İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 18

20.2K 1.2K 487
By iremmipelin


(Bölüm şarkısı:  Ruth B. - Lost Boy)

"Hadi oku," dedim, bacaklarım bacaklarının arasındayken gözlerim tavanda geziniyordu.

Gülüşü yüzüne yayılıyordu şu an biliyordum yine de bakışlarımı indirmedim, dinleme pozisyonumu bozamazdım.

"Hadi Ege..."

"Biri dışında, bütün çocuklar büyür. Büyüyeceklerini de çok geçmeden öğrenirler..." diye başladı okumaya.

Huzur buydu, huzur tam buradaydı. Yatakta... İkimizi birden ipek bir örtü gibi sarıyordu.

"Wendy de bunu şöyle öğrenmişti: İki yaşındayken bir gün bahçede oynuyordu, bir çiçek daha koparıp çiçekle birlikte annesine koştu. Küçük kız epeyce şirin görünüyor olmalıydı ki, Bayan Darling elini göğsüne koyup, "Ah, keşke sonsuza kadar böyle kalabilsen!" diye haykırdı. Bu konuda aralarında geçen konuşmanın hepsi buydu, ancak Wendy artık büyümek zorunda olduğunu biliyordu. İki yaşına basan herkes öğrenir bunu. İki yaş, sonun başlangıcıdır."

Sevimli, küçük kahkahalar attığımda Ege eğilip burnumun ucundan öptü.

"İki yaş," dedim gülüşümü kaybetmeden. "Sahiden de sonun başlangıcı."

Kitabı kapatıp tek kolunu başının altında düzeltti, göğsünde benim ağırlığım olduğundan pek hareket edememişti ama yine de bir şekilde duruşunu ayarladı ve gözlerini üzerime dikti. "Hııım," dedi kaşlarını belli belirsiz çatarken. "Bunu nasıl fark ettin?"

"Bilmem..." dedim dudaklarımı öne doğru uzatıp düşünme ifadesi takınarak. "Gerçi kalabilseydim hep 16 kalmak isterdim."

Çattığı kaşlarını açarak şaşkın bir ifade takındı. "Neden?" diye sordu, cevabını bilmiyormuş gibi yaparak.

"Hep sana aşık kalırdım..." dedim, omuz silkip onu biraz sinirlendirmeye çalışmıştım. İşe yarayacağını biliyordum.

"Bu şu mu demek, yanlış anlamışsam uyar lütfen." Başımla onu onayladığımda ciddi ifadesini bozmadı. "16 yaşından sonrasında bana aşık kalmama ihtimalin var?"

"Yani..." dedim, gülmemeye çalışarak. "Sonuçta büyüdükçe zevkler değişiyor belki ilerde daha ağır tiplerden hoşlanırım, holding sahibi falan."

"Nora bizim holdingimiz var."

"Haa..." dedim boş bulunup. "Var değil mi? E geçersen başına düşünürüz."

"Ha, geçmezsem başka bir CEO bulacaksın yani?"

"Olabilir Ege, olabilir... Ben aslında kraliyet ailesinden birilerini düşünüyordum ama tabii sen de olursun, sonuçta yabancı değilsin."

Gözleri yavaşça büyürken ağzı açıldı. Saldırıya geçeceğini biliyordum ama kelimeler ile olmayacak gibiydi. Yataktan kaçmak için hamle yapacağım sırada beni yatağa bastırarak tek kolunun üzerinde yükseldi. Omzuma bastırdığı dişleri yavaşça kapandığında gülmeyle karışık çığlık attım.

"Ege dur, Ege..." Kahkahalarımın arasında sadece adını söyleyebiliyordum. "Ege..."

Adı, her anıma en çok yakışandı. Adı, dilimden en güzel dökülen harfler bütünüydü.


"Ege..." dedim, hatırladığım anıyla gülümserken. "Sizin şaraplardan yok mu?"

İçeceğimden değil, ki zaten sodam ile gayet mutluydum sadece bilmek istiyordum hala üretimden ürün alıp alamadığını.

Ege'nin yüzüne huzursuz bir ifade yayıldığında aklından geçen ismi tahmin etmek zor değildi. Aynı soyadını paylaşıyorduk neticede, algılamak ne kadar zor olabilirdi ki?

"Üretim devam ediyor..." dedi, barın arkasında içini görmediğim bir çekmeceyi açarken.

"Pay almıyor musun? Yani anlaşma nasıldı?"

