İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.8K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 8

19.6K 1.3K 452
By iremmipelin



Dilimin ucuna gelip yuttuğum kelimelerin her birinin harfleri senin adını fısıldar.

Kaç harf varsa dilimden dökülen, birleşir, adın olur.

Adın bir fısıltı olur önce dilime, sonra içime fırtına. Adın benden öte bir anlam taşır. Benden ayrı da var olan... Senin gibi.

Odadan çok bir ev, evden çok bir sığınak gibi duran yapının ortasında, biraz önce adımlarını misafir eden basamaklara bakarken ben; kaç cümle varsa söylenmeyen dilimde, hepsi dökülsün istedim seni benden ayıran boşluğa.

Cezamı da günahımı da ödeyemeyeceğini bile bile ikimizin arasındaki birkaç metrelik görünen aşılmaz mesafeye bıraktığımda dizeleri, bir kere dönüp bak istedim.

Bakmadın...

Ege son basamağı indiğinde bakışlarımı tekrar odaya çevirdim. Odanın son kısmında ortada duran iki kişilik yatağın çarşafları griydi, mutfak kısmı ise bordo. Duvar ile birleşik gibi duran dolap ise siyah. Özel olarak bu kısımla ilgilendiği belliydi, baterisi ise aşağıda sahnede duruyordu hala. Demek ki bar açılmadan önce çalışıyordu. Liseden sonra grubunu devam ettirmeyi düşünmüştü ama neredeyse üyelerin hepsi şehir dışına okumaya gitmişti, Ege ve bateri baş başa kaldığında sıfırdan bir grup kurmak yerine özel ders vermeye başlamıştı. Paslanmamak için. Gördüğüm kadarıyla ona da devam etmiyordu. Bar bütün vaktini alıyor olmalıydı.

Döneli iki gün olmuştu ama iki hafta gibi geçmişti, hala kendime belirlediğim ilk yapılması gerekenleri bitirmemiştim. En önemlisi Sıla ile konuşmamıştım. Ekin haklıydı, af dilemeliydim.

Merdivenlere yöneldiğimde bu kez beni tutmak için -tamam belki de tutmak için değil- arkamda duran bir Ege Fırtına olmadığından, basamakları tek tek ve yavaşça indim.

"Pizza söyleyelim o zaman." diye bağıran Ekin'in sesini duyduğumda bar kısmına yöneldim.

Birkaç kişi gelmişti, bar yavaş yavaş doluyordu demek ki.

"Abicim, bara pizza söylendiğini daha önce nerede gördün sen?"

Ege, Ekin'in yanında bar taburesine oturmuştu.

"Açım, aç!" diye bağırdı bu kez Ekin.

Gerçekten bağırıyordu, yolun sonundaki çorbacı her an bu yakarışı duyup bir mercimek çorbası yollayabilirdi.

"Oy benim paşazadem açıkmış mı? Tez sofralar kurula." dedim, yanlarına doğru yürürken.

"Nora," dedi ağlamaklı bir sesle. "Senin bir pastan vardı ya, şu camışa yapıyordun bana ondan yapsana çok özledim."

Ege'nin kasılan çenesi ve gerilen omuzları dikkatimi dağıtsa da Ekin'e gülümsedim.

"Tiramisu."

"Hah ondan, bak yarın yap hazır Mert'in doğum günü."

Ağzım açıldı, Ege Ekin'in yanından kalkıp barın arkasına geçtiğinden onun biraz önce oturduğu tabureye oturdum. "12 Eylül yarın."

Başını salladı. Elimin ucunu alnıma vurdum. "Tamamen aklımdan çıkmış."

"Şaşırtmadı." diye mırıldandı Ege.

Derin bir nefes aldım. Şu an için onun gözünde bir dart tahtasıydım ve elindeki okları 12'ye isabet ettirecek kadar da tecrübeliydi.

"E ne yapacağız, ne planladınız?"

Heyecanla sorduğumda Ege'ye doğru eğildi. "Fırtına, şuraya söyleyebileceğin her hangi bir yemeği söyle. Öleceğim burada açlıktan, kendimi imha edeceğim. Hadi!"

Ege telefonu alıp bir numarayı aradığında Ekin bana döndü. Tek gözüm hala Ege'nin üzerindeydi. Özlemekten ölünüyor muydu acaba, hele de birkaç adım uzağındayken özlemekten?

