İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 9

21.3K 1.3K 710
By iremmipelin

"The sun goes down and it comes back up.‬
The world it turns no matter what‬. 
If it all goes wrong...
Darling, just hold on."

Güneş batıyor ve tekrar çıkageliyor. 
Ne olursa olsun yine döner dünya.
Her şey kötüye giderse...
Sevgilim, sadece dayan.


  🌸  

Aybars Atahan tam olarak kimdi, nasıl birisiydi bilmiyordum ama hakkında bildiğim en net fikir bir centilmen oluşuydu. Sınırı geçtiği zamanlarda dahi aslında kendi belirlediği sınır içinde duruyordu. Görgü kurallarını aşmayan cümlelerini özenle seçiyordu ve kimin canını nasıl yakacağını oldukça iyi biliyordu. Her düşman gibi zayıf noktaları vakti gelince kullanmak için aklında tutuyordu.

Şu an ilgi alanında Berrak yoktu ya da Ekin... Mavi gözlerinin odağındaki Sıla Aslan'dı. Büyülenmiş gibi bakarken büyülediğinden emin olacak ki keyifle gülümsedi.

Üzerinde kolları dirseğine kadar kıvrılmış beyaz bir gömlek vardı. Altında siyah, keten bir pantolon ve süet siyah spor ayakkabılar. Şıktı ama rahattı da aynı zamanda. Koyu saçları özenli bir dağınıklığa sahipti, mavi gözleri ise loş ışığı umursamadan parlıyordu. Olduğum yerde durmuş, kendimi bu resmin içine dahil etmeden buradan çıkıp çıkamayacağımı düşünüyordum. Ege tam yanımda duruyordu, merdivenlerden indikten sonra bar tezgahının çaprazına gelip herkesi görebildiğim bir noktada durduğumda o da benimle durmuştu. Kendimi fazlalık hissettiğim andan uzaklaşmamıştık ama şu an tek bir fark vardı. Ege Fırtına.

Bakışlarımı ona çevirdim, Berrak tezgahın arkasında çok da önemli görünmeyen bir şeyle uğraşıyordu, daha çok bakışlarını Aybars'dan kaçırmaya çalışıyor gibiydi. Sıla, Mert ile sohbet ediyordu ama bir engele takılıyordu sürekli Aybars gözlerini ayırmadan ona bakıyordu. Ekin ise barın arkasına geçmiş kendisine içki dolduruyordu. Herkes gözüme bir filmden sahneyi canlandırıyormuş gibi görünürken buradan gitmek istiyordum.

"Nora..." dedi Ege, kaçamayacağımı anladığım için öne doğru bir adım attığımda.

Eli kolumun üstünü tuttu ve beni yakınına çekti. "Sınırını korumaktan bahsettin ya demin," Kulağıma doğru eğildiğinden nefesi boynumu ele geçiriyordu. "Şimdi tam sırası..."

Ben henüz cümlesini zihnimde anlamlandıramazken kolumu tutan eli bileğime kaydı ve barın arka kapısına doğru ilerledi adımları. Hızlandığında dışarı çıkıp gözüme ilk günden beri oldukça büyük görünen arabasının yanına ulaştı. Birkaç saniye içinde benim tarafımın kapısını açtı ve bileğimi bırakıp binmemi bekledi. Şaşkındım ama sorgulayacak durumda da değildim.

Oturduğumda kapıyı kapattı ve sürücü kısmına geçti.

Nereye diye sormadım, sormama da gerek yoktu biliyordum beni eve bırakıyordu. Ege Fırtına hala benim tanıdığım adamdı. Kendisini bir kabuk ile saklıyordu ama biliyordum, orada bir yerlerde bildiğim bakışlar saklıydı. Henüz o bakışlar değmiyordu gözlerime ama biliyordum, oradaydılar.

"Aybars ile," dedi, ana yola çıktığımızda hızımızı arttırarak. "Sınırını koru, madem sınırdan bahsediyorsun."

Oturduğum yerde hafifçe ona döndüm. Onu uzun zamandır araba kullanırken görmüyordum. Düşündüğüm şey ile kendime güldüm, onu uzun zamandır birçok şekilde görmüyordum. Kol kasları gerilmişti ve direksiyonu öfkeli olmasa da gergin tutuyordu. İçinde tuttuğu cümleler gibi. Suskunluğunu bozmuştu yine de yetmediğini biliyordum. Kim bilir neler biriktirmişti, kim bilir nasıl yanıyordu canı.

"Ege..." dedim, sakince. "Aybars ile tek sorun Berrak mı?"

Bir elini direksiyondan çekip boynunu sıktı. Gergindi ama daha çok yorgundu.

Göğsümde uyutsaydım, diner miydi yorgunluğu?

"Nasıl başladığını bile hatırlamıyorum. Önce maçlarda Ekin'e sataşmaya başladı. Yaralamaya çalışmaya kadar götürdü işi. Ekin'e karşı garip bir öfkesi var. Benden direkt nefret ediyor ama Ekin'e zarar vermek istiyor gibi."

Ekin'e zarar vermek isteyen fazla kişi olurdu ama kimse yaklaşamazdı yanına. Hep sınırlarını bilirlerdi biraz da Ekin'in gücünden korkarlardı. Daha çok babasının gücünden...

