İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.7K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bonus 16

12.1K 725 179
By iremmipelin


●Sıla Aslan●


İçeri geçtiğimde kapıyı sertçe kapatıp elindeki anahtarı kapının girişindeki çekmeceli dolabın üzerine fırlattı.

"Ekin," dedim, yol boyunca kullandığım yumuşak ton ile. "Sakinleş artık."

"Ne yaptığının farkında bile değil." diye bağırırken L koltuğun ortasına doğru fırlattığı telefon mindere çarpıp parkenin üzerine düştü. "Hayatının bir önemi yokmuş gibi davranıyor. Sakin olmaya çalışıyorum. Onu tutmaya çalışıyorum. İyi olması için uğraşıyorum o ne yapıyor, siktiğimin ilaçlarını içmiyor."

Sırt çantamı kapının kenarına bırakıp ona doğru yaklaştım. "O ne yapıyor?" diye bağırdı yeniden bana dönüp. Başımı yana eğip sakinleşmesini umarak baktım. "Bülent Amcanın dediklerini duydun. Hastalığı geçmemiş bile, ilaç kullanması lazım, seanslarına gitmesi lazım. O ne yapıyor?"

"O da bir garip." dedim başımı iki yana sallarken. "Adama kızın fenalaştı, hastaneye getirdik diyorsun, şu an önemli bir görüşmem var diyor." Yüzündeki sıkıntılı ifadeye bakıp derin bir nefes aldım. "Konuşur ikna ederiz. Gerekirse kolundan tutar götürürüz. İlaçları aldığından emin oluruz. Sakinleş artık."

"Ege bir yanda Nora bir yanda..." Koltuğun üzerine kendini yığılırcasına bırakıp şakaklarına avuç içlerini bastırdım. "Sıkıştım kaldım."

"Her şeyi bir anda yoluna koyamazsın. Toparlanmaları için zaman vermemiz gerekiyor. Biz yanlarında olacağız elbette ama bugün olduğu gibi müdahale etmeden. Nora zaten hassas, bilmiyormuşsun gibi onca şeyin üstüne bir de sen laf söyledin. Yarını bekleyemezdin değil mi?"

"Bekleyemezdim." dedi öfkeyle. "Ege'ye bizim yardım etmemiz başka, o herifin başka. Gerekirse şeytanla anlaşırız dedim, Aybars ile değil."

"Abartmıyor musun?" dedim sakin olmaya çalışarak yanına oturduğumda. "O da sizin gibi yardımcı olmaya çalışmış işte, ne var bunda?"

"Ne demek, ne var bunda?" Ellerini başından çekip kucağına indirdiğinde sırtını yasladığı yerden kaldırıp dikleşti. "Aybars senin baktığın yerden sevimli görünebilir ama kendisi şeytanın olsa olsa ustası olur."

"Abart Ekin, hiç hız kesme, kökleye kökleye abart."

Yerinden hızla kalkıp mutfağa ilerledi. Arkasından kalktığımda mutfağa girip buzdolabını açtı. İki tane bira çıkartıp bana döndü. "Şarap mı istersin?"

"İçme isterim." dedim düşünmeden. Derste ya da antrenmanda olmadığı her dakika içiyordu. Üzerine konuşmak istiyordum ama bir türlü fırsat olmuyordu. Kolay sarhoş olmazdı, onu liseden beri sarhoş görüp görmediğimi bile hatırlamıyordum ama bünyesi sağlam diye kanına sürekli alkol karıştırmak zorunda değildi.

"Sabah olmak üzere." dedim, birayı açtığı sırada. "Yarın antrenmanın var, uyuman lazım."

"Sakinleş deyip duruyordun işte," dedi bana bakmadan iki birayı da alarak kapıya yürüdüğünde. "Sakinleşiyorum."

"Tamam, bir bira." dedim, anlaşmaya uymasını sağlamak istediğimden gülümseyerek.

Sol elindeki birayı bana uzatıp başını salladı. En azından biraz olsun kontrol altında tutabilirim diye düşünüyordum. Ya da umuyordum.

