İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.8K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 41

14.3K 919 328
By iremmipelin

Holaaa.

Her yer her yere dağıldı, bir ucundan toplamak lazım bölümüyle karşınızdayım. 
Bu bölümle birlikte İlkyaz'da son düzlüğe girmiş bulunuyoruz. 
Yani, evet, sona doğru yol alma vaktimiz geldi. 
Uzun, yorucu ve öğretici bir deneyimdi benim için her şeyiyle. 
Bitmesi gerektiğini bildiğim halde hep bir yerinden tutup gitme, demek istiyorum. 
Yine de gidecek, biliyorum. 
Henüz vedalaşma için erken, daha önümüzde bölümler ve bonuslar var. 
Sadece o yola girdiğimizi bilin istedim. 
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

İrem Pelin xx

🌸

Zaman garip bir kavramdı. Geri alınamıyor, ileri sarılamıyor, durdurulamıyordu. Tutulmak istense avuca sığmıyor, bir göz kırpışında uçup gidiyordu. Bir an öncesine dönmek diye bir şey yoktu. Bir an sonrasına geçmek imkansızdı. Zaman akıp giden, giderken de akışta sürükleyen bir kavramdı.

Bazen zihnimiz, algımız reddederdi zamanı. O anlardan birindeydim. Şu an buraya, bu hastane koridoruna nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum. Tırnaklarımın derimi kestiği avuçlarımın sızısını hissetmiyordum. Sallanıp duran yerde sabit kalmamı sağlayan tek şeyin Ege'nin belimi kavrayan kolu olduğunu biliyordum. Sesleri duymuyordum, kalbimin içimi delip dışarı çıkmak ister gibi atışı dışında hiçbir şeyi duymuyordum.

Ege beni bir yere doğru çektiğinde adımlarımı ona uydurdum.

Biliyordum. Biri çıkacaktı ve dönülmeyen o kelimeyi söyleyecekti. O kelime benden, bizden, dünyadan bir şey eksiltecekti. Bütün sesleri reddetmem bu yüzdendi belki. Duymak istemiyordum. Zamanı tutamazdım, durduramazdım, avuçlarıma sığdıramazdım belki ama kaçardım. Sesleri duymaz, olup bitene odaklanmaz, geçip giden ile ilgilenmezdim.

Hiçbir şey eksilmezdi o zaman. Kimse benden bir şey alamazdı. Saklanırdım. Saklanacaktım.

Etrafa bakındım. Hastanenin aciliydi burası. Hastanede nereye saklanabilirdim?

"Nora," dedi Ege, bana doğru eğilmişti. Dudakları kulaklarımın hemen yanındaydı. Onu duymuştum. Yakındaydı. Başımı çevirdim. Bana baktığında kızaran gözleri tırnaklarımı avuçlarıma biraz daha bastırmama neden oldu.

Onu da saklamam gerekiyordu. Burada bırakamazdım.

"Saklanmamız lazım," diye fısıldadım. "Gelirlerse, söylerler... Hemen saklanmamız lazım."

Ege uzanıp alnımın kenarını öptü.

"Korkma..." dedi, dudaklarını çekmeden. "Bir şey olmayacak."

Gözlerine baktım. Korkma diye bakan gözlerine uzun uzun baktım. Nefesim göğsüme sığıyordu ona bakarken. O beni tutarken saklanmama gerek yoktu.

"Ekin..."

Sıla'nın sesini duyduğumda bakışlarımı koridorun ucuna çevirdim.

Oradaydı.

Ege kollarını etrafımdan çekip ona doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Kolunda sargı vardı. Kaşında ve çenesinde bandaj... Bir ayağını zorlukla öne atıyordu.

Ege, Ekin'i omuzundan kendine çektiğinde bir kolunu ona sarıp diğer eliyle başının kenarını tuttu. Ekin, sarılı olmayan kolunu Ege'nin omzuna koyduğunda, Ege başının kenarını öpüp çekilmişti.

"İyi misin?" dedi, gözleriyle onu tararken.

Ekin başını hafifçe salladığında yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle sildim.

Sıla yanlarına ilerlediğinde Ege çekilip onun sarılması için alan sağladı. Bakışları bana döndüğünde elini uzatıp yanına gitmem için çağırdı.

Bacaklarımı hareket ettirecek gibi hissetmiyordum. Yine de ona doğru bir adım attım. Kalbim hala korkuyla atıyordu. Buradaydı, birkaç metre ilerimde duruyordu ama o korku geçmiyordu.

Sıla kolunu incitmemeye çalışarak sarıldığında Ekin'e bakıp tebessüm ettim.

"Çok korktum," dedi Sıla, yüzünü Ekin'in boynuna saklamıştı.

"İyiyim," dedi Ekin bir kez daha zorlukla.

Öyle görünmüyordu. Kahverenginin bal tonunda bakan gözleri soluktu, parlamıyordu. Ekin böyle bakmazdı. Neşeli şarkılar gibi bakardı o, sürekli dans eder gibi hareket ederdi. Enerjisi bitmezdi, gözleri soluk bakmazdı.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Orada yıkılan, parçalanan bir şeyler vardı.

