İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.8K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 22

20.3K 1.3K 952
By iremmipelin

"Şimdi..." dedi Aybars, biraz önce yerleştiği sandalyede sırtığını geriye doğru iterken. "Herkes kuralları anladı mı?"

Ekin, elindeki şişenin altını dizine yaslayıp öne doğru eğildiğinde arsızca güldü.

"Psikopat falan mısın sen?"

Aybars sırtını biraz önce yasladığı sandalyeden ayırıp öne doğru eğilip doğrudan Ekin'e baktı.

"Yapma Göksoy..." dedi, kaşlarını kaldırarak. "Burada kamu yararına çalışıyorum, yeme hakkımı."

"Hakkına sıçayım senin." dedi, Ekin sakince. Arkasına yaslandığında elinde çeyreğini içtiği şişeyi salladı.

"Biliyor musun Atahan," dedi şişeden bakışlarını ayırdığında. "Boktan bir herifsin ama iyi içkiden anlıyorsun."

"Benziyoruz desene..." dedi Aybars, tekrar arkasına yaslandığında. "Boktan olma konusunda."

Ekin şişeyi tuttuğu elini kaldırıp işaret parmağını Aybars'a uzattı. "Aynen öyle," dedi bastırarak. "Aynen öyle."

Dirseklerimi dizlerime dayayıp avuç içlerime yüzümü bastırdım. Midem bulanıyordu, karnım kasılıyordu ve omuzlarımı biri sıkıyormuşcasına gergindim.

Aybars'dan da oyunlarından da nefret ediyordum.

"Aybars," dedi Berrak sessizce.

Yine de duymuştum, demek ki o kadar da sessiz değildi.

Yüzümü avuç içlerimden kaldırmadığımdan Aybars'ın tepkisini göremiyordum ama Berrak yine onu, yaptığı her ne ise, yapmaması için uyarıyordu. Aybars'ın bahsini ettiği muhteşem oyun gecesinden onun da haberi olmadığı ortaya çıkmıştı çıkmasına ama bu ona güvenebileceğim anlamına gelmiyordu. Yine de birkaç kez Aybars'ı vazgeçirme girişiminde bulunmuştu. Başarısız olmuş olsa da Aybars onu sakince dinlemişti ve beklemesini söylemişti. Ya da öyle bir şeyler... Umurumda değillerdi, şu an burada olan hiçbir şeyin umurumda olmadığı gibi.

"Şimdi..." dedi Aybars, yeniden. "Herkes anladıysa başlayalım."

Hepimizin önünde shot bardakları vardı ve Aybars oyunun kurallarını bir kez daha anlatmıştı. Yapan içer... Bunu zaten bilmeyen yoktu. Asıl nokta şuydu, yapan itiraf eder!

"Ben hiç," dedi Aybars. "Ailemden birinin...."

Avuç içlerime yasladığım başımı sakince kaldırdım. Bakışları doğrudan Çisil'in üzerindeydi. Çisil'in kocaman yeşil gözleri yaşlarla dolmuştu bile.

Kaşlarım gerildi. Çisil olmazdı, onun üzerine gidemezdi. O aramızdaki en masum olandı. Hem ne gibi bir sırrı olabilirdi ki?

"Aybars." dedim, bakışlarımı ona çevirdiğimde. "Çisil'e bulaşma."

"Seni sona sakladım yapay sarışın. Sıranı bekle."

"Aybars." dedi Mert, benden daha keskin bir ses ile. "Nora haklı, Çisil ile uğraşma."

"Minnoş kıvırcığınızın büyük bir sırrı var ama... Bilmek istemiyor musunuz?"

Mert ile aynı anda "Hayır." dedik.

Mert'e baktığımda o da bana çevirdi gözlerini. Kimsenin arkadaşlarımı üzmesine izin veremezdim. Hele de Çisil gibi birinin kalbinin kırılmasına asla izin vermezdim. Aybars beni harcayabilirdi, sorun değildi. Ama geçmemesi gereken bazı sınırlar vardı.

Çisil dolan gözlerini gizlemek için başını eğdi.

"Şuna da bakın, ne kadar masum," dedi Aybars alayla. "Birinin bu kadar büyük bir şey yapıp sonra hayatına devam etmesi..."

"Çocuktum," dedi Çisil, ağlamak üzere olduğundan kesik çıkan sesiyle. "Çok küçüktüm..."

"Bahaneler, bahaneler... Hep bahaneler."

"Aybars," dedi Berrak. Bu kez kolunu tutmuştu. Onu oturduğu yerden kaldırıp odanın girişine doğru çekiştirdi. Odanın girişinde yükselen basamağa çıktı, gözlerini gözlerine dikti.

"Yapma, lütfen."

Aybars gülümsedi. Yüz kaslarının gerçek bir gülümsemeyi başarabildiğini bile bilmiyordum.

"Sorun yok," dedi bütün ciddiyetiyle. "Aralarında çok fazla sır var."

"Bundan sana ne?" dedim. "Sana ne bizim aramızdan?"

"Nora..." dedi Melissa, gerilmeye başlamıştı. Kollarını göğsünde bağlamış korkuyla bana bakıyordu.

Ona hafifçe gülümsedim, gerilecek bir şey olmadığını söylemek isterdim ama yapamıyordum.

"Adalet güdüsü diyelim..." dedi tekrar sandalyesine dönerken. "Birinin bunu yapması gerekiyor Yunan ışığı."

"Bana şöyle seslenme," Kollarımı göğsümde bağladım. "Hatta en iyisi sen bana seslenme. İlla sesleneceksen de Güz de."

"Güz..." dedi kaşlarını kaldırarak. "Güzel, derim." 

Bakışlarım Çisil'e döndüğünde yüzünü hala elleri arasında saklıyordu. Mert koltukta öne doğru kayıp ona yaklaşmıştı, bir eli omzundaydı. Usulca tutuyordu omzunu.

"Artık başlayalım, sıkılmaya başladım." dedi Aybars tüm shot bardaklarına sırayla tekila doldururken. Sandalyeye oturup bacaklarını masanın üzerine doğru uzattı, elindeki gümüş zipponun kapağını açıp kapatırken arkasına yaslandı.

"Evet," dedi ciddi bir ton ile. "Ben hiç..." Çisil'e döndü.

"Çisil'i pas geç." dedi Ege, hemen yanımdan.

Doğrudan Aybars'a bakıyordu, kolları göğsünde bağlıydı.

Tek bacağını önümüzde duran büyük kare sehpanın üzerine sertçe uzattı. Gözleri hala Aybars'ın üzerindeydi.

"Bana gel."

"Fırtına..." dedi Aybars yüzünü buruşturduğunda. "Sıkıcısın sen."

Ege başını yana eğdi, gözlerini kıstı. Bu bakışı biliyordum. Bu bakış tam olarak karşı tarafın gördüğünde kaçmaya başlaması gereken bakıştı.

Sehpaya uzattığı bacağını indirdi, yerinden kalktı, önümden geçti ve Aybars'ın yanına ulaşıp sandalyesinin arkasından tutarak üzerine doğru eğildi.

"Senin o sürekli kullanıp durduğun çeneni kırarım, hiçbir estetik cerrahı da bir araya getiremez."

"Puuf," dedi sıkıntıyla. "Fırtına, cidden sıkıcısın. Otur sıfır!"

"Kalkın gidiyoruz." dedi Ege. Bu komutu bekliyormuşum gibi hemen yerimden kalktım.

"Gidelim yoksa Ege'ye kalmadan birinin çenesini ben kıracağım..."

