İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 37

15.1K 975 925
By iremmipelin


🌸

Bir kere daha hapşurduğumda kurutma makinesini fişe taktı.

Taş eve geri döndüğümüzde ıslandığım için banyoya girmiştim, çıkalı dakikalar olmuş olmasına rağmen bornoza sarılı halde oturmuş hasta olmamayı diliyordum. Ardı ardına hapşurmalarım ise aksini kanıtlamak için oldukça istekli görünüyorlardı.

Birden çıkan yüksek ses ve başımın üzerine tuttuğu makine ile yüzümü buruşturdum. Uzanıp elinden makineyi aldım.

"Ben yaparım."

Saçlarımı kurutma işini kendim devraldığım banyoya geri döndü. Saçlarımı çok uğraşmadan ıslaklığı gidecek kadar kurutup yatmak istiyordum. Tekrar hapşurduğumda sıkıntıyla ofladım.

Kurutma makinesini kapatıp sol tarafta duran komodine bıraktım. Yatak odasındaki banyoyu kullanmadan önce, eve döndüğümüzde diğerleri salondaydı. Çisil ve Mert gitmekten bahsetmişlerdi ama yolun kötü olduğunu öğrendikten sonra vazgeçmişlerdi. Bu gece eve gidemeyeceksem en azından erkenden uyurdum.

Bornozun içinde iç çamaşırlarım vardı ve havlu kumaş neredeyse ayak bileklerime kadar iniyordu. Kıyafetlerimi kendi kıyafetleri ile birlikte yıkmaya atmıştı, şimdi de muhtemelen kurutucuya atıyordu. Böyle uyuyabilirdim. Yatağa uzandığımda banyonun kapısı açıldı.

"Saçlarını tam kurut," dedi elindeki açık gri havluyla kendi saçlarını karıştırırken.

Lacivert eşofmanın bollaşmış lastikleri beline çok da sıkı tutunuyormuş gibi görünüyordu. Üzerine tişört ya da daha kalın bir kıyafet giyme ihtiyacı ise hissetmemişti. Buğday teni odanın beyaz ışının altında bütünüyle parlıyordu ve ben buna tepki olarak bir kere daha hapşurdum.

"Hemen geliyorum," dedi kaşlarını hafifçe kaldırıp işaret parmağını komodine doğru uzattığında. "Saçlarını güzelce kurut ben gelene kadar."

Odadan dışarı çıktığında çıplak ayaklarının değdiği parkelerden gözlerimi çekip başımı yastığa bastırdım. Üşüyordum. Giyecek bir şey bulamayacak kadar yorgun hissediyordum ve yorganı üzerime örtmek için önce yataktan kalkmam gerekiyordu.

Hapşurup burnumu çektiğimde yüzüme buruşturdum.

"Bu niye en seksi haliyle geziyor?" Ekin'in yüksek sesi diğerlerinin gülüşüne karıştı.

"Fırtına," dedi Ekin gülüşünü kesmeden. "Baktın affetmiyor baştan çıkartayım mı dedin?"

"Senin uyku vaktin gelmiş, hadi Sıla uyutsun seni."

"Ege," dediğini duydum Sıla'nın, sesinde sahte bir kızgınlık vardı. "Beni bulaştırma."

"Uyutmaz mısın?" dedi Ekin sevimli olduğunu bildiği bir sesle.

Sıla ve diğerleri güldüğünde başımı yastığa biraz daha bastırdım. Uykum vardı ama bir türlü ısınamıyordum.

"Ne yapıyorsun mutfakta?" Bu kez konuşan Mert'ti.

Bir şeyler daha söylediklerinde kapıda sırtımı dönecek şekilde yatakta kaydım. Henüz saat çok erkendi, diğerlerinin uyumayacaklarından emindim ama benim uyumam lazımdı.

Kapı tekrar açıldığında adımların yaklaştığını gördüm.

"Neden üzerini giymedin?"

Bornoza yeterince sarılmıştım ve kalkıp üzerimi değiştirecek gücüm yoktu. Sessiz kaldığımda benim tarafıma geçip yatağın kenarına oturdu. Dizinin üzerine tepsiyi bıraktığında çorba getirdiğini gördüm.

"Üşüdün," dedi kaşığı domates çorbasının içine batırdığında. "Biraz iç, hasta olacaksın yoksa."

İstemiyordum. Uyumak istiyordum. Gidebilirdi.

"Kalk hadi," dediğinde tekrar çorbanın içinde hareket ettirdiği ellerine baktım.

Ellerimi yatağa bastırıp doğruldum, sırtımı yasladığımda kucağındaki tepsiyi alıp öne doğru uzattığım bacaklarımın üzerine yerleştirdim.

Kaşığı tuttuğumda hala üzerimde olan bakışlarına döndüm.

