İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.8K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 21

19.5K 1.1K 880
By iremmipelin

"Melissa," dedim bar tezgahına biraz daha yapışıp öne doğru eğilerek. "Kurcalamasana, şimdi gelecek Ege kızacak."

"Of o da yakışıklı olduğu kadar huysuz."

Yanaklarıma doldurduğum nefesi sesli bir şekilde dışarı savurdum. "Melissa diyorum." dedim tekrar sessiz tutmaya çalıştığım sesimle.

"İthal mi bu?" dedi elindeki şişeyi bana doğru kaldırdığında.

"Evet, Polonya votkası." dedi Ege.

Hızla tezgahla girdiğim gereksiz samimiyetten uzaklaşıp başımı ona çevirdim. Odasına çıkılan arka kısımdan gelmiş tezgahın arkasına geçiyordu.

"Aaaay, güzel mi peki?" diye sordu Melissa manasız bir heyecanla.

İçki içmezdi ki o. Kalorisi olduğunu bilse su bile içmezdi. Votka içeceğini hiç sanmıyordum, keşke içseydi ama henüz mümkün değildi.

"Güzel," dedi Ege gözlerini kısarak gülümserken. "Denersin akşam."

"7/24 barda olmak çok eğlenceli..." dedi neşeyle. "Bir sürü içki var bir sürü..."

"Sen ne seviyorsun, favori içkin ne?" dedi Ege, tezgahın arkasını toplarken bir yandan tezgaha oturan Melissa'ya bakarak.

Melissa'nın çaprazıma oturmuş olmasına rağmen Ege gözlerini itina ile benden kaçırıyordu.

Bana o şiiri yollamıştı ama affetmemişti. Bana bırakmamak üzere sarılmıştı ama affetmemişti. Bana 'kal' demişti ama affetmemişti.

Dünya üzerindeki en dengesiz adama geri dönülmez bir biçimde aşıktım, ne hayat ama!

"Su." dedi Melissa. İki elini birden tahta tezgaha yaslarken omuzlarını dikleştirmişti, bir yandan ayaklarını sallıyordu.

"Su," diye tekrarladı Ege, kaşlarını kaldırırken. "Daha önce denk gelmediğim bir favori içecek."

"Evet, sıfır kalori."

Ege'nin biraz önce kalkan kaşları endişe ile indi. Gözleri tek seferde beni bulduğunda bakışlarındaki sessiz soruyu sesli olarak duyabiliyordum.

Gözlerimi iki kere kapatıp açtığımda düşen ifadesini toparlayıp gülümsedi.

"Üstelik sağlıklı." dedi gözleri tekrar Melissa'yı bulunca.

Melissa biraz önce garipleşen havadan hiç etkilenmemiş gibi gülümseyerek başını salladı.

Barın giriş kapısı açıldığında başımı olduğumuz yere yaklaşan adım seslerine doğru çevirdim. Gelen Ekin'di... Gerçi Ekin olduğunu kanıtlayan tek şey bedeniydi.

Ona ne olmuştu?

"Ekin," dedim panikle oturduğum tabureden inerken.

Saçları karışmıştı, üzerinde buruşuk gri bir tişört ve yakası düzeltilmeye gerek görülmemiş siyah deri ceket vardı. Yüzündeki ifade her neden kaynaklanıyorsa iyiye işaret değildi.

Yanına ulaştığımda tam önünde durup kolunu tuttum. "Ekin." dedim tekrar. Bana bakmadı, ilerlemedi de. Öylece durdu.

"Ekin ne oldu?" dedim, panikle.

"Yok bir şey..." dedi, yüzüme bakmadan.

Neden yüzüme bakmıyordu?

Sarsılmış gibi değildi, sarsıntının ta kendisiydi.

"Ekin." diyebildim yine sadece.

Başını kaldırmadan öne doğru bir adım attığında önüne geçtim. Avuç içlerimi yanaklarına yaslayıp başını kaldırdım. Gözleri donuktu. Ekin her zaman bir duygu belirtirdi bakışlarında.

"Ege." dedim, sessiz bir haykırış ile. Neyse ki duymuştu, barın arkasından çıkıp bana doğru yaklaşan ayak sesleri buna kanıttı.

"Nora," dedi Ekin. "İyiyim ben."

Ege yanıma ulaştığında hala ellerimin arasında tuttuğum Ekin'in yüzüne baktı.

"Ne oluyor?" diye sordu, bir bana bir de Ekin'e bakarken.

"Yok bir şey." dedi Ekin bu kez biraz daha bastırarak. "Çekilsenize."

İkimizin arasından geçip bar tezgahının önünde turan tabureye oturup öne doğru yayıldı.

"Aaaa," dedi Melissa gözlerini kocaman açarak. "Sana ne oldu?"

Ekin göz kontağı kurma gereği duymadan tezgaha yasladığı kolunun üzerine başını koydu.

"Arda Kural böyle çökmedi." dedi Melissa bana döndürdüğünde bakışlarını.

Derin bir nefes alıp tezgaha doğru ilerleyen Ege'nin arkasından gittim.

Ege elini Ekin'in omuzuna koyarak ona doğru eğildi.

"Oğlum," dedi sessizce. "Bir şey mi oldu?"

"Olmaz dediğim ne varsa hepsi oldu, şimdi ne veriyorsun bana?"

Dişlerimi alt dudağıma bastırarak Ekin'in çökmüş ifadesinin üzerimde bıraktığı etkiye karşıya direndim.

"E Fırtına," dedi Ekin son gücüyle gülümserken. "Kalp ağrısını dindirecek içkiyi en iyi sen bilirsin."

"Öyle bir içki yok." dedi Ege, aynı şekilde gülümsemeye çalışırken.

Uzanıp Ekin'in başının üzerine dudaklarını bastırıp geri çekildiğinde tezgahın arkasına ilerledi.

