıtma vardı,

"Hm~ Doğrusu beni becermeni özledim, Jeon."

Jungkook gülümsedi. Çocuğun üzerine yürüdü ve avucunu doldurmak için doğruca küçük, sertleşmiş penisi kavradı. Jimin'in gülen yüzü anında solarken başını hızla geriye atıp derince inledi.

İhtiyaçlara yanarken kendini Jungkook'a bastırdı ve omuzlarına tutunup dudaklarını araladı. Jungkook, onu sertçe ovalarken dudaklarına eğildi,

"Dilini çıkar."

Jimin anında denileni yaptı ve Jungkook'un sıcak dilinin kendi dili üzerinde kaymasına izin verdi. Çıkan ses ve hissettiği baskı yüzünden aklını yitirebilirdi. Bedeni titredi, ince bir inleme Jungkook'un ağzına döküldü.

Ellerinden birini, karın kaslarında oyalanacak biçimde göğsünden itibaren sürterek kemerine indi. Jungkook, küçük ve tatlı dili yalarken, pantolonunun içine kayan elle inledi.

Onun sesi daha erkeksi, daha kalındı. Hırıltıları arasında küçük dili ağzına aldı ve emerken, Jimin'de onun penisine ulaştı. Damarlı, şişmiş penisi hoyratça kavradığında ikisi de hırlayarak inlemişti.

Jimin çekildiğinde resmen ağzı sulanıyor, teni karıncalanıyordu,

"Seni yalamak istiyorum~"

Jungkook'un yüzünde oluşan gülümseme, görülmeye değer türden bir şehvet içeriyordu. Usulca onun üzerinden çekildi ve Jimin dizleri üstüne çökerken penisini ortaya çıkardı.

Uzun penis, iyice şişmiş ve damarları tamamen ortaya çıkmıştı. Jimin kendi kemerini de çözdü ve miniğini okşamaya başladı. Diğer eliyle de uzunluğu kavramış, başını ağzına almıştı.

Jungkook anında inlemişti, Jimin'in sıcak dili, tüm başta oval çizerek onu yalıyordu. Kendine engel olamadı ve çocuğun ensesini sertçe kavrayıp hafifçe penisini onun ağzına itti.

Neyse ki Jimin itiraz etmedi ve giderek boğazına dayanan penisin her bir kısmını yaladı. Nihayet dibine kadar aldığında, gözleri istemsizce kapandı, deliler gibi yalıyor, şapırtılı sesler çıkarıyordu.

Peniste ki elini çekti ve toplarına atıp onları yoğurmaya başladı, kontrolü Jungkook'a bırakmıştı. Kendi penisini hızla çekerken, iri eller saçlarını kavradı.

Jungkook şimdi onun ağzını beceriyordu. Kendini hızla ileri geri ittiriyor toplarının çocuğun çenesine çarpıp orayı kıpkırmızı yapmasını izliyordu,

"Siktir! Çok güzelsin bebeğim, çok güzelsin."

Penisini saran sıcaklık ve bebeğinin becerikli dili yüzünden neredeyse boşalacaktı ki, Jimin derin bir inlemeyle kendi eline gelmişti. Jungkook, biraz soluklanması için kendini çektiğinde çocuk nefes nefese kalmıştı.

Dudakları çoktan sırılsıklam olmuş, kızarmış çenesine hoş biçimde salyasıyla karışık meni akmıştı. Jungkook'un gözleri içine baktığında, Jungkook daha fazla kendini tutmamış yeniden ağzına girmişti.

Hoş bir ritimle ileri geri yaparken, penisi şiştikçe şişiyordu. Jimin ince ama yüksek mırıltılar bırakırken Jungkook'un bacaklarını sımsıkı tutmuştu.

Tam olarak, birkaç kez boğazına kadar dayayıp beklediği için Jimin biraz öksürmek zorunda kalmıştı. Yine de kalın penisini yalamaktan vazgeçmedi.

Jungkook nihayet ağzından çıktığında, Jimin hala zevkle inliyordu. İri olan, eğildi ve küçüğü kucağına alıp lavabonun tezgahına oturttu. Önce onun, sonra kendinin kıyafetlerini tamamen çıkardı,

"Dizlerin üstünde dur bebeğim, arkanı dön."

Jimin, dudaklarını ısırırken dediğini yaptı. Arkasını döndü ve dizleri üstünde doğruldu. Esnek yapısı sayesinde bacaklarını iyice açmıştı. Kalçasını da arkaya doğru itip ellerini aynaya yasladı.

Jungkook, kendisini okşarken şuracıkta boşalabilirdi. Diliyle dudaklarını yaladı ve açlıkla izledi çocuğun güzel kıçını,

"Sikeyim.."

Hafifçe mırıldandığında, Jimin zevkle gülümsedi. Aynadan kendisini de onu da rahatlıkla görüyordu. Kendi küçük penisi şişmiş, pespembe olmuşken Jungkook'un kocaman penisi damarlıydı.

Beklemediği bir şekilde, Jungkook hızla eğildi ve başını dolgun kalçalar arasına gömüverdi. Önce ne olduğunu anlamayan Jimin, deliğinde hissettiği nefes ve hemen ardından gelen sıcak dil darbesiyle ne yapacağını şaşırdı.

Jungkook, kalçalarına iki sert tokat atıp sertçe kavradı ve küçük deliği iştahla yalamaya başladı. Etrafını zevkle yalıyor, emiyor ve dilini içeriye sokup çıkarıyordu.

Jimin, ihtiyaçla bağırdı. Kendisini ona doğru iterken aldığı zevk başka bir boyuttu. Tatmin olmayı zirvesine kadar yaşıyordu kesinlikle,

"Ah! Jungkook~"

Kalçalarını iki yana ayırdı ve deliği daha rahat yalamaya başladı. Giderek kasılan küçük girintiye sürekli dilini sokuyor, o bunu yaptıkça bebeği elinin altında kıvranıyordu. Üstelik fazlaca sızdırmaya başlamıştı ikisi de.

