İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 14

21.5K 1.2K 212
By iremmipelin


Büyük laflar etmeyi sevmezdim, büyük sözler vermeyi de... Her şeyden önce kendime güvenmezdim. İnsan asla demeye bir kere başladı mı o büyük lafların altında sadece kendisi kalırdı. Asla gitmem diyemezdim, gitmiştim. Asla dönmem, hiç diyemezdim çünkü dönmüştüm işte. Gitmek istememiştim, tüm olanlardan sonra dönmek de istememiştim. İstememekten ziyade korkmuştum. Korktuğum ne varsa da görmüştüm, yüzleşmiştim.

Ege'ye söylememem gerekiyordu, söylemiştim. Kendime, bunu ilk öğrendiğimde 'asla' Ege'ye söylemeyeceğim demiştim. Demiştim de öyle gitmiştim. Ama söylemiştim... Şu an doğrusu bu gibi hissediyordum o zaman ise doğrusu oydu.

Ege omuzlarımı bir kıskaç gibi saran kollarını yavaşça çektiğinde şimdi ne yapacağımı düşünmeliydim. Ne demeliydim, nasıl engel olmalıydım yaklaşmakta olan kargaşaya? Onu babamla karşı karşıya getirmeden tüm bunlardan nasıl uzak tutabilirdim. Gücüm yeter miydi? Babam ve Ege'ye karşı durmaya, gücüm yeter miydi? Babam Ege'ye acımazdı. Vural amcaya acımamıştı, Emel teyzeye acımamıştı. Yağız abinin ise acınılacak bir durumu yoktu, babam Fırtına soyisimli kişiler arasında en çok onu severdi. Vural amca ile en başta çok stabil bir iş dostlukları vardı sonrasında bu giderek samimi bir aile dostluğu kıvamı almıştı almasına ama babamın ne zaman gerçekten değer verdiğini ne zaman rol yaptığını anlamak mümkün değildi. Öz kızına bile sevgisini göstermekten itina ile kaçınan birisinin sizinle dost olduğuna inanmanız pek sağlıklı bir düşünce tarzı değildi. İşte... Vural Fırtına, Bülent İlgen'in tam tersiydi. Evet, sert birisiydi ve çoğu zaman zordu ama gerçekti. Öfkesi, duruşu... Sarf ettiği cümleler sahiciydi. Vural amca kızgınsa kızgındı, mutluysa mutlu. Babamın aksine. Babam yüzünüze güler, hatta aferin der ve hemen ardından yaptığı bir şeyle tam tersini kanıtlardı. Onun gerçekten kızgın olduğu an ile mutlu olduğu anı ayırt etmek imkansızdı. Sizi seviyormuş gibi görünebilirdi, inanmamanız gerekirdi. Gerçekten sevdiği tek kişi ise annemdi. O da ilişkilerinin 5. yılında onu çocukluk aşkı Demitri için bırakıp gitmişti. Babam annem onu -ve elbette beni- terk ettikten sonra mı böylesine duygusuz birine dönüştü yoksa hep mi böyle de biriydi, fikrim yoktu. Bir önemi de yoktu. Aklımda kalan minik anılar dışında onunla ilgili güzel hatırlayabileceğim hiçbir şeyim yoktu.

Ege benden ayrıldığında ne olursa olsun ona yardım edeceğimi biliyordum. İstese de istemese de... Bu babamın sonu olsa bile, umurumda değildi. Herkes hatalarının bedelini bir şekilde öderdi. Karma çok geç kalmadan çeki tahsil etmeye gelirdi zaten. Bazen ise çeki bankaya bizzat hatırlatmak gerekirdi. Ben de, yani biz de, öyle yapacaktık...

"Seni eve bırakayım." dedi, Fırtına'nın en güzel tonuyla bakan gözleri gözlerime değdiğinde.

Burası ayrılmamız gereken nokta değildi, burası yeniden bir olmamız gereken noktaydı. Ege yeniden bana güvenmeliydi. Sevgisine zarar gelmemişti, bunu bana göstermişti. Gitmem dahi neden olmamıştı buna. Güveni için ise aynı şey geçerli değildi. Güveni yerle birdi. Ege yeniden gözlerime yanımda nefes alabiliyormuş gibi bakmalıydı. Gözlerini kaçıracak yer arayarak değil.

"Hayır," dedim. Bakışları ciddileştiğinde kolunu tuttum. "Ne yapacaksan, birlikte yapacağız."

Sakin bir nefes aldı. "Hayır, Nora." dedi. "Sen bu işten uzak duracaksın."

Başımı hızla olumsuz anlamda salladım. "Uzak falan duramam, yeterince içindeyim zaten."