"Sen önce bir kahve iç kendine gel. Sonra ne olup bittiğini anlat, o zaman bakarız kalp ağrısını nasıl dindireceğimize."

Olduğum yerde kıpırdamadan durmayı bırakıp Ekin'e bir iki adım daha yaklaştım. Onu daha önce böyle görüp görmediğini bile hatırlamıyordum. O güçlü olandı, düştüğümde tutan, kafamın içindeki sesleri susturmayı en iyi bilendi. Söylemediklerimi duyandı. Duyduklarını yüzüme vurmayan... Ekin benim hayatımın ortasındaki büyük çınardı. Şimdi yaprakları dökülüyordu. Oysa çınarlar her zorluğa dayanırdı. Aşka... Demek ki aşka dayanmıyordu koca çınarların bile yaprakları.

Yanındaki tabureye oturduğumda Melissa tezgahta biraz kayıp bize yer açtı. Durumun ciddiyetini az da olsa fark etmiş olmalı ki susuyordu.

Ege buharı tüten büyük bir kupa dolusu kahve koydu Ekin'in önüne.

Kupayı tutup biraz daha yaklaştırdım. "İç hadi," dedim ensesindeki saçlara parmak uçlarımı değdirirken.

"Ege," dedi Ekin. "Daha sert bir şey vermeyeceksen bari İrlanda'lıları yad edelim de şu kahvenin içine biraz viski koy."

"Kahveni iç." dedi Ege kaşlarını kaldırarak.

Ekin öne doğru yükselip arka cebinden ikiye katladığı bir kağıt çıkartıp tezgaha bıraktı.

"Bu ne?" dedim, kağıdı tezgahtan alırken.

"Arabada buldum." dedi Ekin omuz silkerken. "Dün gece Ege'ye gelen ile benziyor. Zarfı vardı da arabaya attım herhalde."

KORKAK

Kağıdın üzerinde yazan kelimeyi çevirip Ege'ye gösterdim. Kaşları çatılırken elindeki şişeyi bırakıp tezgaha yaklaştı.

"Yağız'ı aradım," dedi sessizce. "Onunla alakası yokmuş... Bana kaybeden, sana korkak..."

"Bana da geldi." dediğimde ikisinin de bakışları aniden üzerime döndü. "Oldu biraz, önemsiz bir şey sandım."

"Aferin Nora," dedi Ege sinirle. "Aferin hiçbir şeyi anlatma tamam mı sen böyle? Aferin."

"Biri aklınca şaka yapıyor sandım Ege, hem fırsat mı oldu. 3. sıfır yerli dizi gibi oldu hayatımız biri biterken diğeri başlıyor."

"Yapman gereken tek şey," dedi Ege sabırlı olmaya çalışarak. "Bir şey olduğunda önce bize söylemen."

"Ege." dedim hafifçe Ekin'i işaret ederek.

Barın kapısı tekrar açıldığında Mert ve Çisil aceleyle içeri girdi. Mert'in elinde bir zarf vardı. Harika!

"Ege" dedi Mert hızla bize doğru ilerlerken. "Sana gelenin aynısı."

Elindeki zarfı önümüzdeki tezgaha attı.

SİLİK

Kaşlarımı kaldırıp indirdim.

Mert, Ekin'e doğru döndüğünde kaşlarını çattı. "Sana ne oldu?"

"Hay..." dedi Ekin, ardından Çisil'e bakıp sustu. "Günün popüler sorusu da bu."

"Pek iyi görünmüyorsun." dedi Çisil, mırıltıdan farksız çıkan sesiyle.

"Fırtına şu sıçtığımın kahvesinin içine viski koyarsa iyi olacağım."

"Ekin." dedim, uyarıcı olmasını umarak.

Ekin başını iki yana sallayıp alnını tezgahın üzerinde duran koluna yasladı.

"Sıla nerede?" diye sordu Çisil, bana doğru eğilerek.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ekin'in enkazından sorumlu olan olsa olsa Sıla'nın depremiydi. Onu bu hale getirebilecek şiddette başka bir etken bilmiyordum.

"Ben aradım 1 saat önce," dedi Ege. Ekin kafasını hızla kaldırdığında Ege'nin gözleri kısıldı. "Telefonu kapalı."

"Aybars'ı da aradın mı?" diye sordu Ekin, sitemle.

"Aybars ne alaka?" diye sordum.

"Onu da bir zahmet biricik arkadaşına soracaksın."

"Ne oldu sizin aranızda, sen şunu bir anlatsana artık?"

Bana döndürdüğü başını tekrar hala tezgahın arkasında duran Ege'ye çevirdi.

"Fırtına," diye bağırdı. "Hadi ama."

Ege tezgaha doğru eğilip ellerini Ekin'in iki yanına yasladı. "İç şu kahveyi."

"Bilseydim başka bara giderdim." dedi Ekin, kahvesinden bir yudum almadan önce.

"Bu ne?" dedi Mert, tezgahın üzerinde duran Ekin'e gelen kartı aldığında.

"Anlaşılan biri hepimize birer tane yollamış." dedim.

Çisil çantasından bir zarf çıkartıp içinden çıkan kartı diğerlerinin yanına attı.

UMURSANMAYAN.

Burnundan verdiği nefes ile güldü Ekin. "Bu olsa olsa Aybars işsizinin başının altından çıkmıştır."

"Muhtemelen." dedim, onaylamak için.

Ege elindeki telefonun ekranına bakarken kaşlarını çatmıştı. Sıla'ya mı ulaşmıştı?

"Bana neden kart gelmedi ya, of oyun dışı kaldım." dedi Melissa.

Hala bar tezgahının üzerinde oturuyordu.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde gülmek ile kızmak arasında kalan ifadem ile kaşlarımı çattım.