"Büyük bir şey istemedi ama küçük bir şey de yapacak değiliz. Bizim sitenin havuz başında parti ayarladım."

"Vay," dedim iki yana doğru hafifçe sallanarak. "E müzik?"

"DJ gelecek, canlı müzik düşündük ama dersler başlamadan önce son parti hazır millet bir kurtlarını döksün dedik sonra."

Ellerimi birbirine çırptım. Ekin Göksoy sahaların olduğu kadar partilerin de kralıydı. Yarın gece yanacaktı buralar.

"Mert'e sürpriz mi peki?" diye sordum, bir anda aklıma gelen durumla dikkatimi vererek.

"Yok ya, nasıl sürpriz olsun adamla dip dibe yaşıyoruz." dediği an bunu kanıtlarcasına barın arka kapısından Mert ve Sıla girdi.

"Doğum günü çocuğu da geldi."

"Bıraktın mı Çisil'i?" diye sordum, Mert'in yanağını öperken.

Kocaman gülümsedi. "Nora," dedi heyecanla. "Yarın onu da çağırır mısın?"

"Numarasını bulmam lazım."

Sıla, Ege'yi öpüp bana döndüğünde "Bende var numarası." dedi.

"A, harika o zaman sorun çözüldü."

Mert bu kez Sıla'ya döndü ve gözlerini kocaman açtı. "Çağırırsınız değil mi?"

Sıla gülümserken Mert'in omzuna dokundu. "Çağırırız." dedi.

"Allahım," dedi Mert bar taburesine otururken. "Dünyanın en mükemmel arkadaşlarına sahibim."

Sıla çantasından bir saklama kabı çıkartıp Ekin'in önüne bıraktı. Ekin bir kabın içindeki sarmalara bir de ona baktı "Sarma!" diye bağırdı ardından.

"İçine mi doğdu aç olduğum?" diye sordu Ekin kabı açıp bir tane sarmayı ağzına atarken.

"Yok, Ege aradı."

"Açım diye diye inlettin koca barı, al sana Sıla eli değmiş sarma. Ye de sus."

"Fırtına!" dedi Ekin ağzına birkaç sarma daha atarken. "Nora evlenmezse, söz ben evleneceğim seninle."

İştahla sarmayı yerken büyüyen gözlerimle Ekin'e baktım. Bu ağzından düşmeyen bir espriydi, bizim evlenmemiz üzerine türlü sataşmalar yapardı ama şu an içinde bulunduğumuz konum pek uygun değildi.

Ege bakışlarını Ekin'den çekip sabır dilenircesine nefes aldığında biraz önce girmeye yeltendiğim ama engellendiğim odanın kapısı açıldı ve içinden çok sevgili Berrak çıktı.

"Merhaba," dedi Berrak mırıltıyla. Bakışları beni bulduğunda yüzü buruştu.

Haklıydı, beni burada istemiyordu. Haklı olması bir sonuca bağlanmayacaktı ne yazık ki, arkadaşlarım buradaydı ve beni burada onları gördüğü sürece görecekti.

Kendine saygısı olan her kadın gibi onlarla başka yerlerde görüşebilirdim elbette ama benimle görüşmeye bağımsız olarak yanaştıkları söylenemezdi. Ben de kendime mecbur bırakmak durumunda kalıyordum en azından bir süre.

Mecbur bırakmak... Belki de hayatım boyunca çevremdeki herkese yaptığım gibi.

Ekin, elinde tuttuğu bir tane sarmayı bana doğru uzattığında bakışlarımı Berrak'tan çektim. Elindeki sarmayı alıp yediğimde Sıla'ya döndüm.

"Şebnem Teyze mi yaptı bunu, müthiş olmuş." dedim hayranlıkla.

"Hayır," dedi Sıla bana döndüğünde. "Annem bu ara mutfağa girmiyor, kokular rahatsız ediyormuş. Suna Teyze ile ben yaptım."

Suna Teyze Sıla'nın bakıcısı ve evin demirbaşı olan yardımcılarıydı. Sıla doğduğundan beri onlarlaydı ve belli ki annesinin hastalığından sonra evin sorumluluğu ona kalmıştı.