"Derdi seninle ama Ekin ile uğraşıyor, garip." dedim, sorgulayarak.

"Ekin ile dostluğumuzu biliyor işte." Yüzünü hızla bana çevirdi. "Uzak duracaksın, rica etmiyorum Nora, uzak duracaksın."

"Ne zamandır bu kadar kabasın?"

Başını tekrar önüne çevirdi. "Hayat keyifle ağzıma sıçtığından beri."

Başımı yola çevirip kollarımı göğsümde bağladım. En son bu arabaya bindiğimde Ege neşeli bir adamdı. En son bu arabaya bindiğimde Ege tüm kalbiyle bana aitti.

"Berrak," dedim, cümleye başladığım an pişman olarak. "Sana iyi mi geliyor gerçekten?"

Gözlerini kıstı ama bakışları bana dönmedi. "Bu nereden çıktı?"

"Sıla söyledi, sizi ilk gördüğümde."

"Evet." dedi, dümdüz.

İşte yine dart tahtasıydım ve Ege okları tam kalbime atıyordu.

"Mutlu musun onunla?"

Madem vuruyordu, öldürseydi. Sağ bırakınca geri dönüyordum işte, tam öldürseydi.

"Evet." dedi, yine dümdüz.

Dudaklarımı ısırdım, kollarımı kendime daha sıkı sardım. Tahmin etmediğim bir şey söylememişti, şimdi yıkılmak olmazdı.

"Peki," dedim, dilindeki ok belki bu kez öldürücü darbe ile saplanır göğsüme umuduyla. "Benimle olduğundan daha mı çok?"

Sustu. Suskunluğundan kelimeleri ayıklamak istedim ama onun kadar yorgundum.

Göğsünde uyusam, geçerdi.

"Neyin var?" diye sordu, başını hafifçe eğmişti. Merak edişinden hoşlanmıyordu belli ki, yine de sormuştu.

"Bir şeyim yok," dedim sakince. "Sadece bir an kötü hissettim, önemli değil."

"İnsanlar kötü hissettiklerinden terleyip titremezler Nora. Ya da boğuluyormuş gibi olmazlar. Panik atak mıydı?"

Başımı yavaşsa sağa sola salladım. "Hayır."

"Ne, söyle o zaman? Neydi?"

Bakışlarımı sağa çevirip pencereden dışarı baktığımda sinirle güldü.

"Söylemeyeceksin..."

Bakışlarımı hafifçe ona çevirdim, birkaç kere derin nefes aldı.

"Beni neden oradan çıkarttın, sonuçta Aybars Berrak için geldi ve sen onları tek bıraktın."

Kaşları çatıldı. Ne yani, bunu düşünmemiş miydi?

"Ekin var, yalnız değil." dedi, bana değil de kendine söylüyormuş gibiydi.

Onu zorlamazsam cevaplarıma ulaşamazdım biliyordum, yine de sustum. Öfkeli bakışları kalbimi gösterdiğimden daha çok kırıyordu. Bu gece yeterince sarsılmıştım, bir taneye daha ihtiyacım yoktu.

"Neden senin odanda uyumuyordu?" diye sordum, susmam gerektiğini kendime hatırlatmamışım gibi.

"Neden cevapları es geçip soruları sıralıyorsun?"

Sessizce güldüm, haklıydı. Cevapları vermeden, cevapları alamazdım.

"Fazlalık hissettim," dedim, yavaşça. "Aranızda. Öyleyim de zaten. Sen hayatına devam etmişsin, Sıla bana o kadar öfkeli ki annesini bile söylemedi, sadece Ekin..."

"Sadece Ekin topluyor arkanı değil mi?"

Alt dudağımı kemirdim. Susamıyordum ama konuşamıyordum da işte.

"Sen gittin Nora, hepimizi bırakıp sen gittin. Artık biz seni terk etmişiz gibi davranmaktan vazgeç. Sen terk ettin!"

Terk etmek...

"Öfken..." Gözlerimi kapattım, ağlamak istemiyordum. "Hiç geçmeyecek mi? Beni bir daha hiç mi sevmeyeceksin?"

Araba, tekerlerin yolda sürtmesiyle sertçe durduğunda bir elini direksiyondan çekmeden hızla bana döndü.

"Sınıyor musun beni? Sabrımın sonunu mu ölçüyorsun, nerede yiter aklım ona mı bakıyorsun, ne yapıyorsun?"

Yutkundum. Elalar oldukça koyuydu, yolun ışıkları yüzüne vuruyordu ve öfkesi yüzünün her noktasından keskince parlıyordu.

"Ege..." dedim. Çok yorgundum. "Sana sarılabilir miyim?"

Kaşları hayretle yukarı kalktı önce, direksiyondaki eli alnını buldu, ardından parmakları gözlerine indi. Derin bir nefes aldı. "Yok, sen kesin sınıyorsun beni."

Arabayı yeniden çalıştırmak için uzandığında bileğini tuttum. Bakışları bana döndüğünde buğulanmış gözlerimi saklamadan gözlerinin içine baktım. Muhtaçtım, ondan gelecek minicik bir şefkate muhtaçtım.