Omuzlarını silkti. "Aybars kim?" diye sordu.

"Öğrenmek istemezsin..."

"Berrak nerede?" diye sordu Mert, hemen yanımda Çisil ile durmaya devam ediyordu.

"Bilmiyorum bir iki gündür konuşmadık," dedi Ege. "Kafasını dinlemek istiyordur."

İsabet olur.

"Belki ona da kart gelmiştir..."

Çisil taburelerden birine oturup çantasını tezgaha bıraktığında Mert tek kolunu omzuna yaslayarak ondan destek aldı.

"Gelse söylerdi... Yani, sanırım." dedi Ege.

"Ne anlamı var ki bunların şimdi?" diye sordu Melissa oturduğu yerden zıplayıp Ege'nin önünden geçerek Ekin'in tam karşısında durmuştu.

"Hiçbir fikrim yok." dedim, kollarımı göğsümde bağlarken.

Kartlara gözünün ucuyla baktıktan sonra tezgaha doğru eğilip Ekin ile aynı hizaya geldi.

"Üzüntüyle sarmalamak için fazla güzel bir yüze sahipsin." dedi, yumuşak bir sesle. "Üstelik, gözlerin buğulu olduklarında bile iç ısıtıyor."

Kaşlarımı çattım. Bu durum giderek ciddi bir hal mi alıyordu?

Ekin belli belirsiz gülümsediğinde Melissa gözlerini çekmeden ona bakıyordu.

"Bir yıkıntıdan daha fazlası ol."

Söylediği cümle zihnimde anıların birbiri ile çarpışmasına neden olmuştu.

"Nora," diye bağırdı Melissa elimdeki içki şişesini çekerken. "İçmemelisin, ilaçların ile zararlı."

"Bırak," dedim belli belirsiz çıkan sesimle. "Bırak istemiyorum ilaçları falan. Dinsin istiyorum, içimdeki bu öfke dinsin istiyorum."

"Yeter." diye bağırdı. "Küçük bir kız çocuğu değilsin sen. En sevdiğin bebeğini verdiği için babana kızgın olmaya da devam edemezsin, terk ettiğin sevgilinin yanında gördüğün kadın için öfkelenmeye de. Kendine gel."

Alayla güldüm. Elimdeki şişeyi kafama dikip uzun bir yudum aldım. Birkaç saat önce Melissa'nın Instagram hesabından Ekin'in attığı videoları izlemiştim. İçlerinden birinde Ege'nin yanında biri vardı. Uzun bukleli kızıl saçlara, büyük dudaklara, kıvrımlı vücut hatlarına sahip biri. Tanımadığım, daha önce hiç görmediğim biri neredeyse kucağında oturuyordu. Ege o ana ait gibi değildi, daha çok kendi halinde içiyordu ama benim aynı yerde soluk alamadığım adamın soluğunu duyacak kadar yakınında duruyordu bir kadın.

"Biliyor musun Melissa," dedim işaret parmağımı ona doğru kaldırıp. "Hiç aşık olmamışsın."

"Biliyorum, teşekkürler."

Elimdeki şişeyi bir kez daha çekti.

"Of bırak, içeceğim."

"Bak," dedi tehdit tonuna büründürdüğü sesiyle. Bu halini çok iyi biliyordum. "Eğer o şişeyi bırakmazsın, o güzel suratlı sarışın arkadaşına mesaj atarım."

"Yaaa," dedim alayla. "Ne dersin mesajda, güzel bir suratı olduğunu mu?"

"Yok," dedi sinirle gülümserken. "Onu vakti gelince söylerim. Ama eğer dediğimi yapmazsan Ege'yi de alıp buraya gelmesini söylerim."

"Söyle," dedim bu kez şişeyi ona doğru kaldırırken. "Söyle... Ege'yi alsın buraya gelsin."

Kucağımda duran elimi kaldırıp elimi parkenin üzerine vurdum. "Tam buraya gelsin."

"Ah benim başına boyundan büyük işler açan arkadaşım..."

"Melissa..." dedim, yaşlar gözümden tekrar boşalmaya başladığında. "Ege gelsin."

Üç ay olmuştu. Sadece üç ay ve birkaç gün. Bir insan bir insanı ne kadar özleyebilirse o kadar özlemiştim. Ellerinin beni sıkı sıkı tutmasını özlemiştim, yanaklarımda gezinen dudaklarını özlemiştim, uyumadan önce parmaklarımın keşfe çıktığı her bir saç telini özlemiştim... Kokusunu, kokusunu çok özlemiştim. Buraya gelmeden önce yanıma arabada tuttuğu yedek parfüm şişesini almıştım; yatağıma, sürekli giydiğim kapüşonlulara, hırkalara hatta havlulara bile sıkmıştım ama yetmiyordu işte. Üstelik parfüm teniyle karışmadığı sürece kimyasal bir bileşendi. Teniyle karıştığında bir koku oluyordu.

"Hadi uyu sen biraz, uyanınca konuşuruz."

"Kötü görünüyor." dedim, öfkem ile gizlediğim gerçeği ortaya sererek. Dudaklarımdan kaçan hıçkırık ile elimdeki şişeyi bıraktım. "Çok kötü görünüyor."

Melissa şişeyi yerden alıp biraz arkasında duran masanın üzerine bıraktı.

"En az benim kadar," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Kendimi yerle bir ettim yetmedi onu da yıktım." Oturduğum yere usulca kıvrılıp bacaklarımı kendime çektim.

"Gelmesin..." dedim gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken. "Bensiz iyi olsun."

"Tamam," dedi Melissa anlayışla. "Tamam gelmesin ama sen de kalk yerden, yatağa götüreyim seni hadi."

Hıçkırıklarıma teslim olurken bacaklarımı karnıma biraz daha çektim.

