İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 40

15.8K 872 359
By iremmipelin


Nemli saçlarımı omzumun arkasına attığım Ege parmak uçlarını saç diplerime bastırdı.

"Kurutturmadın tam, bak ıslak hala..."

"Kurur kendisi," dedim çenesinin ucuna dudaklarımı bastırmadan önce.

Parmak uçları saç diplerimi okşarken yanağımı göğsüne yasladım. Elimi sırtına uzatıp tırnaklarımı hafifçe tenine sürdüğümde "Nora," dedi.

Saçını çektiğimde verdiği tepkinin aynısını veriyordu. Minik hareketlerle teninde gezinmeye devam etsem de uyarı alacak kadar abartmadım.

Hava kararmak üzereydi... Duş aldıktan sonra tekrar yatağa geçmiştik ve evet, günlerce burada böyle kalabilirdim. Midemdeki çağrı her ne kadar aksini kanıtlamak istese de, ona aldırmadan Ege'nin göğsüne biraz daha sokuldum.

"Acıktın mı?" diye sordu, dudakları başımın üzerine bastırırken.

"Birazcık..."

"Kalk hadi yemek söyleyelim, kahvaltı da yaptırmadın bize..."

Yüzümü kendine çevirdiğinde dudaklarını bu kez burnumun ucuna bastırmıştım.

"Hayır," dedim, dudaklarımı bükerek. Ona biraz daha yaklaştım. Eve gök taşı düşse yataktan kalkmazdım. Yemek yemeden hayatta kalabilirdik bence. Kalırdık, evet evet.

Bacağımı iki bacağının arasına sıkıştırdığımda uzanıp dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Bence onu da yatakta kalmaya ikna edebilirdim.

Kolumu kaldırıp boynuna sardım. Parmak uçlarım ensesinden saçlarına doğru ilerlerken dudaklarımı aralayıp öpücüğü büyütmüştüm.

Eli bel kıvrımımdan sırtıma doğru kaydığında beni kendine doğru çekti. Öpücükleri dudaklarımdan taşmış, çeneme, boynuma ve göğüslerime doğru bir yol izlemişti.

Sanırım artık yatakta kalma fikrine sıcak bakıyordu.

Parmaklarımı saçlarının üzerine götürüp çekiştirdiğimde dudaklarından hoşnut bir mırıltı duyuldu.

Belimi tutan kolu beni önce hafifçe havalandırmış hemen sonra sırtımı yatağa bastıracak şekilde üzerime eğilmişti.

Kirpikleri aralandığında ela gözleri yoğun, arzulu ve sarı lekeliydi.

Ona doğru uzandığımda dudaklarının kenarına minik bir gülücük kondu. Dudaklarımı gülücüğün odağına bastırıp derin bir nefes aldım.

Yapabilseydim, mümkün olsaydı içimi Ege ile doldururdum.

Kollarımı boynuna sarıp ondan bir nefes mesafelik uzaklaşıp tekrar gözlerine baktım.

Çok güzeldi. Gördüğüm en eşsiz varlık oydu. Nemli saçlarının karmaşıklığı, hırpalayıp durduğumdan koyulaşan dudakları, mayışmış ama huzurlu ifadesi ile fazla bakılasıydı.

"Beğendiğin bir şey mi gördün?" dedi oyuncu bir tavırla.

"Her şey," dedim kirpiklerimi kırpıştırarak. "Beğendiğim her şeyi bir arada gördüm."

Dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırdığında kolları etrafımı sardı.

Çenemden boynuma inen dudakları durduğunda yüzünü bulunduğu yere iyice yerleştirip daha güçlü sarıldı.

"Gitmeyelim bir yere, hep burada kalalım," diye mırıldandı, dudakları tenime gömülü olduğundan boğuk çıkan sesiyle.

"1 yılda başaramadığımı 3 ay başardım desene," dedim oyuncu bir tavırla. "Bilsem daha önce görmezden gelirdim."

"Adımı söylemedin," dedi hüzünlü bir sesle.

