İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 39

15.8K 901 421
By iremmipelin


"Kalk," diye bağırdım biraz önce başımın altında duran yastığı ona doğru savurduğumda. "Kalksana ya, kalk."

Önce burnu buruştu, sonra gözleri görünmeyecek kadar kırıştı, en sonunda ise tek elinin başparmağı yastık ile temas halinde olmayan gözünü buldu.

Eğilip omzunun altında kalan, yatağa doğru uzanmış kolunun üzerindeki yastığı alıp tekrar ona doğru attım.

"Neden buradasın?" diye bağırdım uykusunu dağıtmaya yetecek kadar yüksek sesle. "Ne işin var burada?"

Yatağa yaslı olan omzunu kaldırıp kolundan destek alarak doğruldu. Başparmağı yavaşça gözünü ovarken, diğer gözünü zorlukla araladı.

"Ne oldu yine?" diye boğuk sesiyle.

"Ne işin var yatağımda?"

Gözünü ovan elini yüzünden çekip kıstığı gözleriyle yüzüme baktı.

"Teknik olarak burası benim yatağım."

Başımı kaldırıp gözlerimi etrafta gezdirdim. Doğru söylüyordu... Benim burada ne işim vardı?

"Biz niye sizin evdeyiz?" diye sordum bu kez bağırmandan.

Bu odada bulunmayalı uzun zaman olmuştu. Belli başlı bir değişiklik görünmüyordu. Her şey eskisi gibiydi. Arkamda kalan duvarı boylu boyunca kaplayan kitaplık, siyah deri koltuk. Merdiven bitimindeki bateri ve kum torbası... Bahçeye açılan kapıyı görmeme engel olan yere kadar uzanan siyah perdeler. Her şey aynıydı. Benim odanın ortasında üzerimde sadece Ege'nin tişörtü ile durmama kadar her şey aynıydı.

Üzerimdeki soluk tişörtten bakışlarımı kaldırıp hala kısık gözlerle bana bakan elalara döndüm.

"Neden senin tişörtünü giyiyorum?"

"Elbise ile mi yatacaktın?" diye sordu, başını yatağa doğru eğerek.

Kaşlarımı çattım. O neden tişört giymiyordu? Son kalan tişörtünü bana mı giydirmişti?

"Sen neden giyinik değilsin?"

Kendini tekrar yatağa bıraktığında kolunu gözlerinin üzerine kapattı.

"Başa döndük..." diye mırıldandı.

"Kalksana ya, yatıyor hala... Kalk."

"Nora, gel, iki dakika daha uyuyalım sonra bağırırsın." Kolunu gözlerinden çekip elini bana doğru uzattı. "Hadi."

"Ben niye seninle uyuyorum, çok saçma..."

Tek gözünü kısıp saçlarının üzerini karıştırdı.

"Gel yanıma," diye mırıldandı.

"Ay arsız çıktı bu..." dedim kendi kendime, ellerimi belime koyarak sağ bacağımı öne doğru hafifçe kırdım.

"Elbisem nerede benim? Bir de üzerimi değiştirmiş. Hayır sen kimsin de benim üzerimi değiştiriyorsun? Dava açacağım sana... Görürsün."

"Aç," dedi yeniden tek dirseğinden destek alarak doğrulduğunda. "İki dakika daha uyuyalım sonra istersen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvur."

"Neden uyuyorum ben seninle ya..."

Öne doğru iyice doğrulduğunda bana uzandı. Söylenmek ile meşgul olmasaydım hamlesini görüp geri çekilirdim ama çekilememiştim. Belimden tutup beni çektiğinde kendiyle birlikte yatağa düşürdü.

"Bıraksana," Bir kolunu belimin altından geçirip diğerini de üstüne sararak beni göğsüne çekti. "Bırak... Aaa yerleşti bir de, arsız."

Ege başını omzuma yasladığında derin bir nefes aldı.

"Şşşş," dedi kendi soluk, siyah tişörtüne doğru. "İki dakikacık daha..."

"Bırak, gideceğim ben..."

"Cık," dedi, belimdeki kolu beni biraz daha kendine çektiğinde. "Gidemezsin artık."

"Oldu..." dedim, omzuna yasladığım elim ile onu itmeye çalışarak. "Sen mi karar veriyorsun buna? Gidemezmişim, böyle buyurdu beyimiz. Bırakmazsan bağırırım."

Başını geriye itip, göğsümden çekilmeden bana baktığında ela gözlerinin içinde ve dışında kızarıklıklar vardı.

"Gitme," dedi, gözlerinden zorlukla çektiğim gözlerim dudaklarına odaklandığında. "Lütfen artık gitme."

Gözlerindeki parlaklık yutkunmama neden olmuştu. Neden böyle bakıyordu? Her yer yerli yerindeydi işte. Odasında minicik bir değişiklik yoktu. Kitaplığındaki kitapların bile aynı yerlerde durduklarına emindim. Neden böyle bakıyordu, her yer birbirine girmiş gibi?