Sıla geri çekildiğinde sıra bana gelmişti, herkes ona sarılmamı ve sorun olmadığını söylememi bekliyor olmalıydı.

Ekin beklemiyordu.

Başımı hafifçe salladığımda anladığımı anlamıştı.

"Kadın nerede?" diye sordu, Ege'ye döndüğünde.

"Hangi kadın?" diye sordu, Sıla, Ege'nin yerine.

"Diğer arabada bir kadın vardı."

"Biz kimseyi görmedik," dedi Ege. Ekin'in omzunu tekrar tutmuş, ona ayakta rahat durabilmesi için destek olmuştu.

"Ben bakarım," dedim.

"Dur sen," dedi Sıla, kolumu tutmuş beni durdurmuştu. "Ben sorarım."

"Nora, siz odaya geçin, ben Sıla ile gideyim."

"Kadının durumunu öğrenin önce, ifademi verdim ben, sonra eve gideceğim."

"İfade mi verdin?" diye sordum, cılız bir sesle.

Başını yavaşça salladığında Ege bana ona dikkat etmemi söyleyen gözlerle bakıp Sıla'nın arkasından gitmişti.

"Sor hadi," dedi, gözleri gibi soluk çıkan sesiyle.

"Çok korktun mu," diye sordum, onun sormamı beklediği sorunun aksine.

Nasıl oldu, neden diye soracak değildim. O arabadan nasıl çıktığını, karşımda nasıl iki ayağının üzerinde durduğunu bilmiyordum. Kalbimin korkudan durmak üzere olduğu gerçeği dışındaki her şeyi önemsiz görüyordum şu an.

Ekin iyi olsun, gerisinin bir önemi yoktu.

"Korkacak kadar vaktim olmadı," dedi, bana doğru yavaş bir adım attığında yüzünü buruşturdu.

"Otur sen, ayakta durma." Kolunu tuttuğumda bana yaslanmasını sağladım. "Yatman lazım aslında... Eve gitmeyelim ama ya bir şey olursa. Burada kalalım."

Kolunu yavaşça kaldırdığında nefesi sıkışmıştı.

"Ne oldu?" dedim, üzerine bakmak için başımı eğerek. Koluna mı değmiştim, neden canı yanmıştı?

"Kaburgam," dedi zorlukla, "İncinmiş."

"Otur o zaman, yok dur oturma canın yanar..." Derin bir nefes aldım. Yatması lazımdı. Neden ayaktaydı?

"Kadının durumunu öğrensinler," dedi, konuşurken de canı yanıyor gibiydi.

Ege yanımıza doğru geldiğinden olduğumuz yerde durmuştuk. Zaten Ekin adım attıkça kötü oluyordu.

"Önemli bir şey yok," dedi Ege, sakin olması gerektiğini belirten bakışlarıyla Ekin'e bakarken omuzlarını tutmuştu. "Çok ciddi değilmiş durumu. Zaten ona çarpmayı engellemek için yoldan çıkmışsın."

"Çarptım," dedi Ekin yüzünü acıyla büzdüğünde.

"Tamam," dedi Ege, "Kimseye bir şey olmamış. Önemli olan bu..."

Ekin başını iki yana salladı. "Oldu, ona çarptım. Yolda hiçbir şeyden haberi olmadan giden, hayatımda daha önce görmediğim bir kadın bu gece benim yüzümden evine, ailesine dönemeyecekti."

"Ekin," dedim. Kendini suçlamasını istemiyordum. Hatalıydı, bu hata hayatına bedel olabilirdi ama yeterince acı çekiyordu, biraz daha çekmesine gerek yoktu.

"Ailesi nerede, birileri gelmiş mi?"

Sıla bize doğru ilerlediğinde Ege arkasına dönerek ona baktı. Ekin'in sorusunu duymuştu, muhtemelen cevap ondaydı.

"Kız kardeşi gelmiş," dedi Ekin'in yanında durduğunda. "İlgilenen doktor söyledi."

Ekin başını yavaşça salladı. "Odası nerede?"

"Gel," dedi Sıla, tek kolunu beline sarmış yavaşça adım atmasını sağlamıştı. "Gidelim birlikte."

"Ege," dedi Ekin bir adım atıp durduğunda. "Sen onun da işlemlerini halleder misin?"

Ege başını salladığında yanımızdan ayrılmıştı. Telefonum çaldığında arka cebimden çıkartıp ekrana baktım.

"Ekin, Turgay Amca arıyor."

Ekin bana doğru elini uzatıp telefonu aldı.

"Baba," dedi telefonu açtığı gibi. "İyiyim iyiyim, yok bir şey..."

Turgay amcanın panikle karışık yüksek sesi aramıza dolduğunda Ekin derin bir nefes aldı.

"Duymamıştır Ege, tamam merak etmeyin. Söyle anneme de. Yok gelmenize gerek yok."

Ekin bir süre babasını dinledi. "Vural Amcayı mı aradın? Tamam. Tamam öyle yaparım. Gelmeyin hayır, ararım annemi çıkınca buradan."

Dinlerken yavaşça başını sallamıştı. "Görüşürüz."

Telefonu kulağından çekip bana uzattı.