Koltuğu pas geçip yere kadar uzanan balkon kapısını açarak dışarı çıktığında peşinden gittim. Balkon için artık soğuk aylara giriyorduk ama öfkesi kanını ateşe veriyordu. Şu an bir şey hissettiğini sanmıyordum. Aklı Ege'deydi, Nora bir şekilde bu gece uykuya dalacak ve yarın her şeyi yeniden düzeltmeye çalışacaktı. Ege öyle değildi. Onun kafası çoğu zaman net kararlarla çalışırdı. Yarın uyandığımızda Ege kendisini bizden söküp alabilirdi. Daha önce de yapmıştı. Odağı Ekin'deydi ama bu durum hepimize zarar vermişti. Yine öyle olacak diye endişeleniyordum. Ekin ve Nora'ya duyduğu kızgınlık onu geri çekilmeye zorlayacaktı. Lisede olduğumuz zamanı özlüyordum. O zamanlar ne kadar az derdimiz olduğunu şimdi daha net görebiliyordum. Bunu dileyeceğim aklıma bile gelmezdi ama keşke hep lisede kalsaydık.

Sandalyeye sırtını dayadığında diğerine ayaklarını uzatıp başını geriye itti. İçine kapanmaya başlayacaktı, biliyordum. Ne zaman üzüldüğü konu boyunu aşsa, kendini kapatırdı. Çok üzüldüğünde sessizleşiyordu. Öfkesi yavaş yavaş dinerken sessizliğe gömülmek üzereydi.

"Tunç ne dedi?" diye sorduğumda gözlerini açıp bana döndü.

"Ege iyi merak etmeyin, dedi sadece."

Kaşlarımı kaldırdığımda bir bacağımı diğerinin üstüne atıp kollarımı göğsümde bağladım. "İyidir öyleyse." dedim, hiç inanmasam da.

"Değildir." dedi, gözlerini kapatıp başını geriye doğru iyice yaslarken.

"Elinden geleni yaptın." dedim.

Acısının birazını almak isterdim. Aynı noktada, aynı duruma üzülüyorduk. O sorumlu hissediyordu, her şeyi kendisinin kontrol edebileceğine dair bir inancı vardı ve bu inanç artık onu yoruyordu. Ekin de en az Ege kadar, Nora kadar yorulmuştu. Hepimiz yorulmuştuk. Bu zor günler de geçecekti. Hiçbir durum sonsuza dek sürmezdi. Enerji birikir, enerji yansırdı. Birikiyordu her şey, yansıyacak ve dağılacaktı elbet vakti geldiğinde.

"Ekin," dedim sandalyemi ona yaklaştırırken. Kolumu ona uzatıp dirseğimi sandalyesinin sırtına yaslayarak parmak uçlarımı saçlarının üzerine değdirdim. "Sen söyledin, Nora şu an riskli bir durumda. Bülent Amca telefonda bunu kısa ve öz bir şekilde belirtti. Yapmamız gereken ona destek olmak, üstüne gitmek değil."

"Kabullenemiyorum." dedi, kaşları acıyla kırışırken. "Kendini öldürmek sayılır bu Sıla. Bunu yapmasını aklım almıyor."

"Sevgilim," dedim üzerine doğru biraz daha eğildiğimde başını yana çevirip omzuma yaslandı. "Kendini hırpalama artık. Bak burada, yanımızda. Yanında olacağız biz de onun, destek olacağız. İkisine de."

"Ege izin vermez." dedi sesi biraz kırılırken. "Yine yapacak. Uzaklaşacak."

"Tutarız... Onu da Nora'yı da tutarız." dedim, dudaklarımı saçlarının arasına karıştırırken.

"Yapamam," dedi sıkıntıyla. "Geçen seneyi bir daha yaşayamam. Nora'nın o kasvetli yere yeniden dönmesine izin veremem."

Kaşlarımı çattım. Kasvetli mi? Tamam bütün klinikler öyledir ama nasıl bu kadar emindi?