"Eline sağlık." dedim, hafifçe gülümseyerek.

Berrak, tezgahın arkasına geçtiğinde saçını özensiz bir topuz ile başının üstünde topladı. Üzerinde siyah, göbeği açık, düz bir tişört vardı. Altında dizleri iki yandan yırtık siyah dar bir kot ve postal tarzı botlar...

Aybars Atahan haklıydı, yakından uzaktan alakamız yoktu.

"Yesenize," dedi Ekin yarısını bitirdiği sarmaları ortaya doğru uzatarak.

"Nefes almadın ki başkaları yemeğe kalksın." dedi Sıla. Yüzü sabitti ama gözlerinden hoşuna gittiği belliydi.

"Çok güzel olmuş ama," dedi Ekin bir tane daha ağzına atarken. "Sonsuza kadar bu sarmalarla yaşayabilirim."

"Biraz önce Ege ile evleniyordun, ne oldu?"

Berrak bakışlarını kaldırıp Ekin'e baktı. Gülmek üzereydi ama çekiniyordu belli ki.

"Ege ile mi evleneceksin?" diye sordu Berrak.

Kendimi tam bu noktada fazlalık hissediyordum. Belki de ben olmasaydım, dönmeseydim onlar mutlu bir şekilde hayatlarına devam edeceklerdi. Belki Ege ona aşık olacaktı ve mutlu olacaklardı. Belki Ekin onu kabul edecekti, Sıla zaten sınıf arkadaşı olmalarının verdiği yakınlık ile Berrak'ı en rahat hissettirendi. Mert, o ise kocaman kalbine zaten herkesi alırdı. Bu fotoğraftan kesilip atılması gereken bendim, fazlaydım her şeyimle. Yokluğumda varlığımda fazlaydı. Bir yıl öncesinde göğsümdeki büyük sancı yeniden peyda olmuştu sanki.

"Ne evleneceğim ben bu camışla. Sarmaları görünce bir gaza geldim de. Onu ancak No-, çok aşık olan birisi alır." Beynimden yükselen uğultu Ekin'in sesini bastırmaya yetmemişti.

Yerimden kalktığımda nefes alamadığımı hissediyordum. Ne kadar insan vardı bilmiyordum ama tüm sesler kulağıma olduğundan fazla bir yoğunlukta doluyordu. Titreyen ellerimi elbisemin eteğine bastırdığımda kumaşı parmaklarımın arasına hapsettim, ellerimi yumruk yapıp eteğimi sıktım.

"Ben evlenirim," dediğinde Berrak, Ege ona bakıp gülümsedi.

Gülümsemesi benden bağımsız ve benden çok ayrıyken bile güzeldi. Dönen zemin ve terleyen avuç içlerim bile bölemiyordu gülüşünü.

Bir an için Ege ve Berrak'ın evlenme ihtimalini sorguladım.

Cümleler artık zihnimde bir sonuca bağlanmıyordu, kelimeler bağımsız olarak havada uçuyordu ve ben onları bir anlama oturtamıyordum. Kalbim normalden çok daha hızlı atıyordu.

Düşünmemeye çalışıyordum, düşünmemem lazımdı ama gerçek tüm parlaklığı ile bana gülümsüyordu. İnkar edemeyeceğim kadar somuttu gerçek. Burada olmamam gerekiyordu, hiç dönmemem gerekiyordu. Ben fazlalıktım, yüktüm. Kimsenin istemediği herkesin mecbur kaldığı bir zorunluluktum. Bu karenin içinde, bu barın içinde, bu şehrin içinde, bu ülkenin için fazlalıktım. Dünya tam şu anda beni yutup uzay boşluğuna tükürmeliydi.

"Nora," dedi bir ses. Endişeli bir ses... Muhtemelen Ekin'in sesi...

Ekin'in ilk başta bana hiç de sıcak davranmadığını hatırladım. Sevmemişti değil de Ege'yi ondan alacağımı düşünmüştü. Sen bana bir kız kardeş verdin, demişti çok eski zamanların birinde.

Beni tam şu an, hoyrat bir makasla bu fotoğraftan oysalar, omzumda kanayan el Ekin'in olurdu.