"Ayağa kaldırmış ortalığı," dedi, mırıldanarak.

"Korkmuşlardır," dedi Sıla tekrar Ekin'i sıkıca tuttuğunda.

"Biraz daha toplandığında gitseydik Ekin..."

"Hayır," dedi, bana dönmemiş zorlukla attığı adımları hızlandırmıştı. "Konuşacağım, nasıl olduğunu görmem lazım."

"Sen görmedin mi?" diye sordum Sıla'ya.

"Yok, doktordan bilgi alıp yanınıza döndüm."

Kapının önünde durduğumuzda Sıla Ekin'den kolunu yavaşça çekti. "Tek mi girmek istersin?" diye sordu, anlayışlı bir tavırla.

"Girerim ben," dedi Ekin kapıya doğru uzandığında.

Odanın kapısını açtığımızda içeri doğru zorlukla bir adım attı. Tek başına yürürken canı daha çok acıyordu.

"Dur," dedim, beline destek olarak. Sıla da tekrar sargıda olmayan kolunu tutmuştu.

"Hayır sen gecenin bir yarısı neden o yoldan geliyorsun?" dedi içeriden bir ses. "Yolu beş dakika uzatsaydın bunlar olmayacaktı."

"Minişim tamam, bak iyiyim ben. Olmadı bir şeycikler. Sakinleş artık."

"Aklım çıktı," dedi aynı ses panikle.

Odanın içine girdiğimizde bizi fark etmiş olacaklar ki susmuşlardı.

"Merhaba," dedi Sıla içeriye doğru. Ekin gerilen sırtında elimi yasladım.

Yatağın olduğu kısma döneceğimiz sırada biri bize doğru yaklaştı.

"Hemşire mi?"

Muhtemelen Ekin'in çarptığı kadının kardeşi olan kız karşımızda durduğunda şaşkınlıkla dudaklarımı araladım.

Şaşkınlığı paylaşıyorduk. Çatılı kaşları çözüldüğünde onun da dudakları aralanmıştı.

"Ekin," dedi, an ile bağını kopartmış gibi algılamaya çalışarak.

Ekin bir elini benim omzuma yasladığında yavaşça doğruldu.

"Biz Selen Yankı'ya bakmıştık?" dedi Sıla, o da karşısında tanıdık birini görmenin şaşkınlığını duyuyordu.

"Benim," diye seslendi içerideki kişi.

Göksu kaşlarını çatmış, durumu kavrayamamış bir halde Ekin'e bakmaya devam ediyordu.

"Ablama çarpan arabada sen mi vardın?" diye sordu, bu kez bir öncekinden daha kızgın bir sesle.

"Ben, üzgünüm," dedi Ekin, kesik bir sesle. "Ablan ile görüşebilir miyim?"

Göksu'nun çatık kaşları bir anlığına gevşediğinde bakışları Ekin'in üzerinde gezindi. Alnı kırıştığında yüzünde huzursuz bir ifade belirmişti.

"Selen Hanım uygunsa," dedi Sıla, tekrar konuyu hatırlatarak.

Göksu dudaklarını aralamış ama bir şey söylemek yerine gergin bir nefes almıştı. Öfkeli, şaşkın ve endişeli görünüyordu.

Ekin yavaşça odanın içine doğru ilerlediğinde peşinden gitmiştik. Yatakta oturan kadını gördüğünde yüzünde gergin bir ifade belirdi.

"Ben diğer arabadaydım," dedi zorlukla. "İyi misiniz?"

Sonunda karşı karşıya kaldığımız Selen Hanım başını sallamıştı.

"İyiyim," dedi. Boynunda boyunluk vardı, yüzünde herhangi bir yara izi olmasa sol elinin yüzük ve orta parmağını kapatacak bir sargının içinde atel vardı.

"Özür dilerim," dedi Ekin zorlukla. "Hepsi benim hatam. Yeterli değil ama ben gerekli her şeyi karşılamak istiyorum. Hem hastane hem araba..."

Arkamızdan gelen sinirli gülüş ile döndüğümüzde Göksu kollarını göğsünde bağlamıştı, başını çevirerek gözlerini Ekin'den kaçırdı.

"Çok çok üzgünüm," dedi Ekin bir kere daha.

Kadın başını yavaşça salladı. "Arabamın sigortası var, hata da karşı tarafta olunca..."

Ekin de başını salladı. Bir şey daha söylemek istiyordu ama ilk kez onu bu kadar çekinirken görüyordum. Kendini haklı olarak suçlu hissediyordu.

"Başka bir şeye gerek yok," dedi kadın sessizliği kesip atmak ister gibi.

Odadan çıkmamız gerekiyordu ama Ekin kıpırdamadığı için gidemiyorduk.

"Tamamsa?" dedi kadın, kaşlarını hafifçe kaldırarak.

Yaşadığı kötü geceden sonra bizi karşısında görmek istemiyor olmalıydı. Haklıydı.

"Benim yapabileceğim bir şey varsa..." Kadının bakışları arkamızdaki kardeşindeydi, başımı çevirdiğimde Göksu bana dönmüştü.

Ekin arkasına döndüğünde Göksu bakışlarını benden çekip ona yöneltti.