"Hayır," dedi, tekrar. "Ben neyin ne olduğuna kendim bakacağım."

Durdu, elim hala kolunu tutuyordu. "Sen sadece bana bildiklerini anlat."

Kolunu bırakıp arabaya doğru ilerlediğimde o da bana eşlik etti. Sürücü koltuğunun kapısını açtığında biraz önce kalktığım ön koltuğa tekrar oturdum.

"Babam," dedim. Arabayı çalıştırmayıp bana doğru döndüğünde konuşmamı beklediğini anladığımdan hemen konuya girmiştim. "Geçen sene işte, ben gitmeden birkaç hafta önceydi."

Bakışlarımı ondan çektim, kendimi bu konuda henüz rahat hissedebileceğim bir konumda değildik. "Sürekli işteydi, tabii normal ama bu kez bir şeyler farklıydı. Çok yoğundu, eve ilk kez gördüğüm kişiler geliyordu. Sürekli telefon konuşmaları yapıyordu. Bir şeyin peşinde olduğunu anlamıştım ama umursamadım."

Ellerimi kucağımda birleştirdim. "Sizinle ilgili olduğunu her şey için çok geçken öğrendim. Geriye sadece herkesin öğrenmesi kalmıştı." Bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Yapabileceğim bir şey yoktu, eğer erken öğrenseydim Vural amcaya söylerdim."

Başını salladı. Bundan şüphe duymazdı, ona zarar vereceğimi düşünmezdi.

"Ne öğrendin?" Sesi sakindi, şaşırmamıştı bile.

"Babam," dedim tekrar. "Babanın şirketini elinden aldı."

"Bunu biliyorum Nora, babam gitmeden önce şirketi babana sattı."

"Evet," dedim, onu sıkıntıyla onaylayarak. "Ama bunu çok da etik şekilde yapmadı. Babam, şirketi değerinin yarısını vererek aldı."

Ege sıkıntıyla nefes verdi. "Bunu da biliyorum Nora."

"Baban hukuksuzluk yapmadı ama." dedim, bunu da bildiğini bilerek. "Babanı suçlu gösteren kişi babamdı. Neden bilmiyorum, gerçekten bir insanın bunu neden yapabileceğini tahmin bile edemiyorum ama babanı vergi kaçırıyor olarak gösteren kişi babamdı. Yani onun satın aldığı kişi."

"Kim?" diye sordu Ege, hala çok sakindi.

"Feridun Ontuç."

"Muhasebeci." dedi, onay istercesine.

Başımı salladım.

"Feridun amca, çocukluğumdan beri bizimle çalışıyor. Babamı neden satsın?"

"Para." dedim, tiksintiyle.

"Çok saçma." Önüne döndü. Yol boşalmıştı, bir iki araba geçiyordu en fazla. "Baban, babama bu kadar düşman olamaz."

Keşke düşündüğü gibi olsaydı ama değildi. "Babam herkese düşman olabilir Ege. Kendi çıkarı varsa, herkesi gözden çıkartabilir. İnan bana buna ben de dahilim."

"Bu yüzden miydi?" diye sordu. "Bu yüzden mi bir şey söylemeden gittin?"

Bakışlarımı kaçırdım. Sebeplerden yalnızca bir tanesi buydu ama hepsi değil.

"Yüzüne bakamazdım. Ege," Gözlerimi yolu aydınlatan sarı ışıkların etkisiyle daha sarı görünen ela gözlerine çevirdim. "Aileni parça parça eden kişi benim babam. Ben bu yükü taşıyamazdım. Hayatındaki yıkımları başlatan kişinin soyadını taşırken, sana bakıp seni öpüp ellerini tutamazdım."

"Sen de beni tüm bu kargaşanın içinde bırakıp kaçtın."

"Kaçmadım," Gözlerim dolmuştu ama akmaya yeltenen yaşları geriye itmek için direndim. "Ege, şu an o ruh halinde değilim ama o zaman iki seçenek vardı. Ve birinden dönülmüyordu. Ben sana bir gün, her şeye rağmen dönebileceğim seçeneği seçtim."

"Ruh halin?" Kaşlarını çattı.

Pencereyi açıp başımı hafifçe dışarı uzattım. Gecenin bir yarısı olmasına rağmen esmiyordu.

"Gitmem gerekiyordu..." diye açıkladım, bir kez daha. "Senin de kalman gerekiyordu, ailen için. Eğer benimle gelseydin, ki gelmemeliydin, kendini hep suçlardın burada olmadığın için."

"Sen söylerdin," dedi bakışlarımı ona çevirdiğimde. "Başkalarının adına karar vermek had bilmemektir diye. Bana anlatsaydın her şeyi, öyle karar verseydik."