Gözleri, gözlerimde dururken göğsü gerildi. Omuzlarını sıktı ve bıraktı. Direniyordu. Tuttuğum bileğini yavaşça aramızdaki boşluğa indirdi, diğer kolu uzanıp belimi kavradı ona sarılmam için kendini bana doğru itti. Bir kolum belini sararken boşta kalan elim ensesini kavradı. Burnumu boynuna gömdüğümde o da başını omzuma dayadı.

"İzin ver," dedim, boynuna dudaklarım değerken. "İzin ver kırdığım ne varsa düzelteyim."

Belimdeki kolu beni daha sıkı kavradığında ona doğru yaklaşıp saçlarının altına burnumu değdirdim.

"Düzeltemezsin..."

Sanki başarabilirmişim gibi, düzeltmeye hemen başlayabilirmişim gibi ona biraz daha yaklaşıp daha sıkı sarıldım.

"Bir an bile..." dedim, dudaklarım boynuna baskı yaparken. "Bir an bile çıkmadın aklımdan."

Belimi kavrayan kolları beni oturduğum taraftan çekip kucağına aldığında sırtını koltuğa yasladı. Başımı boynundan kaldırıp alnımı alnına dayadım. Nefesimi düzeltmeye çalışırken kapalı tuttuğu gözlerine baktım. Uzanıp sol gözünün kirpiklerini öptüm.

"Neden?" diye sordu, gözlerini açmadan.

Başını koltuğa yasladığında gözlerini açmadı ama ellerini de belimden çekmedi. Bir cevap bekliyordu, cevapları henüz vermeye hazır değildim. Ona her şeyi anlatmak istiyordum, bahaneleri değil nedenleri vermek istiyordum ama o zaman bile düzeltemeyecekmişim gibiydi. Haklıydı, düzeltemezdim. Belki telafi edebilirdim.

Dudaklarına uzandığımda gözlerinin kapalı olmasından ilk kez güç bularak, dudaklarımı bastırdım. Dudağını hafifçe araladığında bunu karşılık kabul edip dudaklarımı oynattım.

Beni kendine sertçe çektiğinde öpücüğü şiddetini de artmıştı. Dudaklarım dudakları tarafından ele geçirilmişti. Karşılık vermesini bile beklemiyordum ama bu bir yıl öncesinden kalma bir öpücüktü, biliyordum. Beni son öptüğü günü hatırlıyordum, kısa bir öpücüktü, günün vedası olarak. Bu kez hoş geldin, diyerek öpmüyordu ama... Bu kez, öfkesini dudaklarımdan çıkartıyordu. Alt dudağım, iki dudağının arasında hapsolduğunda bir eli bacağıma kayıp zaten yeterine yukarı çıktığını hissettiğim eteğimi biraz daha sıyırdı. Avuç içlerimi iki yandan boynuna bastırıp ondan bir baş boyu kadar da olsa yukarda olmamım verdiği avantaj ile eğildim. Nefes almaya ihtiyacım yoktu, benim nefesim onun dudaklarında saklıydı.

Özlemekten de öteydi bu, Ege'ye susamıştım.

Tek kolu belimi sarıp beni biraz daha havaya kaldırdı ve dudakları dudaklarımdan ayrılıp önce çeneme sonra boynuma kondu. Sert öpücükleri göğsüme indiğinde, dudaklarını tenime bastırıp soluklandı. Çenemi başının üstüne dayadığımda boynunu iki yandan kavrayıp sarıldım. Nefesi göğsüme değerken, bacağımdaki elinin başparmağı derimi kutsuyordu.

Solukları sakinleştiğinde başını hafifçe kaldırıp gözlerime baktı. Gözleri buğulanmıştı, dudakları ise hafif aralıktı ve olduğundan iki ton kırmızıydı. Dudaklarına doğru yavaşça eğildiğimde öpücüğümü yakalayıp bacağımdaki elini hafifçe sıktı.

Dudaklarından, dudaklarıma sızan nefes ciğerlerime dolduğunda kendimi her şeye rağmen ait hissettim. Ege Fırtına, beni tüm gücüyle tutuyordu, hiç bırakmayacak gibi. Bırakacaktı, biliyordum ama umurumda değildi. Çünkü ikimizde biliyorduk, yine tutacaktı, yeniden.

Beni yavaşça çekip kucağına yerleşmemi sağladığında yanağımı omzuna yaslayıp görüşümü kapatan çenesine minik bir öpücük kondurdum. Birazdan tüm büyü bozulacaktı ve ben o an gelmeden olabildiğinde güç toplamak istiyordum.

O benim peri tozumdu, üzerime serpilmeden uçamazdım.

Parmak uçlarım çenesine yavaş yavaş değerken, bu minicik anın huzurunda kayboldum.

Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

"Bara dönmem lazım, bırakayım seni artık." dedi.

Her kelime dudaklarından zorlukla dökülmüştü. Ne kadar yakın olursak olalım görünmez bir engel vardı tüm boşluklarımızı dolduran. Cevaplar ve nedenlerden sonra bile kapanmayacağından korktuğum bir engel. Gözleri, gözlerime yine hiç kimse olarak bakmadan önce yapabiliyorken yapmak için uzanıp şakağındaki damardan öptüm. Yan koltuğa geçtiğimde üzerimi düzeltip bakışlarımı ondan uzak tutmaya çalıştım, gözlerinde göreceğim minik bir uzaklık bile beni yerle bir ederdi. Tenim teninde dinlendikten sonra olmazdı, belki yarın ama asla şimdi değil.

