İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 5

22.5K 1.5K 839
By iremmipelin


"Biri var, beni ağlatan...
Güldürenlerden çok sevdiğim.
Biri var, uzakta duran...
En yakınımdan yakın bildiğim."  


  🌸  

Sırtımı Ekin'in arabasına yasladığımda elimdeki karton bardaktaki kahvemden bir yudum alıp başımı birkaç adım ötedeki siyah Jeep'e çevirdim. Ege'ye 18. doğum gününden bir gece önde babası tarafından hediye edilmişti. Mutlu olduğumuz dönemlerden kalmaydı. Hayatımızın yolunda olduğu zamanlardan...

Ege'ye dair her şeyi özlemiştim. Çok özlemiştim. Bir yıl sonra döndüğümde boynuma atmasını ve kaldığımız yerden devam etmeyi beklememiştim belki ama yanında birini görmeyi... Haklı çıkmayı hep seven yanım haklı çıktığı için yok olmayı diliyordu. Benim gibi.

Gittiğim yerde kalamazdım, döndüğüm yerde ise var olamıyordum. Ne Ege ne de Sıla beni affetmeyecekti. Ve hayatları bensiz de gayet yerindeydi.

Kimse yokluğumda delirmemişti.

Ne acı.

Kimse varlığımı, yokluğumda delirecek kadar aklının odağı yapmamıştı.

Ya da kalbinin...

Oysa ben emindim; Ege'siz geçirdiğim her günün, zihnime bir enkaz bıraktığından. Kalbimin soluksuz, nefesimin eksik kaldığından... Oysa ben emindim; Ege'siz, kimsesiz olduğumdan.

"Nora." dedi Sıla, elini gözümün önünde sallarken.

Bakışlarımı Ege'nin arabasından çekip onlara döndüm.

"Ekin plan yapmış," dedi, sesinde umursamazlık yoktu. Çisil ile sohbet etmek ona iyi gelmişti belli ki.

"Evine çağırıyor bizi."

Elinde tuttuğu siyah telefonu hafifçe kaldırdığında bu davetin mesaj yoluyla geldiğini anladım. "Çıkarlar şimdi." dedi, gözlerimi elindeki telefondan çekmediğimden.

Başımı salladım. Ege ile konuşmam gerekiyordu. Daha fazla bekleyemezdim.

Onu hemen görmem ve beni görmesini sağlamam gerekiyordu.

"Ege..." dedim, mırıltıyla.

Sıla anlamak için kaşlarını çattı. "Ege de gelsin."

Sıla'nın ifadesiz yüzü telefonuna indi. Bahçeye çıktığımızdan beri Ege'nin arabasına baktığımı görmüş olmalıydı. Yüzünde anlayışlı bir hal vardı. Benden nefret bile etse Ege'ye olan aşkımdan şüphe duymazdı. Beni birazcık tanıyan herhangi birisi bile Ege'ye olan aşkımdan şüphe duymazdı.

Ege hariç... Belli ki o şüphe duyuyordu. Belli ki unutmuştu.

Ekin Göksoy her şeyde olduğu gibi bu konuda da haklıydı.

Unutmuştu, hatırlatmalıydım.

"Tamam," dedi Sıla.

"Ekin çağıracak mı?" diye sordum heyecanla.

"Ege'ye yazdım," dedi, bakışlarını bana çevirdiğinde. "Gelecek."

Yüzüm aydınlandı. Sıla Aslan yeniden arkamı kolluyordu. Tamam bana gülümsemiyordu, konuşmuyordu, sorguya dahi çekmiyordu ama yeniden arkamı kolluyordu.

Öne doğru atılıp ona sarıldım. "Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler."

Sıla önce kasıldı, ardından kollarımın iki yandan tutup boynundan uzaklaştırdı. "Tamam, Nora." dedi, bastırarak.

"Siz ne zamandan beri arkadaşsınız?" diye sordu Çisil, parıldayan gülümseyişiyle.

"Lisenin ilk gününden beri." dedim, abartılı bir neşeyle.

"Ya, çok güzelmiş. Ne kadar uzun zaman olmuş."

Çisil'e de uzanıp sarılmak istiyordum ama kızı ilk günden korkutmamak gerekiyordu. Gerçi o kadar sevgi doluydu ki tavrı, şaşırmazdı.