Gülmemek için kendini sıkarak bana baktı. Mayınlı bölgeye girdiğimi de böyle anlamıştım, gözlerinde suçlayıcı bir ifade yoktu ama tüm bunlara babam sebep olmuştu. Bana baktığında aklına gelmemesi mümkün değildi.

"Hayır, Bülent İlgen gayet sınırlayıcı bir sözleşme imzalattı hepimize. Ürünlerden hiçbir gelir elde etmiyoruz ama yine de bizim bağlantılarımız kullanılıyor. Yani değişen hiçbir şey yok ama sadece şirketin başındaki isim farklı."

"Babam..." dedim, memnuniyetsiz bir ifadeyle.

"Baban." dedi, derin bir nefes aldıktan sonra.

"Şarap istiyorsan..."

Elimi kaldırıp "Hayır." dedim.

Sabah olmak üzereydi, herkes bir yerde uyuyakalmıştı. Biz Ege ile etrafı toplamış sonra da bar tezgahının orada oturmaya başlamıştık. O birileri gelebilir diye tetikteydi, ben de o tetikte diye...

"Şimdi ne olacak peki?" diye sordum, sormaktan saatlerdir kaçındığım soruyu. "Barı kurtarmak için her şeyi yapacağız Ege, merak etme. Benim sorduğum abin... Nasıl olur da barın kendi payına düşen kısmını sana sormadan satar, hadi satıyor, nasıl olur da gelip seninle arsız arsız konuşabilir?"

"Yağız Fırtına..." dedi alaylı bir ihtişamla. "Her şeyi yapabilir ve yaptığı her şeyden seni sorumlu çıkartabilir."

Kahve makinesinde hazır bekleyen kahve demliğini alıp tezgahın altından çıkarttığı kırmızı kupalara boşalttı.

"Şimdi ben barı vermesem," diye devam etti. "Yarın bir gün o adamlar gelse yıksa burayı, içlerinden birisi beni yaralasa abim Ege yüzünden der. O barı vermedi, o yüzden... Asla kendisinde hata görmez. Ha bak ölsem ben burada, yine Ege yüzünden der. Çünkü kaçarcasına Adana'ya gittiğinde arkasında bıraktığı hiçbir şey umurunda değildi. Barı birinin işletmesi gerekiyordu, o kişi de bendim o kadar. O gün bile barı bana direkt vermedi, o gün bile yarısını kendi üzerinde tuttu."

"Hiç mi konuşmadın annenlerle. Emel Teyze..."

"Emel Teyzen," dedi yine aynı alaylı gülüşle. "Kocası için oğlullarından vazgeçti. Gitmeme şansı vardı, itibarını kaybeden babamdı, en yakın arkadaşı tarafından kazık yiyen babamdı ama o yine de onunla gitti."

"Ege," dedim özellikle yumuşak tonda tuttuğum sesimle. "Annen, babana aşık. Bu onların yaşlarında zor korunabilen bir durum."

Tezgahın üzerine doğru hafifçe eğilip ona sevgiyle baktım. Ona sevgiyle bakmadığım bir zaman dilimi olup olmadığını dahi bilmiyordum. Emel Teyze'nin yerinde ben de olsaydım, ben de sevdiğim adamı bırakmazdım. Çocuğumu zor bir durumda bırakıp kaçmazdım belki ama sevdiğim adamdan da vazgeçmezdim.

Gitmek her zaman vazgeçmez demek değildi.

"Aşk..." dedi, kollarını tezgaha yaslayarak bana yaklaşırken. "Hataların kılıfı olmamalı."

Gözlerime öylesine keskin, öylesine dik, öylesine hesap sorarak bakıyordu ki bütün nedenlerimi ortaya dökmek istiyordum ama yapamazdım. Düştüm, dizim kanadı, öp de geçsin diyemezdim. Giden bendim, dönen de ben... Affetmek ya da affetmemek onun inisiyatifindeydi ama ben her şeyi ben olduğum için yapmıştım. Nedenlerim vardı, gitmem gerekiyordu, giderken hiçbirini yanıma almamam gerekiyordu... Benim için doğru olan neyse onu yapmıştım ve aşk tüm bunların kılıfı değildi. Aşk her şeyin üstündeydi. Aşk benim üstümdeydi, aşk Ege'nin bile üstündeydi. Ben ona öylesine büyük bir aşkla bağlıydım ki onu bırakıp gidebilmiştim. Çünkü kalmak kolay olandı, kalıp içinde olduğum duruma onu çekmek kolay olandı ama ben gitmeyi seçmiştim. Ben ondan gidebilmiştim... Bunun bedelini de ödüyordum, daha da ödeyecektim ama razıydım.

"Bazen sebeptir ama..." dedim.