"Bir yerden tanışıyor muyuz?"

Sıla başını yavaşça iki yana salladığında Ekin'in omuzuna dokundum.

"Hadi canımın içi..."

Ekin arkasını döndüğünde ona doğru bir adım atıp önünde durdu. Gözlerini zorlukla açık tutuyor gibiydi.

"Üzgünüm," dedi bir kez daha.

"Neye sebep olacağının farkında bile değilsin," dedi Göksu, kollarını göğsünde sıkı sıkı bağlamıştı. Konuşmak istemiyor gibiydi ama yine de kendini tutamamıştı. "Üzgünsün... Tek söylediğin bu..."

"Ben," dedi Ekin başını önüne eğmişti. "Gerçekten böyle olsun istemedim."

"Kimse istemez... Oldu ama."

"Telafi etmek için..." Göksu derin bir nefes aldığında Ekin sustu.

"Telafi etmek mi istiyorsun?" dedi, zorlukla yutkunmuştu. "Alkollüyken araba kullanma."

"Minişim tamam, bırak insanları hadi..."

Göksu'nun bakışları bir an için Ekin'in arkasında kalan ablasına dönse de tekrar Ekin'e bakmıştı.

"Başkaları için değil, kendin için. Bugün sana da bir şey olabilirdi."

"Biz bunları konuşacağız zaten... Geçmiş olsun size." Başımı arkaya çevirip ablasına baktım. "Selen Hanım, en yakın zamanda eskisinden iyi olmanız dileği ile..." Ablası başını teşekkür eder gibi salladığında hafifçe gülümsedim.

"Hadi canım," dedim Ekin'i ilerletmek için.

Sıla Ekin'in beline kolunu sardığında dışarıya doğru ilerlemiştik.

Bizi kapıda Ege bekliyordu.

"Hallettim ben işlemleri, gidebiliriz."

"Sorun çıkarttılar mı?" diye sordu Ekin.

"Hayır... Babam aradı, bize gelecekmişsin."

"Dönmüşler mi eve?"

"Yok," dedi Ege'nin bakışları bana döndüğünde. "Siz de gelirsiniz, hep birlikte bizde kalırız işte."

Çıkışa ilerleyeceğimiz sıradan biraz önce çıktığımız odanın kapısı açıldı. Göksu bize kısa bir bakış atarak hastanenin giriş kısmına doğru ilerlemişti. Muhtemelen o da çıkış işlemlerini yaptıracaktı.

Hastaneden çıktığımızda kapının önünde durduk. Ege arabayı getirmek için yanımızdan ayrılmıştı. Sıla'nın da kendi arabasını alması gerekiyordu.

"Eşyalarını aldın mı?" diye sordum, Ekin ile ikimiz kaldığımızda.

"Telefonum ve cüzdanım var işte, arabadan çıkartmışlar."

Yüzümü buruşturdum. Arabanın o halini gözümün önüne getirmek bile istemiyordum.

"Bugünden sonra sana araba sürmek yasak," dedim, o görüntüyü savmaya çalışırken.

"Ben de ne zaman azar faslına geçeceğiz diyordum..."

"Hiç söylenme sarışın," dedim yumuşak bir kızgınlıkla. "Kalbim durdu korkudan, senin söylenmeye hakkın yok."

Ekin soluk ifadesi bana döndüğünde yutkundum. Böyle bakmasına asla alışamazdım.

Sürgülü kapı açıldığında bize doğru ilerleyen hızlı adımları fark etmiştim.

"Herhangi bir şey gerekmiyor dediğimizi sanıyordum?"

Ekin de başını yana çevirdiğinde kaşlarını kaldırmıştı.

"Faturayı alabilir miyim?" Göksu elini Ekin'e doğru uzatmıştı.

"Benim hatamdı," dedi Ekin, ona doğru dönmüş, boynunu hafifçe eğerek konuşmuştu. "Telafi edemem elbette."

"Evet," dedi Göksu, elini indirdiğinde. "Telafi etmek için faturayı ödemen gerekmiyor."

"Biliyorum, sonuçta bugün yaşanan sorun benden kaynaklandı."

Göksu bir an için durup nefes aldı.

"Aynı okuldayız," dedi, öfkeli görünmüyordu, daha çok gergindi.

"Hatırladım," dedi Ekin zorlukla konuştuğunda Göksu'nun bakışları kısılmıştı.

"Ablam anlattı, diğer araba kötü durumdaydı dedi..." Bir anlık durduğunda Ekin saçlarının üzerine parmaklarını geçirdi.

"Onun için çok korktum, ona bir şey olsaydı..." Bana döndüğünde bir şey demeden sessizce bekledim. Tekrar Ekin'e dönmüştü. "Her neyse, faturayı alabilir miyim, bunu kabul edemeyiz."

"Göksu," dedim, Ekin'e doğru yaklaştığımda bakışlarını bana çevirmişti. "Ekin zorlukla ayakta duruyor, onu daha fazla yormasak olur mu?"

Göksu'nun endişeli bakışları Ekin'e döndüğünde sıkıntıyla nefes aldı.