"Ya, çok güzeldir bizim dostluğumuz, güçlü bağlarla örülü. Kördüğüm gibi, çöz çözebilirsen." dedi Sıla, bastırarak.

Çisil gülümsedi. Sıla'nın satır aralarında bana attığı taşları fark etmemişti neyse ki. Ben de korunaklı tarafa geçerek yeniden Ekin'in arabasına yaslandım.

Benden vazgeçmemişti, kızgındı ama vazgeçmemişti. Bu da beni Ege'den daha kolay affedeceğini gösteriyordu.

Ege ise... İşte asıl kördüğüm bu noktadaydı. Nefret ipi ile aşk ipi birbirine dolanmıştı, üzerlerini uzaklık ipi sarmalarken, cevapsız sorular ipi yerini nefret ve aşkın tam orasında çoktan almıştı. Sabırla, tek tek çözülmeyi bekliyorlardı.

Tam o an kapıdan Ekin ve Mert'in çıkmasını beklerken Ege çıktı. Merdivenlere doğru ilerlerken ensesine uzanan eli yavaşça boynunu sıktı. Yine her şey ağır çekimde oluyordu. Ege salına salına... Gözlerimi üzerine diktim. Siyah bir tişört giymişti, ayağında siyah spor ayakkabılar vardı ve belinde siyah/beyaz kareli bir gömlek bağlıydı. Beyaz taşlanmış kotu ile bacaklarını sarmalıyordu. Sonsuz ışığı kadar, yaz akşamları esen meltem rüzgarı kadar, uykuyla uyanıklık arasındaki o mahmurluk kadar... Doğal ve saf olan her şey kadar güzeldi.

İlk aşkım, ilk kalp çarpıntım, ilk sancım, ilk evim, ilk kimsesizliğim... Ben ona bakınca duran zaman diğer herkes için gayet olağan aktığından Ege durduğumuz yere ulaşmıştı bile.

"Önce bara gitmem lazım, teslimat gelecek."

Sıla başını salladı. "Tamam, biz geçeriz önden."

Ege'nin bakışları Sıla'nın solunda duran Çisil'e kaydığında Sıla gülümsedi.

"Çisil, Nora'nın sınıf arkadaşı." Ege Çisil'e gülümsemişti ama adımı duyduğu an çenesi kasılmıştı.

Bundan nefret ediyordum, benden nefret ediyor oluşundan nefret ediyordum. Birisi içimde huzurla kıpırdanan tüm duyguları elindeki mızrakla tek tek yok ediyormuş gibi hissettiriyordu. Ege'nin varlığımdan rahatsız olması, varlığımı önemsiz kılıyordu.

Ege Çisil'e doğru elini uzattı. Bileğinde siyah deri bir bileklik vardı. Gözlerimi kıstım. Ege bileklik tarzı aksesuarları severdi ama bunu daha önce görmemiştim. Bir yıldır ortalarda yoktum evet ama bileklikte beni huzursuz eden bir şey vardı.

Çisil ve Ege tanışma faslını bitirdiklerinde arabasına doğru yürümek için tam önümden geçmişti ve ben onu gördüğümden beri tuttuğum nefesimi bu kez tutmamıştım. Kokusu burnuma dolarken bir kere daha kaşlarımı çattım. Bu kadarı da fazlaydı. Ne yapıyordu, bana dair her şeyi hayatından tek tek söküyor muydu? Eğer öyleyse, ben de o söktüğü her şeyi tek tek dikmesini çok iyi bilirdim.

"Parfümünü mü değiştirdin?" diye sordum, arabanın kapısına doğru gittiğinde ona dönerek.

Jeep'in kapısını açtı, spor çantasını yan koltuğa attı. Demek ki Berrak dönüş yolunda ona eşlik etmeyecekti. Zaten bu iş bir bitsin, o koltuğun kılıflarını değiştirtecektim.

"Parfümünü değiştirmek ne demek Ege, sen yıllardır aynı kokuyu kullanırsın." dedim, bağırarak.

Kapının içinden kafasını uzatmış görmediğim bir şeyle uğraşıyordu. Ben de kareli gömleğinin sakladığı beliyle muhatap oluyordum.

"Sana diyorum."

Kafasını çıkartıp bana döndü.