"Ege..." Ellerim saçlarına karıştırdığımda yüzünü boynuma biraz daha bastırdı. "Bak bana."

Başını kaldırdığında gözlerini gözlerime çevirdi. Bana böyle bakmasını çok seviyordum. Her şeyden kaçıp bende saklanmasını... Onu çok özlemiştim. Yanımda, bir nefes uzaklığımda dururken bile onu çok özlüyordum. Ne kadar doldurursam doldurayım içimi onunla hep eksik kalıyordu, hep yetmiyordu.

Gülümsediğimde dudağının kenarı kıvrıldı. Elimi dağılmış saçlarını üzerine attım. "Çok acıktım," dedim dudaklarımı oyuncu bir tavırla büzdüğümde. Uzanıp öptüğünde biraz daha gülümsedi.

Beni de tutup yataktan kaldırdı, kapıya ilerlerken durdu.

"Saçların ıslak, bir de ayakların çıplak..." dedi kendi kendine söylenir gibi. "Bekle."

Siyah ahşap dolabına ilerleyip kapaklarını iki yana açtı. İçine doğru eğildiğinde çorap sepetini kendine çekti. Bir çift siyah çorap alıp yanıma döndü. Yatağın ucuna oturduğunda belimden çekip bacaklarının üzerine oturmamı sağladı.

Çorabı almak için uzansam da çifti birbirinden ayırarak öne eğildi. Kolumun tekini omzundan sardığında tekini giydirmişti bile. Diğerine uzandığında dudaklarımı ensesine bastırdım. Şampuan kokusu ile karışına Ege kokusu içime dolduğunda doğruldu.

"Bacaklarım üşümez ama ayaklarım üşür, öyle mi?"

"Öyle..." dedi elime uzandığında. "Yere basıyorsun."

"Ev sıcak," dedim omuz silkerken.

"Olsun, yere basılmaz."

"Peki," dedim, kelimeyi incelterek.

Birkaç saat önce yaptığımız gibi tekrar mutfağa döndüğümüzde Ege kıstığı gözleri ile etrafa bakındı.

"Ne yiyeceğiz?"

Hiçbir fikrim yoktu. Şu an aklıma tek bir yiyecek adı gelmiyordu. Biraz susamıştım, su hala varlığını hatırladığım bir şeydi demek ki.

Ege'nin gözleri parladığında bırakmadığı elimden çekerek beni kendine yaklaştırdı.

"Dışarıdan söyleyelim,"

Kaşlarımı çattım. Bir şeyler hazırlamak daha güzeldi.

"Iım bence şey yapabiliriz?"

Ne yapabiliriz?

Elimi avucundan çekip beline yerleştirdim. Düşünen ifadem ile kaşlarımı kırıştırdım.

"Su içmem lazım önce..."

Dolaptan kocaman bir bardak alıp sebile ilerledim. İçini su ile doldurduğumda nefessiz kalmayı umursamadan hepsini içtim. Evet şimdi düşünebilirdim. Ne yiyecektik?

"Ay bilmiyorum," dedim sanki bir cevap vermem gerekiyormuş da ben geciktiriyormuşum gibi. "Tost yapalım."

"Tost?" dedi kaşlarını çattığında. "Dün geceden beri hiçbir şey yemedim, tost ile doymam."

Dudaklarımı birbirine çarptıracak kadar kuvvetli bir nefes savurdum dışarı.

"Sen karar ver, unuttum ben yemek isimlerini falan her şeyi. Yaşımı sorsan Ege derim," dedim omuz silkerken.

Minik bir kahkaha attığında bana yaklaşıp ellerini belime sardı. Burnumun ucunu öpüp tekrar gözlerime baktı.

"Dün gece 23 olmadın mı sen?"

"Aaaaaay," diye bağırdığımda gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Yaşlandım mı ben?" Bardağı tutmayan elimin avucunu göğsüme bastırdım. "Skandal."

"Her yaşın bir güzelliği var," dedi melodik bir şekilde, gülümserken.