"Anlatamazdım."

Yüzüme bakarken ne yapması gerektiğini düşünüyordu biliyordum. Tüm bu konuşmaları yapmak için o kadar geç kalmıştım ki böyle bana bir hak tanıdığı için şanslıydım.

"Anlatabilecek durumda değildim. Aklım, ruhum, kalbim... Hiçbiri yerinde değildi. Mantıklı düşünemiyordum. Her şey üst üstte gelmişti. Babam, senin ailene ihanet etmişti. O gün."

Bakışlarımı kaçırıp sarı ışık altında aydınlanan yola baktım. "Çok fazla şey olmuştu. Sanki üzerime yıkılan tüm duvarların altında kalmıştım ve sesimi duyurmak istemiyordum. Vazgeçmiştim Ege."

Bakışlarımı beni dikkatle izleyen gözlere çevirdim. "Her şeyden..."

Karnıma bir acı saplanmış gibi hüzünle gülümsedim. "Senden bile."

Gözlerini kapattı. "Ya da öyle sandım. Şimdi düşününce... Senden vazgeçseydim belki de ilk seçeneği seçerdim ama ben dedim ya sana dönebileceğimi seçtim. O halde bile, o an bile aklımda bir gün sana dönmek vardı."

"Anlamıyorum." dedi, başını eğerken. "Sonrasında neden ulaşmadın. Hadi beni arayamadın ama Ekin'i?"

"İlk bir ay," Bu gece her şeyi ortaya döküyorduk, artık saklanmayacaktım ama her şeyden önce kurtarmam gereken bir bağ daha vardı. "Kendimde değildim. Düşünemiyordum, konuşmuyordum, algılayamadım bile hiçbir şeyi. Sonra da artık her şey için çok geçti, aramak için açıklamak için..."

"Buna sebep olan neydi?"

"Ege..." dedim, sevecenlikle. "Önce babanı kurtaralım, sonra gerisini konuşuruz."

"Kaçıyorsun..."

Hafifçe gülümsedim. "Ben kaçmam," dedim. Arabayı çalıştırdı. "Saklanırım."

İlerlediğimiz yolda geri döndüğünde gözlerimi kıstım.

"Ne yapıyorsun?"

"Bara sürüyorum." dedi.

"Hani beni eve bırakacaktın?" diye sordum sesime yansıtmadığım mutluluğum ile içimden çığlık atarken.

"Geç oldu," dedi. Bakışlarını yoldan ayırmamıştı. "Hem Ekin'de kalacaksın diye biliniyordu."

"Ekin'e gidemem." dedim hızla. "O ikisinin biraz yalnız kalması lazım."

"Ekin'e gitmeyeceksin zaten." dedi, boş yolda hızını artırırken.

Başımı çevirip camdan dışarı baktığımda aramızda en azından bir duvarın yıkıldığını hissediyordum. Bakışlarındaki öfke bulutu yok olmamıştı belki ama bana artık can yakmak ister gibi bakmıyordu. Dilindeki zehir de en azından şimdilik ortalıkta yoktu. Ben bir adım atmıştım, Ege de atacaktı... Hatta şu an o adımı atmıştı ki beni kaldığı yere götürüyordu.

Boş sokakları sessizliğimize ortak ettik. Yol kısalırken susuşlarımız uzadı. Kuzgun'un arkasına ulaştığımızda üzerime çöken uyku mahmurluğuna anlam veremiyordum. Saatlerce uyumuştum nasıl oluyordu da hala yorgun hissediyordum? Ruhum... Diye düşündüm. Yorgun olan oydu ve eğer Ege'nin attığı adım düşündüğüm gibi ilerlerse o da dinlenecekti. Ege'nin bana nefretle bakmadığı yerlerde nefes almam yeterdi. Onun yanında uyumam, onun gözlerine uyanmam... Bana o yeterdi. Ruhum bir tek onunla çiçek açardı.

Ona hala kızgındım ama bu gece es vermiştik. Bu gece her şeye verilen minik bir molaydı. Yarın yine büyük savaşlara kalkışacaktık. Yarın tüm kızgınlıklar ve kırgınlıklar yeni bir gün gibi doğacaktı. Gece ise bizi örtüyordu. Yaralı yanlarımızı saklıyordu.

Araba durduğunda kemerimi çözdüm, kapıyı açıp aşağı zıpladım. Babam sağ olsun düz ayakkabıların bu zıplamalarıma katkısı büyüktü. Dolabımdan bu kadar sıradan kıyafetleri bulmak için çok uğraşmış mıydı acaba?