"Neden bağırıyorsun?"

Ağzımı açtım. Kelimeler bir türlü cümle haline bürünmeyince kapattım. Tekrar açtım ve yine kapattım. Derin bir nefes aldım.

"O kokuyu seviyordum." dedim, omuzlarım çökerken.

"Ne yapacaksın, şımarık bir kız çocuğu gibi ayaklarını yere vurup yeniden o parfümü kullanmamı mı sağlayacaksın?"

Gözlerini kıstı, eli çenesine gitti. Kısa sakallarının üstünü hafifçe kaşıdı.

"Doğru... Sen zaten şımarık bir kız çocuğuydun."

Onun yaptığı gibi gözlerimi kıstım. Başımı hafifçe yana eğdim.

"Doğru." dedim, net bir sesle. "Senin 16 yaşından beri aşık olduğun şımarık bir kız çocuğu."

Kurduğum cümleye ağzımdan çıktığı an pişman olmuştum ama geri al tuşu gerçek hayatta işe yaramıyordu. Tam buraya bir 'ctrl+z' ne iyi giderdi oysa.

Biliyordum, artık aşık değildi. Biliyordum, ona hesap sorma hakkım yoktu. Ve yine biliyordum, o arabanın kılıflarını değiştirmede de söz hakkım olmayacaktı. Ama işte bilmek yetmiyordu. Gün içinde yüzlerce kez kendime benden vazgeçtiğini hatırlatıyordum ama onu gördüğüm an rüzgarına kapılıp ayakuçlarımı, ayakuçlarının yakınında buluyordum.

Rüzgar değil, Fırtına kapıldığım...

"Doğru..." dedi, başını bana doğru eğmiş yukarıdan bakıyordu.

Bir saniye için, bir saniye bile değil daha minik bir an için yüzünde huzurlu bir duygu belirdiğini sanmıştım ama hayır, belirmemişti.

"Geçmişini inkar edemezsin."

Açık kapıdan içeri girip sürücü koltuğuna oturdu, kapıyı hızla çekip kapattı ve arabayı çalıştırdı.

Siyah Jeep hızla bahçeden çıkarken arkasından öylece baka kaldım. Bu anı yaşamaktan çok sıkılmıştım.

Benim Ege'm bana kıyamazdı ama bu Ege'nin gözlerindeki ifade ruhumu acıtıyordu. Ben, kendi Ege'mi geri istiyordum.

"Çok beklediniz değil mi?"

Hızla bize yaklaşan Ekin ve Mert'e baktığımda içine düştüğüm Ege sancılarından çıkmak için silkindim.

"Sıla," dedi Ekin hızla, "Sen Mert ve Çisil'i al bize geç. Biz de Nora ile önce markete uğrayalım, evde içecek bir şey yok."

Sıla kısa bir an için düşündü. Muhtemelen itiraz edecekti ya da birlikte gitmeyi teklif edecekti.

"Şey," dedi, Çisil yine kedi mırıltısı gibi. Fazla çekingendi. "Ben rahatsızlık vermesem?"

"Olmaz."

Mert'in bağırtısıyla hepimiz ona döndük. "Olmaz çünkü sen Ekin'in davetlisisin."

Ekin kaşlarını çatıp eğlenerek baktı Mert'e. Kendisini göstererek başını eğdi.

Mert de onun gizli sorusunu cevaplayarak başını salladı.

"Evet," dedi Ekin Mert'i bu durumdan kurtarmaya çalışarak. "Evet, lütfen gel."

Lütfen... Ekin Göksoy rica ediyor. İnanılır gibi değil.

"Eğer rahatsızlık vermeyeceksem..."

Çisil'in gülümsemesiyle Sıla onun omzuna dokunda. "Hayır, ayrıca seninle daha Van Gogh'un eserleri hakkında konuşacağız. Çünkü aramızda kendisini şarap ismi sanan arkadaşlar var."

Ekin kaşlarını kaldırarak Sıla'nın tam önünde durdu.

"Şarap mı?" diye sordu dudaklarını oyuncu bir tavır ile bükerken. "Oysa ben Van Gogh'u ayçiçeği sanıyordum."

Sıla'nın saniyenin yarısı kadar bir süre için gözleri parıldadı. Ekin gülümsedi ve Sıla bu eşsiz manzaraya daha fazla karşı koyamayarak başını eğerek güldü.