Gözlerini kıstı. "İnsanlar her şeyi kendi istedikleri için yaparlar ve her zaman bir seçenek daha vardır. Sadece onu seçmek istememişlerdir."

"Her şey net değildir Ege. Bazen kötünün iyisini seçmek gerekir, seçimler genelde sonuçlar düşünülerek yapılır."

Bunun ona ne düşündüreceğini biliyordum. Benim gitmeyi seçmemin sonucunu zihnimde nasıl tasarladığımı düşünecekti. Nasıl oldu da ondan gidebilmeyi seçtiğimi...

"Sen öyle mi yaptın?" dedi, beklediğim üzere.

Kahvemden bir yudum alırken kirpiklerimin altından kıstığı ela gözlerine baktım.

"Hı hı..." dedim, aklını biraz olsun dağıtma umuduyla gülümserken. "Beni bilirsin, seçimler konusunda iyiyimdir."

"Ciddi olamıyorsun değil mi?" dedi, azarlayarak.

Kahvenin ısıttığı boğazımın verdiği rahatlıkla gülümsedim. Ardından dudaklarımı büzüp ona her zaman baktığım gibi şefkatle baktım.

"Haklıyım ama biliyorsun, seçimlerim iyidir." dedim, gözlerimi büyütüp imalı bakışlar atarken.

Başını eğip iki yana sallarken saçının üst kısmı önüne döküldü.

"Ege..." dedim, merakla. "Ne zamandır saçını kesmiyorsun?"

Tezgahın üzerinde doğruldu, bakışlarını gözlerimden çekti ve yarısını içtiği kahvesini alıp tezgahın arkasından çıktı.

"Sen gittiğinden beri..." dedi, bakışlarını bana çevirmeden.

Bununla ilgili ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Ege saçlarının üstünü, altından biraz farkla uzun tutardı ama saçları genelde çok uzun olmazdı. Şimdi ise üst kısımları arkaya atılacak kadar uzamıştı. Bu haliyle de çok güzeldi ama içime huzursuzluk tohumları salıyordu. Sanki bir şeyler bildiğimin, alıştığımın dışında olursa her şey ters gidecekmiş gibi. Ege hep bildiğim haliyle kalsın istiyordum. Çok uzun olmayan ama kısa da denilemeyecek sakalları, üstü biraz daha uzun kısa saçları, deri ceketleri, kareli gömlekleri, postalları, siyah yüksek arabası... İçinde sarı lekeler gizli ela gözleri, sıcak kanlı oluşunun kanıtı kırmızı dudakları, belirgin elmacık kemikleri, biçimini hep erkeksi bulduğum burnu ve öpmelere doyamadığım çenesi...

Ege Fırtına, evrenin bana özel olarak sunduğu bir sanat eseriydi.

Yani... Ege Fırtına, limited edition'dı.

Oturduğum tabureden zıplayarak indim. Topuklu ayakkabılarımın sert zemin üzerinde bırakacağı sesten kaçınarak Ege'nin bileğinden tuttum. "Gel."

Elindeki kupayı tezgahın üzerine bıraktığında onu çekiştirerek odasına/evine çıkan merdivenlerin olduğu yere doğru çekiştirdim. Merdivenleri çıkmak için yine fazla dikkatli olmam gerekiyordu... Bu kadar dik ve dar olmak zorundalar mıydı?

Ege'nin adımları arkamda ilerlerken biraz sonra yapacağım şeyi düşündükçe gülümsedim.

Ege soru sormadan adımlarımı takip ederken banyonun kapısını açıp içeri girdim. Banyonun girişinde durduğunda omzunu kapıya yaslayıp kollarını göğsünde bağladı. Çekmecelere, dolaplara tek tek baktım ama aradığım şey burada değildi.

"Makine?" dedim, aramaya devam ederken. "Tıraş makinen nerede?"

"Sen ciddi misin?" diye sordu kaşlarını kaldırırken.

"Evet." dedim. Ciddi olmamamı gerektirecek bir durum olduğunu sanmıyordum.

Çekmecenin arka kısmına elimi uzattığımda aradığımı bulmuştum. Lavabonun yan kısmına duran prize makineyi takıp yaklaşmasını sağlamak için Ege'ye baktım. Başını iki yana sallasa da bana doğru yaklaştı.

Hilton lavabonun kenarına oturduğumda tam karşımda durdu, bacaklarımı iki yana açıp biraz daha yaklaşması için bekledim. Başını tekrar iki yana salladı, omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde ise belli belirsiz bir gülüş kapabilmiştim. Biraz aklını dağıtmak istiyordum, biraz yüzünü saran karartı yok olsun istiyordum.

