Esnaf İşi Aşk (I-II-III)

Por __SAS__

5.7M 324K 88.1K

❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Bursa Kapalı Çarşı'da n... Mais

Yeniden Merhaba
Esnaf İşi Aşk 1. Kitap: Ay Çarpması
Tanıtım (Kitap versiyonu)
Prolog (Kitap versiyonu)
1. Bölüm (Kitap versiyonu)
ALFA YAYIN GRUBU'NDAYIM!
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Esnaf İşi Aşk'la ilgili ama ilgisiz bir tuhaf hikayecik...
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm (İkinci kitap sonu)

25. Bölüm

119K 7.8K 1.8K
Por __SAS__

Bölüme dair bir uyarım var: Çalıkuşu'nu okumadıysanız ufak spoilerlar var sona doğru. Nasıl olacak bilmiyorum ama okumaya niyetiniz varsa şayet, bir koşu kitabı okuyup geri gelebilirsiniz buraya  sfjlskfjl



Hayriye Teyze'nin "Hırsız var! Yetişin komşular!" diye ciğerlerini sökercesine bağırışıyla gözlerimi açtım.

Saniyesinde mahallede evlerin ışıkları bir bir yandı, kimi camlara kimi sokağa fırladı.

Ben cama fırlayanlardandım.

"N'oluyor Hayriye Abla?" diye bağırdı Yusuf Amca üst kattan.

Hayriye Teyze detaycıydı. "Camı açık unutmuşum. Yattım. Bir baktım bir yerden üfürüyor. Kalktım. Baktım açık cam. Onu kapatayım dedim..." Hayriye Teyze titrek bir işaret parmağıyla sokağımızın biraz aşağısını işaret etti. "Baştan aşağı siyahlara bürünmüş. Balkondan atlayıverdi. Yüreğim hop etti!"

"Nereye gitti?" diye sordu Hüseyin Amca aşağıdan. Yine tuvalet terlikleri ve çizgili pijama kombiniyle hırsızı karşılamaya karar vermişti.

O sırada Fatih de Kaan Abi'yle birlikte çıkıp etrafı kolaçan etmeye başladı.

"Beni görünce yokuş yukarı koştu. Boyu devrilesice!" diye söylendi Hayriye Teyze.

Hüseyin Amca karanlık yokuşu süzdü. "Tek başına mıydı? Gördün mü başka birini Hayriye Abla?"

"Ben bir kişi gördüm oğlum."

Beklenildiği üzere abim ancak çıkabildi cama. Ama tabii ki olaya yine çok hakimdi. Bir dedektif edasıyla kollarını pervaza dayadı. "Kesin işbirlikçileri olmalı. Bu işleri tek yapmazlar. Böcekevi Sokağı'na filan da bakın. Oralarda gizlenmiş olabilirler."

Hüseyin Amca şahin bakışlarını abimin üzerinde odakladı. "Kürşat çok biliyorsan insene aşağı büyük hafiye kabiliyetinden faydalanalım! Cam güzeli gibi durma orada da bir işe yara kırk yılın başı."

Ni-ho-ha-ha-haaaa! Cam güzeli Kürşat. Ben bunu sonra kullanırım.

Abim bir kaldı öyle.

Toplanma nedenimiz balkonlardan Tarzan gibi atlayıp zıplayan bir hırsız olmasa kahkahayı koyacaktım.

Nuri Dede kafasında takkesi üzerinde pazen entarisi karşı camdan sarktı. "Vah vah. Görüyor musun sen? Olacak iş değil. Millette haysiyet kalmamış..." Hüseyin Amca'ya el etti. "Bekleyin ben de geliyorum."

Münevver Nine kocasına yan camdan çıkıştı. "Hırsız bekler mi ayol seni? Bırak gitsinler onlar. Düşüp kalacaksın bir köşede Allah'ım korusun. Sana mı kaldı hırsız kovalamak gençler varken?"

Aşağıdan "Polisi aradınız mı?" diye sordu Kaan Abi haklı olarak.