"Tamam, yiyorum işte sen gidebilirsin."

"Ye hadi," dedi.

Çorbayı içmeye başladığımda yataktan kalkıp sağ taraftaki duvarı boydan boya kapatan dolaba ilerledi. Dolabı açıp içinde bir şey aramasını izlerken çorbayı içmeye devam ettim. Kırmızı pamuklu bir sweat çıkarttığında çorbadan bir kaşık daha aldım, siyah bir eşofman bulup kapağı kapattı. Elindekileri yatağın üzerine bırakıp çekmeden çorap çıkarttı.

Çorbanın yarısını içmiştim bile, daha fazlasına gerek yoktu. Tepsiyi komodine bıraktığımda kıyafetleri tekrar eline almıştı, yatağın kenarından dolaşarak karşımda durdu.

Kaşlarımı kaldırdığımda sesli bir şekilde nefes verdi.

"Giy bunları," dedi sakin bir sesle.

Elindekileri yanıma bırakıp banyoya ilerledi. Eşofmanı bacaklarımdan geçirmeden önce ayaklarımı yataktan sarkıttım. Sweati üzerime geçirip içeride kalan saçlarımı sırtıma attım. Artık beni rahat bırakırdı herhalde.

Bornozu gelişi güzel katlayıp yatağın ucuna fırlattım. Yorganın üzerinden kalkıp içine girdim. Banyodan çıktığında bana doğru ilerleyip yatağın üzerinde duran çorabı aldı. Kenara oturup üzerime örtmeye çalıştığım yorganı tekrar açtı.

"Üşüyorum," dedim yorganı çekiştirirken.

"Saçlarını kurutmadın çünkü." Sağ ayağımın bileği tutarak kucağına çekti. Çorabı ayağıma giydirdiğinde kollarımı göğsümde bağladım. Kucağındaki ayağımı olduğu yerde bırakıp diğer bileğimi tutup yanına çekti. Diğer teki de sol ayağıma giydirdiğinde elini bileklerimin üzerine bıraktı.

Parmakları bileklerimde gezinirken dudaklarımı kemirdim. Kendime verdiğim hakkı aşmamıştım. Bir nefeslik durmuştum sadece, bir nefeslik sarılmıştım. Sonra buraya geri dönmüştük. Bakışlarını ayaklarımdan kaldırıp gözlerime çevirdiğinde dudaklarımı serbest bıraktım.

Gözleri gözlerimden dudaklarıma indiğinde yerinden kalktı. Ayaklarımı yorganın altına yerleştirip üzerimi örttü. Tepsinin kenarında duran kurutma makinesini aldığında hala fişte olmasından faydalanarak çalıştırdı.

Komodin ile yatağın köşesinde durup çok sıcağa çıkartmadığı makineyle saçlarımı kurutmaya başladığında kenara çekildim.

"Kuruttum ben, yeter."

"Hapşurup duruyorsun," dedi parmakları saçlarıma geçtiğinde.

Başımı geriye itip yüzüne baktım. Tüm dikkati saçlarımdaydı. Diplerinde parmak uçları gezinirken yavaşça kurutuyordu. Sessizce bitirmesini bekledim.

Makineyi kapatıp fişi çektiğinde elektriklenen saçlarımı düzelttim. İstediği kadar kurutmuş olmalıydı ki elinde makine ile banyoya geri döndü.

Yatağın içine girip yorganı kollarımın altına sıkıştırdım.

Odaya döndüğünde gözleri üzerime sabitlendi.

"Tamam," dedim gözlerimi kapatıp. "Gidebilirsin."

"Nereye?"

Gözlerimi açmadım. Dudaklarımı yorgana doğru bastırdım.

Adım seslerini duyduğumda gideceği yeri bulmuş olduğunu umdum. Yatağın üzerine çöken ağırlık ise umudumu boşa çıkarttı.

"Burada uyuyamazsın." Arkamı hızla dönüp ona baktığım.

Yatağın içine girmemişti, sırtını tahta başlığa yaslamış ellerini karnının altında birleştirmiş ve bacaklarını öne uzatmıştı.

"Koca dolapta giyilecek tek bir üst vardı onu da bana mı harcadın?" dedim kaldırdığım kaşlarım ile yüzüne bakarken.

Gözlerini kıstı. "Rahatsız mı oldun?"

"Çıplak gezdiğin için mi?" Sesimdeki ima onun için komik olsa gerek gülümsedi.

"Çıplak değilim." Altındaki lacivert eşofmanın kumaşını tuttu. "Bak."

"Çok açıklayıcı," dedim bıkkınlıkla başımı yastığa tekrar koymadan önce.

Yerinden kalkıp dolaptan üzerinde dikdörtgen şeklinde beyaz bir baskı olan siyah kapüşonlu sweat çıkarttı. Sweati üzerine geçirip nemli saçlarının üzerini avucunun içiyle dağıttı.