"Bak bak bak, sevimsiz Nora'mız birilerine gerçekten yumruk atabileceğini de sanıyormuş."

Mert yerinden kalktı, elini Çisil'in omzunda tutuyordu hala. "Evet, gidelim."

"Yani bu odada kimse Nora'nın neden gittiğini merak etmiyor mu?"

Bakışlarım Aybars'a döndüğünde şaşırmamıştım. Beklemediğim bir hamle değildi. Biri ortaya hakkımda bir sır atacaksa buradan başlardı.

Kare, beyaz, yalnız bir odadan... İlaçlardan, krizlerden, kafamın içinden ve hayatın beni dışına itmesinden... Normaldi, yüzüne sakince bakmamın nedeni de buydu.

O an beni şaşırtan ve bakışlarımı hızla diğer tarafa çevirmeme neden olan eylem ise Ege'den gelmişti.

Elimi tutan eline baktım önce, ardından gözlerimi elanın en güzel kıvamına çevirdim. Güven. Ege buradaydı, bir adım ötemde. Tüm dünya bir araya gelse de düşüremezdi beni artık. Düşmezdim bir daha. Ege tutuyordu elimi.

Gözlerini gözlerimde konaklarken kirpiklerini kapatıp açtı. Bu, buradayım, demekti. Ne olursa olsun, bak tutuyorum ellerini... Buradayım. Bahaneler değil, nedenler kapıdaydı bu kez. Sınırdaydı her şey... Biliyordum durmayacaktı su, akacaktı ve yolunu bulacaktı. Döndüğümden beri ilk kez bilsin istiyordum. Belki de artık vakti gelmişti. Hem tutuyordu işte elimi, bırakmazdı belki? Anlardı halimden, bakardı gözlerime öyle anlardı.

Gittim ise gittim, biten bendim... Öyle değil mi?

"Ya da Ekin'in..." dedi Aybars keyifle bakışlarını dünyayla bağlantısını kopartmış sarışına çevirdiğinde.

"Biliyor musun Göksoy, beni şaşırtırsın sandım ama hiç şaşırtmadın."

"Üzüldüm," dedi Ekin, bakışlarındaki umursamazlık moralimi bozuyordu. "Malzeme bu ne yaparsın."

"Haklısın," dedi Aybars başını onaylarcasına sallarken. "Cidden çok standart birisin."

"Öyleyimdir." dedi Ekin, elindeki şişeyi başına dikmeden önce.

Ekin için ortaya çıkartmayı planladığı neydi bilmiyordum ama Ekin'in umurunda değildi ya da Ege'nin. Mert de sadece Çisil için panikti. Ortaya dökülecek en büyük olay benimdi anlaşılan. Aybars Atahan şovu ile öğrenmelerini istemiyordum, onlara benim anlatmam gerekiyordu. Hazır olunca...

"Böyle tepemde dikilecek misiniz?" dedi Aybars kaşlarını kaldırıp bize bakarken.

Ege hala elimi tutuyordu. Bakışlarını bana çevirdi. Gidelim dersem, gidecek miydik?

Çisil'e döndüm. Ellerini yüzünden çekmişti ama sabit bir şekilde yere bakıyordu. Mert omzundaki elini arada bir ona güç vermek için sıkıyordu. Giderek gerginliği kendini belli etmeye başlamıştı. Çisil'in halini gördükçe paniği artıyordu. 

Ne olmuş olabilirdi ki? Bu denli tepki vermesine neden olacak... Her ne ise şu an burada öğrenmemiz gerekiyordu. Çisil bunu hak etmiyordu.

Önemli olan ben değildim, onlardı.

"Gidelim." dedim.

"Hadi," dedi Mert Çisil'in sırtına dokunup. "Gidiyoruz."

"3 yaşımdaydım," dedi Çisil. Gözlerini yerden çekmemişti. "Çok küçüktüm, doğru düzgün hatırlamıyorum bile..."

"Çisil," dedim sakince. "Gidiyoruz... Gel hadi."

Başını kaldırmadı, duyduğuna dair bir tepki de vermedi.

"İtiraf erken geldi..." dedi Aybars.

Başımı Ege'ye çevirdim. Tuttuğum elini bırakmadan koltuğa dönüp yavaşça oturdum.

Berrak tam karşımızda oturuyordu, itina ile gözlerini üzerimizden uzak tutuyordu. O da içinde bulunduğu andan hoşnut değildi.

Ege koltuğun köşesine doğru kolunu uzatarak Çisil'i görebileceği bir şekilde oturdu. Gözlerini üzerinden çekmiyordu. Muhtemelen herhangi bir durumda müdahale edebilmek istiyordu. Önem verdiği herkese karşı korumacıydı. Elimi hala bırakmayan eli beni üzerime çullanacak düşüncelerden koruyordu. Beni kendi zihnimden koruyordu.

"Çisil," dedi yumuşak bir sesle Mert.

Tekrar yerine oturmuştu. Ona hafifçe sarılıp iyice yanına yaklaştı.

"Anlatmak zorunda değilsin, gidebiliriz..."

Çisil başını sağa sollarken hıçkırdı.

"Bilerek olmadı, gerçekten." dedi hıçkırıkları arasından.

"Sadece bilmiyordum, o daha çok minikti ben gerçekliğinden bile emin değildim. Oyuncak bebek gibiydi."

Hıçkırıkları çoğaldığında Mert ona biraz daha sarıldı.

"Havuzun kenarındaki çimlikteydik. Annem..." Ağlaması çoğaldığında Çisil ellerini tekrar yüzüne kapattı.

"Annen birkaç dakikalığına çalan telefona bakmak için içeri gitti." dedi Aybars, tüm soğukkanlılığı ile.

Bunu nasıl yapıyordu, nasıl bu kadar acımasız olabiliyordu?

Çisil başını kaldırdı. Doğrudan Aybars'a baktı. "Evet." dedi.

"Sen de... Küçük kardeşini."

Çisil bir kere daha hıçkırdığında, bir sonraki cümleyi tahmin edebiliyordum. Gitmemiz lazımdı, hemen şimdi.

"Ege," dedim fısıltıyla. Sırtını koltuktan ayırıp öne doğru eğildiğinde gözleri benimle buluştu. Daha fazla güç almak için boşta duran elim ile de kolunu tuttum.

"Ben bir şey yapmadım." dedi Çisil zorlukla. 

Gözlerimi kapattım. O kadar çok ağlıyordu ki boğazımdan yükselen yanma hissine engel olamıyordu. Sıla ve Ekin de benim gibiydi. Herkes dikkatini Çisil'e vermişti. Melissa koltuğun köşesine sinmiş halde olanları izliyordu. Berrak hızla yerinden kalktı.

"Aybars tamam." dedi panikle. "Kızın haline bak, yeter artık tamam. Bırak gitsinler."

Aybars arkasına yaslanırken ellerini iki yana açtı. "Ben kimseyi zorla tutmuyorum."

Çisil hıçkırmaya devam ettiğinde yanağımdan süzülen yaşı sildim.

"Küçük kardeşinin ölümünden sorumlu olduğunu düşündükleri için anne ve baban da seni görmezden gelmeye başladı..." dedi Aybars, Çisil'in konuşamayacağını fark ettiğinde.

Umursanmayan...

"Ya da," dedi kaşlarını çatarken. "Zaten hiçbir zaman umursamadıkları için küçük kardeşinin ölümünden sorumlusun?"

"Hayır, hayır... Ben hep istedim. Kalabalık bir aileyi hep istedim. Düşeceğini tahmin etmemiştim. Yeni yeni emekliyordu, ben yapmadım, o... O düştü. Ben yapmadım. Ben hiç bir şey yapmadım, ona dokunmadım bile, gerçekten dokunmadım."