"Ekin?"

Başını boynuma biraz daha soktuğunda ensesindeki saçlara indirdim parmaklarımı. "Kasvetli mi?"

"Ülkenin en prestijli hastanesi güya." dedi sinirle. "İngilizler işte, pürüzsüz bir resmiyet ve duygusuzluk..."

Kaşlarımı biraz daha çattım. "Nora sana kaldığı yerden mi bahsetti?"

Vücudu bir an için kasılsa da başını geriye itip gözlerini açtı. "Biliyordum." dedi yutkunarak.

Kaşlarım alnıma doğru havalandı bu kez. "Neyi biliyordun?"

Ekin dudaklarını birbirine bastırdı. Bacağının üstüne altını yasladığı şişeyi kaldırıp uzun bir yudum aldı.

"Gittikten yaklaşık 2 ay sonra öğrendim nerede kaldığını."

Saçlarında gezinen elim durduğunda başımı yana eğdim. "Geçen sene, tüm her şey olurken, sen biliyordun kaldığı yeri?"

Başını salladı. "Ne, neden söylemedin?"

"Ege terk edildiğini düşünüyordu Ekin. Ben, annem ile uğraşıyordum... Neden söylemedin?"

Ekin gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Tedavi olması gerekiyordu. Doktorlara, hemşirelere hatta orada çalışan diğer herkese ulaşmaya çalıştım. Gizlilik politikası o kadar keskin ki hiçbir şey öğrenemedim. Sonra kalktım gittim bari kendi gözlerimle göreyim diye."

Ağzım hayretle açıldığında yerimde doğruldum. "Nilay'ın doğum günü için sürpriz yapacağım diye Londra'ya gittiğinde Nora'yı görmeye gittin."

Ekin başını salladığında taşlar yerine oturmuştu. Nilay, kuzenleri arasında en kardeşi gibi olandı. O zaman bunu sorgulamamıştım bile ama şimdi anlıyordum. Nora gittikten sonra yeri yerinden oynatan adam bir süre sonra sakinleşmişti. Ben kızgın, o da kırgın diye düşünmüştüm ama değildi işte, yerini bulmuştu. İyi olduğunu görmüştü ve ona saygı duymayı seçmişti.

"O biliyor mu?"

"Hayır." dedi başını yeniden omzuma yaslayıp sandalyenin arkasındaki elini belime sardığında. "Haberi olmadan Bülent Amcanın başına diktiği adama ulaştım. Onun bildiği kadarını ondan öğrendim. Sonra Melissa ile onu gördüm uzaktan. Çok durgundu, soluktu, özensiz görünüyordu ama iyiydi. Melissa ile konuşuyor, gülüyordu. Kız buraya gelince anladım aynı kişi olduğunu."

"Ondan Nora buraya geldiğinde hiç sorgulamadan kabullendin."

Elindeki bira şişesini masaya bırakıp diğer kolunu da belime sardı. "Evet. Ege zaten ailesi ile uğraşıyordu. Sen annen ile... Nora bir karar vermişti ve bunu zorunluluktan yapmıştı. Ne tetikledi, nasıl oldu bilmiyordum, önemi yoktu. Çaba harcıyordu. Size söyleyip onun sınırlarını aşamazdım. Benim söylemem gereken bir şey değildi. Evet onu buldum çünkü duramazdım. Bu da benim sınırlarımla ilgili. Nora benim kardeşim, içim. İyi olduğunu gördükten sonra Bülent Amcaya gittim İstanbul'a dönünce. O da bahsetti biraz. Biliyorsun babam ile hukukları var, sever beni." Omzuma uzun bir öpücük bıraktı. "Seni de sever." dedi gülümseyen sesiyle. Bu gece ilk kez sesi gülümseme barındırıyordu.

"Şu an sana sinirlenmem lazım ama o kadar senin yapacağın bir şey ki bu Ekin, kızamıyorum."