Gülümsediğinde gözleri kısılmıştı. Kızmak ile gülmek arasında kaldığımdan kaşlarımı kaldırıp buzdolabına döndüm.

Buzluk kısmını açıp Emel Teyze'nin önceden hazırladığı, pişirmelik olarak ayırdığı mantılardan bir paket çıkarttım.

"Bu keser mi beyimizi?" dedim, elimdeki poşeti kaldırırken.

"Sadece o mu?"

Mantıyı tezgaha bırakıp buzluğa döndüm. Mantının yanında ne yenirdi ki, o tek yenilen bir yemek değil miydi?

"Patates kızartması?" diye sordum, eğildiğim buzluktan doğrulmadan başımı ona çevirdiğimde.

"Ekin ile karıştırdın beni herhalde, o kadar midesiz değilim henüz."

Ekin...

"Ege Ekin ile konuştun mu hiç?"

"Sıla ile konuştum," dedi kahve makinesine ilerlediğinde.

"Americano?" Su haznesine su doldurduğunda başımı salladım.

"Ne söyledi?"

Buzluğu kapatıp doldurdum. "Çorba mı söylesek dışarıdan?" dedim Ege'ye döndüğümde.

"Tamam sen su kaynat, o olana kadar da çorba gelir."

Başımı sallayıp dolabın kapağını kapattım.

"Sıla ne dedi?"

Telefonu eline aldığında "Dün gece konuştuk, sen uyurken. O da Ekin'i eve götürmüş."

Tencereye su doldurup ocağa koydum. "Eee..."

Ekrandan başını kaldırıp telefonu kenara bıraktı.

"Bu kadar," dedi Ege, şaşırdığım kısmı çözememiş gibi.

"İyi yani, eve gitmiş uyumuş."

"Kaptanlıktan atıldığından beri iyi değil..."

Ege kaşlarını çattığında tekrar telefonu eline aldı.

"Öncesinde de değilmiş, siz söylediniz," dedim yanına yaklaştığımda.

Telefonu kulağına götürüp açılmasını bekledi, her çalıştı yüzü biraz daha ciddileşiyordu.

Saat dokuzu biraz geçiyordu. "Sıla'yı ara istersen."

Sıla'nın numarasını bulup aradığında biraz daha yaklaştım. Birkaç çalış sonunda açılmıştı.

"Sıla," dedi Ege temkinli bir sesle. "Neredesin?"

Ege hafifçe başını sallarken bana dönüp dudaklarını "Ev," diye kıpırdattı.

"Ekin'de misin, kendi evinde mi?"

Ege tekrar başını salladığında benim de kaşlarım çatılmıştı.

"Bizim evdeyiz... İyi misin sen, keyfin yerinde mi?"

Sıla'yı dinlerken hafifçe sakalını kaşıdı.

"Tamam güzelim, haber ver bana geçersen Kuzgun'a. Görüşürüz."

Telefonu kapattığında bana döndü.

"Ekin evde uyuyor," dedi.

"Bu saatte?"

Telefonu tezgaha bıraktı. "Bünyesi kaldırmıyor tabii artık."

"Ege ne yapacağız?"

Ege derin bir nefes alıp sesli bir şekilde dışarı üfledi. "Bütün adımlarımı geri püskürttü."

Dudağımın içini kemirdiğimde arkamdaki tezgaha yaslandım.

"Gerekirse her gün birimiz başında bekleyeceğiz."

Ege ocağa yaklaşıp kaynamış suya mantı paketini boşalttı.

"Onu da denedim," dedi dalgın bir tavırla.

"Maçtan önceki hafta onda kaldım, içse bile en azından minimalde tutmaya çalıştım ama yok, bir yolunu buluyor."

Avuç içlerimi tezgaha bastırıp omuzlarımı kaldırdım. Ege tanıdığım en soğukkanlı insandı. Sıla da öyleydi... İkisi birden endişeleniyorsa durum kontrolden çıkmış demekti. Ekin ile konuşmak bir işe yaramayacaktı. Önce sorunun kaynağını bulmamız gerekiyordu. Görünürde her şey pürüzsüz olsa da kafasının içinde öyle olmadığı belliydi.