Yusuf Amca üst kattan bağırdı. "Ben arıyorum şimdi."

Abime sırıttım. Sabredemedim. Hemen kullandım. "Aşağı in istersen Cam Güzeli. Hava şartları müsait. Narin bedenin incinmez."

****

Beklenildiği üzere Niyazi Abi bakkalda yine içecek servis ediyordu.

Mağdurlardan Huriye Teyze yarı baygın inlerken, Kemalettin Amca çayını içiyordu. Kemalettin Amca'nın bir şeyini çalmamıştı hırsızlar herhalde.

Annem Huriye Teyze'nin bileklerini kolonyayla ovarken "Var mı çalınan bir şey Huriye Abla?" diye sordu. Korkudan mı inliyordu yoksa bir şeyler gerçekten gitmiş miydi anlamanın peşindeydi.

Kadın soruyu duyar duymaz anında dövünmeye başladı. "Ah olmaz mı kızııımmm. Olmaz mı? Annemden kalma yadigarlar, benim Trabzon burmaları gitmiş hep! Namuzsuz! Haram olsun inşallah. Boğazlarına dizilsin. Gün yüzü göremesinler! İki yakaları bir araya gelmesin! Kabir azabı içinde kavrulsunlar inşallah!"

Daha da sayardı Huriye Teyze ama Münevver Nine araya girdi. "Huriye günahtır, beddua gelir seni bulur sonra."

"Münevver Abla Allahını seversen daha ne olacak? Bulan bulmuş bizi. "

"Deme öyle Huriye. Beterin beteri vardır. Ya size bir şey yapsaydı hırsız?"

Annem "Tabii ya. Cana geleceğine mala gelsin," dedi acele acele.

"Mal da canın yongasıdır ama," diye yapıştırdı Huriye Teyze.

O ana kadar sessiz kalmış kocası "Doğru diyorlar, Huriye. Üzülme bu kadar. Ne yapalım yani?" diye destek çıktı mahalleliye.

Huriye Teyze'nin şimşeklerini böylelikle üzerine çekmişti. "Sen sakın bir şey yapma e mi Kemalettin! Ben sana dedim," diye burnundan soludu. "Bir tıkırtı var dedim! Sen anca çamış gibi yat orada. Alemin herifleri nöbete durur. Sen anca oturduğun yerde dur öyle. Allah saklasın sakın kıpırdama! En güzel yaptığın iş..."

Niyazi Abi boğazını temizledi. "Huriye Abla çay vereyim mi?" İhtiyacı varmış gibi ekledi. "Kendine gelirdin hem..."

****

Yine Nuri Dede'nin öncülüğünde kılınan sabah namazıyla gün ışırken, hırsız ya da hırsızlar arazi olmuş, Huriye Teyze'nin aile yadigarlarıyla birlikte bilezikleri de sırra kadem basmıştı.

Akşam kararlaştırıldığı gibi mahalle meclisi Nuri Dede'lerde toplanacak, gündem değerlendirilecek, ona göre savunma önlemleri alınacaktı. Ancak çalınan malların geri gelebileceğine dair kimsenin ümidi yoktu. Polis evde parmak izi de bulamamıştı.

Adamlar profesyoneldi.

Biri dürtmüş gibi beni uyandıran kokuyu takip edip mutfağa girdiğimde küçük dilimi yutacaktım. Evdeki bütün kapkacak ne varsa tepeleme lokma doluydu.

Annem strese girdiğinde yemek yapardı.

Hırsız korkusundan uyku tutmamış olacak seri üretime geçmişti anlaşılan. "Anne n'aptın sen? Kim yiyecek bunları?"

Sorumla ilgilenmedi annem. "Yoktu senin dersin bugün değil mi?"

O günkü tek dersimi veren öğretim görevlisi bir konferans nedeniyle şehir dışındaydı. Ders iptal olmuştu. "Yok da..."

"Şunları konu komşuya dağıtalım hadi, sevaptır. Nazar çıksın üzerimizden."