Makineyi çalıştırdığımda. "Yapabileceğine emin misin?" diye sordu.

"Denemeden bilemeyiz..."

Makinenin kesici kısmını saçının üstüne doğru yaklaştırdığımda başını geriye atarak bana baktı.

"Hani söz konusu olan benim saçlarım ya, ondan soruyorum..." dedi, eğlenmiyormuş gibi yaparak ama gözlerindeki parıltıyı görebiliyordum.

"Ümit Davala modeli denemeyeceğim Ege, beş santim kalacak şekilde keseceğim."

"Ümit Davala mı? Senin yaşın ona yetiyor mu?" Gülüşünü bastırmaya çalışmamıştı bu kez.

"Dedi benimle aynı yaşta olan adam."

Saçlarını arkaya doğru itip dibinden başlayarak makineyi yavaşça ilerlettiğimde dikkatle beni izliyordu.

"Alıştığın her şey yerli yerinde dursun istiyorsun değil mi?"

Banyonun zeminine düşen saçlarına bir an için bakıp kazımaya devam ettim.

"Her şey değil..." dedim, dikkatimi saçlarında tutarken.

"Hem uzun saçla rahat edemezsin maçlarda."

"Ekin'e beni yedeğe almasını söyleyeceğim."

Makineyi tutan elimi yana kaydırıp bakışlarımı yüzüne indirdim. "Neden?"

"Yoğunlaşmam gereken başka meseleler var."

Kaşlarımı çattım. "Hayır Ege, seni sen yapan her şeyden vazgeçemezsin. Buna izin verme."

Gözlerini kısıp yüzüme bakarken bacaklarımın arasında durduğundan, ellerini bacaklarıma bırakırken neyden bahsettiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Senden alamayacakları şeyler var... Kuzgun gibi, müzik gibi, basketbol gibi."

Başını eğdiğinde kazımaya devam etmek için duruşumu dikleştirdim. Ege'nin başı omzuma temas etmese de tam üstünde duruyordu. Ensesini kavrayan elimle saçlarını tutarken diğer elimdeki makineyle yavaş bir yol çizdim. Parmak uçlarım saçlarının üzerinde yumuşak dokunuşlar bırakırken bir yandan da fazlalıklardan kurtuluyordum. Sessizliğini korurken alnını yavaşça omzuma dayadı.

"Bugün çok üstüne geldim." dedi, nefesi omzuma değerken.

Derin bir nefesi göğsüme doldurarak sırtımı gerdim. Bu anı bozmak istemiyordum. Ona bu kadar yakınken, onunla böyle ilgilenirken dış dünyanın yükünü aramıza sokmak istemiyordum. Zaten güneş doğduğunda var olan her şey görünür olacaktı yeniden, gece bizi saklarken onunla -mış gibi yapmaya devam etmek istiyordum. Kendi masal alemimde, kendi serseri şövalyemle kalmak istiyorum. Kötü kalpli karanlık düşmanlar masalımın içinde konaklayamayacak kadar renksizdi. En sevdiğim rengi, alacalı elayı, karartıyorlardı... Onlar baş düşmanımdı ama şu an yeri değildi, şu an konu onlar değildi.

Ensesindeki saçları okşarken arkada kalan tutamları da kestim.

"Yoruldum," diye mırıldandı başı omzuma biraz daha yerleşirken. "Çok yoruldum Nora."

Başımı yavaşça çevirip omzumda bir anıt gibi duran başının üzerine eğildim, saçlarının arasında minik öpücükler kondurdum.

"Sesinde ne var biliyor musun?" diye mırıldandım saçlarının arasına değerken dudaklarım. "Söyleyemediğin sözcükler var. Küçücük şeyler belki... Ama günün bu saatinde, anıt gibi dururlar."

"Cemal Süreya." dedi, mest olmuş bir mırıltıyla.

"Cemal Süreya," diye onayladım onu.

Yanağını omzuma yaslarken kirpiklerinin arasından parlayan elaları ile kahverengilerime baktı. "Keşke yalnız bunun için sevseydim seni..."

Kestiğim kısımlar dışında kalan saçlarını geriye atıp dudaklarımı bir kere daha başının üstüne bastırdım. "O başka şiir." dedim, hafif bir gülüş ile.

"Olsun..." dedi bacağımdaki eli belimi kavrarken. "Hepsi güzel."

Başını omzumdan kaldırdığında kalan tutamları da tek tek kestim. Üst kısmı kullandığı gibi iki santim daha uzun bırakarak bitirmiştim kazıma işlemini.