Başını tekrar eğdiğinde yanağını göğsüme yasladı. Omzundaki elim öyle havada kala kalmıştı. Gözlerimi yavaşça kapattım. Elimi kendimi kucağıma bıraktım. Tamam, o bakıştan sonra onu itemezdim ama sarılacak da değildim. 2 dakika istemişti, alacaktı. O kadar...

Belime sardığı kolunu tekrar sıkılaştırdığında göğsüme yerleşti. Saçları yanağıma değiyordu, başımı hafifçe eğerek olduğu yere tam uymasını sağladım. Yanağım saçlarına yaslandığında bir kere daha derin nefes aldı.

"Elbisen rahat değildi," dedi, mırıltıyla. "Onunla uyuyamazdın."

"Seninle uyuyabilirdim ama öyle mi?" dedim, açmadığım gözlerimin aksine gayet kendinde çıkan sesimle.

Minik bir mırıltı çıkarttı, başını hafifçe hareket ettirdi, tişörtü büyük geldiğinde açıkta kalan yakadan dudakları tenime değdirdi. Nefesimi tekrar tuttuğumda "Hı hı," diye mırıldandı.

"Sarhoştum," dedim elimdeki tek bahaneye tutunarak. "Beni buraya getirmek yerine evime götürmeliydin."

"Öyle yaptım," diye mırıldandı. Dudaklarını tişörtün açıkta bıraktığı tenimden çekmemişti.

"Bana kelime oyunu yapma seni arsız, çirkin burunlu, fırsatçı."

Minik bir gülüş sızdığında dudaklarından kucağımdaki elimi kaldırıp başına uzattım. Saçlarının üstünü parmaklarımın arasında geçirip sertçe arkaya doğru çektiğimde başını geriye itip gözlerime muzip bir parıltıyla baktı.

"Bunu yapmaya devam edersen konuşma başka bir noktaya gidecek, biliyorsun değil mi?"

Arsızdı işte, arsız...

Elimi saçlarından çeksem de tekrar kucağıma indirmemiştim.

Başını tekrar boynuma yaslayarak göğsüme gömdüğünde derin bir nefes aldım.

Saat kaçtı bilmiyordum ama çok erken olmadığından emindim. Dün buraya nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum. Son hatırladığımda barın arka kısmına nefes almaya çalışmamdı. Ege'nin gelişini, onu öpüşümü de hatırlıyordum ama sonrasında hemen buraya mı geldik, yoksa içmeye devam mı ettim bilmiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Su içmeliydim.

"Neden buraya geldik?" diye sordum, bu kez bağırmadan.

"Bir yere gitmemiz gerekiyordu," dedi Ege, uykulu sesiyle. Nasıl iki dakika içinde tekrar uyku moduna girebilmişti?

"Neden beni eve bırakmadın?"

"İstemedim..." Son kısımda sesi boğuklaştığından başımı yana eğerek onu görmeye çalıştım.

"İstemedin mi, istemedim mi?"

"İstemedim," dedi biraz öncekinden daha net sesle.

"Kendi kendine karar verdin yani... Başka insanların kararlarına karışmamaya, saygı duymaya ne oldu?"

"Sen başka insan değilsin."

Kolunu sırtımın altına geçirip yanağını göğsüme bastırdı.

"Tamam bırak," dedim, sırtımın altında kalan kolunu çekiştirmeye çalışırken. "Doldu süren."

Arkasında kalan kolumu kaldırıp ellerimi tekrar saçlarına geçirdim.

"Ege," dedim saçını çekiştirirken. "Çekil, tamam."

"Nora..." Uyarır tonundaki gülüşünü saklamaya çalışmıştı ama yüzündeki muzip ifade tam dudaklarının kenarındaydı.

Sırtımdaki kolunu hareket ettirdiğinde hafifçe yana doğru dönerek ona baktım. Kirpiklerini araladığında en sevdiğim renk karışımı bir göz kırpışı uzağımdaydı.

Parmakları üzerimdeki kendi tişörtünün içinden geçip tenime ulaştığında nefesimi tuttum. Tişörtü yukarı doğru yavaşça sıyırırken parmak uçları belimde geziniyordu.

Yüzünü biraz daha bastırıp tişörtün yakasının açıkta bıraktı yere burnu yaslayarak derin bir nefes aldı. Parmakları usul usul tenimde gezinirken fark etmeden araladığım dudaklarımı kapatıp yutkundum.

Kollarının arasından hızla çıkıp kendimi yatağın ucun ittim.

"Tamam," dedim yukarı kıvrılmış tişörtü düzeltirken. "Eşyalarım nerede, gidiyorum ben."