Saçının tepesinde topuz yaptığı saçlarından kaçan birkaç tel saçı avuç içleriyle geriye doğru itti.

"Özür olarak kabul edin... Ekin haklı telafi etmez ama en azından bunu yapmış olsun."

Göksu gergin bir nefes aldı.

Arkadan çalan korna ile Ege'nin arabasının yanımıza geldiğini anlamıştım.

"Özür dilerim," dedi Ekin, onu merdivenlere yöneltmek istediğimde. "Gerçekten üzgünüm."

Sıla'nın arabası Ege'nin hemen yanında durduğunda Ekin'i oraya ilerlettim. Ön koltuğa oturmasını sağladığımda kapıyı kapatıp Ege'nin yanına döndüm.

"Ne oldu?" diye sordu Ege, kemerimi bağladığım sırada.

"Hastane masraflarını soruyordu," dedim, Sıla'nın arabasını takip ettiğimiz sırada.

Başını salladığında Sıla hızlandığı için o da hızlanmıştı.

"Sen iyi misin?" diye sordum.

Uzanıp bacağımın üzerinde duran elimi avucunun içine aldı. Gözünü yoldan ayırmadan parmaklarımın üstüne dudaklarını bastırdı.

"İyiyim," dedi, bir kere daha öptüğünde. "Sen iyiysen... İyiyim."

Başımı salladığımda elimi avucunun içinde sıkıca tutarken kısa bir an için bana bakıp yola döndü.

"Yoruldun, eve geçene kadar dinlen biraz."

Koltukta biraz kayıp ona bakacak şekilde döndüm. Başımı yasladığımda gözlerim üzerindeydi.

🌸

"Uyu," dedi Ege beni yavaşça kucağından yatağa bıraktığında. "Açma uykunu..."

"Eve mi geldik?" diye mırıldandım.

"Eve geldik." Yüzüme dağılan saçlarımı çektiğinde uzanıp ayakkabılarımı çıkarttı.

Kazağı çıkartmak için uzandığında kollarımı yukarı kaldırıp ona yardım ettim. Elbisemi de altından tutup başımdan geçirerek çıkartmıştı.

Elindeki kıyafetleri yine koltuğun üzerine bırakıp tişörtlerinden birini alarak yanıma döndüğünde sızlayan gözlerimi kırpıştırdım. Tişörtü başımdan geçirdiğinde "Ekin nerede?" diye sordum.

"Misafir odasındalar Sıla ile birlikte."

"İyi mi?"

"İyi," dedi, dudaklarını yanağıma bastırmıştı. Başımı tekrar yastığa yasladığında üzerimi örttü.

Yatağın kenarından uzaklaşacakken bileğini tuttum. "Nereye?"

"Üzerimi değiştireceğim."

Gözlerim kapanırken başımı salladım.

Bana bir saniye gibi gelen ama daha fazla olması gereken bir süre sonunda yatağın diğer kısmına yerleştiğinde o tarafa döndüm.

Gözlerimi açmadan ona yaklaşıp kollarının arasına girdim.

En son ne zaman sorgusuz sualsiz ona sokulup sarılarak uyduğumu hatırlamıyordum.

Bütün savaşları bitirmemiş, hepsinden sağ çıkmamıştık, belki de önümüzde daha çok sınav vardı ama işte buradaydık.

🌸

Yere bir şeyi çarpıp kırılma sesiyle gözlerimi açtığımda etrafa bakındım. Hayır, sandığım gibi hiçbir şey üzerimize devrilmiyordu. Duvarlar yerli yerinde dururken yana doğru dönüp Ege'nin uykusunda çatılmış kaşlarının kıvrımına parmak uçlarımı değdirdim.

Yastığa biraz daha gömüldüğünde parmak uçlarım saçlarına doğru ilerleyip kendine huzurlu bir yol izledi. Çatılan kaşları biraz olsun rahatlamıştı.

Ses yoğunlaştığında dikkatimi o kısma verdim. Yukarıdan geliyor olmalıydı. Ege'yi uykusunda bırakarak yataktan çıktım.

Çıplak ayaklarım merdivenleri boyunca ilerlediğinde sesin kaynağının mutfakta geldiğini anlamıştım.

"İyi misin," diyen Sıla'nın sesini duyduğumda hızlanıp mutfağın girişine ulaştım.

"Basma üzerine," dedi Ekin, Sıla'nın çekilmesini sağlamaya çalışırken.

"Ben hallederim," dedim ikisini birden olay yerinden uzaklaştırmak istediğim için.

Her ne ise muhtemelen gerilimden kırılmıştı. Elektrik akımına dayanamamış olmalıydı.

"Siz çıkın."

"Toplarım şimdi," dedi Sıla tekrar cam kırıklarına yöneldiğinde.

"Sıla, hadi canım benim çıkın siz salona geçin oturun. Ben burayı hallederim. Sanırım çay demleyecektiniz, onu da yaparım."

Ekin bana döndüğünde nasıl göründüğüne baktım.

"İyi misin sen? Ağrın ya da herhangi bir şeyin var mı?"

"Yok," dedi Ekin, öylesine bir şeyden bahseder gibi. "Elim çok güçlü değilmiş onu tecrübe ettik sadece."