Ege, arka kapıya doğru ilerlerken hızlı adımlarla peşine takıldım. Bar sessizdi hatta kısmen karanlık. Tezgahın oraya doğru ilerlediğinde daha önce gördüğüm adam yine oradaydı. Tunç...

"Selam," dedi Ege'ye dönen bakışlarını bana çevirirken.

Ege yanına geçtiğinde "Nasıldı bu gece?" diye sordu.

"Her zamanki gibi." dedi Tunç.

Bar taburesine oturamayacak kadar mayışmış durumdaydım.

"Ege,"

Başını önündeki kağıtlardan kaldırdı. "Ben yukarı çıksam olur mu?"

Başıyla onayladığında arka tarafa doğru ilerledim.

Merdivenleri çıktığımda koltukları pas geçip yatağın yanındaki dolaba ilerledim. Ayakkabılarımın arkasına basıp çıkarttım.

Ege'nin sweatlerinden birini giyip yatabilirdim ama bu çok yüz bulmak olurdu. Daha uygun bir şeyler için çekmeceleri karıştırmaya başladım. Dolabın arkasına doğru elimi attığımda Ege'nin üzerinde daha önce hiç görmediğim pijamasına denk geldim. Pamuklu ve bana büyük gelecek boyuttaydı, bana istediğim huzuru sağlamak için ideal bir seçimdi. Pijamayı çektiğimde elim daha yumuşak bir kumaşa değdi. Görmek için kendime doğru çekip dolaptan çıkarttım.

Elimde tuttuğum pembe pijamalara büyük bir şaşkınlıkla baktım. Pijamanın üst kısmını iki yandan tutup kaldırdım. Merdivenlerde duyduğum adım sesleri ile döndüğümde Ege'nin de bakışları elimdeki pijamanın üstündeydi.

"Tunç çıktı." dedi, şu an odağımda bu varmış gibi.

Bakışlarını benden çekip dolabın alt çekmesini açtı. Lacivert bir eşofman altı ve gri düz bir tişört çıkarttı.

"Ben bunlar giyeyim," dedi, arkasını döndüğünde duraksayıp tekrar bana çevirdi başını. "Sen de istersen elindeki pijamayı giy. Ya da..." Bakışları ayakucumda duran kendi pijamalarına kaydı. "Benimkileri giy."

"Ege bunlar benim." dedim.

Bakışlarında hiçbir değişme olmadı. "Evet, senin."

"Sen benim liseden kalma pijamalarımı mı sakladın?"

"Kalmış işte dolapta." dedi, umursamazsa.

Banyoya ilerlediğinde bakışlarımı tekrar elimdeki pijamaya çevirdim. Bunu nerede bıraktığımı dahi hatırlamıyordum. Öylesine bir şeymiş gibi bahsediyordu ama olmadığından emindim. Buraya yeni yerleşmişti, eski evinde ve odasında olsaydı neyse ama buraya benim pijamamı getirmişti. Bu gerçek ile şüphelendiğim bir durum daha kendini hatırlatmıştı.

Berrak bu odada kalmıyordu, öyle değil mi?

Liseden kalma pijamalarımı katlayıp dolaba tekrar koydum. Ege'nin gri pijamalarını aldım ve yatağa oturup üzerimdeki kazağı çıkarttım. Düğmelerini açmadan başımdan geçirerek giydiğimde kalçalarımın altına uzanacak kadar büyüktü yine de pantolonumu çıkartıp altını da giydim. Kıyafetlerimi katlarken Ege banyodan çıktı. Sevimli görünüyordu, saçlarının üzeri dağılmıştı ve yukarı doğru kalkık duruyordu.

"Saçların," dedim bana doğru ilerlediğinde. "Çok uzamış."

Bir şey söylemedi. Yatağın üzerine oturduğumda ensesini kaşıdı. Garip bir durumun içindeydik; o da ben de ne yapacağımızı, söyleyeceğimizi bilmiyorduk. İşin ilginç kısmı ise bu başımıza ilk kez geliyordu. Ege ile ben şu insanların birbirleri için yaratıldıklarını söyledikleri kişilerdendik. Ege'nin bana olan duygularını sakladığı zamanlarda bile ki ben de ondan farksız değildim, birbirimizden çekinmezdik. Belki de tüm hayatım boyunca yanında tek başıma olduğum kadar rahat olduğum tek kişiydi Ege. Ona hep aşıktım, gözlerim gözlerine değdiği ilk andan beri. Aşk terimi hayatıma Ege Fırtına adıyla girmişti. Ondan öncesinde bu duyguya dair bildiğim tek şey uğrunda birinin kızını ve evli olduğu kişiyi bırakabilecek olmasıydı. Aşk uğruna terk edilmiş bir kız çocuğu olarak kendimi aşk filmlerinden, şarkılarından ve cümlelerinden uzak tutmuştum. Aşk benim için dokunulunca yakan, yanılan bir şeydi. Aşk benim için kaçınılması gerekendi, bir çift ela göze kadar. Bu yüzdendi Ege'nin benim için her anlama bürünmesi. Bu yüzdendi Ege'yi sabit bilmem. Başka birinin gözlerine aşk ile bakamazdım. Başka biri benim kalbimde aşk anlamına gelmezdi. Benim kalbim Ege kadardı.