Nefesim boğazımda bir yerde tıkanmıştı, boğazım yanıyordu. İçimde, göğsümün ortasında bir alev topu vardı sanki... Kavruluyordum. Bağırmak, ağlamak ve kaçıp gitmek istiyordum. Bir el kolumu tuttu önce, sonra bana sarıldı birisi.

Dolan gözlerimi kapattım. Burada değildim, burada değildim, burada değildim. Sahili düşündüm, soğuk suyun ayak bileklerime değdiğini düşündüm. Kollarım iki yandan sarıldığından Ekin'in kolları arasında sıkışmıştım, omzuna alnımı dayadım.

"Şşşş," dedi kulağıma. "Sorun yok, birazdan seni buradan çıkartacağım, nefes al."

Başımı salladım. Buradan çıkmak istiyordum, dünyadan çıkmak istiyordum. Yok olmak? Yok olsam çözülür müydü sorun? Ege mutlu olur muydu? Sıla rahatlar mıydı? Yok olsam, tam şu anda yok olsam varlığımın verdiği ağırlık kalkar mıydı kalplerinden.

Titriyordum, bir yandan terlerken üstelik. Vücudum şiddetle sallanıyordu.

İhtiyacım olan şey sen değilsin, demişti Ege. Haklıydı değildim.

Kimsenin değildim üstelik. Bir ihtiyaçtan çok bir zarardım ben. Annem belki de en ön görülü, en zeki kadındı. Onu hiç tanımıyordum ama bunu anlamak zor değildi. Benimle hayatını zindan etmek yerine sevdiği, aşık olduğu adamla doğduğu ülkeye geri dönmüştü. Babam o kadar zeki değildi, hamleleri hep doğru zamanda yapmayı beklerdi eğer biraz olsun annem gibi çalışsaydı kafası belki de ilk o çekip giderdi.

Hayatı benimle kesişen her insan gibi, benim devam etmeyeceğim yolu seçerdi.

Ekin'in kollarımın etrafındaki baskısı kalktığında sendeledim. Bayılmayacağımı biliyordum. Bu ilk kez yaşadığım bir atak değildi, son olmayacaktı. Hep var olacaktı zihnimde, kafamın içinde, düşüncelerimde. Bedenim sarsılmaya devam ederken kapattığım gözlerimi aralamaya çalıştım. Midem bulanıyordu, biri mideme yumruk atmış gibi keskin bir acı hissediyordum. Parmak uçlarım uyuşmuştu. Bir el beni omzumu tutan Ekin'in ellerinden çekti. Gözlerim kararıyordu ve bayılmayacağıma emin olmam bir şeyi değiştirmemişti. Birisi beni kucağına aldı. Tüy kadarmış gibi ağırlığım, ben dünyada en fazla bu kadar ağırlık yapardım işte. Hırçın bir kuşun kanadından dünyaya düşmüş beyaz bir tüy kadar.

Ege'ydi beni kucaklayan, biliyordum. Bir tek onun kolları beni ağırlığım yokmuş gibi kaldırırdı. Gözlerim kapanıyordu ama midemin üstüne doğru kıvrılma istediğim bastırılamıyordu. Midem de göğsüm gibi kavruluyordu.

Yok mu oluyordum sonunda? Dünya beni yutmaya ve tükürmeye bu kez ikna olmuş muydu?

Göğsümdeki ateş hiç sönmeyecek gibiydi. Yapmam gerekenleri biliyordum ama şu an hiçbirini uygulayabilecekmiş gibi hissetmiyordum. Gözlerimi tekrar kapattım, nefesimi kontrol altına almam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım, bir kez daha, bir kez daha...

Aşağı doğru sallanan kolumu hafifçe kaldırıp Ege'nin omzuna koydum. Merdivenleri çıkıyordu. Gözlerimi aralamak istedim ama yapamadım. Nefes almaya odaklanmam lazımdı, zihnimi susturmam ve nefes almam lazımdı. Nefes...

Bedenimi usulca yatağın üstüne bıraktığında panikle bileğini tuttum. Sarsılmam geçmişti ama ellerim hala titriyordu. Nefes aldım. Gözlerimi açtım, kirpiklerimin arasında görüşüm yavaşça netlendiğinde bu katın ışığı yanmıyordu. Pencereden ve bardan sızan ışıklar ise sadece yüzünü belli belirsiz seçmeme yetiyordu.