"Normal," dedim gülümsemeye çalışarak. "Büyük bir kaza atlattın, bir süre kendine yüklenmeden dinlenmen lazım."

Ekin burnundan nefes verdiğinde gülmeye çalışmıştı ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Sıla kırıkların arasından çekilip onu da yanına aldığında salona doğru ilerlediler.

Önce büyük camları toplamam sonra kalanları süpürmem gerekiyordu. El süpürgesi kilerde duruyor olmalıydı.

Camları iç içe toplamaya başladığımda "Bir yerini keseceksin," dedi Ege, hemen arkamdaki kapının girişinden.

"Süpürgeyi getirir misin?"

Kilere ilerlemek yerine bana yaklaşmış ve belimden tutarak kırıkların arasından beni kaldırıp kucaklamıştı.

"Ayakların çıplak," dedi, üzerini ıslatmışsın diyen ebeveyn endişesiyle.

"Dikkat ediyordum." Boynuna tutunduğumda hiç de beni bırakmasını istiyor gibi değildim ama olsun. Merdivene geri döndüğümüzde ilk basamağa oturup beni de tek bacağının üzerine oturtmuştu. Ayaklarımın altını dikkatle kontrol ettikten sonra uykudan yeni uyandığını belli eden gözlerini bana çevirdi.

"Ne olmuş?" diye sordu, göz kırptığında.

Saçları karma karışıktı, bu kez benim suçum yoktu uyurken karıştırmış olmalıydı. Gözleri hafif şişti ve tüm sabah sarhoşluğu ile çok güzel görünüyordu.

Uzanıp kaşının üzerini öptüm. Minicik öpücük ile yetinemediğimden bir de burnunun ucunu öptüm. Dudaklarım mı küçüktü benim, neden azıcıktı bu öpücükler? Sol elmacık kemiğinin üzerine dudağımı bastırarak kocaman öpmeye çalıştım. Yok, birazcık bile yetmemiştim. Sağ gözünün hemen altına dudaklarımı değdirdiğimde gülümsedi.

"Öpücüklerinin arasında sorularımı cevaplar mısın?"

"İşimi bölme," dedim ciddiyetle. Iıım, nereyi öpseydim? Kollarımı boynun iki yanından sarıp kirpiklerimi kırpıştırdım. Ege tam bana göreydi. Bu denli tamamlanmış hissetmemim nedeni buydu. Dudağının kıvrımını ben öpüp durdukça o gülümsüyordu. Ben daha önce kimsenin gülümsemesinin bu kadar güzel koktuğunu hissetmemiştim. Buram buram huzur kokuyordu Ege güldüğünde. İçime, ciğerlerime doluyordu.

Burnumu yanağına değdirdiğimde daha çok gülümsedi. İçime doğru esen ince bir rüzgardı. Camları, pencereleri açmıştım. İçimin perdeleri uçuyordu. Yere kadar uzanan beyaz perdeler uçuş uçuştu içimde.

Ege çok güzeldi.

"Eve bakalım mı?" dedim, her şeyi unutmuş bir bunu hatırlamış gibi. "Yere kadar uzanan beyaz perdeler alalım, yüksek tavanlı olsun bu yüzden, camlar da yere kadar insin senin odan gibi. Senin perdelerin koyu renk ama beyaz olsun bizim evimizin perdeleri."

"Olsun," dedi gülümsemesi gözlerine taşarken. "Sen nasıl istiyorsan öyle olsun bizim evimiz."

"Bizim evimiz," dedim, içimdeki şenlik ateşine odun ekleyen bir neşeyle. "Bizim."

Ege uzanıp dudaklarını dudaklarıma bastırdığında huzur kokusunu içime çektim.

"Ben birkaç yer bakmıştım, bilgisayarda fotoğraflar. Bak onlara bir, beğenmezsen yenilerine bakarız."

Başımı salladım. Beğenirdim. İkimizin içinde olduğu her yeri beğenirdim ben. O bana böyle baktığı, beni böyle tuttuğu sürece dünyanın bir ucunda, bambu evlerin birinde bile olsak en çok orayı beğenirdim.

🌸

"Yavaş," dedim, Ekin'in evine girdiğimiz anda. "Dikkat et adımına."

Belini sıkıca tutarak onu odasına yönlendireceğim sırada koltuğa doğru ilerledi.

"Burası iyi," dedi.

Sıla annesi ile ilgilenmek için eve dönmüştü. Ekin bu halde olduğu için ona sadece eve uğraması gerektiğini söylemişti ama artık herkese durumu anlatması gerekiyordu. Ekin öğrendiğinde kendini yine önemsiz hissedebilirdi. Sıla bir sorun daha çıkartmak istemiyor olmalıydı. Hep böyleydi, kimseden yardım istemez her şeyi kendi yapacağına inanırdı. Yapardı da ama işte yapması gerekmiyordu. Biz vardık...

"Tamam," dedim onu yavaşça koltuğa yerleştirdiğimde.

Emel Teyze ve Vural Amca bir saate geleceği için Ege evde kalmıştı. Onları karşılayıp yanımıza dönecekti. Ekin eve gelmek için tutturmamış olsaydı hep birlikte bekleyecektik ama huysuz sarışın rahat edememişti.