Yol boyunca bakışlarımı sokak lambalarında, trafik ışıklarında, yanımızdan hızla geçip giden arabalarda ve içlerindeki insanlarda tuttum. Evin önüne geldiğimizde yavaşça durdu, gözlerimi ona değirmeden çantamı aldım. Bıraktığı için teşekkür etmek istemiyordum, bir yabancı gibi. Biraz önce soluğu soluma karışan o değilmiş gibi. Uzanıp sarılamazdım da umduğumdan fazlasını almıştım. Sınırları koruyacağıma söz vermiştim; önce kendime, sonra ona.

Sınırlar... Biraz önce yakıp yıktığımız sınırlar.

"İyi geceler." dedim, kapıyı açtığımda.

Bir şey söylemedi, yine de dönüp gözlerimi gözlerine dikmedim. Yavaşça indim ve arkamdan kapıyı kapattım.

Eve girdiğimde çantamdan telefonumu çıkartıp baktım, Ekin mesaj atmıştı.

"Neredesin?" Birkaç dakika farkla bir mesaj daha yazmıştı. "Bir dakika... Ege de yok. Nora, neredesiniz?"

Mesaj atmayla uğraşamazdım, odama çıkan merdivenlere ulaştığımda arayıp telefonu omzumla kulağımın arkasına sıkıştırıp ayakkabılarımı çıkarttım.

"Nora?" dedi, telaşla.

"Eve geldim şimdi, Ege bıraktı." dedim, sessizce. Babam muhtemelen uyuyordu ve şu an hiç onunla konuşacak halim yoktu.

"Fark ettim o kadarını... Aybars zamazingosunu bıraktınız gittiniz başıma, neyse ki otokontrol ne biliyorum da çarpmadım ağzına Bacardi şişesi ile."

Kıkırdadım. Ekin Göksoy her durumda neşemi yerine getirebilirdi.

"Ege'yi öptüm." dedim, pat diye.

"Ne?" Telefona doğru bağırdığında birkaç ses duydum, tek olduğunu ummaktan başka çarem yoktu şu an. "Nasıl öptün, neresinden öptün? Baya baya öptün mü, dümdüz?"

Elimde olmadan biraz daha gülerken görebilecek gibi başımı salladım. "Öptüm işte, o da beni öptü."

"Yok artık LeBron James!"

Minik bir kahkaha daha attığımda odamın kapısını açıp içeri girdim. Sırtımı kapıya dayadığımda çantamı ve ayakkabılarımı girişe bıraktım.

"Sonra yine eskisi gibi davrandı ama en azından o da beni özlemiş, hatta belki unutmamış bile."

Bir ses geldi, kapı açılma sesi gibi. "Sen, neredesin?"

"Eve geldim şimdi, Aybars geceye limon sıkınca kalktık hepimiz."

Kaşlarımı çattım. "E Berrak? Ege sana güvenmişti." 

"Bana güvenecek tabii, kime güvenecek. Yok bizden önce gitti Aybars. Ha sana da yarın gece telafi ederiz, dememizi istedi."

Sesindeki rahatsız tını bana kızmamak için kendini sıktığını gösteriyordu.

"Ege'yi kızdıramam... Etmesin telafi falan."

Bir şey kapandı, bir kapak. Birkaç saniye sonra yutkunma sesi duydum.

"E ne olacak şimdi?"

Yatağa uzanıp sırtımı başlığa dayadım. "Bilmiyorum, yani en azından şimdilik bir umudum var."

"Nora," dedi sakince. "Ege'ye anlat."

Bunu öyle bir söylemişti ki, sanki ne anlatacağımı biliyordu.

"Anlat ona, bilsin."

Derin bir nefes aldım. "Neyi?"

Güldü ama gülüşünde anlayışlı bir hal saklıydı. "İngiltere'ye giden uçağa bindiğinde seni geri dönmek istemeyecek noktaya getiren neyse, onu."

"Yetmezse?" diye sordum, bugünden sonra bir korku daha eklenmişti içime. Ya cevaplar ve nedenler yetmezse onu bana geri getirmeye?

"O zaman bir daha öpersin."

Minik bir kahkaha attım. "Öperim," dedim gülüşümün arasından.

"Uyuyorum şimdi, yarın haberleşiriz."

"İyi geceler..." dediğinde, çalan zili duydum.

"Oo misafirin mi var?"

"Var, hep olur bilirsin."

İmasını anladığımda başımı iki yana salladım. Hep olmayacak Ekin Göksoy, bir gün bıkacaksın saklanmaktan.

"İyi uykular, yani en azından bana."

Telefonu kapatıp yatağın üstüne bıraktığımda yerimden kalkıp giyinme odasına gittim. Üzerime pijamalarımı giydiğim gibi yatağa girecektim, tabii bir de makyajımı temizleyip.

🌸

Elimdeki kumaş çantayı tutarken kulağımla omzum arasına telefonu sıkıştırıp omzumdaki çantayı düzelttim.

"Ekin geldim tamam, yirmi kere aradın ya yirmi!"