Bir şeyin eksiliğini hissediyordum. Sanki evden çıkarken bir şey unutmuştum. Gözlerim panikle açıldığında tekrar doğruldum.

"Telefonum."

Yerimden kalkacağım sırada elini uzatıp beni durdurdu.

"Bekle, mutfakta unutmuşsun."

Solundaki komodinin çekmecesini açtı. "Sen banyodayken buraya koymuştum."

"Ve bunu şimdi söylüyorsun..." Telefona uzandığımda ekranı açmak için düğmesine bastım ama ışık yanmadı. "Şarjı bitmiş."

Sesli bir nefes verip telefonu kendi tarafımdaki komodinin üzerine bıraktım.

"Telefonunu ver," dedim elimi öne doğru uzatarak.

Elini eşofman altının cebine atıp siyah telefonu çıkartıp açık avucuma bıraktı. Ezbere bildiğim beş telefon numarası vardı, üç ay öncesine kadar. Artık altı numarayı ezbere biliyor olsam da, acil durumlarda sadece birini kullanıyordum.

Numarayı tuşlayıp arama kısmına bastığımda telefonu kulağıma götürdüm.

"Babanı mı arıyorsun?"

Kaşlarını kaldırmış dikkatle yüzüme bakıyordu. Bir dizini büküp yatağa oturdu. Telefon üçüncü kez çaldığında soğuk bir "Efendim," ile açıldı.

"Benim," dedim gözlerimi yatak örtüsüne dikip. "Şarjım bitmiş."

"Merak ettim," dedi neşeden uzak sesiyle. "İyi misin?"

"Evet evet, sadece eve dönemedim hava çok kötüydü."

"Gelip alayım mı?" dediğinde bakışlarımı hızla kaldırıp itiraz etmek için dudaklarımı araladım.

Bana dikkatle ve sessizce bakan gözlerin sahibi ile kilitlendiğinde bakışlarım uzun zaman sonra ilk kez içimde huzursuz bir sızı hissettim.

3 ay öncesine kadar onunla geçireceğim bir saniye için tüm evreni ateşe verirdim.

"Gerek yok," dedim sıradan tutmaya çalıştığım sesimle. "Sabah döneceğim."

"Nora," dedi Akın kendini tuttuğunu bildiğim sesiyle. Muhtemelen şu an dudaklarının ucuna gelen kelimeleri yutuyordu. "Neden oradasın?"

"Ekin için..." dedim, doğru olanı söyleyerek. "Salı maç var, yarın erken kalkıp çalışman lazım." Bakışlarım tekrar sessiz bakışlar ile buluştu. Neden tam karşımda oturup öylece bana bakıyordu? Ben kötü bir şey yapmamıştım, yapmıyordum.

Sınırları çoğu zaman Akın korumuştu ama ona asla söz vermemiştim. O da benden söz istememişti. Benim verecek sözlerim, edecek yeminlerim, birilerinin uğrunda girilecek savaşlarım tükenmişti. Akın kim olduğumu biliyordu, hiç unutmamıştı.

"Kendini biraz bile kötü hissedersen..."

"Seni ararım," dedim gözlerimi gözlerime sabitlenmiş gözlerden çekmeden. "İlk seni ararım."

"Görüşürüz," dediğinde başımı salladım.

"Görüşürüz."

Telefonu kapatıp ona doğru uzattım. Bakışlarını yavaşça gözlerimden çekip uzattığım telefon ekranına kaydırdı.

Telefonu alıp yatağın üzerine bıraktı. Yorganın altına tekrar döndüğümde gözlerimi sıkıca kapattım. İçimdeki bir şey unuttum hissini de yok ettiğime göre artık uyuyabilirdim.

Yatakta diğer tarafa döndüğümde yanan ışık yüzünden gözlerimi kıstım. İçeri gitmek ve giderken ışığı kapatmak için ne bekliyordu?

"Burada kalmayı düşünmüyorsun, öyle değil mi?"

Sırtını yeniden yatak başlığına yaslamıştı. Bir bileğini diğerinin üzerine çaprazlayarak ayaklarını öne uzatmıştı. Parmakları saçlarına karıştığında yatağın üzerine baskı yapan diğer eline baktım.

"Onu seviyor musun?"

Düşünceli ifadesi ve çatılmış kaşları ile bana döndüğünde elini saçlarından çekti.

"Evet," dedim tereddüt etmeden.

Kirpikleri huzursuz bir kasılmayla kırpıştığında bakışlarımı üzerinden çekmemek için uğraştım.

Başını yavaşça salladı. Çenesi kasılmıştı. Bir şey söylemek ile kalkıp gitmek arasında kalması gerekiyordu ama kıpırdamadı.