Gözlerimi kapattım. Bu korkunçtu. Bunu yaşamış olması çok korkunçtu... Böyle bir şeyden sorumlu olmak... Nasıl başarmıştı, nasıl devam edebilmişti. Dolan gözlerimin ardından ona hayranlıkla baktım, üzüntüyle baktım ama asla acıma ile bakmadım. Çok güçlüydü, bunu şimdi anlamıştım ama artık biliyordum. 

"Biliyor musun Çisil," dedi Aybars öne doğru eğilirken. "Sana inanıyorum."

Çisil başını tekrar kaldırdığında Aybars doğrudan ona bakıyordu. "Artık özgürsün, saklaman gereken bir sır yok. Buradaki herkes en kötü anını biliyor, artık rol yapmayacaksın."

Bu kez Çisil'e anlayışla bakıyordu. "Seni özgür kıldım."

Çisil başını Mert'in omzuna yaslayıp hıçkırdığında Mert ona daha sıkı sarıldı.

"İtiraf geldiğine göre, içme kısmını pas geçebilirim." dedi tekrar odadaki herkese bakarken.

Berrak yerine oturmamıştı, bir adım arkasında kollarını göğsüne bağlamış halde duruyordu. Gözlerini Çisil'den çekemiyordu herkes gibi. Odadan nefes sesleri bile silinmişti. Herkes biraz önce duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. 

"Bana geç." dedi, bakışlarını Aybars'ın üzerinden çekmeden.

Blöf yapıyordu ya da meydan okuyordu. Belki de Aybars'ın ona kıyamayacağını düşünüyordu. Belki kıyamazdı... Belki.

Aybars gülümsediğinde Berrak kaşlarını kaldırdı. "Benim sırrım ne Aybars?"

"Göğsünde saklı." dedi, usulca.

Göğsünde mi saklı, kalbinde gibi mi?

Berrak kollarını çözüp sağ elinin avucunu göğsüne bastırdı. Şaşırmıştı, belki de beklemiyordu gerçekten.

"Çıkartmadın." dedi, aynı tonla. "Çünkü vazgeçmedin..."

"Vazgeçtim." dedi.

"Anlatmak ister misin? Burada, herkesin karşısında?"

Yutkundu, gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp açtı, doğrudan Ege'ye bakıyordu. Elimi tutmayı bırakmayan Ege'ye... Anlamsız anlardan birini yaşıyorduk, yine yeniden.

"O da bilmiyor," dedi Berrak.

"Tamam... Sonra anlatırsın."

"Güzelmiş," dedim. "Çifte standart, güzelmiş."

"Bir şey mi söyledin? Algım senin konuşmalarını anında seçemiyor da."

"Çisil'e duymadığın saygıyı Berrak'a duyuyorsun yani." dedim, sinir bozuculuğunu görmezden gelerek. Sonuçta yeni bir şey değildi.

"Sana duyayım mı isterdin Güz?"

"Çabuk öğreniyorsun." dedim sinirle. 

Alayla güldü. Bakışları tekrar Berrak'a döndü. Yanındaki sandalyenin üstüne elini koydu. "Otur hadi."

Berrak söylediğini yaptı. Tekrar yanına oturdu ve bu kez özenle bizden tarafa bakmadı.

"Sıra kimde olsun..." dedi Aybars önündeki shot bardağını başına diktikten sonra. "Iıım, Göksoy seni biraz daha bekleteyim ve Mert'e geçeyim."

Mert Aybars'a öyle bir bakıyordu ki tam şu an üzerine atlayıp onu öldüresiye dövmemesine şaşırıyordum.

"Hakkını yemeyeyim, öğrenmek vaktimi baya aldı."

"Ne buldun Aybars, katil olduğumu mu? Öngörülüymüşsün." dedi, sinirle.

"A a, senin gibi sevimli bir çocuğa yakışıyor mu bu sözler? Göksoy söylese neyse."

"Aybars bana aşıksan falan açıl bak, böyle içine atıyorsun atıyorsun sonra dilinden adım düşmüyor."

"Geceleri rüyama giriyorsun Göksoy."

"Biliyordum." dedi, Ekin.

Elindeki şişeyi Çisil konuşmaya başladığında masaya bırakmıştı. Tekrar almadı. Herkes gibi o da sinirliydi ama kendisini tutuyordu. Sıla koltuğa tekrar oturduğumuzda onun yanına kaymak zorunda kalmıştı ve göz göze gelmemek için üstün bir çaba harcıyorlardı.

"Ben hiç..." dedi Aybars, kendi çalıp kendi oynadığı oyununa devam ederek. "En yakın arkadaşımın arkasından iş çevirmedim."

Ekin sinirle güldü. "Hepimiz içiyoruz yani."

Aynı şekilde ben de güldüğümde Ege başını iki yana salladı.

"O zaman şöyle söyleyeyim... Ben hiç, lise turnuvasının şampiyonluk maçına çıkmamak için yalan söylemedim."

Ekin hızla Mert'e döndü. Bahsi geçen maçı biliyordum. Lisenin son senesiydi. Ekin için çok önemliydi çünkü o dönem hedefi yurt dışında basketbol oynamaktı.

Mert yutkundu. "Yapmadın." dedi Ekin sinirle.

"Maça çıkabilecek gibi değildim, yalan değildi."

"Ama hasta da değildin değil mi Mert, sadece korkuyordun?"

Ekin ayağa kalktı. "Neden korkuyordun?"

Bağırmıyordu ama üzereydi...

"Maça çıkmaktan mı? Hasan çıktı senin yerine Hasan. Karşı takımın sürekli sayı almasını sağlayarak adını tarihe yazdırdı salaklıkta. Maçı kaybediyorduk onun yüzünden."

"Ama etmedik..." dedi Ege sertçe. "Ekin abartma."

"Yalan söylemiş..." dedi Mert'i göstererek Ege'ye döndüğünde. "Bize yalan söylemiş. En yakın arkadaşlarına."

"Başarısız olmaktan korktum. Senin için çok önemliydi. O sene şampiyon olmak dışında hiçbir şeyden bahsetmedin Ekin, hırstan gözün dönmüştü." dedi Mert.

"Basketbolcuyum ben," diye bağırdı Ekin. "Tabii ki şampiyon olmak isteyeceğim, maç kazanmak isteyeceğim... Ne isteyeceğim başka?"

"Tabii bir de getirisi olan popülerliği isteyeceksin." dedi Sıla mırıltıyla.

Ekin gözlerini yumup derin bir nefes aldı.

"İnanamıyorum, gerçekten size inanamıyorum."

"Ekin," dedim sakince. "Bunu sonra konuşuruz."

Aybars gülerek yerinden kalktı, kollarını göğsünde bağladı. "Sonra... Çok ılımlısın ama sen."

Koltukta biraz kayıp başımı geriye iterek yüzüne diktim gözlerimi. "Ha sen sanıyorsun ki biz bu evden artık dost olmayarak çıkacağız."

Başını ritmik olarak birkaç kez sağa sola eğdi. "Aşağı yukarı."

"Başaramayacağın tek şey o." dedi Ege.

Aybars bu kez gözlerini Ege'ye çevirdi. Birbirlerine sanki sıradan iki insanlarmış gibi bakıyorlardı, düşman ya da öyle bir şey değillermiş gibi.

"Bunu sen mi söylüyorsun karabatak?"