Ege bacaklarımın arasından çekildiğinde yerdeki saçlara baktım.

"Sanırım altına bir şey sermeliydik."

"Gel," dedi kollarını bana doğru uzatıp. Belimi iki yandan kavradığında omuzlarına tutunup beni kaldırmasına izin verdim. Yavaşça kaldırıp kapının önüne bıraktı. "Ben burayı süpüreyim sen de geç içeri uyu biraz."

Uykum yoktu ve biliyordum o uyumayacaktı. Yine de başımı sallayıp içeri doğru ilerledim. Yatağın üzerine tek bacağımı altıma alarak oturdum. Sabah olmak üzereydi, kötü adamlar masalımızı bozmamıştı ama bu bozmayacaklar demek değildi.

Ege banyo kapısından çıktığında üzerindeki tişörtü çıkartmıştı. Dirseğimi bacağıma yaslayıp başımı yana eğdim, yanağımı elimin üstüne bastırarak onu izledim. Saçları böyle çok güzeldi... Şimdi en tanıdık halindeydi. En Ege halinde.

"Her kısmı farklı boy kesersin sanmıştım ama... İyi iş çıkarttın Nora Güz."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şu ismi söyleme, senin sesinden duymayı sevmiyorum."

Dolabı açıp tişört bulmak için eğildiğinde sırtında hep bildiğim noktalara baktım. Sırtı sanat eserinin en güzel detayıydı. Sırtı başlı başlına bir baş yapıttı.

Tişörtü bulduğunda doğrulup iki hamlede giydi. "Uzan bari biraz." dedi, sakin bir sesle.

"Uykum yok."

Yatağın diğer köşesine oturduğunda gözlerini üzerime dikti.

"Nasıl oluyor da kendimizi hep bu noktada buluyoruz?"

Bir süre gözlerini izledim, sarı lekelerin yerlerini tek tek yokladım. Islak, kırmızı dudaklarına indirdim ardından bakışlarımı.

Nasıl oluyor da kendimi hep bu noktada buluyordum?

"Belki de bu bizim kaderimizdir..." dedim omuz silkerken.

Kader algım her ne kadar güçlü olmasa da durumu böyle özetlemek uygun olur diye düşünmüştüm. Kadere inanmazdım. Seçeneklerin, yol ayrımlarının, iradenin her şey olduğuna inanırdım. Yine de içimde romantik bir yan Ege'nin kaderim olduğunu düşünmek istiyordu. Çünkü eğer öyle olursa kopmazdı, ne yaparsak yapalım ne kadar uzağa gidersek gidelim yine bir araya gelirdik. Bu inanca sığınmak yüreğimdeki ağırlığı hafifletmişti ve bir seferlik kadere sığınmanın kötü bir şey olmayacağına ikna olmuştum.

"Kader..." dedi, muzip bir gülüşle. "Ne zamandır kadere inanıyorsun?"

Senden beri...

Omuz silkerken başımı kaldırıp gülümsedim.

"Takılıyorum işte," dedim ciddi görünmeye çalışarak. "Yine de bir şekilde bu noktada olmamızın tek bir nedeni var ve bu daha bilimsel."

Ayaklarını öne doğru uzatırken başını duvara yasladı. "Neymiş o?"

"Çekim kuvveti."

"Onun bu durum için var olduğunu sanmıyorum aslında." dedi, yüzünde belli belirsiz bir gülüş gezinirken.

"Her neyse..." dedim, bacaklarımı öne doğru uzatıp başımı yastığa yaslarken. "Sonuçta durumu açıklamaya yetiyor."

Başını duvara yaslayıp tavana bakmaya başladığında ben de onu izlemeye devam ettim. Onu izlemek dışında yapılacak daha güzel bir aktivite de bilmiyordum zaten.

Bir süre sessizce tavanı izledi ben de onu.

"İçimdeki sesleri susturansın Nora," dedi, gözlerini tavandan çekmeden. "Senden uzağa gitmemi söyleyen her hissin önünde duran da sensin."

Ses, sessizlik... Sen, sensizlik...

Söylediği çok anlamlıydı benim için, ben de onunla aynı durumu yaşamıştım. Benim içimdeki ses oydu, ondan yansıyandı.

İçimde bir kuyu var, kuyunun içinden yükselen bir ses... Hep senin adını haykıran.

Gözlerimi kapattım, kapatmasaydım dolacaklardı biliyordum.

