İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bonus 13

12.9K 745 192
By iremmipelin


● Berrak Özder ●

Cam kenarında, restoranın en güzel yerindeki masalardan birinde otururken geniş deniz manzarasından bakışlarımı çekip Neva Hanım'a çevirdim. Yüzünde her daim hakim olan tebessüm ile Aybars'a bakıyordu. Buraya gelene kadar olan sürede gözlemlediğim kadarıyla aralarında samimi bir anne-oğul ilişkisi olsa da mesafelerini koruma konusunda iyilerdi. Annem ile olan ilişkime hiç benzemiyordu aralarındaki iletişim, daha çok dizilerde izlediğim köklü ailelere benziyordu. Aybars annesinin yanında yüzünden gülümsemeyi eksik etmiyordu, kibarlığı birkaç kat artmış ve davranışı oldukça sakindi. Trafik boyunca herhangi bir şeye söylenmediği, sinirlenmediği gibi kaşlarını bir kere bile çatılı görmemiştim ya da bakışlarını alaycı.

"Aybars'cığım," dedi Neva Hanım, dik duruşu benim de omuzlarımı dikleştirmeme neden olmuştu. "Bizim için şarap seçer misin hayatım?"

Aybars hemen çaprazımda duran büyük sandalyesinden kalkıp gülümsedi. "Ne tercih edersin?" diye sordu kaşlarını hafifçe havaya kaldırırken.

"Beyaz, lütfen." dedi Neva Hanım, bordo elbisesinin sardığı dizlerine krem rengi kumaş peçeteyi sererken.

"Berrak?" dedi Aybars kalktığı sandalyeyi düzeltirken.

"Efendim?" dedim, bakışlarımı sandalyenin kumaşında duran ellerinden mavi gözlerine çevirdiğimde.

Gülümsemesi biraz daha büyüdüğünde bana doğru eğildi. "Ne içersin?"

"Ben içmesem daha iyi..."

Yüzündeki gülümseme tanıdığım ifadeye büründüğünde bakışlarımı kaçırmak istesem de mavi gözleri kontrolü elinde tutuyordu.

"Rose?" diye sordu, içmek istemediğimi söylediğim kısmı önemsemeyerek.

Başımı hızla iki yana salladım. "Hayır, hayır."

"Aybars'cığım neden Berrak için alkolsüz bir kokteyl yaptırmıyorsun?"

Neva Hanım'a dönen bakışlarımda kesinlikle minnet vardı. Beni bu durumdan kurtardığı için ona kaç kere teşekkür etsem azdı. Son içtiğimde çenem yeterince gevşemişti, Aybars'ın yanında kendimi bir kez daha açık kitap haline büründürmek istemiyordum.

Aybars annesinin cümlesiyle başını onaylayan manada öne eğip yanımızdan ayrıldığında Neva Hanım'ın bakışları bana döndü.

"Bize eşlik ettiğin için teşekkür ederim," dedi gülümsemesi büyürken. "Aslında takım da olacaktı... Onlar sıkıcı bir yemek yerine daha eğlenceli bir kutlama tercih etmiş olmalılar."

Gülümsemem büyürken saçımı kulağımın arkasına attım. "Yorucu bir maçtan sonra deniz manzaralı bir yemek kesinlikle daha tercih edilir olmalıydı."

"Güzel oynadılar." dedi Neva Hanım büyük bardağından bir yudum su içerken.

"Teknik olarak çok fikrim yok ama Aybars iyi bir kaptan."

Neva Hanım bakışlarını su bardağında tutarken belli belirsiz gülümsedi. "Aybars kontrollü olmayı da kontrol etmeyi de iyi bilir."

Başımı salladığımda "En iyisinden öğrendi." diye mırıldandığını duydum.

Ne demek istediğini anlamasam da bunu oldukça sessiz söylediği için üstelememiştim.

Aybars masaya döndüğünde hemen arkasında garson vardı. Genç denilebilecek adam şarap servisini yapıp şişeyi masaya bıraktığında tepsideki renkli içeceği de benim önüme bıraktı. Gülümseyerek teşekkür ettiğimde adam yanımızdan ayrıldı.