"Tamam," dedi çok nadiren duyduğumuz yumuşak tonuyla. "Sen kazandın."

"Hep kazanırım..." dedi Ekin.

Cebinden üzerinde siyah sekiz olan bilardo toplu anahtarlığa takılı anahtarı çıkartıp Sıla'ya uzattı. Sıla anahtarı aldığında arabaya doğru yürüdü.

Kalabalıktan sıyrıldığında "Bir şey hariç, hep kazanırım." diye mırıldandı.

Sürücü koltuğuna yerleştiğinde ben de yan kısma geçip oturdum.

Kemerimi bağlarken yüzündeki karmaşık ifadeye baktım. Kaşları hafif çatılmıştı. Arabayı çalıştırdığında dikiz aynasına baktı. Sıla'nın beyaz Volvo'su hareket ettiğinde de Ekin de gaza bastı.

"Bazen tüm kaçış yollarının kapatıldığını hissediyorsun, değil mi?" diye sordum, ana yola çıkarken.

Başını hafifçe eğip yüzüme baktı. "Hayır," dedi. "Bazen, tüm gidişlerimi kapatmışım gibi hissediyorum. Ben. Bizzat kendim."

Başımı cama çevirdim. Ekin arabanın hızını arttırdı.

Dile dökemedikleri canını yakıyordu, biliyordum. Sessinde, ev dağınıklığı değil belki ama söylenmemiş sözcükler vardı.

Ekin Göksoy, bir şiirden alıntı gibi duruyordu hayatımızda.

Marketin olduğu sokağa girdiğimize arabadan indi. Ben de ardından inip hızlı adımlarla arkasından yetişerek koluna girdim.

"Dondurma alalım." diye bağırdım, markete zıplayarak girerken.

Güldü. "Pamuk şeker de ister misin? Ne bu neşe?"

"Hayır ama şey alalım, Ege'nin sevdiği baharatlı yer fıstığı vardı ya."

"Ege yemiyor onu artık." dedi, market arabalarının olduğu yerden bir tanesini çekerken.

"Hayda." dedim, oldukça sesli. "Ne yaptı bu, kendini baştan mı yarattı?"

Kaşlarını çattı. Cips reyonundan Pringles kutularını market arabasına atarken bana döndü. "O nereden çıktı?"

"Parfümünü değiştirmiş." dedim, başımı imalı bir halde aşağı yukarı sallarken.

Ekin yüzüme 'yani' bakışıyla bakarken tek almadığı olan mor Pringles kutusunu arabaya attım. "Bunun neyi eksik?"

"Ağzımda sevimsiz bir tat bırakıyor." dedi, yüzünü buruştururken.

"Yeşili de sevmiyorsun ama aldın değil mi?" Kaşlarımı kaldırdığımda cevabı zaten biliyordum ama yine de merakla yüzüne baktım.

"Onu Sıla seviyor." dedi, cips soslarının her birinden bir tane alırken.

Gülümsedim. Ekin'in bu huyunu çok seviyordum. Bir şeyleri çok yumuşak geçişlerle yapardı. Onu okumak, çözümlemek için oldukça iyi gözlemlemek gerekirdi ve Ekin yabancıları o kadar da yakını sokmazdı. Dışarıdan kalabalık bir hayatı varmış gibi görünürdü ama o korunaklı bir kalenin içinde yaşardı. İçeriye giriş izni ise sayılı insanda vardı.

"Çisil'i davet etmene şaşırdım." dedim.

Gülümsedi. "Sevimli kız."

"Yine de..." dedim, bir cümle daha eklemesini bekleyerek.

"Mert," dedi, içkilerin olduğu kısma geçtiğinde. "Geçen sene derslerin bitmesine birkaç ay kala müzik odasında denk gelmiş. O günden beri ne zaman görse bugünkü gibi aklı uçuyor."

"Mert mutlu olsun diye, yani?"

Paket halindeki biralardan 3 tane bıraktı cipslerin yanına.

"Herhalde Mert mutlu olsun diye. Hem kız sınıf arkadaşınmış, fena mı kaynaşırsınız."

Göz kırptığında yaptığı ima ile gözlerimi kıstım. "Eskiden tanıyan kimse seni çekmez, yeni arkadaş bul diyorsun?"