Gözleri endişe ile parlıyordu. Çenesi kasılmıştı ve boynunda her zaman nedensizce çekici bulduğum damar belirginleşmişti.

"Nefes alabiliyor musun?" diye sordu, pürüzsüz ama yumuşacık bir sesle.

Başımı iki yana salladım. Boğazım takılı kalıyordu aldığım her nefes, zorlukla bir kez daha denedim.

"Tamam," dedi, üzerime doğru belli belirsiz eğilirken. "Zorlama kendini."

Gözlerim tekrar dolmuştu. Yine yapmıştım işte, yine omuzlarındaki yük bendim. Bir silkelense atardı. Silkeleseydi, tam sırasıydı. Dünyanın yapmadığını o yapsaydı, beni uzay boşluğuna bıraksaydı. Yorgundu. Her şeyden ve herkesten ötürü yorgundu. Fırtına ailesinin en küçük oğlu ama en çok fedakarlık yapanıydı. Ege hep kendisini ikinci plana iterdi.

"Evlenir miydin?" dedim mırıltıyla, daha çok fısıltıydı sesim.

Tutmadığım bileğinin elini kaldırdı ve yüzünü sıvazladı.

"Konuşma, sakinleş önce." dedi.

Ne düşünüyordu acaba? Neye yoruyordu bu halimi? Şımarık bir kız çocuğu, sevdiği adamı kaybetmemek için ayaklarını yere vurarak tepiniyor diyordu belki de bana.

Oyuncağım değildi o, anlamımdı. Sabitimdi. Tüm benliğimdi.

Nora'dan Ege çıkınca geriye boşluk kalıyordu. Sıfır bile değil.

"Ben olmasaydım... Ama gitmişim gibi olmamak değil." Derin bir nefes alıp hafifçe doğrulup başımı duvara yasladım. "Hiç olmasaydım. Mutlu olur muydun?"

Gözleri beni bulduğunda sinirle açıldı. Öyle keskin, öyle net bakıyordu ki... "Nora," dedi sesindeki baskı adımın altını çizmişti. "22 yıllık ömrümde, seninle geçirdiğim 6 yıl her şey demekti."

"Olmasaydım işte..." dedim, titreyen sesim ve dolan gözlerime rağmen sıkı sıkıya tuttuğum bileğini bırakmadan.

"Berrak ile mutlu olurdun belki, seviyor seni."

Başımı sallarken yanağımdan bir damla yaş aktı. "Evlenmek isteyecek kadar seviyor."

"Aptal bir geyikti, Ekin'in lafı toparlama çabası. Ne evliliği... Kendini zorlama artık, nefes al."

"İzin ver," dedim hıçkırmadan hemen önce. "Berrak'a izin ver, bunu bir daha söylemeyeceğim. Ben de gideyim."

"Git," diye bağırdı bileğini avucumun içinden çekerken. "Git tabii, sen hep git. Bu kez daha uzağa, daha uzun git."

Yerin kalktı, iki eli birden saçını kavradığında üstünü hızla çekiştirdi. "En uzağa git. Saklan. Her yere bakayım, her yeri arayayım sen yine de bulunma."

Yatakta doğrulup oturdum, uzanıp saçlarını ellerinden kurtarmak istiyordum. Boğazımdaki yakıcı his daha da büyüdü, nefes alamadım tekrar. Ellerimi gri çarşafın üstüne bastırıp avuçlarımı sıktım.

"Sana söyleyemezdim," dedim, dişlerimi dudaklarıma geçirip. Ağlamak istemiyordum, ağlamaktan nefret ediyordum.

"Yüzüne bile bakamazdım."

Bakışları bana döndü, ellerini saçlarından çekti, kaşlarını çattı.

"Babandı Nora, sen değildin." dedi, öfkesi o kadar şiddetliydi ki gözleri gözlerimi delip geçiyordu. "Babama destek olmayan, onu tek başına bırakan... Bir suçlu, bir hiç gibi ülkeden kaçıp gitmesine ses çıkartmayan babandı."

Bu kadarını mı biliyordu? Yardım etmedi, destek olmadı... Dudaklarımı birbirine bastırdım. Babam, babanı yarı yolda bırakmadı yolunu çıkmaza kendisi soktu; diyemezdim. Gözlerinin içine bakıp Fırtına enkazının İlgen depreminden kaynaklandığını söylemezdim.