Neva Hanım kadehinden bir yudum alıp gülümsedi. "Beyaz şarap sevmeyen birine göre iyi tercih."

Aybars içten bir tavırla kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Gözlemlerim iyidir diyelim."

Neva Hanım aynı ifade ile gülümserken bana döndü. "Aybars tiyatro eğitimi aldığından bahsetti... Oyunculuk kariyeri mi planlıyorsun?"

Başımı hafifçe öne eğip tekrar duruşumu düzelttim. "Evet, oyuncu olmak istiyorum ama şu an tam olarak emin değilim nasıl devam edeceğime. Tiyatro ve sinema düşünüyorum."

Neva Hanım'ın mavi gözleri yoğun bir parlaklığa ulaştığında rengi daha büyüleyici göründü.

"Yurt dışını da düşünmelisin, genç yetenekler ne yazık ki kendilerini ortaya çıkartacak geniş ve verimli alanı burada kolay kolay bulamıyor."

Bakışları kısa bir an için Aybars'a döndüğünde ben de baktığı noktada aynı maviliğin rahatsız tonunu gördüm.

"Belki biliyorsundur, Aybars yurt dışındaki çok önemli bir okula gitmekten vazgeçti geçen sene. Burada kalmanın daha doğru olacağını düşündü, haklı olabilir elbette, yine de ben dünyaya açılması gerektiğini düşünüyorum."

"Amerika'da bir okuldu değil mi?" dedim Aybars'a dönerek.

Kaldırdığım kaşlarım sayesinde gözlerim açıldığında dudakları keyifle kıvrılmıştı. Ona doğru, onunla ilgili bir soru yöneltmem hoşuna gitmiş olmalıydı. Yani, sanırım...

"Evet," dedi başını sallarken. "NCAA bağlantılı." Kaşlarımı daha fazla kaldırdığımda "Amerikan Kolej Sporları Kurumu." diye açıkladı.

Başımı bir kere salladım. "Ne olduğunu biliyorum."

"Doğru," dedi masanın üzerinden bana doğru yaklaşıp. "Son iki sevgilin basketbolcuydu."

Kaşlarımı bu kez uyarıcı bir ifade ile kaldırdım. Masanın üzerinden doğrulup ellerini iki yana açtığında o da kaşlarını kaldırdı. "Sadece söylüyorum."

"Neden gitmedin?" diye sordum Neva Hanım'ın koruduğu sessizliğini fırsat bilerek. Bunu gerçekten merak etmiştim. İyi bir üniversitede okurken Amerika'da basketbol oynayacaktı, üniversitede profesyonel olarak basketbol oynayan herkesin hayali falan değil miydi bu? Neden gitmemişti ki...

Gözlerime içine nedeni her ne ise onu kelimeler olmadan anlamam için doğrudan baktı. Söylemeyecekti, en azından şimdi değil. Belki başka bir yerde, başka bir zamanda anlatırdı. Anlatsın istiyor muydum bilmiyordum, evet merak etmiştim ama bu herhangi birinin hayatına duyduğum merak ile eşti. Sohbet sırasında konuşurken 'neden' diye sorguladığım, evime dönüp televizyonun karşısındaki kadife kanepeye oturduğum an aklımdan çıkıp gidecek bir meraktı.

"Burada da oldukça başarılı bir sporcu," dedi Neva Hanım sözsüz iletişim kurma çabamızı bölerek. "Bugün maçta harikaydı."

"Anne." dedi Aybars devam etmesine mani olmak için. Yüzüne yumuşak bir gülümseme vardı, gözlerinin mavisi dingindi. Öfkeli, kızgın, hırslı, yoğun ya da keskin değildi. Sadece dingindi. Kumsala vuran sakin dalgalar gibi dingin ve maviydi.

Garsonun biraz önce önüme bıraktığı içkiden bir yudum aldığımda restorana geldiğimizde verdiğimiz siparişler servis edilmeye başladı.

Aybars benim için tavuk ve mantar siparişi vermişti, en sevdiğim yemekler arasında bildiği sadece bu muydu yoksa ruh halimi çözümleyecek kadar dikkatli miydi bilmiyordum ama sorduğunda kabul etmiştim.