"Beni sevdiğin gibi mi?"

Meydan okumuyordu, cevabını bildiği bir soru için beni sıkıştırmıyordu. Kirpikleri bir kez daha kırpıştığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Sen buna kafanın içinde ne cevap veriyorsun?"

Burnundan nefes verirken belli belirsiz güldü.

"Kafamın içindeki sesleri değil, seni duymak istiyorum."

"Gerçekten beni mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırıp. "Gerçekten cevabımı mı duymak istiyorsun?"

Başını salladığında doğrulup oturdum.

"Tamam," dedim birden sertleşen sesimle. "Sorularına cevap bulacaksın. Ben sen değilim, benim her şeye, hepsine cevabım var. Sor istediğini."

Derin bir nefes aldı. Okları ona çevirmemden hoşlanmamış olmalıydı. "Sordum," dedi sırtını yasladığı yerden ayırıp tam karşımda duracak şekilde yana kayarak oturduğunda.

"Onu seviyorum evet," dedim bastırarak. "Değer veriyorum, bana değer verdiğinden eminim. Soruna gelirsek hayır öyle değil. Aslına bakarsan herhangi birinin de öyle olacağını sanmıyorum. Bu hiçbir şeyi değiştirmiyor ama durduğum yeri değiştirmiyor."

Bir şey söylemediğinde kaşlarımı çattım.

"Üzgünüm," dedim ona doğru hafifçe eğilerek. "Akın ya da bir başkası öyle olmayacak diye mızmızlanacak değilim. Tek hakkım vardı belli ki, onu da kullandım."

Neşeden uzak gülüşünü duyduğumda gözlerim kısıldı.

"Belki de sen şimdi beni tanısan o hakkı bende kullanmazdın."

"Sakın," dedim işaret parmağımı ona doğru uzattığımda. "Sakın beni kendi değişken ruh halinle bir tutma."

"Nereden biliyorsun?" dedi karşı koyarak. "Çok eminsin ya benim sana aşık olmayacağım, sen nereden biliyorsun?"

Sırtımı hızla başlığa yaslayıp dizlerimi karnıma çektim.

"Ben senin gözlerinde başka birine ait bakış görene kadar senden hiç vazgeçmedim. Beni suçlayamazsın, okları bana çeviremezsin."

"Başka birine ait mi?" dedi sinirle. "Sen yokken bile o birine ait olmamışken üstelik..."

Dudağımın kenarı sinirli bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ne zaman olduğunun bir önemi yok zaten, önemli olan olması."

"Nora," dedi sıkıntılı bir nefes verdiğinde. "Bunu böyle çözemeyiz."

"Çözmek isteyen kim?" Kaşlarımı kaldırdığımda parmak uçlarını gözlerine bastırdı. "Ben hiçbir şeyi çözmek istemiyorum, devam etmek istiyorum."

"Akın ile mi?"

"Akın ya da bir başkası, belki de hiç kimse. Seni ilgilendiren bir durum değil, sen de devam et."

"Sen bizim hayatımızda bir buçuk yıl önce dura bastın Nora, döndüğünde başlattık sandın ama hayır başlatmadık. Biz o günden beri sadece savruluyoruz, devam etmiyoruz."

"Peki," dedim kollarımı birbirine bağlarken. "Savrulmak yerine devam etmek için ne önerirsin?"

"Sor," dedi kaşlarını kaldırdığında. "Aklındaki soruyu sor. Sen dürüst oldun ben de olacağım."

Gözlerine baktım. Bakışlarıma örttüğüm bütün o duygusuz ifadeleri bir kenara bırakıp sadece gözlerine baktım. Ne gördüğümü biliyordum, onun onayına ihtiyacım yoktu yine de dürüst olacağını öne sürdüğü kartı görmezden gelemedim.

"Berrak'ı öpecek miydin?"

"Evet."

Gözlerini gözlerimden çekmedi. Tereddüt etmedi. Tek kelimelik bir netlik bıraktı aramızdaki boşluğa.

Dürüst olmuştu, bildiğimden emin olduğum gerçeği söylemişti. İşte bu kadardı...

Soracak başka sorum yoktu. Tek kelimelik cevap yetmişti.

"Dürüst olmamı istedin, yanılman mümkün değildi zaten. Berbat halde olmam, biri tarafından anlaşılma arzusu taşımam ya da o an orada beni anladığını hissetmemdi belki nedeni bilmiyorum. Bahaneler sunamam Nora. Evet, onu öpecektim çünkü o küçücük saniyede aklımda sen yoktun. Üç gün boyunca seni düşünmediğim tek an o andı... Minicik, ufacık, belli belirsiz olan o an. O beni onu öpmem için tutmuyordu, öpseydim karşılık vermezdi belki bilmiyorum. O an tartacak bir algıda değildim. Ben senden sonra savruldum Nora. Bazen istedim, bazen sadece kendime unutabildiğimi kanıtlamak istedim."