Boynumu bir kere daha öptü. "Hepinizin uğraştığı işler vardı. Sizin de desteğe ihtiyacınız vardı. Sonrasında da söylemek bana düşmezdi."

Belime daha sıkı sarıldığında derin bir nefes aldı. "Gitmesine kızgındınız, neden gittiğini bilmek istemiyordunuz zaten."

"Haklısın." dedim sıkıntıyla. Gitmiş olması, bizi bırakmış olması o kadar ana konuydu ki o zamanlar. Neden gittiğini hep sonraya itmiştik içimizde.

"Kimseyi geride bırakmıyorsun değil mi?" dedim, başının üstünü öperken. "Kimse değil o, Nora." dedi ciddiyetle.

"1 saat önce kızı üzmemiş gibi söylemiyor mu bir de?"

Kaşları çatıldığında kırışıklığı öptüm. "O başka o başka... Kızgınım ona hala, 10 gün söylensem geçmez kızgınlığım."

Gözlerini açtığında yüzünü inceliyordum. "Ne?" dedi, biraz önceki cümleden sıyrılan rahat ses tonuyla.

Bir şey söylemeden gülümsediğimde uzanıp aralık dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Belimin etrafına sarılı kollarını gevşetip iki yandan tutarak beni kucağına çektiğinde ellerimi boynuna yasladım.

Tek kolunu belime sıkıca dolayarak sandalyeden kalktığında ben hala dudaklarımı kutsayan dudakları ile ilgileniyordum. İçeri girdiğinde odasının olduğu koridora yöneldi. Kapıyı ayağı ile ittiğinde kucağında doğrulup ensesinde durmayan elimi saçlarının üzerine bıraktım. Parmaklarım saç tellerinin arasında gezinirken bana bakması için hafifçe çektim. Başını geriye ittiğinde dudaklarımı boynuna bastırdım. Köprücük kemiğine ulaşmak için fazla yüksekteydim. Dizini yatağa yasladığında bacağımın üstünde avuç içini gezdirdi.

Onunlayken durup durup kendime söylediğim tek bir şey vardı. Bitene kadar bizimdi... Her anın kıymetini bilip tadını çıkartmam bu yüzdendi. Bir gün bitecekti, hiçbir şey sonsuza dek sürmezdi, süremezdi. Yine de, bitene kadar bizimdi.

Üzerime eğilerek beni yatağa bıraktığında ellerim saçlarından ayrılmak zorunda kaldı. Gözleri, gözlerimde durdu. Bakışında akışkan bir his vardı. Gözleri kalbimi eritiyor. Onunlayken kendim olmaktan çıkıyordum. Bambaşka biri oluyordum. Buna engel olmak istemiştim. Buna karşı koymuştum. Yine de akmıştı gözleri kalbime. Başaramamıştım ondan kaçmayı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu, dudaklarını dudaklarıma sürterken.

"Seni." dedim, aklımdan geçenleri bu tek kelimeden anlamayacağını bile bile.

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında, avucunun içini başımın yanına yaslayarak destek aldı. Kaşları havalandı. Aklımın içinde kendisini nasıl gördüğümü bilmek istiyordu. Bu onu fazlasıyla korkutan bir durumdu. Yine de merak ediyordu.

"Beni?" dedi kaşlarını bu kez çatarken. "Nasıl?"

Elimi uzatıp pürüzsüz çenesini tuttum. Yüzü, sakalların arkasına saklanmayacak kadar güzeldi.

"Bir düş gibi, seni..."

Kaşları yeniden havalandı, dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Buraya saygıdeğer Shakespeare abimizden bir alıntı gelecek mi?" diye sordu, sululuğa vurmaya çalışarak. Hala ona aşık olduğumu kabul etmekten kaçıyordu.

"Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?"*

Yüzündeki gülümseme donup dudağının kenarında minik bir kıvrılma olarak kaldığında uzanıp orayı öptü.

"Cidden aşık mısın bana?" diye sordu, başlamak üzere olan güne duyurmamak için sessizce.