Yataktan kalktığımda kısa bir an için yüzünü yastığa gömdü. Dudaklarının kenarı rahat bir gülüşle havalandığında bakışlarımı odada gezdirdim. Kitaplığın önünde duran koltuğa doğru hızlı adımlarla ilerledim. Koltuğun üzerinde katlanıp konulmuş elbisem ve çantam duruyordu. Yerde ise ayakkabılarım vardı.

Elbiseyi elime aldığım sırada karnımın üzerinden sarılan kol beni kendine doğru çekti. Çenesini omzuma yaslayıp boştaki eliyle elimdeki elbiseyi alarak koltuğun üzerine tekrar bıraktı.

"Olmaz," dedi, çenesini omzumdan kaldırmış ama yerine dudaklarını bırakmıştı.

"Kahvaltı yapalım hadi," dedi dudaklarını omzumdan kaldırdığında, karnımdaki elini çekip elimi tuttu.

"Şu saçma evcilik oyununu bitirir misin, ne kahvaltısı... Bırak üzerimi değiştireceğim."

Öne doğru ilerlemesini durdurmadan başını çevirip kalçalarımın biraz altına kadar uzanan siyah soluk tişörtünü süzdü.

Çıplak ayaklarım serin merdivenlere ulaştığında adımlarını yakalamak için hızlandım.

"Dışarıdan söyleyelim istersen, evde kimse yok."

Merdivenleri çıktığımızda mutfağa çıkan koridora yöneldi.

"Emel Teyze'nin evi burası," dedim söylediğine inanamıyormuş gibi. "Dolabı her zaman hazırlıklıdır."

Mutfağa girdiğimizde tuttuğu elimden beni çekerek kendine yaklaştırdı. Diğer eli de belimi sarmıştı.

Uzanıp dudaklarını burnuma değdirdi. "Bak sen..." dedi gülümseyerek. Burnumun ucuna bir öpücük daha bıraktığından geriye doğru adım atmaya çalıştım. İzin vermemişti. Dudakları yanağımı, elmacık kemiğimi, şakağımı, saç diplerimi ziyaret ederken bir elim istemsizce boynuna kaydı. Sıcak teni soğuk ellerim ile buluştuğunda parmak uçlarımda yükselip göğsümü, göğsüne yasladım. Boynumda gezinen dudaklarını hissetmemle başımı diğer tarafa eğmem bir olmuştu.

Şiiri bilmiyordum ama kaç öpücükse ödeyecek gibiydi...

"Kahvaltı," dedim bulanan zihnimden bulup çıkarttığım tek bahaneye tutunarak. "Çay..." Dudakları boynumdan omzuma doğru ilerlediğinde gözlerimi zorlukla açtım. "Çay yapalım."

"Tamam," dedi dudaklarını bir kere daha kuvvetle boynuma bastırdığında.

Kollarının arasından çıktığımda balkon kapısına en yakın yerdeki dolaba ilerleyip üst kapağı açtım. Büyük çay kavanozunu çıkartıp tezgaha bıraktım. Arkamı döndüğümde Ege kalçalarını Ada Tezgaha yaslamış, bir eli karışık saçlarını daha karışık hale sokarken beni izliyordu.

Kavanozunu alıp çay makinesinin yanına ilerledim. İki kişiydik, içindeki kaşık ile 3 ölçek koysam yeterdi, her ihtimale karşı 4 ölçek koyup kavanozun siyah kapağını kapattım.

"Su..." dedim, arkama dönmeden.

Ege alt kısmını alıp sebilin yanına ilerlediğinde kavanozu aldığım dolaba yerleştirdim. Su doldurup tekrar yerine yerleştirdiğine makineyi çalıştırıp demliği de olması gereken bölmeye yerleştirdi. Su kaynayana kadar çay ile işimiz bitmişti.

Buzdolabına ilerledim. Ne yemek istediğini bilmiyordum ama yeterince arsızdı bu sabah onu daha fazla şımartacak halim yoktu.

Saklama kaplarını kucağımda üst üste alıp dolabından karşısından ayrıldım. Hepsini tezgaha bırakıp dolaptan tabakları çıkarttım. Ege de tahta bir servis tabağı çıkartıp peynirleri dizmeye başlamıştı.

Reçel çıkartmam lazımdı. Bir de yumurta yemek isteyip istemediğini sormam gerekiyordu. Başımı kaldırdığımda gözleri beni buldu. Bir şey sormak yerine buzdolabının yanındaki dolabı kendime doğru çekerek çikolata kavanozunu ve fıstık ezmesini çıkarttım.

Ege buzdolabını açıp yumurtaları çıkartmıştı. Tezgaha ilerlediğinde büyük bir cam kase çıkartıp yumurtaları içine kırdı.

Çikolata kavanozunu tezgaha bırakıp fıstık ezmesini açtım. Çekmeceden tatlı kaşığı alıp yanına ilerledim. Tavaya yağ eklerken, zıplayıp tezgaha oturdum. Fıstık ezmesinin içindeki kaşığı çevirdiğimde gözlerini kıssa da bana dönmek yerine yumurtalar ile ilgilenmeye devam etmişti.