Jungkook daha fazla dayanamadı ve hızla doğrulup, Jimin daha kendine gelmeden kendini ona konumladı. Aynadan baktığında, kızarmış yanakları ve aralık dudakları, sızdıran pembe penisiyle muhteşemdi.

Kasılıp gevşeyen deliğe, herhangi bir uyarı ya da hazırlık yapmadan girdi. Jimin hissettiği acıyla kasılıp, küçük bir çığlık attı. Bu Jungkook'u durdurmaktan uzaktı. Hiç ara vermeden kendini ittirdi, ta ki prostatı bulana kadar.

O ana kadar, Jimin'in ses tonu giderek artıyor, acı yüzünden şiddetle kasılıyordu. Fakat penis, prostatına dokunduğu an da zevkle çığırdı,

"Lanet olsun, becer beni Jeon!"

Jungkook, çocuğun ince boynunu kavradı ve diğer elini de aynaya yaslayıp hızla kendini geri çekip yeniden ittirdi. Tenin tene çarpma sesi, şiddetiyle artarken Jimin deliler gibi inliyordu.

Jungkook, hırıltılı inlemeleri arasında, onun kulak memesini yalıyor ve hızlıca beceriyordu. O kadar sert yapıyordu ki Jimin'in bedeni sallanıyordu, üstelik canı acıyordu. Yine de aldığı zevk tarif edilemezdi.

Bir kez daha geldiğinde, bu sefer bütün ayna meni olmuştu. Gözlerini araladığında, becerilirken kendini görmek onu daha çok tahrik etmişti. Fakat kendini sıktığı için, Jungkook daha da hızlanmıştı.

İri olan, şiddetle boşalmaya başladı ancak duraksamadı. Sadece sesler daha şapırtılı olmuş, hızı daha çok artmıştı. Kendini, bu güzelliği her becerdiğinde kaybediyordu resmen.

Jimin, onun hızı yüzünden kesik kesik inlerken genişleyen deliğinden akan menileri hissedebiliyordu. Jungkook, onun beline biraz daha bastırıp kalçasını daha çok çıkarmasını sağladı.

Güzel ve kızarık kıça arka arkaya tokat atmaya başladı Jeon. Jimin'in acı, zevk dolu inlemeleri onu yeniden sertleştirmişti. Çocuğun arada kendini kasması yüzünden feci şekilde şişmişti. Aynada ona her baktığında biraz daha dağıldığını görüyordu.

Biraz yavaşladı ve ardından içinden çıktı. Penisi hala dimdikti. Çocuğun kalçasını daha çok arkaya çekip üç parmağını yaladı ve gevşemiş, meni akıtan deliğe soktu. Jimin, dayanamadı.

Başını öne eğip, deliler gibi inledi. Jungkook sanki kurcalar gibi ileri geri deliğini oynuyordu,

"Evet, işte benim bebeğim."

Hırıldayan sesi yüzünden Jimin biraz daha inledi. Sesi iyice kısılmıştı, ancak aldığı zevk muhteşemdi. Uzun parmaklar, onun içini okşarken zevkten ağlayabilirdi.

Jungkook, parmaklarını çekmeden, hala küçük olan deliğe yeniden konumlandı. Jimin kendinden geçmişti, ancak kalın penis de içine girince hissettiği doluluk dehşetti.

Çığlık atar gibi inleyince, Jungkook parmaklarını çekti ve yeniden sertçe becermeye başladı. Jimin'de aynı zamanda kendini ittirmeye başlayınca, giderek artan sesler ikisinin de inlemesine sebep oldu.

Jungkook, onun iki kalçasını da sımsıkı tuttu, kendini daha hızlı ittirmeye başladı,

"G-gel artık."

Jimin resmen yalvardığında, Jungkook onun zavallı prostatını parçalamak üzereydi. Fakat küçüğün bugün yeterince acı çektiğine karar verdiği için kendini bıraktı.

Artık deliği tamamen meni doluydu. Jimin rahat bir nefes verirken kendi de boşalmış, başını zevkle geriye atmıştı. Jungkook, usulca açılan boynu yalamaya başladı.

Yeniden hoş mırıltılar yükselirken, lavaboda yankı yapan mesaj sesiyle ikisi de orgazmdan sıyrıldı. Jungkook, yavaşça Jimin'in içinden çıktığında çocuk bitap bir halde başını aynaya yasladı.

Ancak bir süre boyunca Jungkook'tan ses gelmeyince başını çevirdi ve ona baktı. Yaptıkları sex resmen Jimin'i buralardan alıp götürmüştü.

Fakat Jungkook'un ifadesine bakılırsa, gerçek dünyaya dönme vakti gelmişti çoktan.

--

İki altın tokmak, altına boyanmış aslan figürlerinin ağzında yer alıyordu. Beyaz renginin köşeleri göz alıcı bir ahenkle altın sarısı işlemelerine bürünmüştü. Çift kanatlı kapının tam ortasında iç içe girmiş bir sembol vardı. Genç adam yutkundu, bu kapıyı nasıl unutabilirdi ki...

Yumruğunu kaldırıp usulca tıkladığında tok bir ses tüm koridorda yankılandı. Yalnız gelmişti, niye geldiğini bile hala kendi içinde sorguluyor olsa da, istenileni harfiyen yerine getirmişti. En iyi dostu Hoseok'un bile haberi yoktu bundan.

Kapı, zıt yönlerde iki yana açıldı. Odaya adımladığında yeniden yutkunma ihtiyacı hissetti. Odanın camla kaplı kısmının önünde iki kişi duruyordu. Tekerlekli sandalyede oturan adamın sureti hiçbir zaman gözünün önünden gitmemişti yıllar boyu. Yabancı olan ayaklarının dibindeki idi.