"Yüzüne bakamazdım diyorsun ya, asıl ben," durdu, gözleri üzerimde birkaç saniye oyalandı.

Ne yapıyordu, söyleyeceklerini kaydırabilecek kadar kendime gelip gelmediğimi mi kontrol ediyordu. Nefesim daha fazla sıkışamazdı, ne söyleyecekse söyleyebilirdi.

"Asıl ben senin yüzüne bakamıyorum. Öfkeden. Çok uzun zamanımı aldı bunu anlamak, o kadar anlamsızdı ki. Zaten her şey üzerime yıkılmıştı, kaçacak yerim yoktu." Durdu, gözleri kısıldı. "Herkes kaçıp giderek kurtulamıyor işte."

"Bilmiyorsun," dedim, yerimden kalkarken. "Giderken seni arkamda bırakmak ne demek bilmiyorsun."

"Bilmiyorum," diye bağırdı. "Bilmiyorum çünkü ben kimseyi arkamda bırakmadım."

"Bensiz..." dedim, daha mutlu olduklarını söylemek isteyerek ama devam edemedim.

Gücüm yoktu. Yatağa girip günlerce ağlamak istiyordum. Ağlayarak yok olmak istiyordum. Artık bir şekilde yok olmak istiyordum.

"Anlamıyorum," dedi odada bir aşağı bir yukarı yürürken. "Gerçekten anlamıyorum. Ne sandın, sen kaçıp gidersen yıkılmasından korktuğun binalar sapasağlam durur mu sandın? Ne sandın Nora, sen gidersen her şey hallolur mu sandın?"

Sırtı bana dönüktü, olduğu yerde durdu. "Gidersen, unuturum mu sandın?"

Sanmıştım. Unutur, devam eder, mutlu olur sanmıştım. Yıkılmasından korkmadığım tek oydu. Sadece o.

Beni savuran, yıpratan, yoran, yok eden ne varsa ona dokunmasın istedim yine de. Güzel gözlerinin etrafında çizgiler belirmesin, gülüşü eksilmesin, ruhu kaygılar ile solmasın istedim. Ben gideyim, o var olsun istedim.

"Gidersem, avunursun sandım."

Kelimeler dudaklarımın arasından benim kontrolüm olmadan çıktığında bakışları bana döndü. Bir adım attı, bir adım daha attı... Çıplak ayaklarıma baktım, Ege ayakkabılarımı mı çıkartmıştı?

"Avunurum öyle mi? Yokluğunda... Avunurum?"

Bakışlarımı kaldırdım, nefesim yeni düzene girmişti. Göğsümdeki sıcaklık hala yakıcı boyuttaydı ama en azından algım düzelmişti.

"Nora," dedi başını eğerken. "Biraz önce, ne olduğunu bilmediğim bir atak geçirdin. Ağzından çıkan ilk cümleye bakılırsa da seni o noktaya getiren başka birisiyle evlenme ihtimalimdi."

Kollarımı bedenime sardım. Titremem geçmişti ama üşüdüğümü hissediyordum. Karşısında korunaksızdım.

"Anlamıyorum... Başka biriyle olmam seni krize sokuyor ama yokluğunda avunmamı istiyorsun. Yok, ben gerçekten anlamıyorum."

Yatağa tekrar oturup ellerimi iki yana yasladım. Bacaklarımın beni taşıyabileceğinden emin değildim. Zihnimde binlerce ses vardı ama Ege'nin sesi hepsinden daha net ve sarsıcıydı.

"Bana söz ver," dedim. Kafamdaki sesleri mantıklı bir cümle edebilmek için büyük bir caba harcayarak. "Hayatını yoluna koyacaksın."

Kaşlarını kaldırdı. Oda giderek daha karanlık oluyordu ama bedenini seçebiliyordum, hala.

"Deniyordum, sen gelmeden önce."

"Gideceğim..." dedim, fısıltıdan farksız.

Yüzünü hızla bana döndü. Başımı usulca kaldırdım, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Şimdi buradan kalkacağım, eve gideceğim ve sınırımı bileceğim. Bu kez bileceğim."

Yüzüme öylece bakıyordu, kıpırdamadı.