Bu durumu daha da garip bir hale getirmeden yorganı kaldırıp altına girdim. Ege hala ne yapacağına karar vermeden öylece duruyordu.

"Lütfen," dedim elini ensesinden çektiğinde. "Bana, ben koltukta yatarım, deme."

Omzunun arkasından odanın diğer ucundaki deri koltukların olduğu kısma baktı. "Aslında," dedi yüzünü buruşturarak. "Onların uyunacak kadar rahat olduğunu sanmıyorum."

"Ege," dedim, ellerimi yatağa yaslayıp otururken. "Durumu garipleştirmeyelim lütfen, uykum var."

Yatağın diğer tarafına geçmeden önce ışığı kapattı. Başımı yastığa koyduğum an o da yorganın altına girdi.

Gülümsedim. Neyse ki karanlık, yüzümü aydınlatan neşeyi saklıyordu. Ona kızgındım, üzgündüm, yorgundum. Birçok duygu, birçok birikmişlik ile doluydu içimde. Ama şu an nefes alabiliyordum. Burnumdan ve ağzımdan ciğerlerime dolan hava yeniden nefes olmuştu. Huzur olmuştu...

Başını düz bir şekilde yastığa yaslayıp ayaklarını uzattığında, tek elini ensenin altına sıkıştırdı.

İki elimi birden yanağımın altına alıp dizlerimi karnıma çektim. Gözlerimi üzerine diktim.

"Hani uykun vardı?" diye sordu, bakışları tavana sabitken.

"Var." dedim, şirin bir sesle.

"Kapat o zaman gözlerini."

"Nefesini duyuyorum."

Bakışlarını yavaşça yüzüme indirdi. "Böyle hissetmeyi özlemişim." dedim.

Gözleri gözlerimde dinlendi. Kirpikleri hafifçe kıpırdanırken dudaklarının arasından minik bir boşluk vardı. Erkeksi bir güzelliğe sahipti. Çıkık elmacık kemikleri, onun inatla sevmediği ama benim oldukça biçimli bulduğum burnu, hafif sivri çenesi, koyu kirpiklerinin çevrelediği ela gözleri ile izlemeyi en sevdiğim sanat eseriydi.

Ensesini yasladığı elini çekip kolunu bana doğru uzattı.

"Gel."

Ona doğru kayıp başımı omzuna yerleştirdim, kolunu belime dolayıp beni kendine biraz daha çekti. Tek bacağımı iki bacağının arasına kaydırdım.

Diğer kolunu başıma doğru uzattığında parmak uçları saçlarımla buluştu. Başımı hafifçe çevirip saçlarıma uzanan kolunun bileğinden öptüm.

"Benim pijamalarımı giymişsin." dedi, sevimli bir tonla.

"Senin sayılmaz," dedim gülümserken. "Hiç giymiyorsun bunları."

"Pijama sevmiyorum."

Biliyorum.

"Uyu hadi," dedi beni kendine biraz daha çektiğinde.

Uykum olduğunu bildiği için ısrar edip duruyordu ama biliyordum o da özlemişti. Özlediğini kabul etmeyecek kadar çok sitem birikmişti dilinde, çok sızı kaplamıştı içini ama birlikte dindirecektik bütün sancıları.

"Bir şey soracağım." dedim, burnumu kulağının altına değdirirken.

Sessiz kaldı.

"Berrak bu odaya çıkmıyor muydu?"

Yaslandığım omzu gerildi. Saçlarımın arasında duran elini çekip kendi kucağına bıraktı.

"Çıkıyordu tabii,"

"Ama..." dedim, cümlesini tamamlaması için teşvik ederek.

"Burada kalmıyordu, yani..."

Nefes aldı.

"Burada uyumadı?" diye sordum kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken.

"Hayır."

"Neden?"

"Nora..." dedi, bunu konuşmak istemiyordu. Öğrenmem gerekiyordu bu yüzden kibar olmayacaktım.

"Bilmem gerek." dedim, dürüstçe.