Uzun saçlara ve keskin yüz hatlarına sahip bir genç adamdı. Bunun yanı sıra kaşının üzerinde ve gözlerinin altında, yani elmacık kemiklerinde dövmeler vardı. Dudağının ortasında iki gümüş piercing vardı ve ona bakarken tırnaklarını kemiriyordu. Ayrıca ten rengi neredeyse dövmeler yüzünden fark edilmiyordu bile.

Gözleri fazla hırçınlık doluydu. Oturduğu yerde bir öne bir arkaya sallanırken, tekerlekli sandalyede oturan adamın eli onun omzundaydı. Onu kuduz bir köpeğe benzetebilirdi rahatlıkla. Ancak böyle bir tiplemeyi daha önce görmediğine de emindi,

"Kim Namjoon, beni kırmadığınız için size müteşekkirim."

Aradan yıllar geçse, bedeninden ve yaşından çok şey kaybetse de bu herifin sesinde ki o tını hala aynıydı. Vindicta'nın eski lideri, Jungkook yüzünden, başta kendisi olmak üzere, tüm topluluğun itibarının sarsıldığı o adamdı bu.

İsmini kimse bilmezdi. Herkese Vindicta'nın lideri diye tanıtılmıştı eskiden. Hala da öyle biliyorlardı. Fakat insanlar ona bir lakap takmıştı, sadece o isme sahipti. Ona 'Abaddon' derlerdi. Yıkım ve felaket getiren şeytan...

"Neden burada olduğumu bilmek isterim."

Tırnaklarını yemeyi bırakan adam, tıpkı bir hayvan gibi elleri ve ayakları üzerinde doğrulup bir süre seslice gülümsedi. Namjoon, ona tuhaf tuhaf bakmakla yetinmişti, deli falan mıydı?

"Ah, kabalık ettim. Tanıştırayım bay Kim.."

Üç parmağı eksik olan elini, adama doğru uzattığında, komutunu almış gibi gülümsemeyi kesti ve yerinden doğruldu. Namjoon ise bir adım gerilemişti istemsiz.

O adamın, böyle iri ve uzun olacağını tahmin etmemişti doğrusu. Kendisinden uzundu, üstelik doğduğundan beri spor yapıyor gibi bir hali vardı. Omuz kaslarını kütleterek başını yana eğdi.

Abaddon, gittikçe keyifli bir gülümseme eşliğinde görüşünü kaybettiği gözünü ovaladı. Yüzünün sol kısmı, ezilmiş gibi, berbat bir haldeydi. Yer yer yılan ısırıkları da vardı,

"Bu benim oğlum, Jae Wook. Artık kardeşliğimizin lideri, o."

Namjoon, ellerini arkasında birleştiğinde, yüzünde ilginç bir ifade vardı. Şaşkındı aynı zamanda korkmuştu da. Adam öyle bir gururla yaratmış olduğu canavarı gösteriyordu ki, hem de canavarı şuursuz gözüküyordu.

Adamı yeniden inceledi. Sonradan mı bu hale gelmişti, yoksa hep mi böyleydi düşünmeden edemedi. Ancak net olan bir şey vardı ki, acıması olan birine benzemiyordu.

Tam da Jungkook'un dişine göre biriydi,

"Ne demeliyim, tebrikler?"

İkisi de tüyler ürpertici bir benzerlik içinde, aynı anda güldüğünde Namjoon dişlerini sıkmıştı. Jae Wook, az önce yabani bir çocuğa benzeyen o değilmiş gibi usulca yürüdü ve masaya kalçasını yaslayıp, saçlarını geriye taradı.

Yaşlı herif, üzerinde ki battaniyeyi çekip bacaklarını ortaya serdiği zaman, odada ki gerginlik gözle görülür bir hal almıştı. Jae Wook neredeyse hırlamış bile olabilirdi.

Adam, diz kapaklarından itibaren bacaklarını kaybetmişti. Onları, parmakları eksik elleriyle ovalarken yüzünden çok değişik ifadeler geçiyordu. Ne kızgınlık, ne kin, ne de hüzündü. Sadece belirsizdi işte,

"Derdimin tam olarak ne olduğunu, kim olduğunu bildiğinizi umuyorum."

Namjoon, aklına gelen anılarla bir kez daha yutkundu. Karşısında, sadece bu zavallı görüntüsüne bakarak bile bu kolayca anlaşılabilirdi. Jungkook'u istiyordu. Ve gözle görülür derecede de ölü istiyordu onu,

"Anımsıyorum elbette. Ancak durum buysa neden benim çetemden insanlar öldü?"

Ses tonu, beklediğinden sert çıkınca iki çift göz üstüne dönmüştü. Gerçi, kendisi de engel olabiliyor değildi kendine. Bu adamdan uzun süredir nefret ediyordu, şimdi ikiye katlanmıştı sadece.

Yine de, hala tehlike arz ettikleri gerçeği değişmiş değildi. Bu yüzden özür mahiyetinde boğazını temizledi ve bakışlarını herhangi bir yere çevirdi,

"Savaş olduğunda, araya her zaman kaynayan olur Baem'in lideri.."

Ağır ve kelimeleri net seçilen konuşmasını, öksürük krizi yarıda kestiğinde, Jae Wook ile göz göze gelmemek için kendini sıkıyordu. Adam öyle dik bakıyordu ki,

"Fakat, inanıyorum ki benim kadar siz de masum değilsiniz. Ah, Jongin'in ölümü, bir türlü aklımdan çıkmıyor doğrusu."

Bir anda, karşı taraftan gelen darbeye hazırlıksız yakalandığı için mimiklerini kontrol edememe gafletine düştü. Zaten hiç susmayan vicdanı, avaz avaz çığırdığı zaman çene hattı tamamen göz önüne serildi dişlerini sıktığı için.

Birkaç adım, doğruca bunamış herife attığında Jae Wook'da kendisine eşit adımlarla ilerledi. Namjoon, hala arkasında bağladığı ellerini sıkarken ona doğru eğildi ve yarısı parçalanmış yüzünde göz gezdirdi.