Neva Hanım'ın telefonu çaldığında nazikçe gülümseyerek yanımızdan ayrıldı.

"Annen çok güzel," dedim gözlerimi restoranın açık alandaki kısmına geçmek üzere ilerleyen orta yaşlı kadında tutarken. "Üstelik çok nazik."

"Hiç sana benzemiyor mu, demek istiyorsun?"

Bakışlarımı hızla ona çevirdiğimde yüzünde bilindik muzip gülüş vardı. "Hayır, sen de çoğu zaman kibarsın ama can acıtmaktan çekinmiyorsun."

Başını yavaşça sallarken şarabından bir yudum aldı. "Zırh," dedi keskin bir ifade ile bürünen mavilerini kahverengi gözlerimde sabit tutarken. "Söylemiştim, derinin üzerine bir zırh örersen sana çarpıp karşıya vurur. Senin canın acıyacağına, başkasının acısın."

"Bencilce." dedim kaşlarımı çatarak.

Gülümsemesi büyüdüğünde kadehinden büyük bir yudum daha aldı.

"Annem..." dedi başıyla trabzanların yanında telefonla konuşan kadını göstererek. "Nazik, sevecen, anlayışlı ve oldukça mesafeli bir kadındır."

Dikkatimi bütünüyle ona verdiğimde yüzündeki ifade ciddileşmişti. Aklından geçen cümleleri duymasam, bilemesem de kaşlarını çatmasına neden olmuştu.

"Birini, herhangi birini, kendinden öne koyarsan sana çarpan her ne olursa olsun zırhını deler. İstediğin kadar çelikten olsun zırhın, yıkılmaz san, yıkılır... Yıkılmadı mı, paslanır. O pas seni zehirler, yine sana zarar verir."

Gözlerinde sabit duran öfke yine oradaydı, bazen önünü yumuşak, beyaz bir bulut kapatıyordu, görünmüyordu ama tam şu an bütünüyle görünürdü.

"Annem; bütün hayatını adım adım planlayan, açık bırakmayan, hata payına izin vermeyen Neva Börklüce... Behçet Börklüce'nin biricik kızı... Duygusuz bir basketbolcuya sebep paslanan zırhından zehirlendi."

Duygusuz basketbolcu Aybars'ın şu ana kadar bahsetmediği babası oluyordu belli ki. Bakışlarımı hala üzerinde tutuyordum. Duygulardan korkuyor muydu yoksa duyguların varlığına mı karşıydı? İşte bu kadife kanepemde düşünmek için uygun konuydu. Zırhın delinmesin, yırtılmasın, paslanmasın diye içini herkesten saklaman mı gerekiyordu? Ya da hiç his barındırmaman mı?

Aybars bana karşı herhangi bir duygu barındırıyorsa, ben onun zırhını delmiş miydim? Ege benim zırhımı paslandırmışsa, o pas beni zehirlemiş miydi? Ege'nin zırhı sağlam mıydı, yoksa o da çeliğin ağırlığı altında ezilmiş miydi?

"Aşk korkunç bir duygu değildir," dedim keskin mavilerine elimden geldiğince yumuşak bir ifade ile bakmaya çalışırken. "Kontrol sende olduğu sürece..."

Gülümserken biraz önce onun yaptığı gibi masaya doğru eğildim. "Ki sen kontrolünü yitirmeyen insanlardansın, bazı durumlar hariç... Senin için korkulacak bir şey değil."

"Öyle mi diyorsun?" dedi alaydan arınmış bakışları yutkunmama neden olurken. "O zaman neden ağzımda pas tadı var?"

Masanın üzerinden doğrulup sırtımı yumuşak doku ile hızla buluşturduğumda gözlerimi kapattım. Neva Hanım hemen şu an masaya geri dönebilir miydi? Çünkü oğlu gözlerimin içine zırhını deldiğimi kanıtlarcasına bakıyordu.

Evren bana göz kırparken Neva Hanım'ın masaya döndüğünü kanıtlayan hareketlilik ile gözlerimi açtım.