Binaya girdiğimde Ekin'in ettiği tarife uyarak oldukları yere doğru ilerledim. "Tamam, girdim içeriye."

"Tamam, geliyorum." dedi hızla.

Birkaç adım sonra bahçeye çıktığımda havuzun olduğu kısma doğru ilerledim.

"Bu nasıl bir assolist oluş, bilseydim pembe tüylü şeylerden de alırdım sana."

"Saat daha 7, hava bile yeni karardı."

Elime uzanıp poşeti aldı. İçine baktığında heyecanla gülümsedi.

"Nora yuh, bize kadar yapsaydın yeterdi."

Omuz silktim, alt tarafı 4 büyük saklama kabı kadar Tiramisu yapmıştım. Gerçi yapmak tüm günümü almıştı ama olsun.

"Ekin," dedim huzursuzlukla kalabalığa doğru ilerlerken. "Sana bir şey söylemem lazım."

"Bu kez Ege'yi öpmüş olamazsın, saat 5'den beri yanımda."

Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım.

"Hayır, bu güzel bir şey değil."

Olduğu yerde durup bana döndüğünde omzunun arkasından Ege'yi görebiliyordum. Gördüğüm gibi de nefesim kesilmişti. Çok özenli görünüyordu. Üzerinde siyah deri ceket vardı, içinde siyah bir tişört ve siyah pantolon. Baştan aşağı siyah oluşunu sporlaştıran tek şey ters çevirip taktığı şapkasıydı. Ayağına siyah kar botları giymişti ve havanın o kadar da soğuk olmayışının bir önemi yoktu çünkü bu ona bir üstü olabilirmiş gibi daha havalı bir görüntü katmıştı.

"O zaman Ege'yi gözünle yemeyi bırakıp söyler misin ne olduğunu?"

Bakışlarımı Ekin'in merakla parıldayan açık kahverengilerine çevirdim.

"Aybars," dedim yüzümü buruşturup. "Yarın telafi ederiz derken partiyi kastediyormuş."

Ekin önce kaşlarını çattı, ardından başını salladı. "İyi, gelsin."

"Üzgünüm." dedim tekrar yürümeye başladığımızda. Çantamı ve Mert'in hediyesini Ekin'in eşyalarının olduğu şezlonga bıraktım.

Ege tanımadığım birisiyle konuşuyordu. Çocuk her ne anlatıyorsa birkaç cümle de bir kahkaha atıyordu. Gülüşünü özlemiştim. Sıla açık büfe için hazırlanan tarafta arkası dönük duruyordu. Hızlı adımlarla yanına gittim.

"Sıla," dedim, ona doğru yaklaşıp.

Sıla'nın bakışları bana döndüğünde kaşları hafifçe kalktı.

"Biraz konuşalım mı?"

Önce etrafa baktı, ardından tekrar bana döndü. Tereddütlü olsa da başını salladı.

"Dinlenme kısmına geçelim mi?" diye sordum, başparmağımla omzumun arkasında bir noktaya uzatırken.

"Çisil gelecekti, yalnız kalmasın şimdi burada söyle ne söyleyeceksen."

"Ekin burada, hem Mert de ilgilenir onunla." dedim, etrafa bakıp Mert'i aradım ama yoktu.

Dudaklarını birbirine bastırdı, tekrar başını salladı.

İçeri doğru ilerlerken cümleleri kafamda toplamaya çalıştım. Doğru yerden başlamam lazımdı.

Koltukların olduğu kısma ilerleyip oturduğumda, benim oturduğum ikili koltuğu es geçip tekliye oturarak bir bacağını diğerinin üzerine attı. Uzun saçları omuzlarından dökülüyordu, içinde ön kısmı çapraz askılardan oluşan bir bluz ve siyah dar kot vardı. Kısa deri ceketinin kollarını dirseğine doğru hafifçe çekmişti. Siyah ojeleri uzun tırnaklarına havalı bir görüntü vermişti ve topuklu botları ile oldukça şık görünüyordu. Her zaman nasıl giyineceğini iyi bilirdi.

"Seni aramak istedim," dedim usulca. "Gittiğimde."

Kolunu koltuğun kenarına dayayıp avucunun içine çenesini yasladı.

"Kendimden kaçıyordum zaten, söyleyeceklerinden korktum sonra... Silinip gitmek istedim, hiç var olmamış gibi. Hayatınıza devam edin ben saklanırken istedim. Bencilce biliyorum ama kimseyi yanımda sürükleyemezdim."

Sinirle güldüğünde bakışlarımı gözlerine çevirdim.

"Ve 1 yıl sonra döndüğünde açıklaman bu, öyle mi?"

Başımı hızla iki yana salladım. "Sana anlatacağım, gerçekten ama önce izin ver hepinize affettireyim kendimi."

"Anlatma." dedi, dizini hızla öne arkaya sallarken. "İstemiyorum Nora, artık seni hayatımda istemiyorum."

"Sıla... Lütfen telafi etmeme izin ver."

"Telafi?" dedi, kaşlarını kaldırarak. "Nasıl edeceksin telafiyi? Önce eski sevgilini ve hayatını geri alarak mı?"