Kaşığı ağzıma götürüp dilimle iyice temizlediğimde başını öne doğru eğerek minik bir kahkaha attı.

Gülecek ne vardı? Ben gülecek bir şey göremiyordum... Fıstık ezmesi çok güzeldi. Kaşığı bir kez daha kavanoza daldırdığımda dolaptan çıkarttığı kırmızı ve yeşil biberi doğramaya başladı. Biberli omleti çok severdim ama yine de bir sorulması gerekiyordu nezaketen, "Nora'cım omletinde biber ve kaşar istiyor musun?" diye.

"Ben belki biber sevmiyorum," dedim, kaşığı yeniden dilimde gezdirmeye başladığımda bana dönmüştü.

"Dün tanıştık biz çünkü..." dedi kaşlarını kaldırarak.

"Dün tanıştık sayılır." Kaşığı kavanozun içinde çevirip doldurdum. "İster misin?"

"Cık," dedi kaşlarını kaldırarak, gülümsediğinde dilini alt dudağına bastırmıştı.

Kaşar dilimlerini de ekleyip yumurtayı döktüğünde diğer tarafımda kalan çay makinesine ilerledi. Su kaynamıştı. Hazırladığım demliğe kaynamış suyu boşaltıp tekrar sebilden su doldurdu.

Kavanozu tezgaha bıraksam da dudaklarımın arasındaki kaşığı bırakmamıştım.

"Doyurma karnını," dedi yumurtanın kenarlarını kontrol ettiğinde.

"Barışmadık, biliyorsun değil mi?"

Ocağın altını kıstı. Tavayı tutup öne arkaya salladı.

"Mutfakta mı balkonda mı?"

Omuz silktim. "Sen seç..."

"İstersen odama inelim, orada yaparız."

"Olur..."

Ege'nin odası evin arka kısmına bakıyordu. Bahçesi genelde gölge olduğundan daha serin olurdu. Masa ve birkaç sandalyeye artı olarak bir de hamak vardı ki bu Ege'nin en sevdiği şeydi. Öğleden sonrasını hamakta kitap okuyarak geçirip sonra orada uyuyabilirdi.

Onun için önemli olan huzurdu, belki son bir yılda bu kadar karışmasının nedeni buydu. Evini, alıştığı düzenini, ailesini ve sevgilisini kaybetmişti. Bunların hepsini birden kaybetmek yeterince huzur kaçırıcıydı.

Karmaşayı sevmezdi... Dolabı hep düzenli, kitaplığı ona nazaran biraz daha dağınık olurdu ama o bunun kendi içinde bir düzeni olduğunu savunurdu. Odağı net, kafası karışmazdı. En azından eskiden karışmazdı. Belki o da biraz değişmişti. Belki artık tanıdığım kişi değildi... Belki dolabını gidip açsam karma karışık bulacaktım.

Kaşlarımı çattığımda ocağı kapatmıştı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu, omleti düz beyaz bir tabağa koyarken.

"Hamak duruyor mu?"

Bakışlarını bana çevirdiğinde ışık yüzüne vurmadığı için daha soluk görünen elaları parladı.

"Duruyor..." dedi, nereye varmak istediğimi görüyormuş gibi gülümseyerek.

"Sadece bir şair okuyacak olsan, tek bir tane ama diğerleri yok. Hangisi?"

İlhan Berk...

"İlhan Berk," dedi, tabağı tezgahtaki diğer tabakların yanına bıraktığında.

Dudakları muzip bir gülüş ile kıvrıldığında tezgahtan atladım.

"Nazım Hikmet kaçamağı yaparım ama..." dedi oyuncu bir ton ile.

"Oyunbozan," dedim gözlerimi kısarak.

Tabakları tepsiye dizdiğinde bana döndü.

"Sen bunları götür," dedi peynir tabağı, zeytinlikler ve küçük reçel tabaklarıyla dolu tepsiyi elime tutuşturduğunda.

"Diğerlerini ben getiririm."

Başımı sallayıp onu arkamda bırakarak elimde tepsiyle mutfaktan çıktım.

Odasına indiğimde tepsiyi yatağa bırakıp perdeleri araladım. Sürgülü cam kapıyı çekerek açtığımda yüzüme vuran temiz havayla derin bir nefes aldım.

Ege odaya girdiğinde elindekileri yere bıraktı. "Üşüyeceksin," dedi.

Dolaba doğru ilerlediğinde öne doğru atılıp onu durdurdum. Koltuğun kenarında duran gri yumuşak battaniyeyi alıp kaldırdım. "Bu yeter."

Açtığı dolaptan gri bir kapüşonlu çıkartıp üzerine geçirdi. Battaniyeyi etrafıma sardığımda yere oturup çayları doldurdum. Kapının hemen önüne oturmuştuk, bir nevi bahçede sayılırdık. Kış vakti ancak bu kadar olurdu. Temiz hava odaya dolarken Ege hemen karşıma oturup bacaklarını topladı.