Tek kelimelik cevabı yeterince açıklayıcıydı, konuşup durmasına gerek yoktu. Kıpırdamadan ona bakmaya devam ediyor olmam konuşmaya devam etmesine neden oluyor olabilirdi.

"Işığı kapatırsın," dedim yatağın içine kayarken.

"Nora," dedi yorgun bir sesle. "Söyle işte, tutma içinde."

"Yarın erken kalkacağım," dedim sıradan bir sesle.

"Ben de öyle yapacağım," dedi.

"Herhangi bir şeyi dert etmek istiyorsan git Ekin'in daha fazla içmesine engel olup uyumasını sağla."

Sessiz kaldığında yataktan kalkmayışını umursamadan gözlerimi kapattım. Bildiğim bir gerçeğin onaylanması içimde hiçbir duygu değişimi yaratmamıştı. Öpecekti, biliyordum. Bunu ondan duymanın bir farkı yoktu.

Yataktan kalktığını hissettiğimde yorgana daha sıkı sarıldım. Işığı kapattığında kapının açılmasını bekledim, tekrar yatağa döndüğünde gözlerimi araladım.

"Ekin ile Sıla ilgileniyor," dedi muhtemel sorumu cevaplayarak.

"Bu hala odada olmanı açıklamıyor."

"Kalmak istiyorum."

Derin bir nefes alıp onu oldukça sesli verdiğimde başını yatak başlığına yasladı.

"Nasıl hissettirdiğini artık biliyorum," dedi karanlığa yorgun sesi karıştırdığında. "Seni onunla gördüğümde... Üzerine düşündüğüm, öngörüde bulunduğum bir anı yaşadığımda... Berbat bir tecrübeydi."

Gözlerimi daha sıkı kapattım. Kirpiklerimin bana ihanet etmelerini istemiyordum. Örtülü kalmalılardı ve artık sessiz kalmalıydım.

"Bakışlarını göremiyordum Nora, sadece ona nasıl..." Sustuğunda ne kastettiğini tahmin etmem zor olmamıştı.

"Dokunduğumu..." dedim kirpiklerime açılma izni vererek. "Zor değil, söyleyebilirsin."

Bakışlarımı görmemişti, görseydi de bir anlamı olmazdı. Şu an ona kimsenin yerini dolduramayacağını söylememi bekliyor olmalıydı, böyle bir şey olmayacaktı. Evet, kendime tutunup doğrulmuştum ve artık çevremde başka insanlar vardı. Onun için bir kere geri dönmüştüm ve geldiğimiz yer ortadaydı.

"Zor," dedi bana döndüğünde.

Oda bütünüyle karanlıktı, yine de bakışlarındaki kırgınlığın kızgınlığa dönüştüğünü görebilmiştim.

"Öyle diyorsan..."

"Gerçekten umurumda olmadığını mı düşünüyorsun?"

"Düşünmüyorum," dedim beklemeden. 

Neden artık kabullendiğimi kabul edemiyordu? Duruyordum işte, kendi sınır çizgilerim içinde. Sürekli ellerini benim olduğum kısma uzatıp beni kendi sınırları içine çekmeye çalışıyordu.

"Devam ediyorum ve sana da bunu öneriyorum, en baştan mı yapmamız gerekiyor bu konuşmayı?"

"Devam etmek istemiyorum," dedi baskın bir sesle. "Seninle sorunlarımızı çözelim istiyorum."

"Sorun biziz," dedim sinirle güldüğümde.

"Biz..." dedi başını tahta başlığa yaslayıp bakışların tavana dikti.

Gözlerimi kapattığımda sessizliğe bürünüp nefes alıp verişlerine odaklandım. Bu belki uykuya dalmamı sağlardı.

"Olurdum," dedi karanlık odaya karışan fısıltısıyla. "Lise'de tanışmasaydık, birbirimizi bu halimizle ilk kez görseydik... Sana yine aşık olurdum Nora."