"Ege... Ege bensiz daha iyidir belki bilmiyorum ama-"

"Ama onu geri istiyorsun? Her şeyi istediğin gibi... Buraya bile gelememen lazımdı."

Yerinden kalkıp kollarını göğsünde bağladı. "Hep Ekin işte, sen de onun sana kıyamayacağını bildiğinden paçalarına tutunuyorsun."

"Bilmediğin bir şey var ama..." dedi, gözleri sinirle gözlerime odaklandığında. "Ekin için de vazgeçilmez değilsin."

Değildim, biliyordum.

"Sıla öfkelisin, haklısın ama ben bilmiyordum."

Kaşları çatıldığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Annen için üzgünüm, eğer bilseydim..."

"Ne yapardın? Kalkıp gelir miydin? Hastanede sabahladığım gecelerde yanımda mı olurdun? Beni her şeyin düzeleceğine mi inandırırdın?"

Gözleri dolduğunda uzanıp ona sarılmak istedim ama iteceğinden emindim.

"Ne yapardın?" diye bağırdı.

"Aramak istedim ama kendimi bensiz daha iyi olacağınıza ikna etmiştim."

"Sensiz daha iyiyiz zaten Nora," dedi, gözlerindeki buğu kaybolurken. "Şimdi tekrar gitmek ister misin?"

"Ege daha iyi sensiz, mutlu... Mert de öyle, ben de öyleyim. İki gün Ekin özler sonra o da partiler falan derken hop bir bakmışsın, sallamıyor."

Gözlerim dolduğunda bakışlarımı yere indirdim.

"Kimsenin senden gelecek bir şeye ihtiyacı yok, kimsenin sana ihtiyacı olmadığı gibi."

Arkamda duran koltuğa yavaşça oturdum. "Git şimdi, istersen dünyanın bir ucuna git ama sakın geri dönme Nora."

Topuk sesleri uzaklaştığında bahçeye çıktığını anlamıştım.

Avucumda titreyen telefon ile bakışlarım ekrana döndüğünde, gözümden akmak üzere olan yaşlar ekrandaki yansımamda parıldadı.

Aybars arıyordu. Artık oynamak istemediğim oyunun jokeri olan Aybars. Belki de haklılardı, kimsenin bana ihtiyacı yoktu.

"Efendim?"

"Geldim ben, beni karşılamak ister misin?"

Yerimden kalktım. "Otopark tarafında mısın?"

"Evet Yunan ışığı, bekliyorum hadi."

Derin bir nefes alıp telefonu kapattım. Ya kendisini ajan falan sanıyordu ya da kötü adam tiplemeleri ile dolu filmlerden kopup gelmişti.

Birkaç dakika önce en yakın arkadaşım tarafından duyabileceğim en ağır cümleleri duymamışım gibi davranmalıydım. Kendimi yiyip bitirecek çok vaktim vardı ama öncelikle Aybars'ın zayıf noktasını öğrenmem gerekiyordu. Belli ki o adımın kökenine inecek kadar hakkımızda bilgi sahibiydi, bizim de onun hakkında bilgi toplamamız gerekiyordu. Bizim derken, kendimden bahsettiğim kısmını hatırlamamaya çalıştım. Tek başımaydım, Ekin'i bu işe karıştıramazdım çünkü. Sıla haklıydı ama onun da bilmediği bir şey vardı, bu kez hiçbir yere gitmiyordum.

Aybars içeri girmek üzereyken otomatik kapının önünde karşılaştığımızda onun ilk karşılaştığımızda yaptığı gibi baştan aşağıya süzdüm. En az dün olduğu kadar şıktı, tek fark bugün üzerinde toz mavi bir gömlek olduğuydu.

"Senin için erken bir saat değil mi?" diye sordum, yapay bir gülümsemeyle.

"Dün geç gelmiştim, seni kaçırdım. Bugün kaçırmayayım dedim."

Başımı abartılı bir onayla salladım. "İyi yapmışsın."

Bahçe kısmına doğru ilerlerken omzumun üstünden beni süzdü. Üzerimde siyah alt kısmı bollaşan mini bir elbise ve nude ayakkabılar vardı. Sakin ama şıktı. Saçlarım ise düz bir halde sırtıma dökülüyordu.

"Ne," dedim, gözlerini üzerimden çekmediğinde. "Yine mi Berrak ile kıyaslayacaksın."

Hafifçe gülümsedi. Gülüşünde bile meydan okuyan bir hal vardı.

"Berrak yeterince yapıyordur, bana gerek yok."

"Sana bir şey soracağım," dedim, söylediği cümleyi pas geçerek.

"Berrak'a neden aşık oldun?"

Başını hafifçe bana döndürüp çok değerli bir noktaya değinmişim gibi hayranlıkla gülümsedi. Omzuna zor ulaşıyor olmak sinirimi bozuyordu.

Sahiden, neden çevremdeki erkeklerin hepsi fazla uzundu?

"Gözleri bir kere bile gerçekten bana bakmadığı için sanırım." dedi, samimiyetle.

Verdiği cevap karşısında şaşırmıştım ama bu kadar açık olmasının altından bir şey aramadığım söylenemezdi.

"Başkasına aşık kadınlara mı ilgi duyuyorsun?"