"Ye hadi," dedi bakışlarımı bahçeye diktiğim için. "Dün midende bir şey kalmadı."

Yüzümü buruşturdum. "Ne?"

Ege dudaklarını gülmemek için birbirine bastırdığında ona doğru eğildim. "Bir noktada anlatmak zorunda kalacaksın."

Çay bardağını dudaklarını götürdüğünde güldü. Fincanı ellerimin arasına alıp çayın sıcaklığını hissettim.

"En son arka bahçedeydim."

"Sonra beni öptün..." dedi, çay bardağını yere bıraktığında.

"Öpmedim." Kaşlarımı çattım. Öpmüş müydüm? Öpmüşsem de iyi yapmıştım tabii ama bence o beni öpmüştü. Ben en fazla karşılık vermişimdir.

"Öptün," dedi kaşlarını kaldırıp başını salladığında. "Unutamayacağım bir öpücüktü."

"Ya bırak..." dedim, çayımdan bir yudum aldığımda hissettiğim sıcaklık ile rahatlamıştım. "Senin kimi, neden, ne zaman, ne sebeple öptüğünü hatırladığın mı var?"

"Nora..." dedi, ciddileşerek.

"Hiç bana öyle uyarı tonu sunma. Adını söyledim diye konuyu odanda yerde kahvaltıya kadar getirdin ama alt tarafı dünyadaki varlığını hatırladım, o kadar."

Başını yavaşça salladığında gözlerini yüzüme kaldırmamıştı.

Çayı bıraktım. Kendime izin verme konusunu biraz abartmıştım. Hadi dün sarhoştum, doğum günümdü, bir şey eksikti ve eksik olan ile başa çıkabilecek bir ruh halinde değildim. Bugün ise yeni gündü. Onunla burada durmak, onun tişörtünü giymek, hep alıştığım yerde hep alıştığım şekilde davranmak doğru değildi.

Bir karar vermiştim, arkasında durmam gerekiyordu. Belki ben renksiz, neşesiz, anlamsız birine dönecektim. Belki bir daha hiç tamamlanmamak üzere eksik kalacaktım. Belki benim dünyadaki varlığım kendine bir yer bulamadığından savrulup duracaktı. Bilmiyordum.

Bildiğim tek şey vardı. Burada, oturduğumuz bu yerde bana bir anlam vermişti. Bana "Sen ilkyazsın..." demişti.

Ben ise onun karşısına son dikildiğimde ilkbahar olmaktan çok uzaktım. Sonbahar olabilirim sanmıştım ama onu da yapamamıştım.

Sırtını yatağa yasladığında bacaklarını açık kapıya doğru uzattı.

"Eve önce dönmek istemedim," dedi çay bardağını parmakları arasına aldığında. Başını bahçeye dikmişti. "Anneme kırgındım, beni bırakıp gittiği için. Çocukluk yaptığımı biliyordum ama işte beni burada tek başıma bırakmasını da yediremiyordum. Ona barda iyi olduğumu söyledim, benim kalacak yerim var, dedim."

Başını bana çevirdiğinde gözlerine vuran ışık renkleri parlatmıştı. "Gülümsedi. Biliyorsun ya o gülüşünü... Yüzünde tam olarak, hiçbir şey bildiğin yok ama seni seviyorum, gülüşü vardı."

Güldüğümde, Ege'nin yüzündeki gülümseme büyüdü.

"Dedi ki... Kalacak yerin var mı diye sormadım eşek sıpası, eve gel, dedim."

Uzanıp bacaklarımın üzerinde duran elimi tutup kendine çekti. Bileğime dudaklarını bastırdığında gözlerini yüzümden çekmemişti.

"Dünyadaki varlığımı hatırladın mı, diye sormadım... Dünyandaki varlığımı hatırla."

Dudaklarını avuç içlerime, ardından da parmaklarıma kaydırıp usulca öptü.

Bileğimi sertçe çektiğimde yerimden kalktım. Buradan artık gitmem gerekiyordu. Tamam güzel bir sabah olmuştu, biraz geçmişten anı çalmıştık ama bitmişti.

Koltuğa doğru ilerlerken birden durup ona döndüm.

"Dünyamdaki varlığın..." dedim. 

Neden bağırıyordum?

Yerden kalkmış, tam karşımda durmuştu.

"Burada." Elimle biraz önce oturduğumuz yeri gösterdim. "Tam burada sen beni buldun."

Başını yavaşça salladığında gözleri parlamıştı, bu kez neşeden değil...

"Beni buldun, bana bir anlam verdin, beni tuttun... Ege." Omzumdaki battaniyeyi çekip yere fırlattım. "Ege sen her şeydin."

"Dünyamdaki varlığın..." Yüksek, büyük, içimdeki tüm taşları devirecek kadar sarsıntılı bir kahkaha attım. "Hepsi sendin."