Başını geriye atıp kahkaha attı. "Sen eskiden bu kadar kompleksli değildin, ne oldu İngiltere'nin havası mı yaramadı?"

Gidişimle dalga geçme noktasına ne zaman gelmiştik? Hayır, buraya nasıl geldiysek bana bir yön haritası vermeliydi. Çünkü Ege ve Sıla'nın bu noktaya gelmesi yaklaşık 3 ömür sürerdi.

"Hıı," dedim dalga geçerek. "Yağmur yağdı, içime içime küf tuttum."

Başını onaylamaz bir ifadeyle sağa sola salladı. "Sen kesin Bağcılar'a gittin, yok yani başka imkanı yok bu arabeskin."

Birkaç şişe daha içki eklemişti arabaya, sabah kadar içsek bitiremeyeceğimiz kadar içki aldığımıza göre sanırım gidebilirdik.

"Dondurma al sen, ben de yiyecek bir şeyler alayım." dedi, market arabasını sağ tarafa doğru iterken.

Dondurma kısmını bulup iki kutu aldıktan sonra kasaya doğru ilerleyen Ekin'in yanına doğru koştum. "Dondu, elim dondu."

Kutuları elimden alıp diğer aldıklarının yanına bıraktı.

Ödemeyi yapıp çıktıktan sonra poşetleri bagaja yerleştirip tekrar arabanın içinde yerlerimizi aldık. Derslerden sonra bunu yapmayı özlemiştim. Hep birlikte buluşup bir şeyler yapmanın nasıl hissettirdiğini unutacağım kadar zaman geçmişti.

"Ege nerede kalıyor?" diye sordum. Açmak istemediğim konulardan birisiydi bu ama bir şekilde konuşulacaktı vakti gelince.

"Barın üstünde bir kat var, kullanılmıyordu Ege düzenledi, orada." dedi, hoşnutsuz bir ses tonuyla. "Benimle yaşa dedim ama... Ege işte."

Yutkundum. "Berrak," dedim, istemeyerek. "O da..."

"Hayır." dedi, ne soracağımı anlayıp. "Birlikte yaşamıyorlar."

Ekin'in dairesinin olduğu rezidansa girdiğimizde Ege'nin gelip gelmediğini merak ettim. Barda işleri olduğunu söylemişti ama o bizden önce yola çıkmıştı ve biz markette oyalanmıştık. Onunla konuşmam gerekiyordu. Artık bekleyemezdi. İçimi kavuran her şeyin sorulması ve sorularımın cevap bulması gerekiyordu.

Arabayı otoparka park ettiğinde Ekin bagajdaki poşetleri alıp asansöre doğru ilerledi.

Elleri dolu olduğundan 24 yazan düğmeye bastım. Yüksek binaları çocukluğumdan beri soğuk bulurdum, burada yaşayan kişiler benim için hep sıkıcı insanlardı. Ekin ise yükseklik tutkusu olan bir hayta olduğu için burada oturuyordu. Kendimce böyle bir bahane bulmuştum ama biliyordum öyle olmasaydı da bahçeli bir ev yerine burayı tercih ederdi. Lüks, şık ve pürüzsüz görünümlü her şey Ekin'i cezbederdi.

Zile bastığımda kapı birkaç saniye içinde açıldı.

"Nerede kaldınız?" dedi Mert, Ekin'in elindeki poşetlerin bir kısmını alırken.

"Çok mu oyalandık?" diye sordum, eşikten geçtiğim an holü ve hol ile birleşen salonu incelerken.

Ege gelmemişti. L koltuğun ucunda Çisil ve Sıla oturuyordu, antep fıstığı kabuklarından anladığım kadarıyla Sıla'nın diğer tarafında ise Mert oturuyordu. 

Mert ve Ekin mutfağa ilerlediğinde ben de kızların yanına yürüdüm.

"Selam," dedim özellikle Çisil'e bakarak gülümserken.

"Hoş geldin Nora." dedi, neşeyle. Biraz daha gülümsedim.

"Selam." dedi Sıla.

Yanlarına oturduğumda, Sıla'nın tabletinden çizimlerine bakıyorlardı.

"Aa bakayım, bunlar son çizdiklerin mi?"