"Hayır," dedi, keskin bir sesle. "Berrak fazla özensiz ama güzel... Yani gözlerin onu tek seferde bulmaz ama bulduğunda ise...

Başını iki yana sallarken ellerini ceplerine soktu. "Benim asıl şaşırdığım ne biliyor musun?"

Gözlerini kısıp hafifçe bana doğru eğildi. "Ege'nin hala nasıl aklında senin olduğun."

Dudaklarım belli belirsiz aralandığında kahkaha attı. "Güzelsin Nora, çok güzelsin ama o kadar. Pek bir numaran yok."

Derin bir nefes alıp gözlerimi mavi gözlerine diktim. "Bunu bir de Ege'ye sor istersen."

Yüzünü muzip bir ifade kapladı. "Yatakta iyisin yani?" Anladığını belli edercesine başını sallarken bir kez daha güldü.

Cevap verme gereği duymadan adımlarımı Ekin'in olduğu yere yönelttim, arkamdan gelip gelmemesi umurumda bile değildi.

Sinir bozucuydu, fazlasıyla.

Ekin'in yanına ulaştığımda "İşte şimdi gecem aydınlandı," dedi Aybars birkaç adım arkamdan gelen sesiyle. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde, gözlerinin konduğu yerde Sıla vardı.

Neler oluyor?

Ekin, elinde tuttuğu bira bardağını sıktığında Sıla'nın sert olmayan ifadesini algılamakta güçlük çektim. Sıla, Aybars gibi adamların ağzının payını vermekte oldukça usta olmuştu her zaman ama şu an sakindi, fazla sakin.

"Henüz gece olduğu söylenemez..." dedi Mert, Sıla'nın yanında durmuş gözlerini Aybars'a dikmişti.

"Doğum günün kutlu olsun." dedi Aybars, kibarca elini uzattığında.

Mert tokalaşmadan önce Ekin'e baktı ve sıkıntıyla elini uzattı. 

Bir şey kaçırmıştım ama ne?

Ege'nin bedeni Ekin'in yanında belirdiğinde çatılan kaşlarının odağında Aybars olduğunu anlamam için dönüp bakmama gerek yoktu. Ve tam o anda Ege ve Mert'in arasındaki boşluğu Berrak doldurdu.

Ortam giderek daha absürt bir hal almıştı, Berrak da son adımı atmıştı. Sağ olsun...

"Senin burada ne işin var?" diye sordu Berrak.

Kaşlarımı çattım, tavrının bu denli net ve keskin olması takdir edilesiydi ama bir zahmet onu da başkası yapsın... Malum kız sevdiğim adamın sevgilisi konumu ile aramızda bulunuyordu. Her şeyden önce etik değildi, zaten olmasına da gerek yoktu.

"Misafirlere hep bu kadar kaba mı davranırsın?" diye sordu Aybars, oldukça eğlenerek. "Üstelik sen de aralarında misafirken..."

"İlk kez doğru bir şey söyledi." diye mırıldandı Ekin, uygun bir anda olsaydık buna gülerdim.

Berrak, Ege'nin yanına doğru bir adım attığında sessiz kalmıştı.

"Ekin Göksoy, bu parti fazla sakin değil mi?" Başını sahnenin kurulduğu yere çevirdi. "DJ kabini boş."

"Seni bekledik, doldurmak ister misin?" diye sordu Ekin, umurunda değilmiş gibi. Gerilen omuzları ve kıstığı gözlerinden anladığım kadarıyla Aybars'a kafa atmak ya da ona olduğundan daha sert bir ifade kazandıran burnunu kırmak üzere yumruk atmak üzereydi.

Ekin'in kolunu tutup yavaşça sıktım. Bu sakin ol, demenin sessiz yöntemiydi. Bakışları minicik bir an beni bulsa da Aybars'a tekrar döndü.

"Hay hay," dedi başını öne doğru eğerken. Ardından yavaşça Sıla'ya doğru eğildi ve mesafesini bozmadan sadece onun duyabileceği bir sesle bir şeyler söyledi. Ekin elindeki bardağı biraz daha sıktığında ben de kolundaki elimi sıktım.

"Geçiyorum o zaman..." dedi, sahneye doğru ilerleyip.

Gömleğinin kollarını sinir bozucu bir yavaşlıkta katlayarak DJ kısmına ulaşıp birkaç düzenleme yaptıktan sonra kulaklığı boynuna takıp teki ile kulağına kapattı.

"Bu gece Mert Orhon için toplandınız malum, kendisine tebriklerinizi iletmeden önce biraz eğlenmeye hakkınız var. O kadar gelmişsiniz."

Oldukça eğleniyordu diğer insanlar gibi... Biz hariç diğer insanlar gibi. Ekin şezlonga oturduğunda bakışları Sıla'yı buldu. Sıla gözlerini Aybars'a dikmişti. Aybars tam olarak ne zaman Sıla'ya iltifat etme noktasına ulaşmıştı?

Gözlerim Mert'e ulaştığında anlamış olacak ki yanıma geldi. "Neler oluyor?" dedim, sessizce.

Ofladı. Bu gerginlik en çok onu yoruyordu, taraf olmadan taraf tutmak zorunda kalıyordu.