Sadece bu bile, adamın sinirle nefeslenmesine yetmişti,

"Neden, buradayım dedim?"

Oldukça bastırdığı kelimelerle ve arkasında hissettiği adamın varlığıyla aslında gergin de sayılırdı. Yine de öfkesine hakim olmak şu an kolay değildi.

Jae Wook, iri elini onun omzuna atmış ve hızla bedenini doğrultup kendine çekmişti. Namjoon omzunda ki aşırı baskıyla tıslamamak için yeniden kendine hakim oldu. Adam biraz daha eğildi ve onunla burun buruna geldi.

Sesi buz gibiydi, tek düze ve tok,

"Söyle bana, Jeon'un zaafını söyle ki onun canını sökeyim bende ."

Suratına çarpan nefesle eş zamanlı tüyleri ürperdi Namjoon'un. Aklına anında Jimin'in güzel çehresi düşmüş, omuzları titremiş ve göz bebekleri büyümüştü.

Adamın yüzünün her bir zerresine çatılı kaşlarıyla bakarken, Jae Wook sanki zihnini okumaya çalışır gibi daha çok üstüne eğildi. Bir şey bildiğini çoktan anlamıştı. Fakat bilmiyordu ki Jeon'un da, Namjoon'un da zaafı aynı sayılırdı,

"İş birliği yaparsanız eğer, Bay Kim, çetenizi tüm bu kaostan çekip alacağım."

Tekerlekli sandalye, ikiliye kayarken kulak acıtan bir ses çıkarmıştı yaşlı adamın sesine karışmış bir şekilde. Ancak Namjoon, burnundan solumuş ve bir adım geriye kaymıştı.

Hareketi şiddetli sayılacak hızda olduğu için Jae Wook'un gözleri süratle koyulaşmıştı. Yine de, babasından bir talimat almadığı için durmayı tercih ediyordu,

"Sizden daha fazla şey bilmem mümkün değil, ne yazık ki."

Başka bir şey söylemedi. Dönüp ona da bakmadı, gözlerini zaten karşısında ki bu adamdan çekememişti öfkesinden. Arkasını döndü ve çift kanatlı kapıya yürüdü.

Adımları zemini delecek kadar sertti. Elleri kapıya dayanmıştı ki, durdu ve omzunun üzerinden ikiliye baktı,

"Ayrıca, siz savaşı çoktan başlattınız. Sonrasında olacaklar benim sorunum değil."

Odaya sessizlik hakim oldu. Kendisine Abaddon denilen adamın yüzünde ki kin, görülmeye değerdi. Namjoon, kapıyı ittirdi ve önüne çıkan kim varsa çarpıp yoluna devam etti.

Bu sadece Jungkook'un da savaşı değildi. Onun da savaşıydı. O söylemese bile, bu yeni herifin Jimin'i bulabileceğini anlamak zor değildi. İttifaktan başka şansları yok gibi görünüyordu.

--

Gökte kızıl bir şafak doğuyordu. Kanın dökülmüş ve dökülecek olduğunu biliyor gibiydi. Tepesinde gürleyen sesleri ve arasında yıldırım çakan kırmızı bulutları vardı. Cehennem, yer altından çıkıp da gökyüzüne taşınmaya karar vermiş olmalıydı.

Sokaklar ve caddeler sessizdi. Çete bölgeleri, gece kulüpleri, herhangi bir yer. Sadece göğün sesi vardı, insanlar önceden olmuş bir şey için mi yas tutuyordu yoksa olacak ölümler için mi?

Neydi bu, insanın tüm bedenini yiyen his? Öfke, değil. Hüzün, değil. Ama aynı zaman da ikisi de. Aslında insanoğlunun ilk katili de böyle doğmamış mıydı? Taş kalbine çöken hüznün, çepeçevre sardığı korkutucu öfke ile...

"Bugüne kadar kimseye merhamet göstermedik."

Birini öldürmek, kolay değildi. Ama bir başkası, sizden sevdiklerinizi kopardığında dünyada ki en basit şey de olabilirdi,

"Girdiğimiz her kavgayı kazandık!"

İntikam alınırdı alınmasına, insanın içi soğuyor muydu ki alınınca? Acı ne zaman geçerdi, kim bilir ki? Ama insanın yüreğinde hiçbir zaman hafiflemiyor, dinmiyordu,

"Yasaları biz yarattık! Adalet de biziz, anarşi de."

Her zaman, başını çevirdiğinde gördüğün, her sabah günaydın dediğin bir insanın artık olmadığını kabul etmek zordu. Bir katil olmaktan da daha zor. Veda etmek, hepsinden de zordu,

"Eğer bizden birinin kanı dökülürse,"

Yavaş yavaş, yağmaya başladı kan. Kan diyordu, çünkü böyle bir gökten böyle bir günde başka ne yağardı insanın üzerine? Rüzgar neredeyse delecekti derisini. Gözlerini gökyüzünden aldı ve burnuna dokunan ıslaklığı sildi usulca.

Önünde, koca bir ordu vardı sanki. Her birinin bedeni ateşle kavrulmuş, gözlerinde ki keskinlik öfkeyle dövülmüştü acının havanında. Nasıl da kana susamışlardı... Sahi, kana susayan sadece onlar mıydı?

"Siktiğimin herkesin kanını dökeriz!"

Tepelerinde korkunç bir şimşek çaktığında, herkes bunu bekliyor gibi şiddetle haykırdı. Kana susayan bu insanlar mıydı yoksa Tanrı mı? Suç kimdeydi?

"Söyle bana Lubi, benimle misin?"

Gözlerini ağırca çevirdi tüm bedeni heybetle kasılan adama. Kollarını iki yana açmış, sanki onun emrinde ki tüm insanları kucaklıyordu. Büyük elleri, birkaç saat önce tuttuğu küçük kızın cesedinden savrulan kanla kaplıydı hala. Kesin olan tek şey, suçun çocuklarda olmadığıydı.