Sıla bana dönmeden ekranın ışını kapattı. Tableti koltuğun üstüne bırakırken yerinden kalktı. "Soğuk bira vardı dolapta, isteyen var mı?"

Arkama yaslanırken "Hayır, teşekkürler." diye mırıldandım.

Sıla mutfağa girdiğinde Çisil bana döndü.

"Nora," dedi parıldayan yeşil gözleri ile gülümserken. "Sıla ile çok iyi anlaştık ama sana ayıp olmuyor değil mi?"

Ayıp?

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Neden?"

"Yani, hani sen tanıştırdın ya herkes ile beni... Sanki seninle daha az konuştuk."

"Çisil'ciğim, ben bir süredir burada yoktum." diye açıkladım. "Sıla ve Ege bana biraz kızgın. Mert ve Ekin de kızgın da Sıla ve Ege beni biraz görmek istemiyor."

"Aa," dedi dudakları 'o' şeklini alırken. "Neredeydin ki?"

"İngiltere." dedim, ona doğru eğilerek. "Yani şu an Sıla seninle rahat rahat konuşup gülüyor ya, bu beni mutlu ediyor. En azından biraz yumuşuyor."

Çisil başını anlayışla salladı. "Anladım." Biraz bekledi. Ne diyeceğini tartıyor olmalıydı.

"Umarım yakın zamanda düzelirsiniz."

"Umarım." dedim, tekrar arkama yaslanırken.

"Biralar soğuk..." diye bağırdı Ekin içeri doğru girerken.

"Hayır," dedi Sıla itiraz ederek içeri girdiğinde. "Biralar soğuk mu dedim, diyeceksin."

Ekin elindeki şişeleri havaya kaldırdığından başını eğip Sıla'ya baktı. "E ama soğuk." dedi anlamayarak.

Güldüm. "Tamam işte, sen 'biralar soğuk mu dedim' diyeceksin Sıla da 'dedi ki normal' diyecek."

Yerimden kalkıp elindeki biralardan birini aldım.

Sıla yüzünden eğlenen ifadesini silerek biraz önce kalktığı yere tekrar oturdu.

"Haa," dedi Ekin anlayarak. "Ortaçgil."

Başımı sallarken çevir aç olmasının verdiği rahatlık ile açtığım kapağı masadaki kül tablasına attım. Sıla biz gelmeden önce sigara içmiş olmalıydı, küllük doluydu.

"Mmmm biri anlatsın artık, nedir bu normal." diye mırıldandı Ekin, kendisini koltukta Sıla ile benim arama bırakırken. "Mmmmm canım sıkılıyor artık, yoksa ben miyim anormal?"

Kapı çaldığında farkında olmadan yerimden fırladım. Bana dönen bakışları fark ettiğimde ise yavaşça yerime oturdum. Mert bana gülerek kapıya doğru ilerleyip açtı ve Ege girişte belirdi.

Belindeki gömleği çıkartmıştı. Siyah tişörtünün üstüne siyah bir kot ceket giymişti. Saçlarının üstü hafif nemliydi, muhtemelen yine duş aldıktan sonra evden çıkmıştı. Bunu her yaptığında boynu tutulurdu ama yine de akıllanmazdı. Birinin kusurlarını sevmek ne demek sadece ona bakarken anlıyordum. Ege mükemmel değildi, herkes gibiydi ama orada öylece dururken aklıma ondan daha mükemmel bir şey gelmiyordu.

"Selam." dedi içeri doğru adımlarken.

Ekin yayıldığı yerden kalkmadan yumruğunu ona doğru uzattı, o da bana bakmamaya özen göstererek sıktığı yumruğuyla ellerini tokuşturdu.

Tam karşımdaki tekli koltuğa oturduğunda sağ ayak bileğini sol dizinin üstüne atıp masanın üstünden bir bira aldı.

"Hallettin mi işlerini?" diye sordu Ekin.

"Evet, geldi içkiler yerleştirip barmene bıraktım ben de barı."

"Bar ne zamandır sende?" diye sordum, bana dönen bakışlara aldırmadan Ege'nin gözlerinin içine bakarken.

Cevap vermedi. Birasından uzun bir yudum aldı, şişeyi dudaklarından ayırdığında sol bacağının üstüne yasladı.

"Omzun nasıl?" diye sordu Ekin, ifadesiz bir ses tonuyla.