Hmm. Meseleyi çözmüştü annem. Aşağı mahalleye filan hep nazar değdiğinden hırsız dadanmıştı.

Önünde hala kızarmakta olan postayı gösterdi annem. "Son tencereyi de bizim dükkana götür. Fatih'lere de götürürsün gitmişken. Yemeyen kalmasın. Onlara peynir zeytin de koyarım. Açtır onlar şimdi yazık."

Yazık tabii. Çarşının ortasında da yiyecek bir lokma bir şeyleri yoktur.

Fatih'e lokma götürme fikrine alışmaya çalışırken annemin sabırsız sesiyle irkildim. "Hadi kızım biraz hareket."

"Tamam, anne. İzin verirsen bir yüzümü yıkayayım. Kanatlarımı çıkarıp giderim şimdi."

"İyi edersin," dedi. Kanat çıkaracak olmam onu fazla etkilemişe benzemiyordu. "Soğursa bir şeye benzemez." Arkamdan "Ah biz gençken..." diye söylendiğini duydum. Gerisini duymaya hiç çalışmadım. Gençken uçmakla filan hiç uğraşmayıp direkt ışınlanarak dağıtıyordu lokmayı mutlaka. Sürekli ağrıyan belini de kesin o ara incitmişti.

****

Kollarımın altında koca birer saklama kabı Atatürk Caddesi'ne indim. Tepemdeki at kuyruğu, üzerimdeki pofidik montla kavgaya hazır kabarmış bir horoza benziyordum bence.

Gerine gerine Heykel'de yürüdüm, alt geçitten Ulucami'ye geçtim. Oradan da kapalıçarşıya sallandım. Bir yandan da koca adımlar atmaya gayret ediyordum. Zira lokmalar soğur ve bu akıl almaz durum annemin kulağına giderse benim için pek de iyi olmayabilirdi.

Aceleyle kaplardan birini neredeyse abimin kafasına attıktan sonra diğerini de Arslanlar Kuyumculuk'a götürmek üzere uçarak yola çıktım yeniden.

Sonra 'ne bu acele?' diye kızdım kendime. Cidden lokmalar soğuyacak diye miydi bu telaş? Dünden hevesli gibi ne oluyordu? Aslında gitmek istemediğimi hatırlatmam gerekti kendime.

Adımlarımı yavaşlattım. Kalan birkaç adımı insan gibi attım.

Kendime rağmen nefesimi tutup dükkana girmiştim ki tezgahın başında müşteri olmadığım için hayal kırıklığına uğramış Tunç'u buldum.

Tunç'un yüzüne bir bakış atıp dükkanın arka kısmını gözlerimle taradım. "Kimse yokmuş..."

Kimse olmadığı için rahatlamış mıydım hayal kırıklığına mı uğramıştım fazla üzerinde duramadan kasanın yanındaki Çalıkuşu ilişti gözüme.

Demek ciddi ciddi okuyordu.

Kaldığı yeri işaretlemek için kitabın arasına fiş sıkıştırmıştı. Bulunduğu sayfayı katlamamıştı.

Gözlerimden çıkmaya çalışan kalpleri geldikleri yere göndermek oldukça güçtü.

Kitap konusunda hassastım işte. Ne yapayım? Kitaplara iyi muamele etmek gerekirdi.

Okuduğum kitaplar bile okunmuş gibi durmaz, okunduktan sonra ilk günkü gibi kütüphanemin rafında yerini alırdı.

Kitaplarımı mecbur kalmadıkça ödünç vermez, altını da çizmezdim – ders kitaplarım da dahil; önemli bir yer görürsem defterime not ederdim.

Hasarlı kargo yüzünden, muhtelif online kitapçıların müşteri hizmetleriyle kaç kere papaz olduğumu hatırlamıyordum. Benim hasarlı dediğim kitaba bakıp 'bu kitaplar hasarlı değil ki hanımefendi' diyorlardı.