"Kuzgun'dayım. Cumartesi akşamı yoğunluğu içine düştüğümüz saatler, malum. Tunç'a destek vermek için bar kısmına geçmişim. Sen şu günler öncesinden rezervasyon yapılması gereken yerlerden birinde yemek yemiş, oradan da ünlü ama öyle herkesin giremediği mekanlardan birinde bir iki kadeh Rose içmişsin. Şak bir mesaj gelmiş, okuldan tanıdığın, öyle çok sevmediğin kızlardan biri ile ortak projeniz var. Pazartesi de son gün. Mecbur geleceksin olduğu yere. Çevrene doluşmuş tonlarca insan var, hiçbirini sevmiyorsun ama konumun onlarla birlikte kalmak zorunda bırakıyor seni. Onlara biraz işin olduğunu hemen döneceğini söyleyip, sürüyorsun arabanı Kuzgun'a. Tam o sırada ben müşterilerden birine içkisini hazırlıyorum. Kapı açılıyor, sen şu asla üzerinde nasıl durduğunu anlamadığım pahalı ayakkabılarından birinin topuğunu vura vura kalabalığın arasından süzülüyorsun. Nasıl kalabalık, nasıl gürültülü, nasıl toz duman ortalık ama sen parıl parılsın. Saçların altlara doğru ince ince kıvrılmış, üstlerini gün içinde gerildiğin ve sıkıldığın her an oynamaktan bozmuşsun. Gözlerin telaşsızca etrafta geziniyor, boynun dik, duruşun kendinden emin. Kapıdan girdiğin an görmüşüm seni, topuk sesin bar tezgahının önüne kadar kalbimle senkronize hareket etmiş. Başını çevirdiğin an zaten üzerinde duran gözlerim, gözlerin ile buluşmuş."

Sustuğunda yanağımdan süzülen bir damla yaşı parmaklarımın arkası ile silip yutkundum.

"Sana işte o an aşık olurdum Nora, gözlerin gözlerime değdiği an. İlk seferinde olduğu gibi..."

"Güzel hayal gücü." dedim.

"Göstermek için bir şansım olsa yapardım Nora. Sana her durumda, her koşulda ilk görüşte aşık olacağımı ispatlardım."

Omuz silktim. "Bir önemi yok, elimizde olanı da pek iyi sonlandıramadık, bir kere daha ilk kez tanışsa da sonuç değişmeyecek."

"Özür dilerim."

Bakışları bana döndüğünde dudaklarımı yorgana bastırıp olabildiğinde ona bakmaktan kaçındım.

"Uyumak istiyorum," dedim yorganın içine biraz daha saklandığımda.

"Kalabilir miyim?"

Sesi yakından geldiğinde yüzünü bana doğru eğdiğini anladım. Hafifçe omuz silktim. Zaten kalıyordu, cevap vermemin bir anlamı yoktu.

🌸

Taş evde kaldığım gecenin sabahı uyandığım gibi evden çıkmayı planlamış olsam da hep birlikte yapılan kahvaltıdan sıyrılamamıştım. Sonrasında eve dönmüş ve Anthea'nın evcilik oyununa maruz kalmıştım. Yok beni merak etmiş de, yok gece uyuyamamış da, bundan sonra başka bir yerde kalacaksam haber verecekmişim de... Bir sürü cümle sıralamıştı kırık Türkçesiyle. 22 yıl boyunca her gece uyumadan önce iyi geceler öpücüğü vermiş gibi davranması mideme kramp girmesine neden oluyordu. Biraz daha üzerime gelirse haftalardır her detayına kafayı taktığı gelinliği makas darbelerime maruz kalacaktı.

Pazartesi günü ise sabahın körüne konulan saçma sapan bir ders için okula gitmiş, ardından Kuzgun'a uğramış ve günün geri kalanını orada geçirmiştim. Cumartesi gecesi yaşanılan konuşmadan elimden geldiğinde kaçmıştım. Aklımı oylamak için kendimi çalışmaya vermiştim ama bar sahiplerinden biri aklımı düşünmekten kaçındığım kısma çekmek konusunda çok iyiydi. Üstelik hiçbir şey yapmasına gerek yoktu. Orada öylece duruyordu ve ben kendimi farklı hallerdeki tanışmalarımızı düşünürken buluyordum.

Maç günü sonunda geldiğinde ise odaklanacak bir şey bulmuş olmanın verdiği mutluluk ile sahaya koşmuştum. İşte buradaydım... İki takım da oyunun içindeki yerlerini almış ve maç başlayalı birkaç dakika olmuştu bile.

Sıla ve Çisil, birkaç kişiyle iki sıra üstümde çapraz kısımda oturuyorlardı. Ben sahaya daha yakın olmayı seçmiştim çünkü Akın gerçekten desteğimi bekliyordu.

"Ekin boştayım," dedi Mert çok yüksek olmayan bir sesle.

Ekin Mert'i duyduğunda bir potaya bir de ona baktı. Pota daha mantıklı görünmüş olacak ki topu sürmeye başladı. Kesinlikle yanlış hamleydi. Karşı takımın Ekin'in iki katı olan oyuncusu usta bir hareketle topu ele geçirdiğinde yüzümü buruşturdum.

"Sana pas ver, dedim." Mert Ekin'e doğru mırıldandığında biraz öne kaydım.

Top bu kez Akın'ın eline geçmişti. Etrafa hızlı bir bakış atıp topu sürmeye başladığında ellerimi birleştirip dudağıma yasladım.