Çisil hariç herkes bunu bana cevap vermediği için sorduğunu biliyordu. Ege alaylı bir sesle güldü.

"İyi, yaşarım."

"İyi." dedi Ekin, boynunu yasladığı koltuktan kaldırmadan birasından bir yudum alırken.

"İçeride bir ton ıvır zıvır var, onları neden getirmediniz?"

Birden yerinden doğrulup başını eğerek Çisil'in oturduğu yere baktı.

"Kıvırcık kız, sen niye bir şey içmiyorsun?"

Çisil gözlerini şaşkınlıkla açarak Ekin'e döndü. "İçerim birazdan, teşekkürler."

"İstersen başka bir şeyler daha var. Ne seversin, getirelim sana?" diye sordu ısrar ederek.

"Yok, bira olur. Teşekkürler." dedi, Çisil tekrar cılız bir sesle.

"Teşekkür ediyor bir de, arı vızıltısı gibi sevimli." Ekin gülümseyerek yaslandığı yere tekrar yerleşti.

Ona doğru uzanıp saçlarını karıştırdığımda eğlenen ifadesi ciddileşti. "Nora!"

"Bağırmasana kulağımın dibinde." dedim, ondan uzağa kayarak.

"Oynama saçlarımla."

Bu kez uzanıp yanağını sıkarak sündürdüm. "Nora, var olan bütün çekiciliğimi on iki yaşıma indiriyorsun, yapma." dedi.

"Ama çok sevimlisin, şuna yanaklara bak, minnoş minnoş." dedim yanağını biraz daha çekerken.

"Minnoş? Ben?" Gözlerini kıstı. "Asla!"

"Berrak gelecek mi?" diye sordu Sıla.

Bütün keyfim kaçmıştı. Bakışlarım tekrar Ege'ye döndü.

"Gelemez." dedi Ekin sakince. "Sanki bilmiyorsun, benim evime yabancılar giremez."

Ege dudağının kenarıyla gülerken umursamadan birasından bir yudum daha aldı.

Çisil'in kıpırdadığını gördüğümde Ekin ona döndü. "Sen üzerine alınma kıvırcık kız, senin kadar sevimli olmayan yabancılardan bahsediyorum."

Çisil gülümsese de manasız muhabbetten haliyle bir mana çıkartamadığından huzursuz olmuştu.

Ekin birasından son yudumu içtiğinde masaya doğru uzanıp boş şişeyi bıraktı. "Buraya biraz müzik lazım." dedi.

Tam o sırada Mert elinde Ekin'in liseden kalma gitarı ile girdi.

"Ben de öyle düşündüm."

Ekin Mert'i süzdükten sonra "Sen mi çalacaksın?" dedi imayla.

"Hayır," dedi Mert gitarı Ekin'e uzatarak. "Sen çalacaksın."

Ekin gitarı alıp tekli koltuklardan birini ortaya doğru çekerek L koltuğun karşına konumlandırdı. Yerleştiğinde gitar da kucağındaki yerini almıştı. Parmaklarını üzerinde birkaç kez gezdirip sesini kontrol etti.

"Baya oldu çalmayalı," dedi akordu düzeltmeye çalışırken.

"Olsun," dedi Çisil ilk kez bir şey sorulmadan lafa girmişti. "Sesin güzel mi?"

Ekin gülümsedi. Çisil'i gerçekten sevmişti. Abartıyordu, evinde büyük partiler verirdi ve girip çıkan herkesi tanımazdı ama Berrak'ı yabancılaştırmıştı. Asla kabullenmiyordu. Oysa Ege'nin hayatında olan herkesi bir şekilde kabul ederdi.

"Eşlik edeceksiniz artık, tek başıma söylemem." dedi, akort ayarını bitirdiğinde.

"Biri var..." Sesi yumuşakça şarkıya girdiğinde elimdeki şişeyi masaya bıraktım. "Beni ağlatan, güldürenlerden çok sevdiğim. Biri var uzakta duran, en yakınımdan yakın bildiğim."

Ekin başını gitara doğru eğdiğinden, sarı saçları yüzünü kapatıyordu.

"Aldı kafamı da o, yine vurdu duvarlarına."

Bakışlarımı Sıla'ya çevirdim, gözlerini dizine yasladığı şişeye dikmiş mırıldanarak şarkıya eşlik ediyordu.