"Neden bilmen gerekiyor, ona göre mi davranacaksın?" Sesi ciddileşmişti.

"Bu gece es verdik Ege." dedim, ben de aynı ciddiyetle.

"Evet, şu muhteşem es fikrin."

"Fikirlerim her zaman iyidir."

"Hı hı," dedi alayla. "Arkasını içimizden biri destekliyorsa..."

"Artık Ekin'i kıskandığını düşünmeye başlayacağım."

Minik bir gülümseme ile kıvrıldı dudakları.

"Ona döktün değil mi içini, geldiğin gece."

Kaşlarımı çattım, Ekin anlatmış olamazdı. Ekin kimseye ait olan cümleleri başkasına iletecek birisi değildi. Asla sınırı aşmazdı.

"Bunu bilmek için dahi olmak gerekmiyor Nora, Ekin senin kara kutun."

"Evet," dedim, başımı kaldırıp yüzlerimizi hizaladığımda. "Bu yüzden en yakın arkadaşı benim."

"Tartışmayacağım," dedi kaşlarını çatarken. "Herkes kimin ilk sırada olduğunu biliyor."

"Evet," dedim başımı tekrar omzuna yaslarken. "Sıla Aslan."

Öyle büyük bir kahkaha atmıştı ki sarsılan omzu sayesinde başım hareket etmişti.

"Umarım kavga etmemişlerdir."

"Bizim gibi mi?" dedi, bakışlarını bana çevirdiğinde.

"Şöyle bakma ya of," dedim, dudaklarımı abartılı bir ifadeyle büzerken.

Kaşları merakla buruştu. "Nasıl?"

Elimi ensesine koyup saç diplerinde parmak uçlarımı gezdirdim.

Onu öpmek istiyordum. Bu kadar yakınımda, bu kadar sakin durmamalıydı.

Bakışmamızı bölen telefonumun çok sevdiğim zil sesiydi. Bu sesi sahiden seviyordum ama gerçekten gerek var mıydı tam şu an duymama?

"Telefonun çalıyor." dedi, mükemmel bir tespit yaparak.

Ege ile temas halinde bulunan tüm noktalarımı büyük bir huysuzlukla ayırıp telefonu bulmak için yatağın diğer kısmına kaydım. Katladığım pantolonumun arka cebinde hala çalmakta olan telefonumu çıkartıp yazan isme baktım.

Yatakta oturur hale geldiğimde telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Ekin?"

"Kahve dükkanını satın mı aldın Nora?"

Sinirli miydi?

"Sen iyi misin?"

"Değilim."

Ege de benim gibi oturur konuma gelmiş bana bakıyordu.

"Bir şey mi oldu?"

"Yeni bir şey değil... Doğum günümde bana yılın en büyük salağı ödülü alacağın bir şey."

"Evde misin sen, Sıla nerede?" Yataktan kalktım. "Geliyorum şimdi."

"Gelme." dedi hızla. "Sıla'ya git."

Kaşlarım çatıldı. "Ekin benden daha  az ölümcül olan bir şey istesen?"

"Nora," dedi, panikle. "Sıla'ya gitmen lazım, sana ihtiyacı var."

"Diliyle dövecek birine ihtiyacı var diyorsun... Peki."

Ege'nin kaşları çatılmıştı. "Sen evde kal, Ege gelecek." dedim.

"Gidince bana haber ver." dedi.

"Tamam," dedikten sonra telefonu kapattım.

Ege'nin pijama üstünü çıkartıp kazağımı geri giyerken bana ciddiyetle bakan ela gözlere döndüm. "Kalk hadi."

"Kavga mı etmişler?" diye sordu.

"Ekin'in sesi çok kötüydü." dedim suratımı asarken.

"Kim bilir ne halt yedi." dedi Ege yataktan kalktığında.

Yatağa oturup pijama altını çıkartıp pantolonumu giydiğimde... Ege gri tişörtünün üstüne siyah bir kapüşonlu sweat giydi. Arabanın anahtarlarını çıkarttığı pantolonun cebinden aldı.

"Beni Sıla'ya bırak," dedim telefonumu arka cebime sıkıştırırken. "Sonra Ekin'e geç."

❱❱❱❱

Ege beni Sıla'nın evinin önüne bıraktığında hızla kapıya doğru yürüdüm. Siyah Jeep olduğu yerde duruyordu. Zile bastığımda bana bakmaya devam eden Ege'ye doğru bakıp tekrar kapıya döndüm.

Gecenin bir yarısı kapıya dayanmıştım. Sıla beni kesin öldürecekti. Öldürmese bile en azından 30 gün iş göremez raporu aldıracak kıvama getirirdi.