Neyse. Tamam yani. Kitaba iyi davranması, sağını solunu kıvırmaması iyi bir şeydi. Ne mutlu ona.

Sadece şaşırmıştım. O kadar. Son olanlardan sonra kitapların yüzüne bakacağını sanmamıştım: Tasarımcı kızı arayıp muhabbet etmek dururken kitap mı okuyacaktı?

Bak tam yumuşuyordum yine sinirlendim.

Tunç, biraz da yüzümdeki sinirli ifadeyi üzerine alınıp benim de onu gördüğüme pek sevinmediğimi düşünmüş olacak "Bir tek ben varım," dedi 'elimizde bu var' diyen bir ifadeyle.

Tek olduğunu söylememiş gibi "Cezmi Amca yok mu?" diye sordum. Dikkat çekmeyeceğim ya hani peşin peşin Fatih'i sormuyorum.

"Cezmi Amca gelmez bugün."

"Fatih Abi nerede?" Sonuçta ikinci sırada kıdem açısından onun sorulması son derece uygundu.

"Bankada işi vardı. Gelir şimdi." Gizemli halim karşısında sabırsızdı artık. "Bir şey mi oldu?"

Elimdeki kabı gösterdim. Benim de gizemim buraya kadardı. "Bunu getirmiştim de ben."

"Ne var içinde?" diye sorarken beni gördüğüne ilk kez sevinir gibi oldu. Hafiften ağzının suyu akmaya başlıyordu koku ağır ağır dükkanı doldururken.

"Akşam komşumuza hırsız girdi. Annem de lokma döktü."

"Yaa," dedi. "Çok severim, ellerine sağlık Necla Abla'nın."

"Sadi'yle Fatih Abi gelince beraber yersiniz," diye altını çizdim. Gözündeki parıltıya bakılırsa an itibariyle kimseyi beklemeden yumulacağa benziyordu çünkü.

"Oh oh tamam. Çay da söyleriz birazdan. Mis," dedi mutlu mutlu.

****

O akşam Münevver Nine'lerin evinde durum değerlendirmesi vardı. Mahalle meclisi toplanmış herkes burnundan soluyordu.

Kızgındılar haliyle.

Elde de halihazırda yakalanmış bir hırsız bulunmadığından herkes hırsını birbirinden çıkarıyordu.

"İçim hiç rahat değil ama kapıyı bacayı kitledik geldik valla."

"Hırsız girecek diye yirmi dört saat evde mi oturacağız?"

"Gerekirse oturacağız."

"Ee hani Huriye Abla'ları onlar evdeyken soyuverdiler ya!"

"Fark etmiyor onlara anacım. Bir spreyleri varmış zaten. Tssst sıkıyorlar, evi götürseler ruhun duymuyor."

"Teçhizatlı çete bunlar ayol. Girmedikleri ev kalmadı aşağı mahallede."

"Yakalanmıyor da geberesiceler."

"Sıra bize geldi demek. Vah vah..."

"Kapalıçarşı esnafı da şikayetçi. Kaç dükkan soyuldu hadde hesabı yok."

"Ne güzel eskiden bekçi vardı. Olmuyordu böyle şeyler."

"Devir değişti. Artık her koyun kendi bacağından asılıyor."

"Bekçi alımı başlayacak diyorlar..."

"Almalarını mı bekleyeceğiz? O zamana kadar bir kuru sedir bırakmayacak soysuzlar!"

"E biz mi devriye gezelim? Ne yapalım yani?"

Biz de bu çözüm odaklı, çok mühim oturuma katılan bir kısım mahalle genci olarak salonda oturacak yer kalmadığından, koridora dizilmiş mahalle ihtiyar heyetini izliyorduk.

Abim kapının kemerinin hemen altındaki stratejik noktada, arada içerisine arada da bize gerekli müdahalelerde bulunuyordu. "Alarm şart," dedi en büyük bilişkişi olarak. "Bütün mahalleye taktıralım. Biz her yeri kollayamayız sonuçta... Gerekirse birkaç köşeye de kamera taktıralım." Oysaki kuş bakışı ne güzel kolluyordu her bir yeri penceresinden Cam Güzeli.