"Neden başlamadınız?" diye sordu tabaklarımıza bakarken. "Beklemeseydiniz keşke."

Önden ara sıcak aldık, pas tadında.

"Şirketten mi?" diye sordu Aybars, biraz önce beni suçlu hissettirecek bir cümle hiç kurmamış gibi rahat bir ifadeyle kadehinden bir yudum alırken.

"Evet hayatım, dava dosyasındaki bir maddenin açığını sordular. Açıklama yapmam gerekti."

Dağılan ifademi toparlamaya çalışarak sandalyesine tekrar yerleşen Neva Hanım'a döndüm.

"Avukat mısınız?"

Neva Hanım'ın gülümsemesi büyüdü. "Evet. Mezun olunca büro açma hayalim vardı aslında ama babamın şirketinde önemli bir rol oynamam gerektiğinden iki işi birleştirdim."

Gülümserken omuzlarımı kaldırıp indirdim. Durumu böyle açıklaması hoşuma gitmişti. "Ben aslında," diye devam etti gülümsememe eşlik ederken. "İdealist bir genç kadındım. Dünyayı kurtaracağıma inanıyordum... Tabii o zamanlar Fransız tarzı kırmızı şapkalarım siyah boğazlı kazaklarım ve İspanyol paça pantolonlarım da duruma katkı sağlıyordu. Diplomamı aldığım gün babam kolumdan tuttuğu gibi şirkete götürdü, giriş o giriş."

Neva Hanım'ı tek bir tarafa yatırdığı kırmızı kumaş beresi ile hayal ederken şu an karşımda duran kadına biraz daha hayran oldum.

"Yine de mesleğinizi yapıyorsunuz," dedim bastıramadığım bir heyecan ile. "Bence bulunduğunuz ortamda kendiniz olarak kalmaya diretmeniz daha önemli, diğer türlüsünü herkes yapıyor."

"Bu kim olmak istediğimizden ziyade kim olduğumuz ile alakalı. Olduğun kişiyi bir şekilde gün yüzünde tutmayı öğreniyorsun. Kendinle konuşman gerek... Kendini dinlemekten bahseder herkes kimse önce konuşman gerektiğini söylemez."

Naif bakışlarını üzerimden çektiğinde bu masaya oturduğumdan beri cebimi dolduran düşünüleceklere bir yenisini eklemişti. Kendimle konuşmalıydım, dinlemeden önce... Evet, bunu kesinlikle yapacaktım.

Herkes yemeği ile ilgilenmeye başladığında kaçan iştahımın nedenini çözmek de düşüneceklerim arasındaydı. Neden bu masada konuşulan her şey zihnimde fazlasıyla yer etmişti? Aybars ile detayları çok da hatırlamadığım yemekler yemiştik. Bazen yanımıza Aysun oluyordu bazen ise ikimiz. Sessizliğin yoğunlukta olduğu yemeklerde ara sıra sohbet ederdik. Hayatımızdan ya da kişiliğimizden olmasa da ederdik. Gündelik, sıradan, öylesine... En azından benim için öyleydi. Kimse gözlerimin içine bakarak onun kadar ayakları yere basan cümleler kurmamıştı şimdiye kadar. Tanıdığım en doğrudan, keskin, net insandı. Bugüne kadar cümlelerini dinlemediğim birinin dilindeki pas tadı göğsümde bir yeri sıkıştırıyordu.

Olduğum kişi miydi burada bu masada oturan, yoksa henüz bulamamış mıydım kendimi?

Düşüncelerimin sesi yükseldikçe dış sesler azaldı. Masadan anbean soyutlanıyordum. Varlığım kalabalığın arasında silikleşirken elimdeki çatalı masaya bıraktım. Tabağımın büyük çoğunluğunu bitirmiştim, yediğim daha çok kendimdi oysa.

"Berrak..." dedi Aybars bana doğru eğildiğini fark ettiğimde. Kaçıncı kez sesleniyordu acaba ismimi?

"Efendim?" dedim bir an için odaklayamadığım bakışlarımı düzeltmek için gözlerimi birkaç kez kırptığımda.