Ona kendini toparlaması için bir neden vermemiz gerekiyordu. Benim nedenim onlardı... Onun nedeni de biz olmalıydı.

"Hey," dedi Ege başparmağı çatılan kaşımın arasındaki kırışıklığı düzeltirken. "Endişelenme, çözeceğiz."

"İçeride bir şeyler yolunda gitmiyor olmalı," dedim düşünceli halimi bozmadan. "Dışarıda bir şey yoksa, içerisi karışmıştır."

Ege bana anlayışla gülümsediğinde yanaklarımı avuç içlerine aldı.

"İçeriyi de toplarız," dedi dudaklarıma doğru. "Merak etme."

Dudaklarını dudaklarımı bastırdığında ellerini yüzümden çekip ocağa yaklaştı.

Mantıyı kontrol edip ocağı kapattı.

"Yıkıntının büyüklüğüne bağlı," diye mırıldandım.

Öyleydi, enkazın boyutu ve kaynağı önemliydi. Oradan başlamak gerekiyordu düzeltmeye çalışmaya.

🌸

"Ne izleyeceğiz?" diye sordum.

Ege yemekten sonra bizi tekrar yatağa sürüklemişti. Bu kez yatakta bize eşlik eden bir de dizüstü bilgisayar vardı. Yüzünü karnıma gömdüğünde, bacaklarımın arasında kıpırdanıp yerleşti.

"Sen seç," dedi boğuk bir sesle.

Tüm yılın tembelliğini bugüne saklamış olmalıydı. Mayışıklığı saç diplerinden parmak uçlarına kadar her yerine yayılmıştı.

"O zaman Ryan Gosling filmi."

"Tamam ben seçerim," dedi Ege doğrulup ekrana baktığında.

Dudaklarımı birine bastırdım. "A neden, seçiyordum ben?"

"Nora adama bakarken şekilden şekle giriyorsun, dur şimdi sırası değil."

Küçük bir kıkırtı dudaklarımdan kaçtığında bilgisayara uzanmaya çalıştım.

"Hayır ya, izlemedim ben onun son filmlerini. Hem biraz gözüm gönlüm şenlenir fena mı?"

Ege bana döndüğünde gözlerini üzerime dikip sessizliğinden bir sonuç çıkartmamı bekledi. Kendimi daha fazla tutamadığımdan kahkaha attığımda kaşlarını çattı.

"Crazy, Stupid, Love izleyelim o zaman..." dedim gayet normal bir sohbetin içinde gibi. "Orada karın kasları çok güze- şey, karakteri çok iyi."

Ege bilgisayarı kapattığında tek kaşını kaldırdı.

"Karın kasları mı güzel?"

Dudaklarımı tekrar birbirine bastırdım. Kahkaha atmak için uygun bir an değildi.

"Söyle söyle," dedi dizlerinin üzerinde doğrulduğunda, bacaklarımı kendime doğru çekip ondan kaçmak için hamle yapacaktım ki avuçlarını bacaklarımın üzerine bastırdı. "Ne diyordun?"

"Hiç," dedim başımı iki yana sallarken. "Ağzımı bile açmadım."

"Hıııı?"

"Zaten bence," dedim üzerime doğru eğildiğinden sırtımı yatağa yasladığımda. "Karın kası fazla abartılıyor..."

Gözlerini kıstığında elleri karnıma doğru uzandı ve beni gıdıklamaya başladı.

"Ege!" Kahkahamın arasında adını haykırdığımda hızlandı. "Ege dur, tamam, gerçekten şaka yaptım."

Yüzünü boynuma gömüp öptüğünde gıdıklamaya devam etti.

"Sen dururken kim ne yapsın Ryan Gosling'i," dedim kahkaha atarken. "Ryan sen affet."

"Bak hala," dedi daha çok gıdıkladığında.

"Ay..." Elinden kaçmaya çalıştım. "Tamam, dur, tamam."