"Nora," dedi Melissa üzerime doğru eğildiğinde. "Bir yıkıntıdan daha fazlası ol. Ol ki... Yarattığın bütün sarsıntılardan sağ çıkabilesin."

Melissa ile göz göze geldiğimizde ona gülümsedim. Şimdi olmak istediğim yerdeydim. Aylar önce onunla aynı yerde nefes alamıyorum diye ağladım adamla aynı çatı altındaydım. Uzansam tutardım, sarılsam geri çevirmezdi. Kızardı, iterdi, git derdi ama yine en güzel onun elleri tutardı savruk bedenimi. Yine onun nefes aldığı yer sığınak olurdu bana.

Ege tezgahın arkasından çıkıp arka taraftaki mutfağa doğru ilerlediğinde peşinden gittim.

O akşamı hala bütün sızısıyla hatırlıyordum. Canımın nasıl yandığını, tırnaklarımı avuç içlerime nasıl batırdığımı, elimdeki şişeye belki acımı dindirir umuduyla nasıl tutunduğumu... O akşam Ege'ye dönmediysem sadece Ege içindi. Ve o akşam Ege'ye dönmemek içimde aşkla büyüttüğüm bütün çiçekleri soldurmuştu. O kadın kimdi, Ege hatırlıyor muydu, Ege ile arasında bir şey geçmiş miydi bilmiyordum ama buradayken aklıma gelmemişti. Çünkü buradaydım işte, Ege'nin birkaç adım ötesinde. Sormamıştım, sormak aklıma bile gelmemişti...

Oradayken ise bu soru her şeydi. Öfkem beni kavuruyordu. Benim onunla aynı metrekare içinde bulunmayan bedenime inat o kadın videoda kahkaha atıyordu. Ege videoda bulunan eşyalar kadar cansızdı ama diğer herkes oldukça eğleniyordu. Ekin de buruktu ama devam ediyordu işte bir şekilde.

Mutfağa girdiğinde dolaba doğru ilerleyen Ege'nin arkasından yaklaşıp kollarımı beline doladım. O ana geri dönmüştüm. O an Ege'ye sarılmayı hayatta kalmak için en büyük ihtiyaç olarak gören yanıma borçluydum şu an bu sarılmayı.

Ege bir an için şaşırsa da sırtına yaslanan yanağımı hissedince olduğu yerde durdu.

"Nora..." dedi yine de şaşkınlıkla.

Kollarımı tutup beni kendine doğru çevirmeye çalıştığında ona engel oldum.

"Biraz böyle kalalım, lütfen." dedim mırıltıyla, yanağımı biraz daha sırtına yaslarken.

"Ekin için mi üzüldün?" diye sordu.

"O yüzden değil."

"Ne o zaman?"

Tekrar beni kendine döndürmeye çalıştı.

"Ege," dedim. Kollarımı biraz daha sıkı sararken beline. Kokusu ciğerime ulaşmıştı bile. Artık aynı parfümü kullanmıyordu. Ne zaman değiştirmişti kokusunu bilmiyordum ama bu durum canımı sıkmaktan çok beni üzüyordu. İngiltere'de kaldığım süre boyunca o koku ile dindirmiştim özlemimi. En azından dindirmeye çalışmıştım... O koku ile kaplıydı yastık kılıfım, o koku ile kaplıydı yağmurlu günlerde daha çok sarıldığım hırkam. Ege gibiydi, Ege değildi koku ama gibiydi işte. Onca kilometre uzakta bu kadarıyla yetiniyordu insan.

Bir kez daha kollarımı beni kendine çevirmek için çektiğinde izin verdim. Beni karşısına çekmişti. Başını hafifçe eğdi. Buğulanan ama dolmasına izin vermediğim gözlerime baktı.

"Sorun ne?"

Önce alt sonra üst dudağımı ıslatsam da konuşmaya yeltenmedim.

"Nora..." dedi, bir eliyle yanağımı kavrarken.

"Seni hissetmek istedim sadece. Üzgünüm... Affetmediğin birine sarılmak istemezsin tabii. Yani, üzgün değilim de işte sarılmamam gerekiyordu."

Yüzüme bakmaya devam ettiğinde gözlerimi kapattım.

"Nefret ediyorum bundan. Sana sarılmak istediğimde sarılırım ben, yani sarılmamam gerektiğini düşünmekten nefret ediyorum."

Ege'nin baş parmağı usulca yanağımı okşamaya başlamıştı. Üzerime doğru biraz daha eğilip başımın üstüne dudaklarını bastırdı.

"Aç gözlerini." dedi, dudakları burnumun üzerindeyken. Gözlerimi açtığımda, ela gözleri gözlerimin hemen önündeydi. Bana her şeyden daha yakındı, soluğu soluğuma değiyordu. Bütün yıkıntılardan sağ çıkmıştım, bir yıkıntıdan fazlası olmuştum ve ona dönmüştüm.

"E, şey, pardon bölüyorum ama..." dedi Melissa'nın sesi.

Ege başını kaldırıp arkamdaki bir noktaya baktığında ben de başımı çevirdim.

"Ekin diyor ki, senin telefonuna bir mesaj gelmiş..."

Ege kaşlarını çattığında tamamen Melissa'ya döndüm.

"Biri hepinizi bir yere çağırıyormuş."

"Kim?" dedim kaşlarım çatılırken.

"Şey..." dedi, Melissa kaşları ile yan tarafı işaret ederken.

"Aybars?"

Melissa başını salladığında Ege hışımla kapıya doğru ilerledi.

Bütün dünya birleşip Ege'nin bana karşı zırhını indirdiği anları mı kolluyordu?

Kapıdan geçmek üzereyken Melissa yolumu kapattı. Kollarını göğsünde bağladı ve kaşlarını kaldırdı.

"Siz, barıştınız mı?"