"Sen gittiğinde her şey sustu... Başka sesleri yükselttim duyamadıkça. Baterinin zillerine daha kuvvetli vurdum, potaya topu daha kuvvetli savurdum, yere adımlarımı daha kuvvetli bastım. Sessizliği duymamak için daha çok ses çıkarttım."

"Sonra bir gün... Hani senin lisede kaydettiğin cdler vardı ya, şarkı söylediklerin."

Gözlerimi açtım, yaşarmış olmalarını umursamadan başımı ona çevirdim. Güçlükle yutkundu.

"Onları buldum, unutmuşum öyle kalmışlar kutuda. Onları dinlemeye başladım. Her gün, tek tek... Sesin, sesin bana geri dönmüş oldu. Artık sessizliği senin sesinle bastırabiliyordum."

Yanına doğru kayıp omzuna dudaklarımı bastırdım. Keşke mümkün olsaydı ona onu ne kadar önemsediğimi anlatmam. Aşık olmam, sevmem, çok sevmem değildi mevzu. Onu önemsiyordum. İyi olmasını, güvende olmasını önemsiyordum ve ben yanında dururken iyi olmayacaksa yanında durmazdım. Giderdim. Gitmiştim de... Yine iyi olmamıştı ama başına bir dert daha açılmamıştı, sırtına bir yük daha binmemişti. Bana bakmak, benimle ilgilenmek, benim için endişelenmek zorunda kalmamıştı. Kalbinde ağırlık olmuştum evet ama en azından öpmem gereken yerleri biliyordum, onu nereden başlayarak sarıp sarmalayacağımı biliyordum. Dudaklarım, ellerim, gözlerim, kalbim... Hepsi biliyordu.

"Sana öfkem hiç geçmeyecek gibi Nora." dedi, sessiz kaldığı günlere inat içini dökmeye devam ederek. "Sanki bir daha asla sana hiçbir şey düşünmeden sarılamayacakmışım gibi. Sanki ne yaparsam yapayım hiçbir şey yoluna girmeyecek gibi."

Alnımı omzuna yaslayıp öylece durdum, bu kadar yakınlık bile yeterdi bana. Onun bedeninden sızan sıcaklık benim bedenimi sarsın, yeterdi.

"Ege," dedi titreyen bir ses. Başımı yavaşça Ege'nin omzundan kaldırdığımda merdivenin başında duran Berrak ile göz göze geldim.

Hayatımdaki en rahatsız edici anları sıralasam bu an ilk beşten listeye girerdi.

Ege doğrulduğunda ben de doğrulup oturdum. Ege ise ayağa kalkmıştı çünkü Berrak'ın bakışlarını kaplayan hüzün doğrudan ona yönelikti.

"Şey," dedi sesini düzeltmeye çalışarak. "Battaniye alacaktım."

Ege yatağın altındaki çekmeceyi çekip iki tane battaniye çıkardı. Berrak almak için uzandığında "Ben indiririm." dedi. Bu da benim için kalk emri sayılabilirdi. Yerimden kalktığımda Ege önde Berrak arkada aşağı inmeye başlamışlardı. Ekin merdivenlerin altında bekliyordu, muhtemelen battaniyelerden birisi Sıla içindi.

Uykusuzluktan kısılmış gözleri, dağılmış saçları ve yüzündeki şaşkın ifade ile aşırı sevimli görünüyordu.

"Fırtına," dedi boğuk sesiyle. "Saçlarını mı kazıdın?"

Ege gülümsediğinde Ekin'in bakışları bana döndü iki parmağımla birden yüzümü gösterip dudaklarımı kıpırdatarak 'ben yaptım' dedim. Gözleri açılırken gülüşü yüzüne yayıldı.

"Efsane olmuş Fırtına." diye bağırdı odaya girmek üzere olan Ege'nin arkasından.

"Nora Hanım..." dedi, başını bana doğru eğip selam verirken. "Yine şahane hamleler peşindesiniz."

Sahte bir tevazu ile yüzümü buruşturup elimi kalbimin üstüne koydum. "Teveccühünüz."

"O kelimeyi kullanan üç kişi falan kaldı dünyada." dedi, kaşlarını çatıp.

"Senin çevrendekiler bilmez tabii." dedim, saçlarını karıştırırken.

"Benim çevremdekiler... Senin çevrende, değiller mi?" Elini çenesinin altına koyup düşünüyormuş izlenimi verdi.

"Hani senin başka bir çevren daha var ya..." dedim başımı eğip.

Ege odadan çıktığında yanımıza geldi. "Sessiz konuşun insanlar uyuyor."

"Kim uyuyor ya, herkes uyuyormuş gibi yapıyor." dedi Ekin uykusuzluğun verdiği huysuzlukla.