Beni kucaklayıp üzerine çektiğinde sırt üstü yattı. Nefes nefese kalmıştım. Bir kolunu belimde sıkı sıkı tutarken diğerini kaldırıp eliyle yüzüme dağılan saçlarımı arkaya itti. Burnuma, yanağıma, dudaklarıma öpücükler kondurdu.

"Bir de başıma Amerika'lı rakip çıkartma," dedi burnumu bir kere daha öptüğünde.

"Kanada'lı aslında..." dedim kirpiklerimi kırpıştırarak.

"Nora!"

"Of tamam." Yanağımı göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattım.

Parmakları saçlarımı gezindiğinde derin bir nefes aldı. Anlık yorgunluk için miydi yoksa daha genel bir durum muydu emin olmamıştım. Dudaklarımı göğsüne bastırıp tekrar yanağımı yasladım. Burada, böyle üzerine uzanarak uyuyabilirdim. Uyumak az kalırdı, burada böyle uzanarak sonsuza dek kalabilirdim.

"Hediyeni vermedim," diye mırıldandı, dudaklarını başıma bastırmıştı.

"Bana hediye mi aldın?" Çenemi göğsüne yaslayıp ona baktım. "Ne aldın?"

Ege'nin yüzü büyük bir gülümseme ile aydınlandığında üzerinde doğruldum. Hediyemi aldıktan sonra başlayabilirdi sonsuzluk, önce hediyemi vermesi lazımdı.

Heyecanla gülümsediğimde ellerimi birbirine çarptım. "Hadi hadi."

Yataktan kalkıp kitaplığa doğru ilerledi. Alt çekmeceyi açıp bir tane biri büyük, biri de küçük bir kutu boyutunda iki paket çıkarttı.

"Kitap mı aldın bana?" diye sordum yanına gittiğimde. "Neden iki tane?"

Önce büyük olanı kendine çekti. "Biri geçen senenin..."

Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında yutkundum. Bana geçen doğum günüm içinde mi hediye almıştı? Yeni almıştı ama değil mi, o zaman değil?

"Ege..." dedim şaşkınlıkla. Yanına iyice yaklaşıp gözlerinin içine baktım. "Yeni mi aldın bunu da?"

Dudağının kenarı gölgeli bir gülümseme ile kıvrıldı.

"Doğum gününde almıştım, sen tam tarihinde kutlama seversin."

Doğum günlerinin önceden ya da sonradan kutlanmasına sinir olurdum. Ya o gün kutlanmalıydı ya da hiç.

Her şeye rağmen bana hediye almıştı. Onu terk ettiğimi düşünmesine rağmen... Yoğunlaşan havayı dağıtmak için gülümsedim.

"Can Yücel kitabı aldın değil mi? Bol hicivli..."

Ege kahkaha attığında elindeki pakete uzandım.

Paketin içinden kahverengi, deri bir defter çıkmıştı. Etrafına sarılı ipi çevirdiğimde yıpranmış sayfaların ucunda parmaklarımı gezdirdim.

"Yapmadın..." diye mırıldandım, gözlerim nemlendiğinde.

Dudaklarının kenarındaki gülümseme hüzünlü bir hal aldı.

"Ege," dedim ağlamaklı bir sesle. "Yapmadın, hayır..."

İlk sayfayı açtığımda karşımda 1 sene önceki doğum günümün tarihi yazılıydı.

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

Dolan gözlerimi Ege'ye çevirdim. Hepsi geçti, der gibi gülümsedi. Bak geldin, der gibi uzandı elleri ellerime. Buradasın yanımdasın, der gibi öptü dudakları dudaklarımı.

Hepsi geçmişti, gelmiştim, buradaydım, yanındaydım.

"Ege," dedim kolları etrafımı sıkıca sardığında.

Başımın üzerine uzun bir öpücük kondurduğunda defteri tekrar önüme çektim. Bakmak istiyordum. Buğulanan gözlerime aldırmadan sayfaları hızla geçtim. Tarihler değişiyordu, bazen bir hafta atlıyordu, bazen bir ay...