"Dostluk hakkında en ufak bir fikrin yok değil mi?" diye sordu Ege, kaşlarını kaldırarak. "Araya bir ton şey girdiğinde, yine de bıraktığın yerden devam edendir dostluk."

"Siz buna uyuyorsunuz, öyle mi? Nora gider koparsınız, döner birleşirsiniz ve araya hiçbir şey girmemiş olur?"

"Aybars," dedi Ekin. Hala koltuğun arkasında bir aşağı bir yukarı yürüyordu. "Yalnızlıktan kafayı yemiş falan olabilir misin?"

"Siz ne çok benziyorsunuz..." dedi Aybars kaşlarını çatarak. Bir bana bir de Ekin'e bakıyordu. "Bak sizden iyi çift olurmuş. Gösteriş meraklısı, itici ve sarışın..."

"Oops," dedi ardından. "Ama tabii büyük aşk bunlarınki değil mi? Ne aşk ne aşk... Sahi Nora sen niye gitmiştin?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Artık, gerçekten gitmek istiyordum.

"Neyse dur, senin sıran değil. Göksoy'un sırası."

"Aybars," dedi Sıla ciddiyetle. "Cidden bu geyik uzamadı mı?"

"İçsene biraz." dedi Aybars, aynı ciddiyetle. "Gerilmişsin."

Hepimizin önündeki shot bardakları doluydu, içme kısmını zevkle pas geçmiştik. 

"Sen cesur olansın Nyks, duyacaklarından mı korkuyorsun?"

Sıla başını iki yana salladı. "Nora haklı." dedi. "Sarsarsın, belki köklerimizden sallarsın ama kopartamazsın."

"Emin misin?" dedi Aybars, mavi gözleri Sıla'nın koyu kahverengilerine anlayışla bakıyordu.

"Sana dostluk palavraları atmayacağım. Kopmaya yaklaştığımız bir dönem oldu, oldukça yakın zamanda. Sızıntı büyük ama hayatta en çok güvendiğim insanlar bu odada." 

Sıla onu gördüğümden beri oldukça durgundu. İtina ile lafa girmekten kaçınıyordu. Arada bir bakışları yere inip orada konaklıyordu. Tüm bunlara rağmen yine de dostluğumuzu savunmuştu. Bu bile yeterliydi, ne olursa olsun bir arada kalacağımızı düşünmeye.

"Üzüldüm o zaman," dedi Aybars. "Çünkü birazdan güvenini sarsacağım."

"Ben hiç..." dedi.

İstikrarı gözlerimi yaşartıyordu...

"Sevdiğim kadının yakın arkadaşlarından biriyle sevişmedim..."

Ekin'in kaşları çatıldı. Sıla bakışlarını ona çevirdi. Bir Ege'ye bir Ekin'e baktım... Ege anlamış gibiydi ama emin değildim.

"Dur dur dur," dedi gülüşünü bastırmaya çalışarak. "İkisiyle diyecektim."

Sıla'nın bakışları bu kez Aybars'a döndü.

Aybars dudaklarını büzerek başını salladı. "Aynı anda." dedi, gizli bir bilgi veriyormuş gibi sessizce.

Sıla yerinden kalktı, koltuğun arkasına doğru ilerledi, şaşkınlıkla gözleri açılmış Ekin'in önünde durdu. Gözlerini, gözlerine dikti. Bekledi. Belki bir şey söylemesini, belki de inkar etmesini...

"Ben," dedi Ekin. "Ben neden bahsettiğini bilmiyorum."

"Bu arada," dedi Aybars. "Alt yazı geçmeme gerek var mı bilmiyorum ama sevdiği kadın sıfatını kimin taşıdığını herkes çözdü değil mi?"

"Ben," dedi Melissa sindiği yerden tek elini havaya kaldırarak. "Ben çözemedim ama çok önemli değil, siz devam edin."

Aybars başını iki yana salladı. "Olay örgüsünü takip edersen, çözersin belki."

"Aybars." dedi Berrak yine yeniden.

Bu akşam bitecek miydi?

"Ege, bir şey yap." dedim başımı yanımda duran Ege'ye çevirerek.

"Gidelim demiştim..." 

"Aybars," dedi Sıla bakışlarını Ekin'den ayırmadan. "Kim demiştin?"

"Iımm," dedi Aybars keyifle. "İsim vermemiştim Nyks ama senin için bir güzellik yaparım."

"Söyle." dedi, hala doğrudan Ekin'e bakıyordu.

"Sıla mı?" diye bağırarak ayağa kalktı Melissa.

Ekin ve Sıla hariç, tüm bakışlar ona dönmüştü. "Yuh, Ekin Sıla'ya mı aşık?" Gözlerini kocaman açarak Sıla ve Ekin'e bakıyordu, Ekin ve Sıla dışındaki herkes de ona.

"Bana neden söylemediniz?"

Sinirim bozulmuştu. Gülmeye başladım. "Melissa," dedim gülüşümün arasından. "Ben anlatacağım sana sonra, şimdi dur."

Melissa kalktığı yere oturduğunda kollarını göğsünde bağlayıp dudaklarını sarkıttı.

"Aybars." dedi Sıla.

Tam arkamızda, karşı karşıya duruyorlardı. Sıla tüm gün boyunca ilk kez doğrudan bakıyordu Ekin'e. Rolleri yeniden değişmişlerdi, bu kez gözlerini kaçırmaya can atan Ekin'di yine de bakışlarını çekmemişti.

"Neydi ya..." dedi Aybars. "Simge miydi, Simay mıydı?"

Parmağını şıklattı. "Sinem."

Sıla kaşlarını çattı.

Sinem... Bir an için kim olduğunu hatırlayamasam da sonradan buldum. Sinem Sıla'nın ilkokuldan arkadaşıydı. Çok yakınlardı hatta biz tanıştığımızda bir süre hep birlikte vakit geçirmiştik ama sonra bizden kopmuştu.

"Bir de..." dedi Aybars. Oldukça keyif alıyordu bu durumdan. "Beste."

Ege'ye döndüm. Onaylaması ya da inkar etmesi için. Böyle bir durum yaşandıysa Ege bilmiyor olamazdı.

Gözlerini kapatıp açtı.

Eyvahlar olsun!

Sıla'nın kaşları çatıldı. Gözlerinde birçok duygu vardı. Hayal kırıklığı, kızgınlık, üzüntü... Kirpikleri titreşirken eli havada yükseldi ve birden Ekin'in yanağına indi.

Oturduğum yerden kalktım. Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında odada çıt çıkmıyordu. Ekin çenesini tutup yana savrulan başını düzeltirken Sıla'ya döndü. Yüzündeki şaşkınlık ifadesini silmeye çalışarak Sıla'nın dolan gözlerine baktı.

"Sen..." dedi Sıla, sinirden titriyordu. "Sen böyle bir şeyi nasıl yaparsın?"

"Hatırlamıyorum," dedi Ekin. "Gerçekten. Sinem tamam, senin arkadaşın kim olduğunu biliyorum ama... Beste kim?" dedi şaşkınlıkla. "Cidden hatırlamıyorum."

"Kes sesini." dedi Sıla. "Kes."

Ekin başını eğdiğinde "Yüzüme bak." diye bağırdı bu kez. "Yüzüme bak!"

Ekin'i sertçe göğsünden itti, bir adım gerilediğinde tekrar itti.  "Sen nasıl bir adamsın?" Bu kez göğsüne vurdu.  "Bir insan böyle bir şey nasıl yapar?"

"Sıla," dedi Ekin hala üzerindeki şaşkınlığı atamamıştı. "Hatırlamıyorum."