Abimin baş nemesisi, Cam Güzeli'ni lügatıma katan canım Hüseyin Amca'm 'sen adam olmazsın' bakışlarını abime dikti. "Projeyi herhalde sen finanse edeceksin oğlum?"

"Fikir benden uygulaması sizden," dedi abim izafiyet teorisini bulmuş gibi.

"Söylemesi kolay. Alarm takılsın. Kamera takılsın. Takılsın da herkesin gücü var mı bakalım? Böyle bir öneriyle geliyorsan ardını da düşüneceksin. Gerekirse çıkarıp vereceksin parasını."

"Paran varsa sen bana ver, Hüseyin Abi. Düğün yapacağız... Benim gönlüm zengin," diye homurdandı abim. Yüzünü bize çevirdi. Küsmüştü ihtiyar heyetine. "Yaranamıyoruz kimseye de."

"Boşver abi, üzülme sen," diye teselli ettim. "Bilmiyorlar senin kıymetini."

Buruşturdu yüzünü. "Sen de buldun geç dalganı çirkin şey." Tiksintiyle baktı yüzüme. "Şu tipe bak. Hiç mi çekmez bir insan abisine?"

Kabul etmek hiç istemezdim ama tipimize bakan kardeş olmadığımız söylense dumur olurdu ancak. Şaşkın şaşkın 'Nasıl yani?' bakışlarımı diktim suratına. "Benzemiyoruz diyorsun..."

İçerisi yeniden hararetli tartışmalarla alevlenirken, Fatih'in omzunun dibinde konuşlanmış Leyla kıpırdandı. Haddinden fazla uzun sürmüş, herkesleri şaşırtan sessizliğini bozuyordu sonunda. "Kız arkadaşın nasıl Fatih?"

Mahalle yanarken...

Tövbe tövbe.

Fatih yüzüne bakmadan "İyi," dedi. Sessizce içeride konuşulanları dinliyordu ve Leyla'ya istediği malzemeyi vermeye niyeti hiç yoktu.

Leyla seslice iç geçirdikten sonra "Bir türlü tanışamadık biz de," dedi. 'Acaba gerçekten öyle biri var mı?' diye sorar gibi. Ya da ben çok paranoyaktım. "Siz tanıştınız mı Kürşat?"

"Tanıştık," dedi abim. Cümlesinin peşi sıra içinden ettiği yan küfürcüğü ben kendim kafamda tamamladım.

Yazık. Leyla'nın dudakları kızla tanışmaya can atıyormuş gibi büküldü. "Biz ne zaman tanışacağız Fatih???"

Fatih umursamaz omuz silkti. "Tanıyorsunuzdur belki de... Belli mi olur? Benim tanıştırmama bile gerek kalmaz."

İş iyice sarpa sarıyordu ama.

Ben sokak kapısının dibinde iyice pıstığımda "Neeee???" diye sesi yükselirken gözleri büyüdü Leyla'nın. "Hani bizim buralardan değildi???"

İmdada neyse ki Münevver Nine yetişti. Mutfaktan başını uzatmıştı. "Leyla gel kızım, sen çayı demle, Nil sen de Fatih'le birlikte bir koşu kilere in. Şeftali suları vardı. Bir de atıştırmalık bir şeyler olacak. Nuri akşam çıkaramamış yukarı... Servis yapalım hemen. Dili damağı kurudu insanların. Kafa kalmadı hiç..." Sonra abime el etti. "Kürşat oğlum sana zahmet sen de şu mutfaktaki saldalyeleri salona taşıyıver. Daha gelen olur. Kalmasın insanlar ayakta..."

"Olur Münevver Nine taşırım şimdi."

Münevver Nine koridorda dikilen ama görev düşmemiş geri kalanımızı da oturma odasına tıktıktan sonra telaşlı hareketlerle yine mutfak kapısından içeri girip kayboldu.