10 Eylül 2017... Döndüğüm gün bir şiir daha eklemişti deftere. Nazım Hikmet'in şiirini gördüğümde dolan gözlerime aldırmadan gülümsedim.

Ege işaret parmağının eklem yeriyle gözünü ovuşturduğunda dudakları utangaç bir gülümsemeyle kıvrıldı.

"Yaa," dedim şiiri okurken.

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin!
Ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi.

El yazısının üzerinde parmak uçlarımı gezdirdiğimde yanağımdan bir damla yaş süzüldü.

"Bunu geldiğim gün mü yazdın?" diye sordum, başımı kaldırıp ona baktığımda.

"Tarih ne diyorsa, o..."

"Hainsin, biliyorsun değil mi?"

Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde defterin arkasıyla karnına vurdum.

"Ben, bana bir kere bak diye kıvranırken... Ege ya!"

"Bakmıştım," dedi yüzünü yüzüme eğerek.

"Ya evet," dedim gözlerimi kıstığımda. "Baktın, böyle depremler oldu o sırada. Dedim ya beni vuracak, ya beni vuracak..."

"Arabeske bağladığına göre diğer hediyene geçebiliriz."

Gözlerimi kıstım. Defteri göğsüme bastırmıştım. Hepsini tek tek okuyacaktım. Kaç şiir varsa her kelimesini ezbere alacaktım.

Yapmıştı... Kaç şiirse, hepsini bir bir bırakmıştı kucağıma. Yapmıştı.

"Bunun üzerine çıkabileceğini sanmıyorum ama," dedim elimi ona doğru uzattığımda. "Ver bakalım."

Küçük kutu avucuma konduğunda heyecanla gülümsedim. Hediyelere bayılıyordum. Doğum günleri çok güzeldi ama keşke büyümeseydik.

Defteri koltuğumun arasına sıkıştırıp paketi açtım. İçinden bir kutu çıkmıştı. Siyah düz bir kutuydu.

"Ege evlenme mi teklif ediyorsun şu an? Üzerimde tişörtün var ve saçlarım dağınık. Ayaklarımda çorap var çorap, lütfen etmiyor ol."

Bir çırpıda konuştuğumda Ege büyük bir kahkaha attı. Gülünecek bir şey yoktu, çok ciddiydim.

Kutuyu açtığımda yüzük çıkmamıştı neyse ki, sesli bir nefes verdi. Anahtarlık çıkmıştı. Kaşlarımı çattım.

Gözlerimi kaldırıp en sevdiğim elalara baktım.

"Bu ne?"

Anahtarlığın ucunda şeffaf bir yuvarlağın içinde pembe çiçek vardı, güzeldi ama işte anahtarlıktı.

"Anahtarlık," dedi ciddiyetle.

"Evet, çok hoş... Yani?"

"Yani," dedi Ege, ellerini tekrar belime yerleştirdiğinde. "Evde rahat değilsin, düğün sonrasında hiç etmeyeceksin..." Yüzümü buruşturdum. Haklıydı, o kadın ile aynı yerde yaşamayı sevmiyordum. "Ben de odamı özlemişim ama işte artık lisede değiliz."

Kaşlarımı çattım. Bu konuşma düşündüğüm yere mi gidiyordu?

"Eğer istersen..." Saçlarımı yüzümden çekip avuç içini yanağıma yasladı. "Birlikte yaşayalım mı?"

Gözlerimi açabildiğim kadar açtığımda gülümsemesi büyüdü.

"Aynı evde gibi mi birlikte?" diye sordum heyecanla.

"Evet... Benimle aynı evde yaşar mısın Nora Güz İlgen?"

"Aay," diye bağırdım. "Evet!"

Uzanıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Sonra daha çok bastırdım. Sonra daha çok... Öptükçe yetmiyordu, daha çok daha çok daha çok öpesim geliyordu.

"Bir dakika..." dedim geri çekildiğimde. "Sen ne zaman aldın bu hediyeyi?"