Ben de onun yaptığı gibi kaşlarımı kaldırıp başımı yana eğdim.

"Hayır."

"Öyle görünmüyordu ama bir sarılmalar, dokunmalar falan..."

"Sana ne ya, aaaa, 6 yıllık sevgilime sarılırken sana mı soracağım?" dedim alaycı bir kızgınlıkla.

"5 yıl canım o, son bir yılı derin dondurucuda geçti."

"Çok biliyorsun sen." dedim yanaklarını sıkarken.

"Hem ne öyle birbirinize bakmamalar sonra mutfak köşelerinde bir öpüşmeler, sarılmalar falan." Önümden çekildiğinde diğerlerinin yanına doğru yürümeye başladık.

"Öyle, affetmiyor ama işte arada bir kendimizi sarılıp öpüşürken buluyoruz."

"Uuu, bayılırım tutkulu çiftlere."

Gözlerimi devirdiğimde adımlarımızı hızlandırıp telefondaki mesaja bakan Ege'nin etrafında oluşan kalabalığa yetiştik.

"Aybars," dedi Ege yanına ulaştığımda.

"Bizi evine çağırıyor."

"Kartları o göndermiş," dedim başımı sallarken. "Ne yazıyor mesajda?"

Ege ekranı bana çevirdi.

En büyük sır kimin? Öğrenmek için gelmeniz gereken adres, mesajdaki konumda.

"Saçmalık." dedim hızla.

Melissa'nın endişeli bakışları yüzüme çevrilmişti.

"Gerçekten öyle," dedi Ekin. "Üstelik barı açmamız lazım, saçma sapan oyunlara vaktimiz yok."

"Gidelim." dedi Ege.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve tekrar açtım. Doğrudan bana bakıyordu. Öfkeli ya da kızgın değil, öylece bakıyordu. Bakışlarımdan tepkimi okumaya çalışıyordu.

"Tamam." dedim.

Ne olacaksa, olsun noktası da tam olarak burasıydı belli ki. Sahiden artık ne olacaksa, olsundu.

"Ben o dengesiz herifin evine falan gitmem. İşkence odası falan da vardır onun." dedi Ekin.

"Ay kim bu aşırı merak ettim, Nora lütfen gidelim." dedi Melissa gözlerini kocaman açarak.

Ardından dudaklarını büktü. "Gerçi bana kart gelmedi ama beni tanısa eminim bana da yollardı."

Başımı salladım. "Haklısın Melissa, kesin yollardı." dedim alayla.

"Bence bulaşmamak en iyisi." dedi Çisil endişeyle.

"Bence," dedi Mert Çisil'e dönerek. "Artık ondan korkmadığımızı göstermemiz lazım. Nora'yı kaçırdı, su dolan bir havuza bağladı. Manyağın teki ve durdurulması gerekiyor."

"Bence içelim," dedi Ekin. "Ama Aybars'a değil..."

"Sıla." dedi Ege.

Ekin başını iki yana sallarken. "Cidden içelim." dedi.

"Sıla geldi." dedi Ege bu kez daha net bir sesle.

Sıla da Ekin'den farksız değildi. Hatta daha kötü görünüyordu. Bunlara ne olmuştu?

Arka kapıdan girdiğinden sesini duymamış olmalıydık. Elindeki kartı kaldırıp bize gösterdi.

"Sanırım bunu konuşuyorsunuz."

Kartın üzerindeki kelimeye baktım.

CESUR.

Gülümsedim. "Sanırım tek olumlu sıfat sana gelmiş."

Ekin oturduğu tabureden hışımla kalktı. Sıla'nın karşısına geçti. Gözlerini gözlerinin üzerine dikti. İlk kez bu denli keskin ve net bakıyordu Sıla'ya.

"Anahtar." dedi elini açıp öne doğru uzattığında.

Sıla Ekin'in gözlerine çekinerek bakıyordu. Sahiden, ne oluyordu?

Elini arka cebine attı ve Ekin'in arabasının anahtarını çıkartıp avucuna bıraktı.

"Mert, Çisil siz benimle gelin. Gidip soralım paşamızın derdi neymiş."

"Ekin." diye bağırdı Ege.

"Sonra Fırtına, şimdi sakla... Sonra."

Ekin arka kapıdan çıktığında Mert ve Çisil'de onun ardından çıktı.

"Gidelim o zaman." dedim Ege'de duran bakışlarımı Sıla'ya çevirip.

Sıla gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Bileğine takılı duran siyah tokayı çıkartıp saçlarını sıkıca at kuyruğu yaptı.

"Nora," dedi fısıltıyla. "Konuştunuz mu?"

Başımı sağa sola sallarken önüne geçip dikkatimi ona verdim.

"Kötü bir şey olmuş." dedim, anlamaya çalışarak.

Sıla uzanıp bana sarıldığında önce şaşkınlıktan ne yapacağımı şaşırdım. Kollarımı etrafına sarınca "Tüm bunlar bittiğinde," dedi bu geceden bahsediyordu muhtemelen. "En yakın arkadaşıma ihtiyacım var."

Ona daha sıkı sarıldım. Bendim o, Sıla Aslan'ın en yakın arkadaşı bendim.

"Gidelim," dedi Ege barın çıkışına doğru yürürken. "Tunç bu sefer kesin olarak öldürecek beni."

"Şey," dedi Melissa bir bana bir de Sıla'ya bakıyordu. "Ben de geliyor muyum?"

"Gel gel," dedim kolumu omzuna atıp. "Aybars'a seni yem atar biz kaçarız."

"Ha ha ha, mizahını nereden aldın, sosyete pazarından mı?"

"Tatlım sosyete benim zaten," dedim gülümserken. "Soyadımı Google'lamak ister misin?"

"Kalsın," dedi Melissa üçümüz birlikte kapıdan çıkarken.