Yanından geçerken abim Fatih'i kolundan yakaladı. Zoraki mutfağa yollanan Leyla'ya duyurmamaya çalışarak alçak sesle konuştu. "Oğlum biraz tutarlı ol. Anladık kızı başından def etmek istiyorsun da... Götü yere yakın olandan korkacaksın. Sıktığın yalanın da bir haddi hududu olsun."

Fatih gözlerini devirdi. "Söyleyen sen olmasan ciddiye alacağım da işte. Olmuyor Kürşat. Olmuyor..."

****

Her zaman yüreğim ağzımda dolaşmak zorunda mıydım ben?

"Bunu söylediğime inanamıyorum ama abim haklı. İyice şüphelendiriyorsun artık Leyla'yı!" diye fısıldadım kilere giden merdivenleri inerken.

"Benim olmayan kız arkadaşım en nihayetinde. Senin neden bu kadar ödün kopuyor ki?"

"Yalanı ben attığım için olabilir mi?"

"Üzerine kalacağından mı korkuyorsun yoksa?" diye alayla sordu.

Aynı alayla karşılık verdim. "Neden üzerime kalsın ki? Nasılsa biri var artık? Ama işte mahalleli tanımıyor kendisini henüz. O yüzden yalanı atmadan önce biraz düşünseydin iyiydi."

Yandan çarklı gülümsemesini çaktı. "Gerekirse tanıştırırız," dedi.

"Tabii tabii tanıştır. Durduğun hata," diye mırıldandım.

Kafasını sabır diler gibi yana sallarken cevap vermedi.

Bir ömür gibi gelen seyahatimizin ardından nihayet zemin kata indiğimizde, Fatih Münevver Nine'nin verdiği anahtarla ufak metal kapıyı açıp geçmem için ardına kadar açtı.

Sırtını kapıya verip her hareketimi dikkatle izledi ben önünden geçerken. "Bugün ben yokken lokma getirmişsin. Sağ ol."

Kapının hemen yanındaki duvarda duran düğmeye basınca tavandan sallanan tek ampül penceresiz kare odayı aydınlattı. "Afiyet olsun. Annem mahallenin nazara geldiğine inanıyor da. Sabah kalkıp yapmış..."

"Biz de ne güzel sebeplendik işte," dedi gülerek.

"Tunç size de ayırabilmiş neyse ki. Kabı teslim alırken biraz güvenilmez duruyordu..."

"Hamur işi dedin mi akan sular durur onun için..."

Ivır zıvırın yığılı durduğu serin odaya şöyle bir baktım şeftali suyu ve atıştırmalıkları bulmak üzere. "Çalıkuşu'na başlamışsın. Dükkanda gördüm."

"Evet, başladım geçen gece. Bugün fazla gelen giden olmadı dükkana. Akşama kadar bitirdim."

Ne çabuk! Vay be. "Sevdin mi peki?"

"Sevdim."

Doğru söyleyip söylemediğini anlayabilmek için yüzüne baktım dikkatle. "Gerçekten mi?"

Kafasını salladı. "Gerçekten..." Bir şey ekleyip eklememek konusunda kararsız gibi görünüyordu.

"Ama?"

"Ama bir nokta hoşuma gitmedi."

"Nedir hoşuna gitmeyen?"

Kesin bir yargıyla gözlerimin içine baktı. "Bence Kamran Feride'yi hak etmiyor."

"Neden öyle düşünüyorsun?"

Soruma sanki inanamadı. Kaşları şaşkınlıkla havaya fırladı. "E aldatmış ya kızı?!"

Yüzüme bir gülümseme yayıldı. "Aldatmış ha?" diye kinayeyle sordum.

Cevap verme çabasını izlemek çok zevkliydi. Gözlerini kaçırıp yerde duran bir koli şeftali suyuna uzanırken "Nişanlıyken yani," diye mırıldandı.

Burnumdan bir homurtu çıktı gülerken. "Nişanlı olmasalar affedilebilir bir şeydi yani aldatmak? Mazur görmek lazım tabii. Verilmiş bir söz yok sonuçta..."