"2 gün önce."

"Nereden biliyordun seni affedeceğimi?"

Kaşlarımı çattığımda alnını alnıma yasladı.

"Bir gün affedecektin... O gün ne zamansa bekleyecektim gelmesini."

Gözlerim parladığında ona tekrar yaklaştım.

"Kendine bu kadar güvenmen sinir bozucu, biliyorsun değil mi?"

"Sen dedin," dedi beni göğsüne bastırdığında. "Sabitim sensin, dedin."

"Öylesin," dedim defteri aramızda, yakın gelecekteki evimizin anahtarını avuç içimde tutarken.

Ona öyle sarılı halde de sonsuza dek kalabilirdim ama dışarıda bir dünya vardı. O dünya dönmeye devam ediyordu. Ege'nin telefonun odayı dolduran melodisinin bize söylemek istediği de buydu. Sonsuzluk içinde durulup beklenecek bir kavram değildi çünkü işte dünya dönüyordu.

Başımın üzerine bir öpücük daha kondurup yatağın üzerindeki telefonu almak için ilerledi. Avucumu açıp içindeki pembe çiçekli anahtarlığa baktı. Ege ve ben, aynı evde yaşayacaktık.

İçime koşturup küçük bir kız, güneşli Pazar sabahları, şenlik ateşleri, o şarkının melodisi, benim için biriken şiirler dolmuştu.

Ege telefonu açtığında bir şey söylemesine fırsat kalmadan kaşları çatıldı. Yanına ilerledim.

"Dur, dur..." dedi Ege kaşları biraz daha çatıldığında. "Sıla sakin ol... O gürültü ne?"

Avucumu sıkıca kapattığımda dudaklarım aralandı. Bir şey olmuştu... Sıla aradıysa başka birine bir şey olmuştu...

Ege gözlerini kapattığında korkuyla yutkundum.

"Neredesin," dedi titreyen sesiyle.

Ege'nin sesi titremezdi. O sakin kalan taraf olurdu genelde... Sıla anlaşılmayacak kadar panikle konuşmazdı. O da soğukkanlı olandı. Ben çabuk telaşlanırdım bir de Ekin...

Ekin!

"Ege?"

Telefonu kapattığında bana döndü.

"Üzerini giyin," dedi sadece.

Bir şey sormadım. Bir şey sormaktan hiç bu kadar korkmamıştım. Koltuğun üzerindeki elbisemi giydiğimde Ege bana siyah bir kazak uzattı. Elbisemin üzerine onu geçirdiğimde koltuğa oturup ayakkabılarımı giydim.

Ege de üzerini değiştirmişti. Montumu ve çantamı aldım. Ege'nin adımlarını taklit ediyordu adımlarım. Elini uzattığında beklediğimi bulmuş gibi elini tuttum. Tutmasaydım düşünürdüm, düşünmekten de korkuyordum.

Dışarı çıktığımızda soğuk hava titrememe neden olmuştu. Araba hemen bahçenin ön tarafındaydı. Ege kapıları açtığında hızlı adımlarla ilerleyip ön kısma yerleştim. Çantamı ayaklarımın altına, montumu da arka koltuğa attım.

Ege telefonu bölmeye yerleştirip Sıla'nın gönderdiği konuma tıkladı.

"Nora..." dedi, ana yola çıktığımızda.

Derin bir nefes aldı, tüm dikkati yoldaydı. Ellerine baktım. Direksiyonu o kadar sert sıkıyordu ki, bembeyaz olmuştu.

"Sıla'ya iyi olduğunu söylemişler..."

Tane tane konuştuğunda bakışlarımı ellerinden çekmedim. Düşünmedim de... Düşünürsem düşerdim... Korktum düşmekten, bir boşluğa savrulmaktan. Anlamları ağır, kendileri az heceli kelimelerden. Korktum hepsinden. Sustum...

"Sıla görememiş henüz," diye devam etti Ege.