"Annemin katılması gereken bir davet var." Başımı hızla salladığımda gözlerini kıstı. "Kendi arabası ile ayrılacak, şoför şimdi getiriyor. İstediğin kadar kalabiliriz, sonra ben seni bırakırım."

"Gerek yok," dedim hızla. "Kalkalım biz de, giderim ben."

"Olur mu hiç Berrak'cığım, Aybars seni evine bırakır."

"Hiç gerek yok Neva Hanım, teşekkür ederim." dedim daha sakin bir ifade ile ona dönerek.

"İçime sinmez öyle, sen bizim misafirimizsin. Hem siz devam edin, benim verilmiş bir sözüm var."

"Çok memnun oldum," dedim konuyu değiştirme umudu ile. "Beni davet ettiğiniz için teşekkür ederim."

Neva Hanım yerinden kalkıp eşyalarını toparladıktan sonra bana dönüp gülümsedi. "Tekrar görüşmek üzere..." dedi yanaklarımdan öperken.

Başımla onu onayladığımda uzanıp Aybars'ın da yanağına bir öpücük bıraktı. Ardından başparmağı ile çıkan ruj izini silerken gülümsedi. "Görüşürüz hayatım."

Neva Hanım yanımızdan ayrıldığında bir an için restoranın ortasında manasız bir ifade ile dikildiğimi fark edip Aybars'a döndüm. Gözlerini kısmış şaşkın ifademi süzüyordu.

"Sen iyi misin?"

"Gidelim mi?" diye sordum onu cevapsız bırakırken.

Tek omzunu kabul eder bir ifadeyle indirip kaldırdığında çantamı aldım. Kapıya çıktığımızda Aybars'ın bakışları kapıda bekleyen iki adamdan daha kısa olan ile buluştu. Adam onu başıyla onayladığı gibi gözden kayboldu. Muhtemelen arabayı getirmeye gitmişti. Serinleşen hava ile ürperdiğimden yerimde biraz sallandığımda siyah yere yakın araba tam karşımızda durdu.

Aybars binmem için kapıyı açtığında itiraz etmeden sessizce koltuğa yerleştim. Kendim gitmek için ısrar etmemin bir manası yoktu, nerede olduğumuzu bile tam anlamıyla bilmiyordum. Sürücü kısmına yerleştiğinde kemerini taktı. Arabayı çalıştırmayıp bana döndüğünde kemere uzanıp ucundaki demiri hızla yuvasına yerleştirdim.

"Annem hakkında söylediklerim yüzünden mi?" diye sordu yola çıktığımızda.

Derin bir nefes aldım, bakışlarımı camdan dışarıda tutmakta kararlı olsam da gözlerim yüzündeki ifadeyi görmek için benimle savaşıyordu.

"Belki..." dedim gözlerime karşı koyup onları ellerimin üzerinde tutarken.

Gülümsediğini hissediyordum, tam bu kısımda alayla gülümsüyordu. "Belki..." dedi benim aksime eğlenerek. "Bilmiyorsun yani?"

"Kafam karıştı." dedim dürüst olarak. "Neden bilmiyorum tamam mı?" Başımı hızla ona çevirdiğimde gözlerim zafer kazanmış gibi koşarak gözlerine sabitlendi. Kararan havanın etkisiyle gözleri mavinin koyu bir tonunda bakıyordu.

"İçindeki hesaplaşmaları tetikleyen kısım hangisiydi?"

"Sen..." dedim kendimi tutamayarak. "Baban, sen, annenin olmak istediği kişi olarak da aşka yenik ama dik oluşu. Senin aşkı pas tadı ile betimlemen. Babanın..." Gözlerimi kapattım. "Baban hakkında bir şey bilmiyorum." Gözlerimi tekrar açtığımda bakışlarımı ona çevirmedim. "Senin hakkında da bir şey bilmiyorum. Aybars ben neden senin annen ile yemek yedim? Neden onun zırhının pasından zehirlendiğini biliyorum artık. Zırh ne ya, pas ne? Başka metafor mu bulamadın?"

Gülüşünü bu kez net olarak duyduğumda başımı camdan dışarı çevirdim.