"İyi misin?" diye sordum, bacağını uzattığı sehpayla ayak bileği arasına yastık koyduğumda. "Ağrıyor mu bir yerin."

"Ağrı kesici fena olmaz," dedi, her zamanki Ekin Göksoy parlaklığı ile gülümsediğinde. Biraz toparlamış gibi görünüyordu ama emin değildim. Kendini gizliyor olabilirdi.

"Tamam, çay da yapabilirim ya da kahve... Başka bir şey istersen onu da denerim, olmadı söyleriz Ege gelirken alır. Ne istersin?"

"Su ve ağrı kesici Nora, bu kadar."

"Hemen geliyor."

Mutfağa ilerlediğimde lavabonun sol tarafına duran büyük çekmeceyi açtım. İlaçlar buradaki şeffaf kapaklı kutunun içinde duruyordu. Bir kutu ağrı kesiciyi alıp büyük bir bardağa su doldurdum.

Ekin'in yanına döndüğümde telefonu ile uğraşıyordu.

"Gözlerini yorma," dedim, uyarıcı bir tonla.

"Beş dakika daha annecim..." Dudaklarını büzdüğünde ilacı ve suyu uzattım.

"Sağlam yerin kalsa terlik yerdin ama işte hiç yok."

"Geliyor mu?" İlacı dilinin üzerine bırakıp sudan büyük bir yudum almıştı. "Azar saatine girdik mi?"

İki elimle birden saçlarını karıştırdığımda kaçmasına fırsat vermeden çekildim. "Daha değil, henüz kıyamıyorum."

Telefonu elinden sehpaya bıraktığında arkasına yaslandı. Yanına oturup koltuğun ucuna kaydım. Ona döndüğümde "Tamam, hadi başla ama acısız olsun."

Gülüşüme eşlik ettiğinde ona yaklaşıp bir kere daha saçını karıştırdım.

"Farklı hissediyor musun?" diye sordum. Konuya böyle girmeyi düşünmemiş olmama rağmen.

Gözlerindeki kızarıklığa odaklanmak istemiyordum. Kırmızı çizgiler kendini belli ediyordu. Yorgundu, dün ne kadar uyuyabilmişti bilmiyordum ama tek sebebinin uyku olmadığından emindim.

"Suçlu hissediyorum," dedi, oturduğu yerde dikleşmeye çalıştığında. Canı acıdığından yüzünü buruşturduğunda ona uzandım.

"Sırtına yastık mı koysak, yoksa öyle olunca daha mı çok ağrır... Of Ekin bir gün daha kalsaydın şu hastanede."

"Yok benim bir şeyim," dedi, duruşunu düzeltirken.

"Selen de iyidir değil mi?"

Başımı salladım. "İyi görünüyordu."

O da başını salladı ama ikna olmuşa benzemiyordu. Sıkıntıyla nefes aldı.

"Nora," dedi, etrafa bakındığında. "Suyu uzatır mısın?"

Bardağı ona uzattığımda hepsini içmişti. Yerimden kalkıp içeriden su şişesini getirdim. Arabada gelirken internetten bakmıştım. Bol bol su içmesi gerekiyordu. Alkol durumunu konuşmamıştık ama bırakmak istemediği sürece konuşulan hiçbir şeyin bir önemi olmayacaktı. Kendinin bırakmak istemesi gerekiyordu.

İçeri döndüğümde bardağı tekrar doldurup şişeyi sehpaya bıraktım.

"Canımın içi," dedim omzuna elimi yasladığımda. "Biraz uyu istersen, yorgunsun."

"Yok yok." Ellerini yüzüne kapatıp gözlerini ovuşturdu.

"Ekin," dedim sıkıntıyla, ilk kez onunla nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyordum. Bir şey derim, yanlış yere çarpar, dengeyi bozar, huzurunu kaçırır diye korkuyordum.

"Nora," dedi, neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle.

Neşesi sönüktü, parıltısı gibi.

"Ben sana gelebilirdim," dedim, bakışlarımı kucağımdaki ellerime diktiğimde. "Sen döndüğümde söylediğin gibi beni alır elinle götürürdün gerekirse. Yanımda kalırdın, bana destek olurdun... Zaten arayıp bulmuşsun."

"Nereden biliyorsun?"

Gözlerimi kaldırıp soluk kahverengilere çevirdim. "Sıla söyledi."

Kaşlarını kaldırdı. "Huyu değildir aslında."

"Aramız bozuktu ya, beni aslında önemsediğini göstermeye çalışıyordu. Neyse."

"Özür dilerim," dediğinde şaşkınla ona döndüm. "Söylediğim her şey için özür dilerim. Sen benim canımsın Nora. Öyle laf olsun diye falan değil, sen benim kız kardeşimsin. Yanımdasın biliyorum, Ege ile de iyisiniz görüyorum. Teşekkür ederim."

"Aay," dedim sahte bir sinirle. "Dur şimdi konu bu mu?"

Ona sarılacaktım ama sarılamıyordum. Bir kolu hala sargının içindeydi. Kaburgasının neresinde olduğunu bilmediğim incinmeler vardı. Dizinde de bir sorun vardı, tam basamıyordu.