"Berrak'dan benim yerime özür dile," Güldüm. "Ben dileyemem. Ona karşı yenildiğimi kabul etmeyecek kadar kibirliyim biliyorsun."

Anlamaya çalışıyordu biliyordum. Anlayacak bir şey yoktu. Devam etmesi gerekiyordu, hepsinin devam etmesi gerekiyordu.

Kendimi hoyrat bir makasla olmasa da bu fotoğraftan kesip atmam gerekiyordu ama bu kez kanatmadan.

"Onun yerinde ben olsaydım, bu odayı sekiz kere basmıştım. Olgun kızmış." Yerimden kalktım. Ayakkabılarımı bulmak için eğildim, yatağın ucunda duruyorlardı. Yavaşça giydim. Bütün hareketlerim normalden çok daha yavaştı.

"Özür dilerim Ege. Gittiğim için, döndüğüm için... Var olduğum için, özür dilerim."

"Neyin atağıydı o?" diye sordu, özürlerimi duymamış gibi.

Merdivenlere doğru yeltendiğimde sorusuyla yerimde durmuştum ama ona dönmemiştim. "Her ne idiyse ilk kez olmuyordu."

"Nora," dedi cevapsız kalışımın ardından. "İki seçenek vardı. Ya bana gelirdin, ya benden kaçardın. Sen kaçtın."

"Şimdi?" diye sordum, içimde bir yerde kıpırdanmasına lanet ettiğim umutla. "Sana gelebilir miyim?"

Başını önüne eğerken ensesini tuttu. "Bana neden gelmedin?" diye sordu.

Her şeyin dökülmesi için fazla yorgundum, cümleler zihnimde belirmiyordu dahi.

"Seni de yanımda sürüklememek için." dedim. Lafı dolandıracak, geçiştirecek, üstünü kapatacak bile halim yoktu.

"Bana sordun mu?" dedi, bağırmıyordu ama sesi yeniden öfkeliydi.

"Fikrimi aldın mı, belki ben sürüklenmek istiyordum?"

"Haklısın..." dedim, öyleydi, haklıydı.

"Ege, bak özür dilerim."

"Yeter." Bağırmasıyla yerimde sıçradım. "Yeter, özür dileyip durma bir işe yarıyormuş gibi. Bir şeyi çözüyormuş, hafifletiyormuş gibi. Yeter."

"Elimde başka bir şey yok." dedim.

"Sebepler Nora, bahaneler değil sebepler... Bana onları ver."

Omuzlarımı kaldırıp bitkinlikle indirdim. "Bencil, şımarık bir kız çocuğuyum ben Ege. Korktum ve kaçtım işte, o kadar."

Birkaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattı. "Biraz önce, Ekin'in kollarında atak geçirdin Nora."

"Evet," dedim, "Sevgilin tam da seninle evlenmekten bahsediyordu."

Sol dudağının kenarı alayla yukarı kıvrıldı. "Geçiştirmeye çalışıyorsun."

"Hayır," dedim başımı iki yana sallarken. "Gitmeye çalışıyorum."

"Fırtına!" Ekin'in uzaktan ama güçlü gelen sesi her zamanki gibi konuşmamızı böldüğünde Ege merdivenlerin üstünden başını uzattı.

"Aşağı inmen lazım..." Birkaç adım sesi duyuldu. "Nora iyi mi?"

"İyiyim." diye seslendim aşağı doğru. "İyi, gelin o zaman misafirimiz var."

Misafir?

Gözlerim farkındalıkla açıldığında ağzım hafifçe aralandı. Tamamen unutmuştum.

Aybars Atahan.

Continue Reading

You'll Also Like

288K 23.8K 39
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
485K 32K 40
"Şş𝗍 𝗁𝖺𝗒ı𝗋 𝖺ğ𝗅𝖺𝗆𝖺," 𝗌𝖾𝗌𝗂 𝗄𝖾𝗇𝖽𝗂𝗇𝖽𝖾𝗇 𝖾𝗆𝗂𝗇𝖽𝗂. "İ𝗇𝖼𝗂𝗅𝖾𝗋, 𝗂𝗇𝖼𝗂𝗍𝗂𝗅𝗆𝖾𝗓." - İzvinya ismiyle yazılan ilk ve tek h...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.5M 96.6K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
604K 62.5K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...