Kapı aralandığında kendime iyi şanslar dilemeyi ihmal etmedim.

Sıla tepesinde sıkı sıkıya topladığı saçları, uyku şortu ve kendisine iki beden büyük gelen beyaz tişörtü ile kapıda belirdiğinde Ege'nin arabası da yolda ilerledi.

Kaşlarını buruşturdu. "Nora?"

"İyi geceler." dedim, mahcup bir tavırla beni kovmamasını umarak.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu panikle.

"Ben bu gece burada kalsam, senin için uygun olur mu?"

"Neden Ekin'e gitmedin?" diye sordu bu kez de.

"Ege gidecek ona, biz biraz tartıştık da."

"Ondan mı seni o bıraktı."

"Gecenin bir yarısı beni yolda bırakacak kadar nefret etmiyor neyse ki hala."

Kapının önünden çekildiğinde içeri girdim.

Merdivenlere yöneldiğinde kolundan tutup mutfak tarafına çektim.

Mutfağa girdiğimizde etrafa hızla baktım, hiçbir şey değişmemişti.

Ciddiyetle beni izliyordu. Kollarından tutup mutfak masasına oturması için çekiştirdim.

"Bize sıcak çikolata yapacağım."

"Henüz o aylara gelmedik." dedi, yine de sandalyede bağdaş kurmuştu.

"Olsun..."

Dolabı açıp sütü çıkarttım. Ocağın üstündeki dolaptan da sıcak çikolata paketini aldım.

"Rahatına bak tabii," dedi alayla.

Bu evde her şeyin yerini bilirdim, Ekin'in ve Mert'in evinde bildiğim gibi. Ege'nin de eski evinde bilirdim. Uzun yıllar bir arada olmanın kazançlarıydı böyle şeyler.

Sütü ısıtırken içine yeterli miktarda çikolata tozu ekledim.

Sıla büyük bir ciddiyetle beni bekliyordu. Sıcak çikolata olması gereken kıvamı aldığında bardakların olduğu kısımdan iki tane kupa çıkarttım. Siyah olan Sıla'nın hep kullandığı kupasıydı onu doldurup masaya bıraktığımda bakışlarını kupaya indirdi. Kırmızı olanı da kendim için doldurup karşısına oturdum.

Kulpuna ellerini geçirse de henüz içmemişti. Konuyu kendisi açması gerekiyordu, sorduğum an okların hedefi olurdum.

Kupayı dudaklarıma kaldırıp minik bir yudum aldım.

"Ege ile tartışmadık..." dedim sakin bir tonda. "Hatta," Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Dikkatle yüzüme bakıyordu. "Ona, babamın babasının durumunda payı olduğunu anlattım."

Kaşları çatıldığında öne doğru eğildi. "Ne demek payı var?"

"Babam," dedim bugün ikinci defa bu konuya giriş yaparak. "Ege'nin babasının muhasebecisi ile iş birliği yapmış. Vergi kaçırıyor olarak göstermiş, aslında öyle bir şey yok."

Yüzüme dikkatle bakmaya devam ediyordu. "Yani usulsüzlük yapılmadı en azından Vural amcanın bilgisi dahilinde ama kaçmak zorunda kaldı çünkü ispat edemedi. Babam da, Ege'lerin şirketini yarı fiyatına satın aldı."

"Bülent amca?" dedi, Sıla şaşkınlıkla. "Yok artık."

Güldüm. "Babam sandığın gibi sadece soğuk ve huysuz birisi değil Sıla. Babam kötü bir insan..."

"Bunun gitmenle alakası var değil mi?" diye sordu bu kez.

Başımı salladım. "Nedenlerden biri." dedim, bakışlarımı kahverengi köpüklere çevirdiğimde.

"Neden anlatmadın?"

Biraz daha eğildiğinde ona baktım.

"Geçen sene... Tüm bunları öğrendiğimde, sanki sahip olduğuma inandığım her şey anlamını yitirmişti. Herkese, en çok kendime olan güvenim yok olmuştu."

Dudaklarımı ıslattım. "Kaybolmak, yok olmak istedim..."

"Gitmek ve dönmemek..." dedi.

"Belki," dedim. "Dönebilecek kadar gittim ama belki de dönemezdim. Bilmiyordum. Kendimde kalacak gücü bulamadım, ha dersen ki gidecek gücü nasıl buldun." Acıyla güldüm. "Onu da bulamadım."

"Ama bu babamın bugüne kadar benden duyduğu en muhteşem öneriydi. Ona nasıl gittim, beni nasıl gönder dedim bilmiyorum. Gerçekten bilmiyordum."