Kaşları hafif çatıldı. "Öyle mi dedim ben şimdi?"

"Ya nasıl dedin?"

"Nişanlıyken daha da kötü."

"Hmm," dedim ikna olmadığımı belli eder bir biçimde.

O kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibiydi. "Adı falso bir kere. Kamran nedir? Bir de çıtkırıldım bir şey. Zırt pırt hasta oluyor," dedi koliyi kucaklamış.

"Kamran'ı sevmedin yani," dedim 'anladık' dercesine. Ben de bulduğum birkaç bisküvi-kraker torbasını yüklendim.

"Sevmedim ama romanı sevdim. Osmanlı'nın son zamanlarını, Anadolu'nun halini, Feride'nin inatçılığını okumak güzeldi. Ama Kamran'ın yerine daha düzgün bir adam olsaymış keşke..."

"Kamran baştan o kadar düzgün bir adam olsa Feride neden kaçacaktı ki? Romanın gelişimi düşünüldüğünde Kamran Feride'yi hak ediyor bence. O kadar olay geçiyor onun da başından... Yaptıklarının bedelini ödüyor bence."

"Hıh," dedi. "Bu kadar affedici olduğunu bilmiyordum doğrusu."

"Bu bir roman sonuçta. Kamran da bir roman karakteri. Affetmek çok zor olmasa gerek."

"Gerçek hayatta olsa durumu başka türlü değerlendirirdin yani?"

Gerçek hayatta halihazırda bir savaş yoktu. Bu savaş sebebiyle parçalanan, ayrı düşen hayatlar yoktu. "E haliyle. Sen affeder misin aldatılmayı şimdi durduk yere?"

"Affetmem."

Başka sorum yok Hakim Bey!

Pis Fatih. Sen aldat aldat. Ama aldatılmaya yanaşma!

Çıkmak üzere kapıya davranacakken karşıma geçip yolumu kesti. "Ben de senin söylediklerini uzun uzun düşündüm."

"Ne düşündün?"

"Hani biz birlikte olamıyoruz ya... Hayat görüşümüz farklıymış..."

"Ee?"

"Birkaç sorum olacak sana. Sorabilir miyim?"

Sormadan öyle karşımda dikilmiş onay vermemi bekliyordu. Nasıl da kibar.

Torbaları iki yanıma bıraktım. Bir süre daha buradaydık anlaşılan. "Sor."

O kolisini bırakmadı. "Benim anlamadığım bir şey var. Hani biz bazı konularda anlaşamayacakmışız. Öyle öngörüyorsun ya?"

"Evet?"

"Mesela. Sen geceleri dışarı çıkmıyorsun ki." Sonra anlayışla kafasını salladı. "Kürşat'ın ölüsünü çiğnemen gerekir tabii de. Saffet Abi'den izin almaya yeltendiğini bile görmedim. Ya da ne bileyim. Kaç tane mini eteğin var? Salih'lerin kınası dışında seni bir kere mini etekli görmedim."

Hafızasına hayrandım doğrusu. Hiçbir şeyi unutmuyordu.

Gerçi biraz hakkı vardı şimdi: Gürültülü yerlerden hoşlanmazdım, dekolteden de. Ama sorunumuz bir gece gezmesine ya da bir eteğe indirgenemezdi. "Belki bir gün çıkmak isterim. Belki bir gün giymek isterim?"

Kafasını iki yana salladı canı sıkkın. "Önümüzdeki engel senin bir şey yapmayı isteme ihtimalin ve benim buna izin vermeme ihtimalim mi?"

Gözlerimi aça aça konuştum. "Anlamadığın şu. Senden herhangi bir konuda hep izin almam mı gerekecek benim? Aklımda öyle bir ilişki şekli yok benim. Kaldı ki sorun bu değil. Yani bu da var tabii ama..."

"Esas sorunumuz neymiş Nil?"