"Neden bu kadar zor kabullenmen?" diye sorduğumda, bedenini bedenimden uzak tutak kolunu serbest bırakıp göğsüme başını koyarak üzerime uzandı.

"Beni neden sevesin?"

Saçlarını karıştırırken yatağa iyice yerleşip kucağımdaki ağırlığına alışmaya çalıştım.

"Yakışıklısın," dedim alayla. "Sporcusun, zenginsin... Dur bakalım başka. Baş belasısın, hah bir de kırmızı üstü açık spor araban var."

Geniş bir kahkaha attığında kolunu belime sarıp köprücük kemiğimi öptü. "Bunlar benden nefret etmeni sağlayacak nedenler."

"Evet haklısın," dedim doğrulmaya çalışıyormuş gibi yaparak. "Gidip kendime bir İstanbul Beyefendisi bulayım. Ekin Göksoy ne be, atanamamış playboy alt tarafı."

"Sana çok aşık." dedi köprücük kemiğimi bir kez daha öperken. "Çok aşık. Çok çok çok aşık."

Birden dönüp yatağa uzandığında beni üzerine çekti. Bacaklarım iki tarafından yatağa yaslıyken saçlarım yüzüne doğru dökülmüştü.

"Çok aşık." dedi, başını kaldırıp dudaklarını dudaklarıma bastırırken.

Gözleri yeniden acı çeken bir tona büründüğünde kaşlarımı çattım. Yine ne gelmişti aklına?

"Nasıl oldu bilmiyorum." dedi, saçlarımın ucuyla oynarken. "Sen bana aşık oldun. Gerçek olamayacak kadar mükemmel bir şey bu. Bu yüzden artık beni bırakmazsın. Hiç."

Gülümserken elmacık kemiklerinde işaret parmağının arkasını gezdirdim. "Bitene kadar bizim." dedim, dudaklarına doğru eğilerek. "Durulmayacaksın Ekin, hamurunda yok."

Kaşları çatıldığında uzanıp dudaklarımı sertçe öptü. "Sen varsan her şeyim tamam."

"Şimdi böyle diyorsun..." dedim, öpücüğüne karşılık verirken.

Bir kez daha yatakta dönmemizi sağlayıp üzerime çıktığında öpücüğü daha da sertleşti. "Bitmeyecek." dedi, karşı çıkarak.

Önü açık gömleğimi kollarımdan çıkarttığında tekrarladı. "Bitmeyecek."

Ellerini ensesine itip ince kazağının yakasından tutup çıkarttı. Yatakta doğrulduğumda üzerime oturan siyah tişörtümü çıkartmadan yukarı doğru iterek göbeğimi öptü. Eli göğsüme ulaştığında öpücükleri ile çizdiği yol aşağı indi. Deri pantolonumu bacaklarımdan tek başına çıkartması zor olacaktı. Ona yardımcı olmak için yatakta yükseldiğimde belini tutup bacaklarımdan çekerek tek seferde çıkarttı. Bazen bu konuda ne kadar usta olduğunu unutuyordum. Pantolonu yatağın kenarına bıraktığında bana doğru uzanıp dudaklarımı öptü. Dudakları boynumdan göğsüme doğru kayarken, parmak uçları sırtımda geziniyordu. Parmak uçları, dudakları ve bedeni ustalıkla beni ele geçirirken anının içinde kaybolmaya çalışıyordum. Hiçbir zaman kabul etmeyecek olsa da ben biliyordum. Bitene kadar bizimdi...


*William Shakespeare, 18. Sone.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 123K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1M 70.2K 6
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
14.5K 1.6K 37
Karanlık. Geçmişim karanlıktan ibaret. Işık tutarsam ne göreceğim? Güzel bir mazi mi? Yoksa yine karanlığın kendisi mi?
372K 13.1K 18
DERS 1: YASAK OLAN CEZBEDİCİDİR hikâyesi Facebook da Ezgi Deniz'in Kaleminden sayfasında 25 Kasım 2012 yılında yayınlanmıştır.