Babam beni bir gün içinde kilometrelerce uzağa göndermişti. Hastane, doktor, kalınacak yer hatta orada benimle ilgilenecek bir yardımcı bile bulmuştu birkaç saat içinde. Eşyalarımı toplatmış, uçağı ayarlarmış ve benim ağzımdan gitmek eylemli o cümle çıktıktan bir gün sonra isteğimi yerine getirmişti. Beni desteklemiş, iyi olmamı istediğini söylemiş ve beni göndermişti. İyi olmamı istemişti, belki gerçekten istemişti ama ilk bir ay boyunca benimle iletişime dahi geçmemişti. Benim de pek konuşkan bir dönemimde olduğum söylenemezdi. Günlerce tek kelime etmemiştim. Benim için her şeyi yapan kişiler vardı ve ihtiyaçlarım için dahi konuşmama gerek kalmamıştı.

Parmakları tekrar kupanın kulpuna geçtiğinde bu kez uzun bir yudum aldı.

"Ege ne dedi?" diye sordu.

"Araştıracağız," dedim sakince. "Birlikte."

"Sizin," dedi yüzüme temkinli bir ifadeyle bakarken. "Aranız mı düzeldi."

"Es verdik ya..." diye açıkladığımda hafifçe gülümsedi. "Sizin esiniz nasıl geçti?"

Sıla sinirle güldüğünde sıcak çikolatamdan bir yudum aldım.

"Ekin Göksoy'u o bir balondan ibaret olan egosunda boğacağım."

Eyvah!

"Anlatmak ister misin?" Başımı yana eğdim. "Bir yabancıya yani..."

"Bugün es verdik unuttun mu?" diye sordu, alaycı bir tonda.

"Kavga mı ettiniz?" dedim, çekingenliğimi atamıyordum. Ege ve Sıla beni bütünüyle affedene kadar da atamayacaktım.

"Sayılır..." diye açıkladı. "Sana bir söz versem sen de bana destek çıksan olur mu?"

Nasıl bir söz olduğundan emin olmasam da onu onayladım.

"Aybars konusunda bana güven, ikimiz de bazı şeylerin farkında olan kişileriz. Evet, sana yaptığı korkunçtu."

Dudaklarımı sıkıntıyla kıvırdım. "Ama sana zarar vermek istemediğini sen de biliyorsun."

Biliyordum ama bu ona olan öfkemi geçirmiyordu.

"Hangi konuda destek olacağım?" diye sordum merakla.

"Ekin'in ciddi bir sarsıntıya ihtiyacı var."

"Hayır." dedim. İfadesi ciddileşti. "Ekin bunu kaldıramaz."

"Tabii ki onun tarafındasın." dedi yerinden kalkmak için yeltendiğinde.

"Sıla..." Kolundan tuttuğumda tekrar oturdu. "Sen de biliyorsun. Ekin sana nasıl bakıyor, seninle nasıl konuşuyor, sen ortamdayken nasıl nefes alıyor... Sen de biliyorsun."

Bakışlarına minik bir an için yumuşasa da çabuk toparladı.

"Git sor o zaman o bana nasıl baktığını bildiğin arkadaşına, bugün ne yapmış?"

Yerinden kalkıp mutfaktan çıktı.

Telefonu çıkartıp Ekin'e Sıla'da olduğuma dair mesaj attığımda gelen mesaja baktım Ege'dendi. O da bana Ekin'de olduğunu yazmıştı. Buna belli belirsiz gülümseyip kupaları masadan kaldırıp lavabonun içine bıraktım. Mücadele etmem gereken bir adet Sıla Aslan vardı ama bastıran uykum bu duruma engeldi. Merdivenlere doğru ilerlediğimde Sıla, misafir odalarından birinin kapısını açık bırakmıştı. Tam onluk bir eylemdi. Odaya girdiğimde yatağın üzerinde katlanmış halde duran krem rengi pijamaları görüp gülümsedim.

Bu gecenin artık bitmesi gerekiyordu, yarın ise herkes için yeni bir gün olacaktı. Belki çözülmez sandığımız düğümler de çözülürdü...  

Continue Reading

You'll Also Like

32.2M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
6.9K 495 22
Mahi, savcı sandığı babasının aslında kafes dövüşlerinin en iyi organizatörü olduğunu öğrendiğinde on dokuzdu. Her şeyi bırakıp başka bir hayata başl...
249K 11K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
451K 26K 30
Şafak aydınlığa çok yakın! Şafak gökyüzünü sarıyor. Şafağın sardığı gökyüzüne kimse engel olamazdı. Babamdan, bana kalan bu kutsal aşkı tek bildim...