"Bir, bir yıktın hepsini..." Ellerimi iki yana açıp omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ben hep sana geldim. Sen?"

"Hep?" dedi elini saçının üzerine atıp çekiştirdiğinde. "Bütün dünyan bendim, evet. Öyleydim. Sonra bir gün seni hiçbir yerde bulamadım."

Gözlerini kapattı. Kendini sıkıyordu. Kelimelerden korkuyordu. Neyse ki bu kez kelimelerden korkuyordu.

"Buna takılıp kaldığımı düşünüyorsun, biliyorum. Gittin çünkü bana geri dönmek için, biliyorum. Döndün de... Evet."

Gözlerini açtı, bana doğru bir adım attı, derin bir nefes aldı.

"Beni ilk sen terk ettin," dedi, yine o kelimeyi seçmişti. Yine, onu terk ettiğimi söylemişti. "Sonra herkes gitti, her şey gitti... Ama ilk sen."

"Kafamın içinde deprem oluyordu Ege," dedim tane tane. "Her şey, hepsi, üzerime yıkılıyordu. Altında kalmaktan korkmadım, sen altında kalırsın diye korktum."

"Sevgili Ege, Londra'ya gidiyorum, 1 yıl sonra dönerim. Hoşça kal..." dedi, alaycı bir sinirle.

"Sevgili Ege, ben dönene kadar kimseye aşık olmaya çalışmazsan sevinirim. Olamıyorsun çünkü... Öptüm, bye!" Elimi havaya kaldırıp parmaklarımı sallayarak son kelimeyi somut kıldığımda gözlerini kıstı.

Burnundan nefes vererek güldü.

"Bilmiyordum," dedi, ellerini iki yana açtığında. "Tek başıma, kendim ile ne yapacağımı bilmiyordum."

"Ekin beni buldu..." dediğimde şaşkınlıkla bana döndü. "Bulmuş yani..."

Kaşlarını çattı, gözleri bir süre ne dediğimi anlamaya çalışarak kırpıştı.

"Arasan bulurmuşsun sen de..."

Kaşlarını kaldırdığında kızaran gözlerini gözlerime dikti. "Gittin Nora, ne amaçla bilmiyordum ama gitmiştin. Gitmeyi seçmiştin. Beni yanında isteseydin haber verebilirdin. Oradan arayabilirdin. Gel, diyebilirdin. Yapmadın. Hem kaybolmak isteyip hem de bulunmadığın için kavga çıkartamazsın. Beni isteseydin, çağırırdın."

"Ekin'i de çağırmadım... Zaten karşıma çıkmadı, sadece buldu." Omuz silktiğimde sinirle güldü.

"Sınırlar vardır Nora," dedi sesine bulaşan acı, dudaklarımı büzmeme neden olmuştu. "Bazı sınırlar geçilmez."

"Ben senin geçemeyeceğin sınırın arkasında durmak istemedim," dedim dolan gözlerimi saklamadan. "Ben sen bütün sınırları aş, hep bana gel istedim."

"Kızıyorsun, biliyorum. Haklısın. Kız, bağır, akıt içinde ne varsa. Sadece beni de dinle olur mu? Beni de duy." Onun da gözleri benimkiler gibiydi, bir şeyleri kırıp dökmek istiyordum, onu değil. "Ben savruldum, ben dağıldım, ben yerle bir oldum... Sen de yaptın."

Kaşlarımı çattım. "Ben savrulmadım," dedim itiraz ederek.

"Akın?" İsim dudaklarından boğazına takılır gibi döküldüğünde yutkundum.

Sanki kendimce kendime başka bir evren yaratmış, bir süre orada kalmış şimdi tekrar kendi var olduğum yere dönmüş gibiydim. Kötü bir şey yapmadığımı biliyordum ama Ege çökük omuzları, kızarmış gözleri ve çıplak ayakları ile karşımda dururken istediğim tek şey ona sarılmaktı.

"Akın benim arkadaşım," dedim kendimden emin bir tavırla. "Sevgilim değildi. Ona aşık olmaya çalışmadım. Gelip sana ona aşık olamıyorum diye yakınmadım."

Kolumu tutup beni kendine doğru çekti. Bir elini belime yasladı, diğer elini yanağıma koymuştu.

Burnunu burnuma değdirecek kadar eğildi. "Seni öptü," dedi gözleri gözlerimin içindeyken. "Benim öptüğüm gibi."

"Kıskandın mı?" dedim alayla. "Ne hoş... Sen de o kızı öptün, benim gözümün önünde. Sonra yine öpecektin, üstelik bu kez onu öpmeyi istemeni gözlerinden taşırarak."

Kollarının arasından çıkmaya çalıştığımda yanağımdaki elini çekmeden yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Bundan bahsediyorum," dedi, sakinleşmem için usulca konuşmuştu. "Ben biraz rüzgarın şiddetini kaçırdım, sen de öyle yaptın."