"Dün gece, Aybars Sıla ile konuştu biraz. Aslına baya baya yürüdü ama adam o kadar kibar yaptı ki bunu, Ekin yumruğu ağzına çakamadı haliyle."

Ekin'e baktım, ayaklarını uzatmış ve gözlerini kapatmıştı. Sakin kalmaya çalışıyordu. Oldukça zor olmasına rağmen sınırı geçmeyeceğini biliyordum.

Başımı Mert'in omzuna koyduğumda Aybars Just Hold On çalmaya başlamıştı. Neyse, en azından müzik zevki iyiydi.

Ekin yerinden kalktı, elindeki bardağı yere bıraktı. Sakin adımları havuzun diğer tarafında oturan kalabalığı doğru ilerledi. Bir grup kız müziğin sesini bastıracak ölçüde kahkaha attığında, içlerinden biri yerinden kalktı. Ekin kıza birkaç saniye baktı ve tek eliyle yüzünü kavrayıp hızla kendine doğru çekti. Kız beklediği buymuş gibi kendini Ekin'e doğru itti ve öpücüğe karşılık verdi.

Kaşlarım şaşkınlıkla kalktığında bakışlarım biraz önce Ekin'in oturduğu kısma döndü, tam o anda Sıla'nın bakışları da benimle buluştu. Gözlerindeki bakışların anlamını biliyordum ama yüzündeki ifade bilmemden hoşlanmadığını gösteriyordu. Ekin'in kalktığı yere oturdum, biraz önce bana söylediklerinin anlamını düşünmeyecektim. Bana ihtiyacı varken yanında olamamıştım en azından buradayken yanında durmalıydım.

Gözlerini kapatıp başını iki yana salladığında, Aybars şarkıyı değiştirdi. Bu kez çaldığını bilmiyordum ama bu da oldukça güzeldi.

"Hiç kimseymişim gibi düşün," diye fısıldadım. "Partide tanıştığın herhangi birisi gibi..."

Başını eğdi, bakışları çimenleri buldu. "Aybars," dedi, zorlukla. "Sanırım benimle ilgileniyor."

Bakışlarım hızla Ekin'in olduğu yere döndüğünde kaşlarımı çattım. O öpüşme nasıl o hale gelmişti? Ekin Göksoy şanını boşa çıkartmıyordu, yine. Kız Ekin'in kucağındaydı ve buradan görebildiğim kadarıyla Ekin kızın ağzına keşfedilmemiş ada muamelesi yapıyordu.

Sakin ol Kaptan! Sakin ol ve o kızı yavaşça yere bırak.

"Peki, sen?" Bakışlarımı Sıla'ya çevirdim.

Omuz silkti. "En son Berrak için herkesin burnundan getiriyordu, üstelik değer verdiğim insanlara zarar verdi. Sadece ilgisi çok kararında, daha önce bunu başaran bir erkek görmemiştim."

Ağzım açıldı, sonra kapandı, sonra tekrar açıldı... Sıla Aslan etkileniyor muydu? Hiç sanmıyordum ama belli ki Aybars bir şeyi başarmıştı, şu an için kimsenin çözemediği bir şeyi.

"Kibar olduğu sinir bozucu olduğu gerçeğini unutturmuyor." dedim. "Üstelik Sıla..."

Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Bu sus demekti, sus sınırı geçiyorsun.

Bakışları yavaşça Ekin'in olduğu kısma döndü, ben de onun yaptığını yaptım ve Ekin'in kucağında kıvrılan kıza baktım. Sanırım odaya çıkma zamanları gelmişti.

Sıla yanımdan kalktı, adımları Aybars'ın olduğu kısma yöneldiğinden ben de yerimden kalktım. Arkasından gitmek için adım attığımda bir el kolumu kavradı.

Başımı çevirdim. "Bırak," dedi Ege. Mert ve Berrak yoktu yanında, o ise bir adım arkamda duruyordu.

"Bir kere de o istediğini yapsın."

"Adam sizin düşmanınız." dedim, ona doğru bir adım atıp karşısında durduğumda.

"Hem dün beni uzak tutuyordun."

Başını salladı. "Evet, uzak tutuyordum ama Sıla neyin doğru olduğunu bilir."

Güldüm. "Ha, ben bilmem, öyle mi?"

Güldü. "Bildiğin pek söylenemez. Ve yeri gelmişken..."

Bana doğru hafifçe eğildi. "Dün gece olanlar, dünde kaldı. Kendini umutlandırma diye söylüyorum."

Başımı geriye doğru itip yüzüne baktığımda gözlerinde parıldayan duygunun adını biliyordum. Hiç hoşuma gitmeyen bir duyguydu.

İntikam.

Continue Reading

You'll Also Like

5.7M 324K 45
❤ Esnaf İşi Aşk'ın ilk kitabı "Ay Çarpması" Artemis Milenyum aracılığıyla raflarda! ❤ Bursa Kapalı Çarşı'da nesiller boyu konfeksiyon üzerine esnaflı...
7.4K 1.7K 49
Bazen aşk, çok karmaşıktır.
590K 61.9K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...
274K 45.2K 29
"Başarı bir yolculuktur. Bir varış noktası değil." Bu cümleyi duyduğum anı hatırlıyorum. Kucağıma bir deste büyülü sözcük bırakılmış gibi hissetmişt...