Ege siyah Jeep'i kapının önüne çekmiş, sürücü kısmında bizi bekliyordu.

Sıla beni ön koltuğa yönlendirdiğinde bir an için bakışlarımız kesişti. Ağlamış gibiydi, gözleri kızarık değildi ama yorgun bakıyordu. Sormak istiyordum ama anlatmasını beklemek en iyisiydi.

Melissa ve Sıla arka kısma geçtiklerinde ön kapıyı açıp oturdum.

"İyi misin?" diye sordu Ege aynadan Sıla'ya bakarak.

Sıla başını salladı.

Ege arabayı çalıştırdığında kemerimi taktım.

"Adam mesaj attı biz de ayağına gidiyoruz," dedim huzursuzca. "Sizce de fazla saçma değil mi?"

Kimseden ses çıkmayınca arkaya doğru dönüp Sıla'ya baktım.

"Sen konuştun mu onunla?"

"Yok, yani mesaj atmıştı ama cevap yazmaya fırsatım olmadı."

Başımı salladım.

"Ulaşamadık sana bugün..."

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

"Tamam," dedim. "Tamam sonra konuşuruz."

Önüme döndüğümde Ege radyoya uzandı, rastgele bir kanal açıp sessizliğe karışmasına izin verirken hızlandı. Muhtemelen bizden birkaç dakika önce çıkan Ekin'e ulaşmaya çalışıyordu.

"Konum senin telefonunda." dedim birden aklıma gelen detayla panik olmuştum.

"Yetişirim ben ona." dedi.

****

Ege dediğini yapmıştı, otobana çıktığımızda Ekin'e yetişmişti ya da Ekin bizi beklemişti. Aybars'ın adresini attığı yer -muhtemelen evi- şehrin biraz dışındaydı. Müstakil evlerin çoğunlukla olduğu taraflardaydı ama tek sorun daha sakin bir yerde olmasıydı. 7/24 saçma sapan planlar yapmasına şaşmamak gerekiyordu. Burada yaşasam ben de sürekli bir şeyler üzerine düşünürdüm herhalde. Issız ve toprak bir yola girdiğimizde kaşlarımı çattım.

"Bence kesin bizi öldürecek," dedim. "Öldürüp hepimizi evinin arka bahçesinde yakacak."

Sıla alayla güldüğünde Melissa gözlerini kocaman açtı. Hızla arkama döndüm. "Melissa," dedim gizemli bir havayla. "Senden haberi yok, sen arabada kal. Bize yardım çağırırsın."

Melissa gözlerini biraz daha açtı. "Filmin sonunda herkesi kurtaran kişi ben mi olacağım?"

Başımı salladım. "Evet, evin arka penceresinden içeri girer katilin başına vurarak onu etkisiz hale getirirsin."

"Nora." dedi Ege, uyarıcı bir ton ile.

"Of tamam ya..." dedim gülerek önüme döndüğümde.

Ekin'in kırmızı arabası durduğunda biz de durduk. Kapıdan indi, kapıyı çarptı ve eve doğru hızla yürümeye başladı. Sıla da fırlayarak arabadan indiğinde ben de kapıyı açıp yere zıpladım.

Aybars kapıda belirdiğinde yüzünde her zamanki meydan okuyan alaycılığı vardı. Üzerindeki siyah kazağın kollarını dirseklerine kadar çekmişti, elleri ceplerindeydi.

"Erken geldiniz," dedi sinir bozucu bir neşeyle. "Ben sizi birkaç saate bekliyordum."

"Gel dedin, geldik." dedi Ege öfkeyle.

Ekin kapıda hala dikilen Aybars'ı tek eliyle itip içeri girdi.

"Çok ayıp Göksoy, önce buyur etseydim." Ekin içeri doğru ilerlerken duruşunu düzeltip hala kapıda duran bize döndü. "Siz onun gibi olmayın... Hoş geldiniz, buyurmaz mısınız?"

Kapının önünden çekilip içeri doğru elini uzattığında sırayla herkes geçtiğinde içeri doğru adım atmam ile Aybars'ın önüme geçmesi bir oldu.

"Hazır mısın?" diye sordu kaşlarını kaldırıp.

"Pardon, neye?"

Yüzüne yayılan sinir bozucu gülümseme amacına oldukça ulaşıyordu.

"Güzel bir gece olacak..."

Başımı iki yana sallarken onu itip içeri geçtim, koridorunun yanında kalan salondan gelen sesler doğrultusunda oraya yöneldim ve olduğum yerde kala kaldım. Odanın içinde bir fil olsaydı, beni bu kadar şaşırtmazdı. Birlikte geldiğim herkes odanın ortasında bulunan iki ayrı koltuğa yerleşmişti ve tam ortada onlara karşı duran bir beden vardı. Gözlerimi açıp şaşkınlık ile yüzüne baktığım bir beden. Berrak... Onu en son Ege'nin yanında ilk kez gördüğümde bu kadar şaşırmıştım bir de şimdi.

Güzel olur muydu bilmiyordum ama garip bir gece olacak gibiydi.

"Senin kartında ne yazıyor?" diye sordum Berrak'a doğru yürürken. "Ortak mı?"

"Sandığın gibi değil, ben de sizden biraz önce geldim."

"Öyle mi?" dedim inanmış gibi yaparak. "Ne yazıyor peki."

"Ona kart yollamadım," dedi Aybars hemen arkamda belirdiğinde. "Sadece buraya gelmesini söyledim."

"Yaa," dedim dudaklarımı büzerek. "Ne tatlı."

"E Aybars," dedi Ekin, "Bize ne ikram edeceksin?"

"Gerçekleri..."

"Oops," dedi alaycı bir arsızlıkla. "Panzehirimi yanımda getirmeyi unuttum."

"Haklısın Göksoy... Sırlarınız bir değil, iki değil sonuçta."