"Yapmadım," diye itiraz ettim. Geriye doğru bir adım attığımda ondan uzaklaşmıştım. "Derdim de sen değildin. Ben yeni bir hayat kurmaya çalışıyordum. Sen umurumda bile değildin. Sonra geldin yine beni kurduğum evrenden çekiştirerek aldın."

"Sen de öyle yaptın..." dedi. Neden gülümsüyordu? "Sen de geri döndün ve beni kurduğum düzenden çekiştirerek geri aldın."

"Ha öyle kolay aldım öyle mi? Her adımda duvara çarptım ben, her adımda. Sonra şımarık olan ben oldum, sonra her istediğini istediği yerde bulmak isteyen ben oldum."

Sinirle ayaklarımı yere vurarak kitaplığa doğru ilerledim. Rastgele bir kitap seçip yere fırlattım.

"Al bak," Bir kitap daha alıp koltuğa doğru fırlattım. "Bak dağıldı kitaplığın. Bak bozuldu düzenin... Sen istemiyor musun şimdi bu kitapları alıp aynı yere koymayı?"

"İstiyorum," dedi olduğu yerden kıpırdamadan. "Zarar gelecek diye de endişeleniyorum, yerden alıp her şeyin geçtiğini artık olmaları gereken yerde durabileceklerini söylemek istiyorum."

"Duramazlar," diye bağırdım. Yine neden bağırıyordum? Kitaplığın önünde duran plastik minyatürlerden birini alıp ona doğru fırlattım.

"Savruldun, öyle mi?" Bir oyuncak daha fırlattım. "Hatalı değilim demiyorum, sana haber vermem gerekiyordu, evet."

Bu kez iki eli birden saçlarına ulaşmıştı, parmakları telleri sertçe çektiğinde elime geçen ne olduğuna bakmadığım bir şeyi daha fırlattım.

"Hayatını yoluna koymaya çalışmaktan bunu mu anlıyorsun sen?" diye sordum tüm gücümle bağırarak. "Bir bakıyorum Ege Bey, Sıla'nın sınıf arkadaşı ile sevgili olmuş... Neden? O onu anlamışmış... Gören de o yokken anlaşılmıyordu sanacak." Elime geçen her şeyi ona doğru fırlatırken bağırmaya devam ettim.

"Ben," dedim dolu gözlerim ile ona baktığımda sonunda durmuştum. "Ben beklemek zorunda olmadığını biliyorum. Kendi hayatına devam etmen gerektiğini biliyorum. Belki de geldiğim ilk gün kabullenmem gerekiyordu."

"Özür dilerim," diye mırıldandı. "Ben sende bıraktığım hasarı fark edemeyecek kadar öfkeliydim. Beni yanında istememiş olduğun kısmına odaklanmıştım. Güvenim sarsılmıştı. Beni bıraktığını düşünüyordum... Diğer herkes gibi..."

"Canımı acıtmak istedin..." dedim, son gücümle sesimi yükselterek.

"İstedim," dedi, bir eli alnını sıkarken diğer eli belindeydi. "Sen benden vazgeçtin diye, sana benim de senden vazgeçebileceğimi göstermek istedim."

Başımı salladım.

"Senin de saklı bir hamlen varmış," dedi hakkımı teslim etmek ister gibi güldüğünde. "Son kartın fazla can yakıcıydı."

Alayla güldüm. "Seninki de öyleydi."

"Vazgeçilebilir olduğumu hep biliyordum," Kollarımı göğsümde bağladım. "Sana söylemiştim... Sen ne söylediysem onu yaptın."

"Bilmiyordum Nora, hiçbir şeyden haberim yoktu. Evet..." Onun da sesi yükselmişti. "Evet senin kafanın içinde her şey bir bir yıkılıyordu ama benim de dışımda yıkılıyordu. Kimse durup da fikrimi sormuyordu. Herkes sadece gidiyordu. Keşke görseydim, keşke korkularını bilseydim. Seni haklı çıkarttım evet çünkü hiçbir şeyden haberim yoktu. Beni bıraktın sandım, beni istemedin sandım, beni terk ettin sandım. Benim durduğum yerden de tablo pek parlak değildi."

Ellerimi yüzüme götürüp saçlarımı geriye ittim.

"Sen de yaptın," dedi, sesini yükseltmemeye çalışarak. "Sen de benim sen gittiğinde hissettiğim gibi hissettiğinde başka birine gittin... Sen de yaptın."

Gözlerimi kapattığında sıkıntıyla nefes aldı. Elleri boynuna kaymıştı. Avuçlarını sertçe ensesine bastırdı.

"Akın benim arkadaşım..." diye bağırdım.

"Buna sen inanıyor musun Nora?" diye sordu, ellerini ensesinden çekmemişti.

"Onu öperken, ona sarılırken, onunla dans ederken... Ona öyle gülümserken... Sen buna inanıyor muydun?"