Bir şey söylememişti ama memnun olduğunu biliyordum. Olduğum kişi miydim bilmiyordum, ona yakın mıydım hiçbir fikrim yoktu. Dilimi dudaklarıma bastırdığımda bir kez daha gözlerimi kapattım. Neva Hanım haklıydı, olduğum kişinin bir yolunu bulması için çabalayacaktım. Kendim ile konuşacaktım ve aşka yenilirsem de -ki yenilmiştim- dimdik durmayı başaracaktım.

Araba açık yolun üzerinde hızla ilerlerken kadife koltuğumun üzerine pijamalarım ve kahvemle oturacağım anı iple çekiyordum. Düşünmem gereken çok fazla şey vardı. Dudaklarımı tekrar yaladım, pas tadı almıyordum, bu iyi bir şey miydi? Zihnime yaptığı eziyet için Aybars'a hızla dönüp gözlerimi kıstım. Koyulaşan mavilerini dikkatle yolun üstünde tutuyordu. İfadesi duygusuz bir heykel portresi gibiydi. Nasıl yapıyordu? Öfkesini, kırıklığını, merakını... Duygularını nasıl bir gösterip bir gizleyebiliyordu? Bunun bir kursu falan var mıydı? Varsa ben de yazılsaydım. Okuldan, oyun provalarından, bardan ve ev işlerinden vakit kaldıkça giderdim. Heykel olma sanatı 101, diye ders vermeliydi... Ona neden bu kadar kızgındım bilmiyordum ama yüzündeki ifadesiz ifadeyi dağıtmak için yumruk atmak çok cazip görünüyordu. Üstelik bana yumruk atmayı kendisi öğretmişti. Bir nevi sınav yapmış olurdu. Atsa mıydım?

Araba sakin bir frenle durduğunda kaç dakikadır doğrudan ona bakıyordum bir fikrim yoktu ama muhtemelen onun vardı.

"Karar verdin mi?"

Kaşlarım havaya kalkarken başımı yana eğdim. Yüzümdeki manasız sinirli ifadeye bakarken dudakları keyifle kıvrıldı.

"Yumruk atıp atmamaya, karar verdin mi?"

"Aa yuh ama artık? Nesin sen doğaüstü yaratık falan mı?"

"Daha güzellerini duymuştum." dedi göz kırparken.

Başımı inanamıyormuş gibi sallayıp neden durduğumuzu anlamak için etrafa baktım. Baktığım gibi de kendi iç düşünceme rezil olmam bir oldu. Durmamızın evimin önüne ulaşmamız gibi geçerli bir nedeni varmış... Kemerimi çözüp kucağımda duran sırt çantamı tek omzuma attım.

"Bıraktığın için teşekkür ederim." dedim kapıya dönmeden önce son bir kez ona bakarak.

"Vazgeçtiğinde bana söyle olur mu?" Elim kapı kulpunda öylece kaldığımda neden bahsettiğini anlamaya çalıştım. "Ondan çarpanın artık sana zarar veremediğini anladığında, zırhın yeniden sağlamlaştığında, kolyen artık boynuna uymadığında... Bana söyle."

Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alıp gözlerimi tekrar açtığımda kulpu indirip kapıyı ittim. Arabadan çıkmadan önce onu göremeyecek bir açıda duruyor olsam da başımı yana doğru çevirdim.

"Benim ağzımda pas tadı yok." 

Continue Reading

You'll Also Like

451K 26K 30
Şafak aydınlığa çok yakın! Şafak gökyüzünü sarıyor. Şafağın sardığı gökyüzüne kimse engel olamazdı. Babamdan, bana kalan bu kutsal aşkı tek bildim...
OĞLANCI | BXB By Lord

General Fiction

2.9M 215K 51
{Tamamlandı} {texting-düz metin} Ablasına asıldığını düşündüğü adama atar mesajı atan liseli bir çocuk en fazla ne kadar absürt fakat bir o kadar da...
1.6M 51.3K 17
Bir evin bir kızı değilim ama bir evin üç kızının en küçükleriyim. Bu sebeple küçük numara olmanın avantajını sonuna kadar kullanmaktan geri durmadım...
1.5M 112K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...