"Ekin," dedim ciddileştiğimde. "Basketbol ne olacak?"

Kaşlarını kaldırıp başını yavaşça salladım. "Yalan olacak..."

"Ekin." İtiraz eden sesimle omuz silkti. "Fena batırdım Nora, bu yıl içinde dönemem artık."

Dudaklarımı sarkıttığımda kollarımı göğsümde bağlamıştım. Ekin şu an bunu öylesine bir şeymiş gibi söylüyordu ama değildi işte. Bu durum onu yavaş yavaş yıkacaktı. Yıkılmamış gibi.

"Bir yerden toplamamız lazım o zaman..."

"Bir yerden," dedi Ekin başını koltuğun arkasına yasladığında.

Sırtımı koltuğa yaslayıp kollarımı çözdüm.

"Selen'in ev adresini bulmamız lazım."

"Ne?"

Başını çevirip bana baktı. "Çiçek yollamak istiyorum."

Soluk kahverengilerinin etrafındaki kırmızı çizgiler sorunun somut görüntüsü gibiydi. Onları oradan alıp yok etmek istiyordum. Onu tutmak iyi olana kadar bırakmamak istiyordum. Keşke elimden daha fazlası gelseydi.

"Tamam," dedim, içi daha rahat edecekse elbette adresi bulacaktım. "Ben hallederim."

Gülümsediğinde parmağımı ona doğru uzattım. "Bir şartla."

Burnundan nefes vererek daha çok güldü. "Gönder gelsin..."

"Doğru yatağa, ben yemek ayarlayana ve Ege gelene kadar uyuyacaksın."

"Nora sen bu annelik fikrine fena alıştın."

"Yok ben komple annelik sistemine karşıyım."

Yüzünü buruşturduğunda konuyu buraya getirdiğim için kendime kızmıştım.

"Gelinliğine Sıla'nın boyalarını fırlatabiliriz istersen..."

"Kalsın," dedim omuz silkerken. "Kıyılmış nikahın düğününü uzattılar da uzattılar."

"Anthea popülarite istiyor."

Omuz silktim. "Ne istiyorsa alsın umurumda değil. Kendi evimize taşınacağız zaten, isterse odamı giyinme odası bile yapabilir."

"Kendi evinize mi taşınacaksınız?" Ekin tüm gün boyunca ilk kez gerçekten neşeli davranmıştı.

"Evet, Ege bana aynı evde yaşamayı isteyip istemediğimi sordu."

"Vay benim Fırtına'ma bak be..."

"Benim yalnız," dedim kaşlarımı uyarır gibi kaldırdığımda.

"İlk ben gördüm."

Ekin'in ciddi ifadesiyle dudaklarımı araladım.

"Üzgünüm anaokuluna sizinle gitmediğim için."

"Çok şey kaçırdın," dedi dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladığında. "Ege legolara bile şiir okuyordu."

Kahkaha attığımda yavaşça bacağının üzerine vurdum.

"Seviyorum ben onun duygusal yanını."

"Nora, Ege bir camış, duygusal falan değil."

"Asıl camışın senin olduğuna dair söylentiler var ama... Neyse."

Gözlerini kıstığında koltukta geri çekildim. "Sakın bak hareket etme, her yerin yara almış zaten."

"İyiyim ben," dedi bu kez gözlerimin içine bakarak.

"Çok korktum," dedim, yüzüm asılmıştı.

"Biliyorum, üzgünüm."

Ona sarıldığımda o da tek kolunu belime sardı.

"Sana bir şey oldu sandım, seni bir daha..." Burnumu omuzuna yasladığımda sustum. Daha fazlası onu üzecekti biliyordum.

"Ekin," dedim, biraz çekilip yüzüne bakmıştım. "Ben seni tutarım, ne gerekiyorsa yaparım ama sen de istersen yapabilirim."

Bir şey söylemedi. Başımı omzuna yasladığımda sessiz kalmaya devam etti. Sessizliğinden bir kabul çıkartmak istesem de yapamadım. Nasıl yapacaktık, nasıl olacaktı bilmiyordum ama bir yolunu bulacaktık. 


Continue Reading

You'll Also Like

ÂŞEKA By Naz

ChickLit

221K 13.5K 31
Küçükken masumiyetle bakan gözler şimdi aşkla dolmuş,yada gözlerim şimdi o aşkı görmeye cesaret bulmuş
3.2K 418 79
Herkesin bazı yaşanmışlıkları vardır.Bazı hayalleri veya bazı unutamadığı acıları... Benim de şimdi her ne kadar mutlu bir ilişkim olsa ve sevgilimi...
6.7K 568 10
Doktor olan Nihan annesinin ölümüyle birlikte babasının ruh sağlığını yitirdiğini biliyordu. Her şey ağaç kabartmalı bir yüzüğü tutmasıyla başladı 19...
7.2K 824 23
Cahiliyet, halkımızı yok etti. Bu savaşta, bu özgürlük savaşında binlerce Osmanlı kazığı üzerinde asker ve duygularımı kaybettim. Padişahların kurduğ...