"Hafızanı tazeleyeyim Göksoy..."

Aybars salonun ortasında bir aşağı bir yukarı ilerlerken gülümsedi.

"Seni geberteceğim," dedi Ekin dişlerini sıkarak. Aybars'a dönmemişti ama kime konuştuğu yeterince açıktı.

"Şampiyonluk partisindeydi..." dedi Aybars, söylenen hiçbir şeyi umursamayarak.

"Bir de..." diye bağırdı Sıla. "Bütün gece yanımızda değildin zaten. Okulun altın çocuğu, şampiyonluk basketini atmıştı. Tüm gözler üzerindeydi... Başka ne olacaktı ki."

"Sıla..."

"Haklıymışsın," dedi Sıla bir kez daha göğsünden ittiğinde. "Ben sana fazlayım."

Gözlerimi kapattım. Ekin bu cümlenin altından kalkamazdı.

Ekin'in bu cümle ile ne hale geleceğini biliyordum, üzerinde nasıl bir yıkım yaratacağını da. Sıla'nın ise bunu söyleyecek noktaya nasıl geldiğini anlıyordum.

Odadan hala çıt çıkmıyordu. Sıla, Ekin'in karşısından ayrıldı ama koltuğa oturmadı. Mert'in yanında, koltuğun kenarına yaslandı. Gözlerini o tarafa çevirmeden kollarını göğsünde bağladı. Sinirden yerinden duramıyordu, bunu salladığı bacağından ve konuşmamak için ısırdığı dudağından anlayabiliyordum.

Aybars masaya uzanıp Ekin'in hizasında duran shot bardağını aldı. "İçmek ister misin Göksoy..."

Ekin ona doğru uzatılan bardağa bakmadı. Yerinden kıpırdamadı.

Aybars elindeki bardağı başına diktiğinde "Yeter artık." dedim. Gidip Ekin'e sarılmak ve her şeyin düzeleceğini söylemek istiyordum ama önce bu evden çıkmamız gerekiyordu.

"Sırada çok sevdiğin biri var Nora. Gerçi baya bir sıkıcı ama ne yapalım, eldeki bu..."

Ege soluğunu dışarı verdi. İşaret ve baş parmağı ile gözlerini sıvazlayıp sıktı. Sabrı taşıyordu. Herkesin sabrı taşıyordu. Çisil sakinleşmişti ama yerinden kıpırdamaya hali bile yoktu. Mert ona sıkı sıkı sarılıyordu. Melissa dediğimi yapmış ve sessizliğini korumaya devam etmişti. Sıla patlamaya hazır bir bombadan farksızdı ve Ekin üzerinde çöken üç kelimelik yıkıntının altında kalmıştı.

Ne yapacağımı bilemez bir halde öylece duruyordum. Aybars'ın gözleri Ege'nin üzerindeydi. Ege boynunu tek eliyle sıktı. Gergindi ve sabrı tükenmek üzereydi.

"Ben hiç," dedi Aybars. "Müdahale edebileceğim bir olaya göz yummadım."

"Ona ne şüphe..." dedi Ege. "Burnunu sokmakta üstüne yok."

"Ege, bu iyi çocuk imajın işe yarıyor mu? Ya da boş ver cevaplama... İç istersen peşin peşin."

Ege dediğini yaptı, önünde duran shot bardağına uzandı ve başına dikti. Bardağı yerine bıraktığında benim hizamda duran bardağa uzandı, onu da başına dikti.

"Oldu mu?"

"Olmaz mı..." dedi Aybars keyifle. "Şimdi anlat, o gittiğin izbe mekanda, elin yarmaları kızı tartakladığında neden yardım etmedin?"

"Ne kızı?" dedim.

"Korkma korkma..." dedi bakışlarını bana kaydırdığında.

Ege boynunu biraz daha sıktı, gerilmişti.

"Kendimde değildim," dedi.

Bu gece bir şey daha öğrenecek gücüm kalmamıştı.

"Olayı bile sonradan Fuat'tan öğrendim."

"Fuat..." dedim kaşlarımı çatarken. "Hani şu yazlıktaki barmen çocuk?"

Başını salladı.

"Yardım edebilirdin... Böyle en ufak bir şeyde omuzlarını dikleştirip kaşlarını çatıyorsun ya o zaman neden içmeye devam ettin?"

"Söyledim," dedi Ege. "Olayı anlamamıştım bile, günlerdir kendimde değildim, uyumamıştım, sadece içmiştim..."

"Bahaneler, bahaneler... O kızı öldürebilirlerdi, kaçırabilirlerdi, her şey olabilirdi."

"Polis geldi sonra." dedi Ege.

Yüzü buruşmuştu, o anı hatırlıyordu muhtemelen. Belli ki kimseye bir şey olmamıştı ama suçlu hissediyordu.

"O barda o kızı tartakladılar ve sen sesini çıkartmadın Fırtına."

"Çıkartmadım..." dedi Ege acıyla.

"Bu seni nasıl bir adam yapar?"

"Adi." dedi Ege.

"Peki tüm bunlar," dedim gözlerimi açarak bir adım atıp önüne geçmiştim. "Seni nasıl bir psikopat yapar?"

"Sıran geliyor diye heyecanlandın değil mi?"

Ayağa kalktı.

"Şimdi anladınız mı? Hepiniz ne denli sahte olduğunuzu. Sadece Nora değil... Hepiniz."

"Beni pas geçtin." dedi Sıla.

Kızgındı, herkese ve her şeye kızgındı.

"Senin cezan bu Nkys, bunlar... Arkadaş, dost bildiklerin. Senin sınavın da bu."

Sıla başını salladı ama bu onaylayan bir hal değildi daha çok bıkkındı.

"Bizden iyi olduğunu düşünüyorsun değil mi? Daha zekisin, daha doğrusun, daha netsin, daha dürüstsün..."

"Öyleyim." dedi Aybars tam karşımda durmuş, benim gibi kollarını göğsünde bağlamıştı. "Senden gerçeğim. Senden dürüstüm. Senden cesurum."

"Ruhsuzsun, insani hiçbir yanın yok, bir canavardan farksızsın."

"Gerçeğim... Saklanmayan herkes kadar kötüyüm. Saklandığınız için iyi olduğunuza, güzel olduğunuza, kusursuz olduğunuza inandırıyorsunuz kendinizi ve herkesi. Değilsiniz... Kusurlarla örülüsünüz. Kötüsünüz. Benim gibi, herkes gibi..."

Başımı iki yana salladım.

Değildik...

"Senin duyguların yok... Karanlıkta hiç ağlamamış gibisin, birini hiç kaybetmemiş, kaybetmekten korkmamış gibi... Camdan gibisin Aybars. Şeffafsın belki, keskinsin de ama bir duygun yok, insani bir yanın yok."

"Ege'nin yaptığı şeyin acısını başkasından çıkartıyorsun. Ya da Ekin'in, Çisil'in, kendinin..." dedi Berrak. Ardından Çisil'e döndü. "Gerçekten üzgünüm. Bugün duymak zorunda kaldığım her şey için üzgünüm ama Aybars doğru söylüyor."

Gözlerim gözlerine kilitlendiğinde şaşkınlıkla kaşlarımı çattım.

Aybars'ın dudakları kıvrıldığında minik bir gülümseme ile baktı Berrak'a.

"Suçu durup kendimizde aramamız lazım artık. Başkalarında değildi. Belki de bu gecenin iyi yanı bu olacaktır. Belki de zincirlerimizden kurtulmamız gerekiyordur devam etmek için."

"Belki de susman gerekiyordur, tam şu an."