Tüm çeteden tek bir cümle yükseldi. Karşısında sanki siyaha boyanmış koca bir deniz vardı,

"Kana kanla karşılık verilir!"

Kanının nasıl da hızlandığını, boynunda ki damarın atışına kadar hissetti. Gözlerini bürüyen o his, sanki bu siyah denizden üstüne bulaşan bir hastalıktı,

"Savaş, kapımıza kadar dayandı."

Dudakları arasından savrulan kelimeler, o an için fazlaca doğru gibiydi. Olmaması gerektiği halde. Belini saran kollarla başını kaldırıp, hızlanmaya başlayan yağmur damlaları arasından keskin yüze baktı,

"Bu noktadan sonra oturup bekleyemeyiz..."

Başını aşağı yukarı salladığında, Jungkook alnını onun şakaklarına yasladı. Jimin ise, belinde ki kolları sımsıkı tutarken, nasıl da böyle bir duruma geldiğini anlamaya çalışıyordu. Bütün Lubi üyeleri, koca bir yığın yırtıcı hayvana benziyordu.

Hepsi bağırıp çağırıyor, küfürler ediyor, silahlarını ateşliyor ya da savuruyor, etrafa yumruklar savururken kimileri de borularını öttürüyordu. Park Jimin, kendisini delilikle dolu bir orta dünya savaşının göbeğinde hissediyordu.

Ancak, belki de böyle bir zaman diliminde içinde yaşadığı koca bataklıkta, delirmek tek seçenekleri idi. Sanki, kendisi yeterince delirmemiş gibi..

--

Kim Namjoon, bir fırtına gibi ese gürleye dalmıştı içeriye. Kapıyı sertçe ittirdi ve duvara çarpmasını önemsemedi. Önce saçlarını karıştırarak odada birkaç tur attı, ne yapacağını şaşırmıştı sanki.

Hoseok ve Chae-rin, onun arabasından bir ok gibi fırlayışını gördüğü an önce birbirlerine bakmış, daha sonra peşine düşmüşlerdi. Namjoon genelde sakin bir insandı, nadir zamanlarda böyle delirirdi.

İkilinin odaya girmesine eş zamanlı, Namjoon kendini daha fazla tutamadı ve dudakları arasından öfkeli bir haykırışı salıp, koca masayı tuttuğu gibi savurdu.

Üzerinde ne var ne yoksa, masaya birlikte sürüklenmiş, kırılan camların sesi tüm odayı doldurmuştu. Genç kız, korkuyla bir adım gerilemiş, Hoseok ise kaşlarını çatmıştı,

"Sikerler!"

Omuzları heybetle kalkan adam, derin derin solurken ikiliyle göz göze geldi. İri ellerini beline koydu ve dağınık saçları arasından onlara sorarcasına baktı.

Hoseok, onun bu haline anlam vermeye çalışırken, yeri diğer eşyalarla birlikte boylamış olan Lacra'yı usulca eline aldı Chae,

"Neler oluyor Joon?"

Namjoon sinirle boşluğa kolunu savurdu ve burun kemerini sıktı. Ağır ağır, devirdiği masanın çaprazında kalan uzun koltuğa ilerledi. Hoseok ise hala bir cevap bekliyordu,

"Köşeye sıkıştım, tamam mı?"

Chae hızla başını kaldırmış, önüne gelen sarı saçları çekmiş ve çatık kaşlarıyla liderine bakmıştı. O ise hala burun kemerini sıkarken yeri izliyordu. Dalgındı, üstelik de söylediği şey zerre kadar mantıklı değildi,

"Jungkook mu?"

Hoseok, arkadaşının yanına otururken tereddütle sorduğunda Namjoon hızla başını iki yana salladı,

"Hayır, o da aynı durumda."

O kadar anlamsız konuşuyordu ki, ikili yeniden göz göze gelmekten alamadı kendini. Chae öfkesine yenik düşmüş olacak ki hızla ona doğru bir iki adım atıp hışımla bağırdı,

"Bilmece mi bu, doğru düzgün konuşsana!?"

Namjoon, derin bir soluk verip koltukta hafif öne kaydı ve dirseklerini dizlerine dayadı. Ellerini sımsıkı birleştirdi,

"Vindicta'nın eski lideri, beni çağırdı."

Hoseok'un zeminde dolanan bakışları, anında ona döndüğünde herhangi bir şey söylemesine kalmadan Namjoon elimi kaldırdı. Bu gayet açık bir biçimde, kapa çeneni demekti,

"İş birliği için, biliyorum hepsi yalan dolan.. "

Chae, elinde tuttuğu Lacra'yı herhangi bir yere koydu ve doğrudan ona döndü, elbette onların kimseyle iş birliği yapmayacağını biliyorlardı. Ancak asıl sorun bu olmasa gerek ki, Namjoon oldukça sıkıntılı gözüküyordu,

"Eski lider dedin, yenisi mi var?"

Hoseom'un vakitsiz gelen sorusuyla Namjoon'un teninin nasıl da kireç gibi beyazladığını görmek ikisini de endişelendirdi,

"Oğlunu başa geçirmiş. Normal değil, zerre normal değil.."

"Bir hayvan gibi davranmasını geçtim, bana Jungkook'un zaafını sordu, canını sökmek için."

Chae, anında açtığı ağzını geri kapatmıştı. Çünkü biliyordu ki o adamın zaafı, Namjoon'un da zaafıydı. İçinde hissettiği manasız acı yüzünden kaşları çatıldı genç kızın.

Hoseok ise, bir süre Namjoon'a bakakalmıştı. Köşeye sıkıştıklarını şimdi daha iyi kavramıştı genç adam. İki tarafta, bu zaafa ölümüne bağlı durumdaydı,

"Bir zaafı olduğunu biliyorlar ama kim olduğunu bilmiyorlar. Ve inan bana Hoseok, öğrenmeleri de çok uzun sürmeyecek."