"Beni suçlayamazsın, ben seninle birlikte değildim."

"Değildin evet, sen döndüğünde de ben seninle değildim... Yine de acıtıyor, bak ben de öğrendim işte."

"İyi oldu," diye bağırdım. "Dün gece," dedim, dudaklarımı sertçe dişlerime bastırmıştım. "Onu öpecektim..." Gözleri sinirle kırpıştığında kaşlarımı kaldırdım. "Öpmedim... Neden biliyor musun?"

Ona doğru bir adım attım, bir adım daha attığımda tam karşısında durmuştum.

Sinirden inip kalkan göğsüm, aralanan dudaklarım ve nereye koyacağımı bilmediğimden tişörtün eteklerini avuç içlerinde tutan ellerim ile orada durdum ve ona baktım.

Kendimi dünyanın sonunun geldiği filmlerin bitiminde hissediyordum. Her yerde yıkıntı vardı. Her yer enkaz altındaydı. Tozun, kaosun, bağırışların içinde kalmıştık ve ben ona bakıyordum. Çünkü burada, bu odada bana bir şey söylemişti. Burada, bu odada bana bir şiirden bir anlam dokumuştu. Buradaydık işte. Üzerinden yıllar geçmişti, üzerimizden yaşlar geçmişti ama buradaydık işte... Kaçacak yerim kalmamıştı. Gidilecek yolların hepsinden dönmüştüm. Ona gelmiştim.

Benim her şeyim oydu, benim her şeyim ondaydı. Ege'ydi o. Ege Fırtına. Kimimdi, kimsemdi. Şimdi dünyanın sonunda durup bakmak istediği tek gözler benimkilermiş gibi bakan ela gözleri sığındığım barınaktı. Barındığım yuvaydı.

Uzandı ve beni öptü. Eksik hiçbir parça kalmamıştı. Her şey yerli yerine konmuştu. Bir kolu belimi kavradığında elim boynuna gitti, diğer kolu ile de belimi sarıp beni kucağına aldığında bacaklarımı kalçalarının üzerine doladım.

Buradaydık, bu kadardık... Tüm yıkıntılardan geriye yine biz kalmıştık. Sesler kesilmişti, dudaklarından dudaklarıma sızan ise temiz havaydı. Dünyanın yok oluyor oluşu ya da yeniden var oluyor oluşu umurumda değildi. O beni öpüyordu ve işte bu kadardı. Dünyam yerli yerinde duruyordu.

Sırtım kitaplığa çarptığında yere birkaç kitap daha düştü. Hepsini tek tek ellerimle eski yerine kavuşturacağıma içimden söz verirken parmaklarımı saçlarına geçirip çekiştirdim. Dudaklarından dudaklarıma sızan ses diğer elimi de saçlarına götürmemi sağlamıştı.

Dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan sırtımın kitaplık ile temasını kesti, bu kez yan tarafa dönmüş ve duvarla buluşmamı sağlamıştı.

Dudağımı çekiştirdiğinde elini üzerimdeki tişörtün içine sokup bel oyuntumda gezdirdi.

Dudakları dudaklarımdan çeneme, çenemden ise boynuma doğru indiğinde beni duvardan çekerek yatağa doğru ilerledi.

Dudaklarıma sertçe dudaklarını bastırırken yatağa tek dizini yaslayarak beni yavaşça bıraktı. Üzerindeki kapüşonlunun ensesinden tutup çıkarttığında yatağın yanına attı.

Belime kadar toparlanan tişörtün sağladığı avantajla göbeğimden başlayarak yukarı doğru öpücüklerle ilerlediğinde dirseklerimin üzerinde doğruldum. Parmakları tişörtün altını kavradı, kollarımı yukarı kaldırdım, tişörtü üzerimden çıkartıp arkaya doğru fırlattı.

Omuzlarından iterek sırtını yatağa yasladığımda sağ bacağımı belinden geçirip kalçalarının üzerine oturdum. Elimi saçlarının üzerinden geçirip dudaklarına uzandığımda parmakları belimde gezinmeye başlamıştı.

Yattığı yerde doğrulduğunda kolu ile belime destek olup beni kendine doğru çekti. Kirpiklerimi aralayıp gözlerine baktığımda bir anlık durup gözlerime baktı.

Bir konuda kesinlikle haklıydım... Ege Fırtına benim sabitimdi.

Continue Reading

You'll Also Like

451K 26K 30
Şafak aydınlığa çok yakın! Şafak gökyüzünü sarıyor. Şafağın sardığı gökyüzüne kimse engel olamazdı. Babamdan, bana kalan bu kutsal aşkı tek bildim...
591K 62K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
17.6K 6.9K 46
Bütün sırlar ve yalanlar gün yüzüne çıkmaya mahkumdur, büyük günahların kefaretleri de büyük olur. Babası tarafından altı yıl önce hiç bilmediği bir...