Hadi, hadi, hadi...

Akın topu attığında bütün gözler potaya dönmüştü. Bu birkaç saniyelik gerilim anını seviyordum. Top potadan girdiğinde yerimde zıplayıp ellerimi birbirine çırptım.

"Akın!" diye bağırdığımda bana dönerek göz kırptı.

"Sana söylemiştim," dedi hemen arkamda bir ses. Gürültünün içinde seçiliyordu çünkü yakındaydı. "Akın için tezahürat yapıyor, ayrılar işte."

"Ne yani takımda Fırtına varken, Akın mı?" Başka biri, bir önceki konuşana destek çıktı.

"Maça odaklanabilir miyiz?" dedi diğer ikisini azarlayan sesin sahibi.

"Maça mı, Ekin'e mi?" diye sordu, diğer ikisinden biri.

Başımı çevirip sesin geldiği yere baktığımda bu anı daha önce yaşadığıma yemin edebilirdim. Kızıl saçlı kız her zamanki gibi benim dedikodumu yapıyordu, bu kez yanına döndüğüm gün onlarla birlikte gördüğüm esmer kızı da almıştı. Kumral olan ise geçen sefer olduğu gibi konuyu kapattırmaya çalışıyordu.

"Maça," dedi kumral olan, gözlerini bir saniye bile sahadan ayırmamıştı. Sakin görünüyordu, sessizce izlemeye devam ederken arkadaşları onun aksine fazla tepkilerden kaçınmıyordu.

Bakışlarımı tekrar sahaya çevirdim. Söyledikleri doğruydu, Akın'ı izliyordum, tartışma çıkartacak bir durum yoktu.

Akın bir basket daha attığında ellerimi tekrar çırpıp adını bağırdım. Çok iyi gidiyor. Benim aklıma takılan ise o değildi. Ekin kenara çekilmiş, ellerini dizlerine yaslamış soluklanıyordu. Ege yanına yaklaşıp elini omzuna koyduğunda başını çevirip ona baktı. Muhtemelen iyi olduğunu söylüyordu. Sorun iyi görünmüyor oluşuydu.

Tekrar sahaya döndüklerinde Ekin elinin tersiyle terleyen alnını sildi. Rengi fazla beyazdı. Kendime endişelenecek bir şey olmadığını söyleyip duruyordum ama dizimi sallayıp durmamı engelleyemiyordum.

"Fırtına bu maç çok iyi değil mi," dedi artık sesini ayırt edebildiğim kızıl. "Basketbol oynamak ona en az bateri çalmak kadar yakışıyor."

"Nida git tanış, sen de kurtul biz de."

Beni ilgilendirmiyordu. Nida bence de gidip tanışmalıydı, çok isterse birkaç tüyo bile verebilirdim ama biraz susabilirler miydi?

"Tabii, tanışıp ne diyeyim istersin aşk gurusu Beren? Sevgili kontenjanında boşalma olmuş doldurabilir miyim mi?"

"Merhaba, ile başla istersen. Daha etkili olur."

"Acaba Nora gibi kızları mı beğeniyor, Berrak gibi mi?"

Kahkaha sesleri kulağıma doğduğunda maçın devre arasına girmesini fırsat bilerek arkama dönüp üçünün oturduğu kısma baktım. Onları duyabildiğimi kavramaları bu kadar zor muydu?

"Merhaba dediğinde bunu da sorarsın," dedim bakışlarımı doğrudan adı Nehir olan, kızıla yönelttim.

Kaşlarını kaldırdığında yüzünde yakalanmış olmanın tedirginliği vardı. Küçücük bir sonucu bile öngöremiyor muydu sahiden, bu kadar mı zordu?

Ortalarında oturan kızın tedirgin bakışları sahadaydı. Onunla yaptığım konuşmayı hatırlıyordum, ismi ise aklımda kalmamıştı.

Beren olması gereken esmer kız kaşlarını kaldırdığında atağın ondan geleceğini tahmin ettim.

"Ayrıldınız öyle değil mi? Kimin onun hakkında konuştuğuna karışamazsın."

"Onun hakkına konuşulana karışmıyorum," dedim gözlerimi aptal olduğunu düşündüğümü belli edercesine kıstığımda. "Benim hakkımda konuşulana karışıyorum."

Ortadaki kız, dudaklarını birbirine bastırıp Beren'e döndü. "Haklı, uzatmayın."

"Arkadaşınızı biraz örnek alsanıza, maça gelmiş olmanın hakkını veriyor ne güzel."

"Tamam," dedi gözlerini üzerime çeviren ortada oturan kız. "Uzatmayalım daha fazla."

Gözlerimi kısıp kızın tedirgin bakışlarını inceledim. Ürkek birine benzemiyordu, sivri de diyemezdim. Sakin bir görüntüsü vardı, abartıdan uzak ve sade.