Genç adam hızla başını iki yana salladı. Minik sevgilisinin, Jimin'e olan sevgisini ve bağlılığını çok iyi biliyordu. Ona bir şey olursa nasıl da yıkılacağını biliyordu...

"Jungkook'a gitmeliyiz."

Odada derin bir sessizlik oluştu. Namjoon kendisi de biliyordu böyle bir durumun nasıl zor olacağını. Üstelik çeteden kimsenin de böylesine bir tehlikeyi işitmemesi lazımdı.

Hem de yeni ve çok güvenilir olmayan üyeler varken.

Chae usulca başını salladı, ellerini cebine atıp kapıya doğru yönelirken ağzının içinde mırıldandı ancak ikisi de anlamıştı ne dediğini,

"Güvenilir birkaç kişiyi alacağım."

O çıktıktan birkaç dakika sonra da Namjoon ve Hoseok çıkmıştı. İkisi, Baem koridorlarını geçerken birçok üye liderlerini izliyordu. Çoğu peşlerine takılsa da, çoğu olduğu yerden kıpırdamamıştı.

Ana binada usul bir hava vardı, sessizlik hakim sayılırdı. Namjoon kaşlarını çatmadan edemedi. Bir sorun olduğu apaçık ortadaydı halbuki. Fakat ses etmedi, daha önemli bir şeyle uğraşmak zorundaydı şu an.

Ana binadan çıktıklarında, tam meydana yürümek üzereydi ki, Chae ve onunla gelen birkaç kişiyi görünce durdu. Ellerini cebine attığında Hoseok dibine girmişti,

"Namjoon, tüm bu şey, bir savaş biliyorsun değil mi?"

Joon sıkıntılı bir nefesi aldı ve dışarıya seslice saldı. Bunun anlamını ikisi de biliyordu. Üstelik bir savaşın arefesinde Lubi'yle konuşmaya çalışmak intihar gibiydi.

Chae, onlara yaklaştığında hazır olduklarını söylemek üzereydi. Ancak kalabalığı yarar gibi çıkan gür ses, üçünün de şaşırarak oraya dönmesine sebep oldu,

"Dur orada Namjoon!"

Min Yoongi, çatılmış kaşları ve mimiksiz yüzüyle birkaç kişiyi daha sertçe önünden çekmişti. Arkasından gelen Seokjin ve Taehyung'u da gördüğünde kaşları çatılan bu sefer Hoseok oldu.

Onun asi yapısını anlıyordu ancak son zamanlarda fazlaca sınırını zorladığını Namjoon'un yüzüne bakınca görüyordu da,

"Nereye gittiğini sanıyorsun?"

Yoongi, sert ses tonuyla bir bıçak gibi dikildi karşılarına. Hoseok, bir şey demesi için yalvarırcasına Seokjin'e döndü ancak onda gördüğü duvarımsı ifadeyle afalladı.

Fakat daha ona vakit kalmadan, Namjoon sert birkaç adımla Yoongi'nin dibine girdi. İşaret parmağını sallarken, öyle öfkeli gözüküyordu ki. Hoseok hızla ikilinin arasına girdi ve Yoongi'yi belinden kavradı hafifçe,

"Sana hesap vereceğimi düşündüren nedir? Haddini bil Min."

Yoongi alayla gülümsedi ve belinde ki eli sertçe itti. Tüm çete, yaptığı işleri bırakmış onları izliyordu,

"Yine Lubi'ye gidiyorsun değil mi? İlla gebermek mi istiyorsun sen!?"

Sesi öyle yüksek çıktı ki, tüm çete arasında başlayan fısıltı seli duyulmaya değerdi doğrusu. Bu resmen, bir başkaldırı sayılırdı. Şimdiye kadar kimse lidere böyle davranmamıştı.

Namjoon, irice açılan gözleri ve sıkılaşan çene hattıyla ileriye atıldı ki anında araya giren Hoseok'la durmak zorunda kaldı. İkisinden de tek kelime çıkmadı. Ancak göz göze geldiklerinde ne konuştukları aşikardı.

Bu yüzdendir ki, otoritesi sorgulansa bile Namjoon arkadaşı için arkasını dönüp bir el işaretiyle küçük ekibin onu izlemesini sağladı. Hoseok derince bir nefes verip, yeniden Yoongi'ye döndüğünde, sevgilisinin sakin durmaya hiç niyeti olmadığı belliydi,

"Savaş hepimizi yiyip bitirecek ahmaklığın yüzünden, buna izin vermem!"

"Yoongi yeter!"

Hoseok, o ana kadar ses etmese bile, cidden sınırını zorladığı için sevgilisinin yüzüne karşı bağırmaktan çekinmemişti. Namjoon olduğu yerde durduğu an da, Yoongi kendine hakim olamayıp Hoseok'u göğsünden ittirmişti,

"Aptallığınız umrumda değil, ülkenin tamamı resmen çete! Onların arasında Jimin'de var!"

Genç adam, öfkeyle sevgilisine yürüdü ve Namjoon onlara döndüğünde bağırsa da işitmedi,

"Bir şey bildiğin yok senin Yoongi!"

Ancak o an olan şey, herkesin dilinin tutulmasına sebebiyet bile verebilirdi. Çünkü çete içinde bir silah havaya doğru patlamış, tüm bu gürültüyü susturmuştu. Hoseok, Namjoon'dan geldiğini düşünmüştü.

Ama, bir an da yanından geçip, Yoongi'nin arkasına ilerleyen birkaç çete üyesiyle gözleri kocaman açılmıştı. Bir, iki, beş derken neredeyse çetenin yarısı usulca küçük adamın arkasına geçmiş ve onlara doğru kararlı bakışlar atmışlardı.

Hoseok havalanan kaşlarıyla Namjoon'a döndü ve onun da aynı şekilde olan biteni izlediğini görünce yeniden Yoongi'ye baktı. Yüzünde katı bir ifade vardı ancak hiçbir şeyden haberi de yok değildi,

"Ne sikim oluyor lan!?"