Ekin yerinden kalktı, salonun köşesinde duran büyük vitrinin üzerine dizili içkilerin başına geçti. İçlerinden bir şişe çekip aldığında elindekini kaldırıp Aybars'a gösterdi. Aybars yüzündeki memnun ifade ile başını eğip kaldırdı. Ekin tek seferde kapağı açıp içkilerin olduğu kısma fırlatarak koltuğa döndü.

Koltuğa ilerleyip Sıla ve Ege'nin ortasına oturdum. Odanın içindeki gerginlik tenime değecek, havaya karışıp aldığım soluk ile ciğerlerime ulaşacak kadar somut hissediliyordu. Aybars şovlarından birini yapmak için yerini almıştı, Berrak ise tam yanında duruyordu. Bunun garipliği üzerine düşmek ise şu an önceliğim değildi. Daha önce hiç bulunmadığımız bir yerde, Aybars'ın karşısında iki koltuk dolusu insan olarak oturuyorduk. Beyaz ve grinin hakim olduğu oda renklere zıt olarak içimi karartıyordu. Aybars elindeki gümüş zipponun kapağını açıp kapatırken çıkarttığı ses ile odanın atmosferine saplı olan gerilim havasını perçinliyordu. Çığlık atmak üzereydim... Gerilim, gençlik filmlerinde sarışın kızın bağırarak kapıya doğru koştuğu sahneye girmek üzereydik. Odadaki tek sarışın kız da ben olduğuma göre...

"Hadi ama," dedi Aybars sondaki sesliyi uzatarak. "Hepinizin mi içi geçti, biraz eğlence."

Ekin koltuğun başında oturmuş elindeki tekila olduğunu düşündüğüm içki şişesini başına dikiyordu. Dünya ile bağlantısını kopartmış gibiydi.

Koltuğun ucunda oturuyordum, bir yanımda Ege öbür yanımda Sıla vardı. Ege'nin diğer tarafında ise Ekin... Yandaki koltukta Mert, Çisil ve Melissa oturuyordu. Aybars tam karşımızda kollarını göğsünde bağlamış halde duvara yaslanıyordu. Yüzündeki alaycı ifadeyi dağıtmak için ihtiyaç duyduğum tek şey ise ayağımdaydı, Yüksek topuklular yüzündeki o ifadede morluklar bırakmak için ideal bir kesici aletti.

Ekin elindeki şişeyi bir kere daha başına diktiğinde yerimden kalktım. Bu gerilime daha fazla dayanamıyordum. Erken yaşta saçlarım beyazlayacak, kaz ayakları düşmanım olacaktı.

"Ne tür bir manyaksın bilmiyorum ama kimse seninle oyun oynamak istemiyor."

"Öyle mi?" dedi Aybars, kaşlarını kaldırarak. Öne doğru bir adım attığında sırtı duvardan ayrılmıştı. "Bence en büyük sır senin olduğu için böyle konuşuyorsun Yunan ışığı."

"Aybars..." dedim bıkkınlıkla.

Derinden gelen bir bıkkınlıkla... Bu çocuk ne yaşamıştı da böylesine bir adam olmuştu acaba?

"Kendine bilgisayar oyunu falan mı edinsen ya da basketbol dışında bir hobi? Belli ki sıkıntı başına vuruyor."

"Nora, Nora, Nora..." dedi, ismimi her söylediğinde bana doğru bir adım atarken. "Sen o ufacık beynini, benimle boşuna meşgul etme. Bak Ege'nin canı sıkılmış, kötü kötü bakıyor. Git, bir başını falan okşa."

"Senin sorunun ne biliyor musun?" dedim, Amerikan gençlik filmlerinden fırlamış bir tonlama ile. "Çok yalnızsın."

"Sen çok kalabalıksın da ne oluyor Nora, zor anında yanında mı tutuyorsun arkadaşlarını?"

Tam karşımda durmuştu. Kolları göğsünde bağlıydı ve meydan okuyan tavrı ile üzerime doğru eğiliyordu. Ha bir de alayla kıvrılmış kaşları vardı. Bana ezilmesi gereken küçük bir böcekmişim ya da öyle bir şeymişim gibi bakıyordu.

Onun yaptığını yaptım, yerimde dikleşip boynumu ona doğru uzatıp gözlerimi kıstım. Ben de meydan okuyabilirdim, en az onun kadar.

"Arkadaşlarım hakkında," dedim uyarıcı olması için bastırarak. "Konuşmak sana düşmez."

"Nora," dedi üzerime doğru biraz daha eğilerek. "Arkadaşların hakkında değil, senin hakkında konuşuyorum."

Ege yerinden fırladığında Aybars'ın karşısına dikildi. "Bana bak," dedi. Dokunmuyordu ama her an yumruğu yüzüne indirebilecek gibi bakıyordu. "Buraya geldik çünkü artık bu saçma sapan oyunlarına, kendince yaptığın planlara son ver diye. Yoksa birimizin, hatta bırak birimizi, direkt benim elimde kalacaksın."

"Fırtına," dedi Aybars rahat tavrından ödün vermeden. "Sen böyle esiyorsun esiyorsun, savuramıyorsun, onu ne yapacağız?"

"Aybars," dedi Ege, onun tersine hiç de sakin değildi. "İki kaşının ortasına kafam ile desen çizerim."

"Barbarsın." dedi Aybars, "Baya, haydutsun. Terapi falan mı görsen?"

Bakışlarını bana çevirdi. "Var mı bildiğin psikolog Nora?"

Gözlerini üzerimden çektiğinde Melissa'ya odaklandı. "Bu kim?" dedi gülerek. "Nora'nın bir sürüm üstü falan mı? Bak hakkınızı yemeyeyim bu sefer daha yaratıcı bir seçim olmuş, pembe saçlı falan."