"Senden rol çalınınca dayanamıyorsun değil mi?" dedi Aybars kızgın gözlerini bana çevirdiğinde. "Ya da başka herhangi bir şey çalınınca." Bariz bir şekilde Ege'ye baktı.

"Ege hakkında hiçbir şey bilmiyorsun." dedim.

"Nora," dedi Ege yerinden kalkıp elini omzuma koyduğunda. "Tamam."

"Ve sen..." dedim Berrak'a dönüp. "Karşıma geçip benimle ne konuştuğunu hatırlıyor musun?"

Berrak kaşlarını kaldırdı. "Bunun konumuzla ne alakası var?"

"Ona aşık olduğunu söylemiştin..."

"Nora," dedi Ege sertçe.

"Buna o zaman inanmıştım. Şu an beni buna kimse inandıramaz. Aşkın ne olduğu hakkında hiçbir bilgin yok Berrak."

"Doğru..." dedi başını yavaşça sallarken. "Fedakarlık ne demek bir tek sen biliyorsun. Acı çekmek ne demek, günlerce adını sayıklayarak ağlamak ne demek bir tek sen biliyorsun. Bir tek sen aşıksın Nora, doğru. Bir tek senin aşkın var koca gezegende. Bir de tek sen tutarsın Ege'nin elini."

Ona doğru bir adım attığımda, ikinci adımı atmadan önce Aybars karşımda durmuştu. Sağlam bir kale bulmuştu kendisine, arkasına saklanacak.

"Son cümlen... Bugüne kadar kurduğun en haklı cümle."

"Nora," dedi Ege kolumdan tuttuğunda.

"Toparlanın artık, yeter bu gecelik bu kadar saçmalık."

Toparlanın... Etrafıma baktığımda gördüğüm şey herkesin olduğu yerde verdiği iç savaşlardı. Toparlanabilecek miydik?

"Gecenin asıl konusuna gelmiştik tam da Fırtına, hayatta bırakmam. Biraz daha oturun..."

Gözlerini yerden ayırmayan Ekin'e baktığında, ben de arkamı dönüp ona baktım. "Göksoy, sen bir çık hava al istersen."

Hiçbir şey söylemedi. Tam şu an Aybars'ın suratını yumruk atsaydı ya da bağırıp çağırsaydı da susmasaydı.

Sıla'ya baktığımda o da farklı değildi... Bu geceden nasıl sağ çıkacaktık?

"Nora..." dedi Aybars.

Beni neden sona saklamıştı ki? Söyleyip bitirseydi işte en başta. Tüm arkadaşlarımın bir bir yıkımını izletmişti son vuruşu ise benimle yapacaktı. Bu kadar acımasızlık bir insan için fazla değil miydi?

Tam şu anda kontrolü ele almalıydım.

"Dışarı çıkın," dedim.

Aybars kahkaha attı. "Emir de verebiliyormuş." 

"Tamam." dedim ellerimi iki yana kaldırdığımda. "Tamam, anlatacağım."

"İtiraf... En sevdiğim." Gözlerini açarak gülümsedi.

"Nora." dedi Ege. Başımı ona çevirdim. Hafifçe gülümsedim. Gözlerinin içine baktım, sarı lekelerin her birinde biraz beklettim bakışlarımı. Onu yerle bir edecektim, duyacakları onun için çok fazlaydı. Yıkılmasın diye gitmiştim, yine yıkılacaktı.

Elimi uzatıp yanağına koydum. Baş parmağım usulca kısa sakallarına dokundu.

Bakışlarımı Ege'den çektim. Hemen arkamda duran Aybars ve Berrak'a baktım.

"Çıkın dışarı." dedim bir kez daha.

Aybars hayretle kaşlarını kaldırdı.

"Arkadaşlarım ile yalnız kalmak istiyorum. Sadece onlara anlatacağım."

"Atladığın bir şey var yine, ben her şeyi biliyorum..." dedi Aybars, her zamanki ukalalığı ile.

"Ne hissettiğimi bilmiyorsun," dedim gözlerimi ondan ayırmadan. "Beni tanımıyorsun, aklımı da kalbimi de bilmiyorsun."

"Şanslıyım desene..."

"Çıkın dışarı." dedim biraz daha yüksek sesle.

Berrak önden çıktığında başımı Melissa'ya çevirdim.

Omuz silkip yerinden kalktı. "Hava almam lazım."

Gülümsedim. Bilmediği birkaç şey vardı ve öğrenmesine gerek yoktu. En son Aybars çıktığında enkaz halindeki arkadaşlarım ile baş başa kalmıştım.

Aybars'ın kalktığı sandalyeyi çekerek tam ortalarında duracak hizaya getirdim.

"Ege." dedim. Hala ayakta dikiliyordu. Adını söylemem ile arkasındaki koltuğa oturdu.

"Ekin..." dedim acıyla. Canının acısı canıma batıyordu.

"Anlat güzelim..." dedi bakışlarını yavaşça kaldırdığında. "Anlat artık bitsin."

Sıla'ya döndüğümde başını hafifçe salladı. Mert bana dönüp baktığında anlayışla gülümsedi. Çisil kırmızı gözleri ile gözlerime baktığında bu gecenin üzerinden haftalar geçmiş gibi hissediyordum ama değildi işte her şey kısacık bir zamanda olmuştu.

"Yaz bitmek üzereydi..." dedim.

Yazın bitişi kötü bir hatıradır.

Hepsinin gözleri üzerimdeydi. Sakince anlatacaklarımı bekliyorlardı. Anlatabileceğimden bile emin değildim ama deneyecektim. Denemeliydim...

"Anksiyetem var." dedim sakince. "Yani, kaygı bozukluğu."

Başımı yere eğip derin bir nefes aldım. 

"İleri düzeyde, yani tedaviye başlamadan önce öyleydi şu an kontrol altında. En azından öyle olduğunu umuyorum... Kendimi bir süredir kötü hissediyordum zaten, bazı şeylerle başa çıkamıyordum. Bazı düşünceler beni ele geçiriyordu. Kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Her şeyin iyiye gideceğine inanmak istiyordum, hep bir arada kalacağımıza, hep bu yaşlardaki gibi güçlü bir bağ ile..."

Sessizlikleri bana güç verse de başımı kaldırıp gözlerine bakamıyordum hiçbirinin. Sanki ben onlara bakmazsam onlar da beni görmezdi.

"İnsan, insan kafasının içindeki sesleri bazen susturamıyor. Bazen o sesleri seni ele geçirecek kadar yükseliyor. Bazen işin içinden çıkamıyorsun... Ben çıkamadım. Biliyordum öyle değildi ama ya öyleyse diye düşünüp durmama engel olamıyordum."

Başımı yavaşça kaldırıp Ege'nin gözlerine baktım. "Ya bir gün sevmezsen beni... Ya yetmezsem sana. Bıkarsan her şeyimden. Lisede değildik ki artık... Senin hayallerin vardı, müziğin vardı, basketbol vardı, şimdi Kuzgun da var." Ege kaşlarını çattı. "Ya bir gün benden daha uygun birini bulursan, bırakırsan elimi diye korktum. Bir anlık bir şey değil, uzun süreli bir korku bu. Hep var olan, gittikçe daha yüzeye çıkan, daha güçlü hissedilen."

"Nora ben...."

Elimi kaldırıp susmasını sağladım. "Lütfen," Yutkundum. "Lütfen bırak anlatayım, araya girersen bitiremem."

Gözlerimi tekrar üzerinden çekip açık renk parkelerle kaplı zemine çevirdim.