Elinde silah tutan, yıllarca birlikte oldukları adamlardan birisi, hala öfkeli olan küçük adamın yanında durdu ve doğruca Kim Namjoon'a bakarak konuştu, diğerleri ise sadece onu onayladı,

"Şu oluyor, artık sana değil, ona itaat ediyoruz. Bizim kendi irademiz var Kim Namjoon, kimin liderliğe layık olup olmadığını görüyoruz."

Chae ise dolu gözleri eşliğinde onlara ilerlemiş, aralarında gördüğü kendi adamlarına, sadakat için bağırıp çağırırken, Namjoon resmen olan bitene bakakalmıştı.

Çünkü bu, bir iç savaşın başladığını gösteriyordu.. Lidere olan güvenin sarsıldığını.

Fakat daha genç adam içinde bulunduğu durumu kavramaya vakit bile bulamadan, gelen zevkli bağırtılar ve yükselen kornalar eşliğinde Baem'in içine konvoy şeklinde dalan çete hepsinin şaşkınlıkla onlara dönmesine sebep oldu.

Namjoon, kaşlarını çatarak üzerinde yılan sembolü olan beş kamyonete baktı. Arkalarında, Baem'in ana şehir girişinde, neredeyse üç yüze yakın araba gördüğünde daha çok afalladı. Bugün daha fazla ne olabilirdi acaba?

O daha bir şey diyemeden, beş kamyonet de ortasına sadece Namjoon'u alacak biçimde daireler çizmeye başladığında herkes etrafa kaçmıştı. Kamyonetin arkasından sarkan Lubi üyeleri, zafer kazanmış gibi zevkle çığlık atarken silahlarını savurup duruyordu. Uzun zamandır bekledikleri izin, bugün liderlerinden çıkmıştı.

Buraya kadar girmiş olmaları bile bir şok niteliğindeydi. Üstelik resmen tüm çete girmişti Baem'e. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Normalde olsa, anında karşılık bulacakları bu tavır, şimdi öylece müsamaha görüyordu. Namjoon yine de sakinliğini korudu. Herhangi bir hamle yapmayacaktı, nihayetinde Jungkook'la konuşması lazımdı.

Kamyonetlerden birinin camından dışarıya çıkan bir el, yumruk şeklini aldığında diğer dört araba da onunla aynı anda durdu.

Kana susamış görünen üyeler, Namjoon'a sarkarken endişe etmemek içten değildi. Fakat en başta ki kamyonetin kapıları açıldığında hepsi saygıyla geri çekilmişti. Jungkook, arabadan inmek yerine kapısına ağırlığını vermiş ve sırıtmıştı.

Diğer kapıdan da Jimin çıkıp, toprak zemine indiğinde Namjoon ona bakakalmıştı. İşte her şeyin sebebi oydu. O küçük beden yüzünden Namjoon sesini bile çıkarmıyordu bu duruma.

Şu küçük adam sayesinde çetesi bölünmüş, kapısına bir savaş dayanmıştı. Üstelik savaş daha da büyüyecekti. Ancak iki tarafta tek bir şeyi koruyacaktı. Şu küçük bedende ki küçük canı...

Namjoon işte bu yüzden susmaya devam etti. Hoş, karşıdan da tek kelime çıkmıyordu. Jimin sırtını kamyonete yasladı ve kollarını göğsünde bağlayıp ikiye ayrılmış çeteyi izledi. Gözleri yanlış mı görüyordu yoksa Baem taraflara mı ayrılmıştı?

O, Yoongi'yle göz göze geldiğinde, Chanyeol Jimin'in yanına geçip kolunu kamyonete yaslamış, hemen yanında da Baek durmuştu. Jimin, Yoongi'nin yüzünde ki bu ifadeyi iyi biliyordu.. Burada dönen şeyi anlamak zor değildi,

"Ne var Jeon? Ne istiyorsun?"

Namjoon'un oldukça durgun çıkan sesiyle Jimin hızla ona döndü. Kaşları çatıktı, yüzü ifadesiz sayılırdı,

"Küçük aile meseleni böldüğüm için üzgünüm ama benim ki daha önemliydi."

Nihayet kapıdan ayrıldı ve yere indiğinde, ellerini cebine atıp usul usul yürüdü Namjoon'a. Yüzü keyifliydi, çok fazla. Namjoon, ona anlamsız bir ifade yanında sorarcasına bakınca Jungkook sanki kabalık etmiş gibi elini göğsüne attı,

"Ah, konuşmayı ben yapmayacağım."

O an, Seokjin tüm kalabalık arasında dişlerini sıkıp gözlerini boşluğa diken Jimin ile, çok da hoş bir sürprizin olmadığını anlamıştı. Zaten, daha fazla vakit kaybetmeden kamyonetin arka kapısı açılmış, içinden çıkan beden küçük çaplı bir şok dalgasına daha sebep olmuştu.

Jungkook, oldukça makam sahibi birisini takdim eder gibi oyuncu bir tavırla hafifçe eğildi. Kyungsoo, sırtında taşıdığı silah ve elinde, parmağında sürekli salladığı muştasıyla salına salına yürüyordu.

Bilincinin pek de yerinde olmadığı belliydi, gözleri sürekli kayıyordu. Teni kireç gibiydi, göz çevresi kıpkırmızı ayrıca torbaları da resmen siyaha çalıyordu. Omuzları yere bakarken, üstünde öyle büyük bir yenilgi hakimdi ki.

Namjoon birkaç adım geriledi, içinden yükselen o kavurucu vicdan azabı anında boğazını kavramıştı. Ona bakmaya yüzü yoktu, bu yüzden hızla bakışlarını yere eğdi. Zar zor yutkunuyordu.

Jungkook, Kyungsoo'ya bakmamak için kendini zorlamış olsa da, yeniden çökmüş bedenine göz attığında yüzünde ki o muzip ifade soldu. Üzerine yerleşen hüzün tarif edilemezdi, çocuk resmen ölmüş gibiydi,

"Neden eğdin başını? Senin eserin lan bu!"