"Çisil ve Mert uyuyor." dedi Ege.

"Haa, evet bak onlar uyuyor."

Sonra beni çekiştirerek kapıya doğru ilerletti. "Gel bak bak, çok tatlılar."

Kaşlarımı çatıp Ekin'e döndüm, kendinde miydi o?

Kapıdan odanın içine baktığımda Mert'in omzunda yatan bir Çisil görmüştüm. Gerçekten de sevimlilerdi.

Diğer taraflarında ise Sıla başını koltuğun kenarına yaslamış bir şekilde uyuyordu ya da Ekin'in dediği gibi öyle görünüyordu. Berrak ise diğer koltuğa uzanmıştı. Bakışlarımı onda tutmamaya çalışarak odanın kapısından ayrıldım.

Hava aydınlanmaya başlamıştı ve benim karnım acıkmıştı.

Ekin de kapının önünden çekildiğinde tekrar Ege'nin yanına ilerledik.

"Ben acıktım." dedim ağlamaklı bir ifade ile.

"Ivır zıvır var bir ton içeride." dedi Ekin.

"Midesi bulanır yiyemez bu saatte." dedi Ege benden tarafa bakmasa da benim yerime cevap vermişti Ekin'e.

"Bu saatte açık bir yer yoktur ama ben eve gidip bir şeyler getirebilirim."

Ekin'in önerisi Ege'nin ona beklemesini işaret etmesiyle havada kalmıştı.

"Tost yapabilirim, ister misin?" diye sordu mutfağa ilerlerken. Başımı sallayıp heyecanla arkasından ilerledim.

"Gelsene sarışın." dedim, omzumun üstünden Ekin'e bakarken.

"Bana da tost yapacak mıymış?" diye sordu, fazlasıyla eğlenerek.

"Bilmem yapar herhalde, sonuçta onca yıllık hukukunuz var aç bırakacak değil seni."

"Ne yüce gönüllülük."

Karnına yavaşça vurduğumda ikimiz birden kapıdan geçmek için hamle yaptık.

"Ya sen bu nezaketsizlikle onca kızı kendine nasıl aşık ettin?" dedim omzumu omzuna bastırırken.

Benimle aynı anda öne doğru ilerlemeye yeltendiğinden kıpırdamamıştık. 

"Önce ben." dedim, hırsla. 

Ege bizi umursamadan yaptığı işe devam ediyordu. Tost ekmeklerini, peyniri, domatesi ve turşuyu çıkarttı.

"Turşu yemem." diye bağırdım, Ekin ile mücadelemin arasından.

"O yanındaki huysuz için." dedi Ege.

"Gördün mü seni de düşünmüş, bırak ben geçeyim." dedim Ekin'e yavru köpek bakışlarımı sunarken.

"Asla olmaz... Önce ben."

"Ekin beni biliyorsun yenilmem hele sana," İşaret parmağımı ona doğru uzattım. "Asla."

"Bazen iyi olanın elini sıkmak gerekir Nora." dedi, gözlerini açarak.

Ege tostları makineye dizdiğinde dolaptan içecek bir şeyler çıkartmaya başlamıştı. "Narlı soda var mı?" dedim, hala girişte Ekin ile cebelleşirken.

"Soda mideni ağrıtır daha bir şey yemedin." dedi, yaptığı işe olan konsantrasyonunu bozmadan.

Sırtıma bastırılan bir el beni öne doğru ittiğinde Ekin'e de aynı gücün uygulandığını içeriye aynı anda girdiğimizde fark ettim.

"Tost lafı duydum." dedi Sıla sırtımızdaki ellerini çekip Ege'ye doğru ilerlerken.

"Kaşar artı beyaz peynirli yapıyorum sana da." dedi Ege, bir ekmeğin içine malzemeleri koyarken.

"Nefis." dedi Sıla yüksek demir masanın üstüne otururken.

"Neyse Nora, bunu yazarsın yenilgi defterine."

"Yenilgi?" dedim işaret parmağımla kendimi gösterirken. "Ben mi yenildim? Hem de sana? Ben?"

"Kesin sesinizi de gelin şuraya artık, uyuyorlar." dedi Sıla.

"Ekin'e söyler misin, içeri ilk ben girdim."

"Rüyanda." dedi Ekin gözlerini açarak. "Tabii ki ben girdim."

"Birazdan ikiniz birden dışarı çıkmak zorunda kalacaksınız." dedi Sıla, Ege'nin çıkarttığı meyve suyunu bardaklara doldururken.