"Sonuçta ben lisede aşık olduğun kızdım. Belki benimle aynı üniversiteye gelmek bile istemedin, belki sırf hep birlikte kalalım diye kabul ettin. Bir sürü belki... Zihnimin içinde beni kemiren, bir sürü belki. Ben sadece süslü bir hediye paketine sarılı, çıkık yerleri darbe almaktan kırılmış, porselen bir bebektim..."

Başımı kaldırdım. Ege kendini sıkıyordu. Susmak için, oturduğu yerde kalmak için, her şey için...

"Böyle anlatınca ne kadar acınası durduğunun ben de farkındayım ama insan düşüncelerine sus diyemiyor. Düşüncelerin hislerin oluyor. Bunun bir hastalık olduğunu durum ilerlediğinde fark ettim. Aslında... Sanırım önce gitmeden önceki birkaç günü anlatmam lazım."

Kollarımı dizlerime yaslayıp öne doğru hafifçe eğildim. Arada bir Ege'ye kaysa da gözlerim kimseye bakmamaya çalışıyordum.

"Her şeyin yolunda gittiği anlar, yıkıma en yakın olduğumuz anlarmış, sonradan öğrendim. Zihnimdeki seslerin azaldığını düşündüğüm zamanlardı, her şeyin yerle bir olmasından önceki birkaç gün. Lisede olduğumuz gibiydik, yazı birlikte geçirmiştik, mutluyduk... Mutluydum. Yıkılmadan önceki yanılsamaymış bu oysa... Ekin'in evinde toplanmıştık hani, Mert bize yine zorla Star Wars izletmişti de Ege dayanamayıp kapatmıştı en sonunda."

Mert'e baktığımda belli belirsiz gülümsedi.

"Ege beni eve bıraktığında saat oldukça geçti, babamla da karşılamak istemiyordum haliyle. Işığı bile açmadan sessizce merdivenlerden çıkıyordum ki babamın çalışma odasından gelen konuşmaları duydum. Kapının önünden geçip gidecekken babam Vural Fırtına dedi. Olduğum yerde durup sessizce dinlemeye başladım. İhaleden bahsediyorlardı, yanında iki adam daha vardı ama kim olduklarını bilmiyordum. İhaleden bahsediş tarzında bir şey vardı, rahatsız edici bir yanı vardı. Konuşma ilerledikçe durumu daha net kavradım babam, Vural amcaya tuzak kurmuştu. Her şeyini elinden almak için."

Bakışlarımı yerden kaldırmadan soluklandım. Çok yorgun hissediyordum. Tüm bunları en baştan anlatmak, en baştan yaşamak gibi sarsıcıydı. Babamı asla affetmemiştim, asla affetmeyecektim...

"Orada durup öylece bütün detayları dinledim, çoğunu anlamadım ama bir şey yapacaklar mı yoksa yaptılar mı emin olana kadar bekledim. Yapmışlardı. Düzeltecek ya da kurtaracak bir şey kalmamıştı artık. Ki bu birkaç günlük mevzu da değildi."

"Nasıl ya," dedi Mert. "Baban, Ege'nin babasının kuyusunu mu kazmış?"

Başımı bakışlarımı yerden kaldırmadan sallarken yanağımdan bir damla yaş süzüldü.

Ege de benim gibi kollarını bacaklarını yaslamış öne doğru eğilerek oturuyordu. Tek fark onun elleri başındaydı.

Derin bir nefes aldım.

"Bir sonraki gün hepiniz buluştuğunuzda hasta olduğumu söyledim. Evde kalıp babamın bir hatasını aradım. Bütün dosyaları, belgeleri karıştırdım. İnternetten araştırdım, sorabileceğim kişilere sordum ama değil açık neyi nasıl yaptığını bile tam bulamadım. Emin olduğum tek şey buna yeni başlamadığıydı. Babam Vural amcayı sadece beş parasız bırakmamıştı, itibarını da yok etmişti. Vergi kaçırdığını düşündürmüş ve güvenirliğini sarsmıştı. Bununla da kalmamıştı. Şirketi ellerinden almıştı, şarap fabrikaları ile birlikte."

Ege'ye çevirdiğimde bakışlarımı iki elini ensesinde birleştirmiş başını yerden kaldırmıyordu.

"Aileni yerle bir eden babamdı, üstelik neden yaptığını bile bilmiyordum. Tek nedenin para olma ihtimali ise yok olmak istememe neden oluyordu."

"Ege," Yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. "Yüzüne bakamazdım."

"Senin suçun değildi," dedi Ege buğulu gözlerini bana çevirdiğinde. "Sana söyledim, baban yaptı sen değil."

"Şimdi böyle söylüyorsun, için soğuduğu için ya da üzerinden zaman geçtiği için. Kaldıramazdım... Bana her şeyini elinden alan adamın kızıymışım gibi bakmanı, ki öyleyim, kaldıramazdım. İhtimali bile beni tüketti, yok etti... Gözlerinde göreceğim en ufak nefret kırıntısını görmemek için, değil İngiltere'ye dünyanın bir ucuna giderdim."

Gözlerini gözlerimden çekmedi. Bana bakmadığı tüm zamanlara inat bakıyordu, biliyordum. Gözlerini buğulandıran her şeyden nefret ediyordum. O yıkılmasın diye gitmiştim, yıkılırsa görmeyeyim diye.... Görürsem dayanamazdım. Şimdi bana dolu gözlerle bakıyordu ya canımı gitmekten daha çok yakıyordu bu.

"Her şeyi öğrendiğim günün ertesi günü... Hani hep derler ya geldi mi üst üstte gelir diye, öyle işte. Babam yine çalışma odasındaydı, konuşma sesleri duyunca sessizce kapının yanına gittim. Belki bir şey öğrenirim belki minicik bir şey duyarım da bu Vural amcayı kurtarır diye. O an sesini duydum. Ne garip... 21 yıldır dünyada yer kaplıyordum ve annemin sesini ilk kez o an duymuştum. Tabii duyduğumda annem olduğunu anlamamıştım. Babamdan bir belgeyi göndermesini istiyordu, her ne yapacaksa onun için babamdan bir kağıt istemek için aramıştı. Babam, Anthea diyene kadar, annem olduğunu bile anlamamıştım. Adını duyduğum an çalışma odasından içeri girdim. Babam gözlerimin içine baktı ve telefondaki kadına, Güz burada, dedi. Konuşmak istiyor musun, diye sordu. Minicik bir an, saniyenin onda biri kadar minik, beni telefona istemesini diledim. Bir annem vardı. Bir annem olduğunu evren bana kanıtlasın istedim. Sesi kazınsın hafızama, fotoğrafından gördüğüm yüzüne bir de ses eklensin istedim. Ne acınası... Babamın tam karşısında duruyordum, gözleri gözlerime odaklıydı ve ikimizde telefondaki sesin vereceği yanıtı bekliyorduk. Bülent, dedi bir önceki cümleyi duymamış kadar sakin, yarın belgeler elimde olsun... Bu kadar. Gerisi çok belirsiz..."

Göz yaşlarım çoğaldığında Sıla yerinden kalkıp çantasından peçete çıkarttı, yanımdaki sandalyeye oturup paketi bana uzattı. İçinden bir tane çıkartıp göz yaşlarımı sildim.