Tasarımcı kızın telefon numarasını cebe indirmişken bu soruyu soruyor muydu gerçekten? "Kamran'ı eleştirmesi kolay. Geçmişin belli. Üstelik her şeyi gördüm ben bizzat. Yani öyle değildi, böyle değildi, yok çok gençtim, çok da salaktım deme şansın bile yok. Şimdi değiştiğini iddia etsen de değişmediğini geçen gün hep birlikte gördük zaten!"

Bir süre yüzümü inceledikten sonra "Hadi sor," dedi sakince.

"Neyi?"

İnceden gülümsedi yine. "Kızı arayıp aramadığımı? Baksana. Ölüyorsun meraktan."

Hemen reddettim tabii. "Bana ne. İster ara ister arama."

Dudağını büküp kapıya yöneldi. "İyi. Madem merak etmiyorsun..."

"Nesini merak edeyim? İşarete bakıyormuşsun işte..."

Yüzünü tekrar bana döndü. Yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme vardı. "Çok da umurunda değilmiş gibi durmuyor. Hatta bayağı sinirlenmişsin bana sorarsan."

"Neden sana soruyoruz? Hem niye sinirlenecekmişim?"

"Bilmem. Ne sebeple sinirleneceksin?"

"Sadece fırsatları kolluyorsun her akıllı erkek gibi. Çok doğal," dedim dişlerimi sıkıp.

"Yani... Ne yapsaydım? Zaten ayaküstü alışveriş merkezinde reddedilmişim. Fırsatları değerlendirmek lazım. Geçmişte yaşamamak lazım. Her zaman ileri bakacaksın bu hayatta."

"Geçmiş mi? Söylediklerimin üzerinden kaç saniye geçmişti acaba kızın numarasını cebine atarken?"

"Saniye ya da yıl. O söylediklerinden sonra var mı bir önemi?"

"Sen söylediklerinde samimi değilmişsin demek ki... Zaten biliyordum da böylece emin oldum. Çok da iyi oldu!"

"Haklı çıktın tebrik ederim. Madalya ister misin? Ellerimle yaparım istersen."

"Objektif olarak konuşuyorum ben. Kızı aramak için kalbi kırık bir adam hiç değilse birkaç gün bekleyebilirdi bence."

"Kızı aradığımı kim söyledi Nil?"

"Aramadın mı?" diye soruverdim ya ben.

Sorum yine memnun etti onu. Dilimi de eşşşşek arısı soksun e mi?

Gülerken beyaz dişleri pırıl pırıldı. "Aramadım ama bekar adamım sonuçta. Ararım ararım. Kime ne, öyle değil mi?"

"Tabii canım," dedim abartıyla. "Paşa gönlün bilir. Teyze ne diyordu? Bir sürü ortak noktanız varmış baksana... Mutlu mesut yaşarsınız. Sen takı yaparsın, o heykel filan yapar." Düşünür gibi yaptım. "Yapıyordur herhalde değil mi?" diye sordum büyük bir ciddiyetle.

Sesli bir nefes verdi. "Neden böyle yapıyorsun Nil?"

"Ne yapıyormuşum?"

"Aramadım diyorum işte!"

Tam da o an Fatih'in arkasından, derinlerden bir yerden tanıdık bir ses yükseldi.

"Şeftali ağaçlarını suladınız da meyve vermelerini mi bekliyorsunuz?"

Abim.

Kapının eşiğinde durmuş bize bakıyordu. "Biraz uzun sürer suyunu çıkarması. Ben söyleyeyim de..."


Bizim de suyumuz ısınıyorduuu

Şeftali diyince sfhkjshfk

Instagram: @sezen.aksin



Continuar a ler

Também vai Gostar

BERCESTE Por itsmegokcen

Ficção Adolescente

5.8M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.3M 51.3K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
189K 12.1K 51
Mahir, eski sevgilisiyle komşu olduğu için sinirli değildi. Sinirli olduğu nokta, adamın karısıyla birlikte karşı apartmanına taşınmasıydı.
1.6M 85K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...