Sesi zorlukla çıkıyordu. Kaşları çatılmış, çenesi kasılmış olmalıydı ama ben görmüyordum. Eklem yerleri daha çok beyazladı ellerinin.

Hızlandık biraz, çok değil ama biraz...

"Biz önce Sıla'nın yanına gideceğiz," Açıklamaya devam ettiğinde başımı salladım. Anlamıştım. Kendini zorlamasına gerek yoktu. Sıla bir yerdeydi, biz de gidip onu alacaktık, tamam.

"Sonra..." Sustuğunda kollarımı göğsümde bağladım. Soğuktu, kazak giymiştim ama hala soğuktu.

"Tamam," dedim. Sesim titremişti, sesim de üşümüş olmalıydı. "Anladım."

Ege biraz daha hızlandı. Hemen gitmek istiyordu. Sıla yalnız olmalıydı. Ekin Sıla'yı yalnız bırakmazdı ki... Ekin neredeydi?

Ege bir yola döndüğünde başımı çevirip dışarı baktım. Çok karanlıktı. Yağmur yağıyordu. Yağmurun yağdığını evden çıktığımızda fark etmemiştim. Şimdi cama vuruyordu damlalar, çok hızlılardı. Biz o kadar hızlı değildik.

Aynı yolda bir süre daha gittikten sonra Ege tekrar başka bir yola döndü. Ne çok yol vardı. Hepsine gidilmezdi. Bütün yollara giden kimse olmamıştır. Her yolda giden en az bir kişi illa olmuştur ama... Gidilmese yol olmazdı.

Sonra durdu. Araba birden bire durdu.

"Nora," dedi Ege.

Başımı yağmurun vurduğu camdan ona çevirdim. Gözleri kızarmıştı. Ellerini saçlarının üzerine geçirdi, sertçe çekti. Canı acıyacaktı.

Arka koltuğa uzanıp montumu aldım. "Giy bunu..."

Söylediğini yaptım, koltukta biraz öne kaydım ve montu giydim.

Kapısını açıp aşağı indiğinde ben de inmiştim. Adımlarını bulmalıydım, takip etmem gerekiyordu. Yolu bilmiyordum.

İki tane büyük araba vardı yolun ortasında, kırmızı ve mavi ışıkları yanıp yanıp sönüyordu.

İki araba daha vardı, biri yoldan çıkmıştı ağaçlık kısma ilerlemiş ve bir ağaca çarparak durmuştu. Diğeri ondan biraz yukarıda, yolun kenarında duruyordu...

Ege elimi tuttu...

"Ege," dedi Sıla bize doğru koşarken.

"Hastaneye götürmüşler..." Ege Sıla'ya sarıldığında Sıla ağlamaya başlamıştı.

Arabaların olduğu yere ilerledim. Kırmızı olanın arkasında durdum. Buruşturulmuş bir kağıda benziyordu.

Ekin'in arabasıydı...

Gözlerimi kırpıştırdım. Çok hızlı çarpmış olmalıydı, ön kısmı tamamen içeri geçmiş gibi görünüyordu. Geriye doğru bir adım attım.

"Son aramada benim numaram varmış," dedi Sıla hıçkırıkları arasında.

Bir adım daha geriledim. Yer hareketlenmişti. Sendelediğimde kendimi sabit durmak için zorladım. Düşüyor muydum?

"Yalan söylüyorlar," dedim arabadan gözlerimi ayırmadan.

"Bu arabadan sağ çıkmış olamaz..."

Continue Reading

You'll Also Like

RUH-U REVAN By İ.

Teen Fiction

6K 372 5
Her yeni şehir, aynı zamanda yeniden doğuş anlamına gelir. Savcı Dilşah Sancak, yıllar önce babasını kaybetmesine sebep olan, çocukluğunun geçtiği M...
11.9K 931 10
Herkes de olduğu gibi benim içimde de umut kırıntısı vardı ama bende sabır yoktu. Her sabrın sonu selamet derlerdi,bazı sabırların sonu kıyametti,hab...
7.4K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.
749K 44.2K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...