"Dünyanın ayaklarımın altından kaydığını hissettim önce, kalbim sıkışıyordu aynı anda kusmak istiyordum. Sesler çoğalmıştı, sesler üzerime doğru son sürat koşuyordu. Mideme biri tekme atıyordu sanki. Bir yandan kusmak bir yandan bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Bu dünyada en büyük bağım olan insan, beni içinden çıkartıp dünyaya bırakan insan sesimi bile duymak istemiyordu. O an dedim ki, düşündüğüm her şey doğru. Ben haklıydım... Ben fazlalığım, yüküm. Kimse istemiyor beni. Annem istemiyor, ötesi var mı? Yok. Annem... Beni içine sığdıran kadın, kalbine sığdıramamıştı. İstememişti. Babam mecburi bir hizmet görür gibi yanımda duruyordu ki şahit olduğum her şeyden sonra ben onun yanında durmak istemiyordum. Sizi düşündüm sonra, belki dedim... Belki onların da sırtına yüküm. Belki onlar da bensiz mutlu."

Hıçkırıklarım kelimelerimin önünde geçtiğinde. Sıla, kolunu omzuma dolayıp hafifçe bana sarıldı. "Susma," dedi fısıltıyla. "Anlat her şeyi, ferahlasın için."

Avuç içlerimi gözlerime kapattım. Hıçkırıklar boğazımdan yükseliyordu ama ağlarken ilk kez yalnız hissetmiyordum. Sahip olduğum aile bu odanın içindeydi. Hepsi buradaydı, bu kez biliyordum, düşersem tutarlardı. Bu kez emindim... Bir yılda en azından bu kadarını başarabilmiştim.

"O an, yani babam onunla konuştuğunda, annemle..." dedim zorlukla. "Kriz geçirmişim. Ben hatırlamıyorum, en son babamın telefonu kapatışını hatırlıyorum, uyandığımda hastanedeydim. Ellerimde ve kollarımda minik çizikler halinde kesikler vardı. Önce ne olduğunu anlamadım ama sonra öğrendim, minik çaplı krizim pek de minik çaplı değilmiş. Evi yerle bir etmişim, her şeyi kırmışım. Sol ayak bileğimi burkmuşum, yüzümde de birkaç çizik vardı. O hastane odasında tavanı seyrederek 3 saat düşündüm, her şeyi. O gün denize gitmiştiniz hep birlikte, telefonum bende değildi ama elime aldığım ilk an paylaştığınız fotoğrafa baktım. O kadar mutluydunuz ki... Gördüğüm son şey bu olsun istedim. O an başka bir şey görmemeyi düşünecek noktadaydım."

Bu kısımdan bahsedip bahsetmeme konusunda kararsızdım. Başımı kaldırdım.

"O an..." dedim hala yere dönük bakışları ve kastığı omuzları ile kıpırdamadan oturan Ege'ye doğru.

"İki seçenek vardı ve birinden dönülmüyordu... Ben size dönebileceğim seçeneği seçtim."

Ege başını kaldırdığında kızarmış elaları bitik kahverengilerime kilitlendi.

"Ben sana geri dönebilmek istedim."

Çenesi kasıldı, ellerini yumruk yaptı. Kendisini fazlasıyla sıkıyordu. 

"Babam saatler sonra geldiğinde kararımı vermiştim, gidecektim. Onunla tek o an konuştum, beni göndermesini istedim. Zaten hastaneden aldığı öneri de bu yöndeydi, bir nevi onun da işine gelmişti. Fırtına ailesine karşı başlattığı yıkım sırasında ben ortalıkta olmazsam her şey onun için daha kolay olurdu. Her şey çok hızlı oldu. Klinik ayarlandı, eşyalarım toplandı, uçağa bindirildim ve kendimi Londra'da buldum. Orada beni babamın görevlendirdiği biri karşıladı ve doğrudan kliniğe götürdü. İlk bir ay telefonum yoktu çünkü yatılıydım. Denilen her şeyi harfi harfine yapıyordum, sesimi çıkartmıyordum, konuşmuyordum hatta yemiyordum. Kendimi kapatmıştım. Siz yoktunuz, iyileşmeden size geri dönmeyeceğime kendime söz verdim."

Her şeyi bir çırpıda anlatmıştım... Bu kadardı işte.

Ege yerinden kalktı, hızla salonun girişine yürüdü ve koridora döndü. Birkaç saniye sonra kapı sertçe çarptı.

Yerimden kalktım. Salonun ortasında bir yıkıntı vardı, salonun ortasına kasırga vurmuş gibiydi. Büyük bir savaştan çıkmış, dünyanın sonunu görmüş de geri dönmüş gibiydik.

Yarın her şeye yeniden başlayacaktık...

Salondan çıktım, koridoru geçtim, kapıya doğru yavaş adımlarla ilerledim. Korkuyordum, Ege'nin ağzından dökülecek kelimelerden korkuyordum. Yine de yürüdüm, korkunun üzerine yavaş adımlarla yürüdüm. Bahçeye ulaştığımda oradaydı, evin sınırının dışında arabasının hemen önünde bana arkası dönük bir halde duruyordu. Ellerini arabanın önüne yaslamıştı. Adımlarımı hızlandırdım. Omuzları sarsılıyordu.

Ağlıyor muydu?

"Ege..."

Bütün yıkıntılardan geriye bir tek senin adın kaldı. Bütün savaşlardan adına sebep çıktım da geldim. Bütün kırıklarımı sana sebep iyi ettim.

Olduğu yere yavaşça çöktüğünde omuzları daha şiddetli sarsılmaya başladı.

"Ege." dedim gözyaşlarımın arasından onu tutmak için uzandığımda.

O ağlamasın diye razı olmuştum ben bütün gözyaşlarına. 

Ağlamasın...

Sırtını tekere yaslayıp bacaklarını kendine doğru çektiğinde dizlerimin üzerinde durup ona sarıldım.

Başını göğsüme sakladığında daha sıkı sarıldım. Ağlamamasını sağlayabilmeyi umacak kadar sıkı...

Hıçkırıkları arasından kesik kesik nefes alıyordu. Bir elim saçlarında gezinirken diğeri omuzlarını sarıyordu. Saçlarının arasına minik öpücükler bırakırken, benim içimin sağanakları onun içindekilere karışmıştı.

"Ağlama," dedim öpücüklerimin arasından. "Ağlama."

"Ben yoktum..." dedi başı karnıma sığındığında. "Ben yoktum yanında."

"Vardın," dedim kulağının arkasını öperken. "Vardın, ben senin sesini uyandım, senin yüzüne uyudum. Vardın Ege, 16 yaşımda seni o bahçede ilk gördüğüm günden beri sen hep varsın."

Burnumu saçlarına sürüp kokusunu içime çektim.

"Sensin Ege, nefes alıyorsam sebebi sensin."

"Nasıl düşündün," dedi belime sardığı kolunu sıklaştırırken. "Nasıl düşündün seni sevmediğimi. Nora ben sensiz..."

Ağlaması şiddettlendiğinde usulca başını okşadım, omzunu öptüm, boynunu öptüm, saçlarının diplerini öptüm... 

"Geçti," dedim gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken. "Sana geri döndüm."

Geçti...

Continue Reading

You'll Also Like

23.8K 2.1K 19
Cahiliyet. Bir halkın kendi kendisini yok etmekte, dış politikalara bile gerek kalmaksızın halkını ahmaklaştırmaya çalıştığı ve başardığı bir oyundur...
8.1M 375K 65
"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZİRAN 2016 Bitiş: 18 EKİM 2019" ...
1.7M 88.8K 51
Güven ve cesaret üzerine kurulmuş olan bir kurumda hiç beklenmeyen biri hain çıkarsa ne olurdu? YADA Değer verdiğin , uğruna her şeyden vazgeçtiğ...
304K 25.1K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...