Melissa oturduğu yere sinmiş olanları izliyordu, yerinden kalkıp bize doğru yaklaştı.

"Melissa ben, sen de Aybars olmalısın. Çok güzel mavi gözlerin var ama biraz ürkütücüsün." dedi bir çırpıda.

"Bu ne ya," dedi Aybars baştan sona Melissa'yı süzerken. "Oyuncak bebek gibi."

"Arkadaşım." dedim bastırarak.

"Son kurban bu yani, onu ne zaman terk ediyorsun?"

Kaşlarımı çattım. "Aybars," dedim. "Berrak'a yazacak bir sıfatın yok muydu da kart yollamadın?"

"Var." dedi gözlerini benden ayırmadan.

"Karta yazacak kadar değerli görmedin mi yoksa?"

"Hayır," dedi gözlerini hala üzerimde tutuyordu. "Vakti gelince benden duyacak, bir karttan okumayacak."

"Çok incelikli."

Aybars karşımdan ayrıldığında Ege'yi kolundan tutup biraz önce kalktığımız koltuğa doğru çekiştirdim. Herkes tekrar yerine oturmuştu.

"Şimdi," dedi Aybars keyifle. "Sizi buraya neden topladığımı merak ediyorsunuz..."

"Çok." dedi Ekin.

"Bir oyun oynayacağız ve bu oyun bize gerçekleri kazandıracak."

Ekin elindeki şişeyi başına dikerken oturduğu yere biraz daha yayıldı.

"Herife bak," dedi Ege öfkeyle. "Bizi ayağına oyun oynamak için çağırmış."

"Ege," dedi Aybars oyuncu bir şaşkınlıkla. "Herkes buraya neden geldiğini biliyor. Sadece Nora'nın kartında 'sahte' yazıyor olabilir ama hepiniz en az onun kadar sahtesiniz."

"Ben gidiyorum," dedim yerimden kalktığımda. "Cidden buraya boşuna geldik."

"Daha ne kadar kaçacaksın?" dedi Berrak, Aybars'ın arkasından öne doğru bir adım attı. Gözlerim öfkeyle onun yüzüne çevrildiğinde kollarını göğsünde bağladı. "Herkese yalan söylemeyi ne zaman bırakacaksın?"

"Bu kim ya?" dedi Melissa, eliyle Berrak'ı işaret ettiğinde.

"Ege'nin yokluğumda avunduğu biri." dedim Melissa'ya dönüp.

Melissa yerinden fırladı. "Ne?"

"Ben de tıpkı böyle tepki vermiştim, zamanla alışıyorsun." dedim.

Melissa hışımla Ege'ye döndü. "Sen nasıl adi bir adamsın?"

Ege kaşlarını çattı. "Melissa." dedim, susması için.

Bir başlarsa ağzına gelen her şeyi sayıp dökerdi. Melissa pek konuşmadan önce düşünen kişilerden değildi.

"Sen Nora'nın yokluğunda sevgili mi yaptın?" Melissa bağırdığında Ege kaşlarını biraz daha çattı. Bu durum sinirimi bozduğundan güldüm.

"Melissa dur." dedim kolundan çekerken.

"Bir de sen bu adama hala sarılıyorsun, öpüyorsun öyle mi?" Bu kez oklar bana dönmüştü.

Aybars keyifle güldüğünde gözlerimi kısıp ona baktım. "Devam edin, lütfen." dedi elini öne doğru uzatarak.

Ege yerinden kalktı. "Melissa buradan çıkınca ben sana uzun uzun geçtiğimiz bir yılı anlatırım olur mu?"

"Olmaz," diye bağırdı Melissa. "Bu kız bir yıl boyunca senin adını sayıkladı, bir yıl boyunca ağladı senin haberin var mı?"

"Melissa!"

"Ne Melissa, Melissa yalan mı? Bir anın geçti mi Ege demeden... O ne yapmış," Hızla Berrak'a döndü. "Nora'ya benzemiyor bile."

Yüzümü avucumun içine kapattığımda derin bir nefes aldım.

Ekin yüksek sesli bir kahkaha attı. "Sahiden benzemiyor... Fırtına neden Berrak anlatsana biraz?"

"Ekin." dedi Sıla birden ona dönüp. Sonradan bunu yaptığına pişman oldu muhtemelen çünkü Ekin ona pek de Ekin gibi bakmıyordu. Gözlerinde kızgınlık vardı, öfke vardı ve sınır vardı. Ekin Sıla'ya ne olursa olsun böyle bakmazdı.

"Tamam kesin sesinizi," diye bağırdı Aybars. "Herkes yerine otursun."

"Şimdi," dedi biraz önce bağıran o değilmiş gibi sakince.

"Bir oyun oynayacağız... Bunu anlamışsınızdır. Yaptım ve asla yapmadım oyunu."

"Saçmalık." dedim tekrardan.

"Oyunun kuralı şu," diye devam etti. "Yapan içer. Bu kısmı hepimiz biliyoruz. Arttırıyorum, yapan itiraf eder. Bakalım herkes birbirinden ne saklıyormuş? Ha, şunu da ekleyeyim. İtirafı ya siz edersiniz ya da ben kanıtlarla mini bir sunum yaparım, tercih sizin." 

Ellerini birbirine sürttü. "Hadi başlayalım..." 

Continue Reading

You'll Also Like

605K 62.6K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...
3.2K 418 79
Herkesin bazı yaşanmışlıkları vardır.Bazı hayalleri veya bazı unutamadığı acıları... Benim de şimdi her ne kadar mutlu bir ilişkim olsa ve sevgilimi...
6K 372 5
Her yeni şehir, aynı zamanda yeniden doğuş anlamına gelir. Savcı Dilşah Sancak, yıllar önce babasını kaybetmesine sebep olan, çocukluğunun geçtiği M...
307K 25.4K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...