"Sonuçta ben asla yenilmem," dedim, Ege'nin arkasından dolanıp tost makinesini kontrol ederken.

"Tabii, tabii... Sen lisede oynadığımız oyunlarda da böyle yapıyorsun. Mızıkçı tavşancık."

"Ekin!" diye bağırdım gözlerimi açarak.

Ege tostlardan birini çıkartıp peçeteye sarıp Ekin'e uzattı. "Ye de sus."

Ekin tostu kapıp sıcaklığını umursamadan bir ısırık aldı. "Tost verenlerin çok olsun yiğidim!"

Gözlerimi kısıp Ekin'e baktığımda gülerek tostunu yemeye devam etti.

"Niye önce ona verdin." dedim dudaklarımı belli belirsiz sarkıtırken.

Ege gülmemek için kendini tutsa da başarılı olamamıştı. "Sana yaptığımda domates var biraz daha pişsin diye bekledim."

"Olsun," dedim ifademi bozmadan. "Onu da bekletseydin."

Ekin tostunu büyük bir keyifle yemeye devam ederken bana nispet yapmayı da ihmal etmiyordu.

Ege tostu tabağa koyup önüme bıraktığında yüzümdeki mızmız ifadenin yerini büyük bir gülümseme almıştı.

"Nam nam." dedim başımı iki yana sallarken.

Sıla ve Ege de tostlarını aldıklarında Ekin tek başına üç kasa ekmek yiyebilecek biri olduğundan kendisine bir tost daha yapmaya başlamıştı.

"Berrak'a da soralım," dedi Ege. "Belki o da acıkmıştır."

"Ben soracaktım gelirken ama uyumuş. Çisil ve Mert zaten uyuyor."

Ege başını salladığında boşalan tabağı makineye koyup kendime bir bardak su doldurdum.

"Doydun mu?" diye sordu Ege, bir an için bana değil de Sıla'ya soruyor sansam da bakışları benim üzerimdeydi.

Başımı salladım. "Teşekkürler."

Ekin tost makinesini kapatmak üzereyken "Dur, dur..." dedi Sıla. Yerinden kalkıp masanın diğer tarafına geçtiğinde Ekin elini tost makinesinin kulpundan çekti.

"Peynirler dışarı çıkmış hep, akacak." Ekmeği kaldırıp peynirleri düzeltirken Ekin sadece Sıla'ya bakabiliyordu. Nefes alabildiğinden bile emin değildim çünkü Sıla tam önünde ve ona oldukça yakın duruyordu.

"Sen de ister misin?" diye sordu, zorlukla toparladığı sesiyle.

"Yok, o senin camışlığın Ekin'ciğim." dedi Sıla samimiyetsiz bir samimiyetle.

Makineyi kapattığında Ekin geri çekilmedi, işin ilginç kısmı Sıla da geri çekilmedi. Ekin'in tam şu an nefesini tuttuğundan emindim çünkü Sıla omzunun üstünden başını çevirmiş ve doğrudan Ekin'e bakıyordu.

Tam olarak bir kibritlik inatları vardı... Bir kibritle ikisi birden tutuşabilirdi.

Ve bu konu için aklımda güzel bir plan vardı, yarın sabah planımın kaynağı ayağıma gelecekti.

Çünkü aşk her şeyin üstündeydi. İnadın, gururun, olmazların, geri durmaların... Her şeyin üstündeydi.

Ekin Sıla'ya, Sıla Ekin'e böyle baktığı sürece hiçbir şeyin bir önemi yoktu. Hem belki onlar da birbirlerinin kaderiydi, kim bilir? 

Continue Reading

You'll Also Like

274K 45.2K 29
"Başarı bir yolculuktur. Bir varış noktası değil." Bu cümleyi duyduğum anı hatırlıyorum. Kucağıma bir deste büyülü sözcük bırakılmış gibi hissetmişt...
RUH-U REVAN By İ.

Teen Fiction

6K 372 5
Her yeni şehir, aynı zamanda yeniden doğuş anlamına gelir. Savcı Dilşah Sancak, yıllar önce babasını kaybetmesine sebep olan, çocukluğunun geçtiği M...
6.9K 495 22
Mahi, savcı sandığı babasının aslında kafes dövüşlerinin en iyi organizatörü olduğunu öğrendiğinde on dokuzdu. Her şeyi bırakıp başka bir hayata başl...
12.9K 449 2
BERCESTE - Pinhan - (DÜZENLENİYOR) (1. KİTAP) Fırtınanın gül dikenine olan aşkı rüzgarının araya girmesi ile boynunu bükmesine sebep olurken... Dem...