Kyungsoo, tek kaşını kaldırmış, öncesinde sesi fısıltı gibi çıksa da ciddi anlamda kükremişti sonlara doğru. Namjoon yine de ona bakmadı, bakamıyordu ki.

Jimin, boğazında ki düğümle ikisini izliyordu. Geldiğinde çok daha kötü bir haldeydi. Bedeni yara izleriyle doluydu, acısını kendi üzerinde atmaya çalışmıştı. Ancak Jungkook, istediği bir şey olup olmadığını sorduğunda sadece tek şey söylemişti, Namjoon'un ismini...

Kyungsoo önce yutkunmuş, ona birkaç adımla yaklaşmışken gözlerini Baem çetesinin üstünde gezdirmişti. Gözle görmesi zor bir hızda parmağında salladığı muştayı anında tüm eline geçirmiş, öfkeli bir yumruğu Namjoon'un yüzüne geçirmişti.

Genç adamın başı, anında kanlar içinde yana devrilirken, sarsılan bedeniyle öksürdü ve dudakları arasından kanların zemine saçılmasını izledi.

Her ne olursa olsun, Namjoon için endişe eden tüm çete kıpırdanmış, birkaçı hiddet içinde bağırsa da üzerlerine çevrilen silahlar yüzünden susmak zorunda kalmışlardı. Burası onların bölgesi olsa bile,

"Bana bak, Kim Namjoon. Bak bana."

Namjoon, dudağını sessizce silip, başını ağır ağır kaldırdı. Gözleri zar zor çıktı karşısında ki gözlere. Öyle kin dolu bakışlar görünce kötü hissetmemek elde değildi.

Kyungsoo bir yumruk daha atmak isteğiyle başa çıkmaya çalışırken, Jungkook iki adım yaklaştı onlara. Kyungsoo'ya engel olmayacaktı elbette, merak ettiği şeyler vardı,

"Ne diye gittin Vindicta'ya? İş birliği için mi?"

Namjoon, anında bakışlarını ona çevirmişti. Fakat yüzüne yediği yeni bir yumruk yüzünden dengesi bozulmuş, o daha gözlerini bile açmadan karnına yediği tekmeyle inleyerek dizleri üstüne düşmüştü,

"Götünün derdine düşmekten, çetenin güvenini de mi kaybettin Namjoon?"

Genç adam yüzünde hissettiği dehşet sızıyı göz ardı etti ve neredeyse kan kusarak kaldırdı başını. Sesinden tüm derman çekilmiş gibiydi,

"Bir bok bildiğiniz yok.."

Jungkook, kaşlarını çattığında Kyungsoo korkunç bir kahkaha atmıştı. Hırsına yenik düştü, belinden çıkardığı silahı alnına dayadığında, bir eliyle de boğazını kavramıştı Namjoon'un,

"Bir bok bilmiyoruz öyle mi? İki canım vardı benim! İkisini de söktünüz lan benden! Öldüm ben Kim Namjoon!"

Jungkook çenesini sıkmış, doğruca kendisine bakan Namjoon'u izliyordu. Gözlerinde biriken yaşları gördüğünde alayla gülmeden edemedi. Ona acımasını mı bekliyordu? Jongin'e yaptıklarından sonra hem de?

Gülmeye devam etti, sinirlerinin bozulduğu açıktı. Gözlerini gökyüzüne çevirdiği zaman, bedeninin gerilmesine sebep olsan asıl noktaya değindi Namjoon,

"Kabul etmedim, ama biliyordu Jungkook.."

Jungkook hızla başını ona çevirdiğinde, tüm bakışlar Namjoon üzerinde toplanmıştı. Genç adam zar zor getirdi son cümleleri diline, doğruca Jimin'e bakarak,

"Bir zaafın olduğunu biliyor. Onu bulması an meselesi artık."

Kyungsoo' da beklemediği cümleler yüzünden hızla Jungkook'a dönmüştü. Yoongi ise afallayarak başını yere eğmiş Hoseok'a bakmış, hemen ardından kendisi kadar şaşkın olan Jimin'e dönmüştü panikle.

Jungkook ise tüm tüylerinin ürperdiğini hissetti. Dudakları endişeyle aralandı. Gözlerinde yeşeren korkuyla sevgilisine baktı. İşte şimdi, ciddi anlamda savaş başlamıştı.

--

Helü ma biches¡

Annecik geri döndü. Bilmeyenler için söyleyim kısa bir rest vermiştim o yüzden uzun zamandır yoktum. Ayrıca bu gibi durumlarda bana ulaşmanız daha kolay olsun diye Twitter'da açtım, @carmenwantsdie.

Körelmiş gibi hissediyorum bölüm hazır olmasına rağmen bayadır da emin olamadım atmak için. Yine de atayım dedim en sonunda, ayrıca kontrol de etmedim. Hata varsa ve beğenmezseniz şimdiden affola.

Yeni psikopatımız ve bize kan ağlatacak Jae Wook'a hoş geldin diyin hehe

BUNLAR NE BUNLAR BİGHİT BUNLAR NE

Continue Reading

You'll Also Like

12.3K 528 9
bakugounun gizli sapığı yn bakugou'ya yazıp onu baştan çıkarmayı planlar
57K 5.9K 25
en yakın arkadaşını kaybeden park jimin, onu geri getirmek için çok tehlikeli bir şeytanla anlaşma yapmaya gider.
28.8K 1.7K 5
Evliliğinin gittikçe daha da kötüleştiğini fark eden Açelya, bir blog sayfasında denk geldiği 21 tavsiyeyi denemeye karar verir. : kitap kapağı için...
182K 16.8K 28
Devasa alevlerden korkmama rağmen aşkınla beni cayır cayır yakman adil değildi. Aşkın güneşten daha sıcak bir etki bırakıyordu fakat belki de ateşe d...