"Seninle geçen gün tanışmıştık..." dediğimde bakışları tekrar bana döndü. Bundan hoşlanmışa benzemiyordu. "Evet," dedi başını hafifçe sallarken.

"Göksu."

İşaret parmağıyla kendini gösterdiğinde "Doğru," dedim. "Nasıl unuturum."

"Ekin!"

Göksu yüzündeki endişeli ifade ile birden yerinden fırladığında hızla arkamı döndüm.

"Senin oyun kurman gerekiyor," dedi Akın Ekin'e doğru öfkeli bir adım attığında. "Oyunun içine sıçman değil."

Ayağa kalktığım an bütün salon ve karşı takım kargaşanın farkındaydı. Gerilen ortam birkaç saniye kıpırdamama engel olsa da Akın Ekin'in üzerine yürüdüğünde yerimden kalkıp demirlere yaklaştım.

"Sakinleşin, bunun yeri burası değil," dedi Mert araya girmeye çalıştığında.

"Üzerine düşeni yapacak mısın, yoksa arkadaşlarının arkasına saklanacak mısın Kaptan?"

Akın 'kaptan' kısmını bastırarak söylediğinde omuzlarımdan başlayan bir gerginlik tüm bedenimi sardı. Koçları soyunma odasına gitmelerini söylediğinde bakışlarım Ekin'in üzerindeydi.

"Ekin dışarı," dedi koçları, "Oyun dışısın."

"Beni atamazsın," diye bağırdı Ekin öne doğru adım attığında. "Bu takımın kaptanı benim, beni oyundan atamazsın."

Koç yanlarına yaklaştığında yüzündeki ifade benim bile olduğum yere sinmeme sebep olmuştu.

"Kaptan olduğun için mi?" dedi, orta yaşlı adam kalın kaşlarını kaldırdığında.

"Akın," diye bağırdı gözlerini Ekin'den çekmeden. "Kaptan sensin."

Akın'ın yüzüne zafer gülümsemesi yayıldığında Ekin ona doğru atıldı. Kaldırdığı yumruğunu vuracağı sırada araya girdiler.

Ege ve Mert, Ekin'i sahadan uzaklaştırdığında, Akın Çetin ve Batuhan ile birlikte soyunma odasına doğru ilerledi.

Demirlerin önünden ayrılıp kenardan ilerleyerek oturakların olduğu kısımdan çıktım. Salondan çıkmadan önce Sıla'yı bulmak için etrafıma bakındım. O benden önce davranmış olmalıydı.

Soyunma odasının önüne geldiğimde beklemeden kapıyı açıp içeri daldım.

"Başarıyı kendinde arama," diye bağırdığında Ekin kalabalığın ortasına doğru ilerledim.

"Bugün attığı tek top potadan geçmeyen adam konuşuyor," diye bağırdı Akın.

Ekin ona doğru bir kere daha atıldığında bu kez araya Çetin girmişti.

"Durun ikiniz de, yeter." diye söylendi Ekin'i geriye doğru ittiğinde.

Ekin bir kere daha öne atıldığında aralarındaki boşluğa girip ona döndüm. Öfkeli bakışları beni bulduğunda kaşlarını çattı.

"Ne yapacaksın," diye sordu çok yüksek olmayan bir sesle. "Onun tarafında mı duracaksın?"

Gözleri kızarmıştı, terlemeye devam ediyordu, rengi kaç ton açılmıştı bilmiyordum ama bembeyaz görünüyordu. Bu bakışı biliyordum. Bana ihtiyacı vardı.

"Nora," dedi Akın.

Öne doğru bir adım daha attığında onu tuttum.

"Yürü," dedim geriye doğru iterek. "Hadi."

Akın bir kere daha adımı seslendiğinde Ekin'in kolunu sıkıca tutup dışarı ilerlettim.

Kapıdan çıktığımız an dışarıda bizi bekleyen bir çift telaşlı göz vardı.

"İyi misin," diye sordu Sıla tedirgin bir sesle.

Ekin nereden, nasıl tutması gerektiğinden emin değil gibi görünüyordu. Haklıydı, parçalara ayrılmak üzere gibi görünüyordu.

Sıla uzanıp ona sarıldığında kolunu bıraktım.

Yanlarından uzaklaşacağım sırada bir el uzanıp bileğimi tuttu. Ona döndüğümde sakinleşmemiş ama vurduğu kıyıdan memnun görünüyordu.

"Benim tarafımda mısın?" diye sordu, küçük bir çocuk haylazdığında bakan gözleri gözlerime sabitlendiğinde.

Omzumu kaldırıp yavaşça indirdim. "Her zaman."

Continue Reading

You'll Also Like

OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
7.4K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.
590K 62K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...
752K 44.4K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...