"Hapsetti şarkılarımı, kalpsiz içimde ki karanlığa..."

Ekin başını usulca kaldırıp bakışlarını karşısında oturan Sıla'ya çevirdi. Aynı anda hissetmiş gibi Sıla da bakışlarını kaldırdı.

"Ne kadar unutsam onu, hatırlarım yine unuttuğumu... Ahh Biri var! Biri var!"

Ege yerinden kalkıp mutfağa doğru yürümeye başladığında hızla yerimden kalktım.

Buzdolabını açtığında eğilip bir bira çıkarttı, doğrulduğu sırada yanına geçip beni görmesini sağladım.

"Aşık mısın ona?"

Gözleri bir an için gözlerime kilitlendi. Sanki aradığı bir cevap saklıydı ya da ne zamandır bulmayı umduğu bir şey. Bakışlarını kaçırıp elindeki şişenin kapağını açtı.

"Aşık mısın?" dedim tekrar. Sesim titrememişti ama gözlerime buğular çökmek üzereydi.

Birasından uzun bir yudum alıp içeri doğru ilerlemek üzere adım attığında kolundan tuttum. Hakkım olmadığı kısmını sonra düşünecektim. Bana aşık olmayan bir adama dokunamazdım, bana aşık olmayan bir adama hesap da soramazdım ama o adam henüz bana aşık olmadığını söylememişti.

Kolundan çekerek Ekin'in misafir odalarından birine doğru sürükledim. Ege direnseydi onu arkamdan çekiştirmem mümkün olmazdı ama kolunu sadece tutuyordum, yürüyerek gayet bana eşlik ediyordu.

Odanın kapısını açıp girmesini bekledikten sonra kapattım.

"Aşık mısın?" dedim, gözlerimi hissiz elalara dikerek.

Yüzünden birkaç duygu geçti. Hiçbirini çözemedim. Bir şeyi vardı, sanki...

"Sen kimsin?" dedi fısıltıyla.

Esecek gibiydi.

"Sen kimsin?" diye bağırdı bu kez. "Kimsin sen, kimimsin?"

"Özür dilerim." dedim tek seferde. Sanki göğsüme baskı yapan hayali bir ağırlık tek cümle ile yok olmuştu.

"Özür..."

Elindeki şişeyi yatağın yanında duran komodinin üstüne sertçe bıraktı. Burnunun ucunu sıktı. İki elini birden ensesine dayarken birkaç adım öne arkaya yürüyerek küçük bir volta atıyordu.

"Özür diliyorsun?"

Başımı temkinli bir ifade ile salladım.

"Nora Güz İlgen... Bu şerefi neye borçluyuz?"

"Ege ben sana söy-"

Elini hızla havaya kaldırdı. "Sus," dedi zorlukla.

"Sus bana saçma sapan bahaneler sıralama."

"Ege... Seni çok özledim."

Gözümden bir damla yaş döküldüğünde öfke dolu elalar, çaresiz kahverengilerime döndü.

"Özleme." Bir adım atıp tam önümde durdu. "Ben seni özlemedim."

"Hayır," dedim başımı iki yana sallarken. "Hayır, hayır. Bilerek öyle söylüyorsun. Canım yansın diye. Yanıyor zaten." dedim bileğine dokunmak için uzandığımda kolunu çekti.

"Çok yanıyor." dedi gözlerime dolan yaşlara aldırmadan gözlerine bakarken.

"O kadar bencilsin ki Nora... O kadar kendinle dolusun ve hayata kapalısın ki."

Başını iki yana sallarken çileden çıkmış gibiydi. "Herkes bıraktığın gibi, bıraktığın yerde sanıyorsun değil mi?"

"Sıla'ya nasıl olduğunu sordu mu?"

Sormamıştım, haklıydı.

"Annesi kanser atlattı." dedi.

Ne?

"Ne?" Dudaklarım aralandığında şaşkınlıkla yüzüne baktım.

"Bilmiyorsun çünkü sormadın, bilmiyorsun çünkü geçen sene sana en çok ihtiyacı olduğu zamanda yoktun. Bilmiyorsun çünkü umurunda değil."

"Ekin... Söylemedi." diye mırıldandım.

"Ekin söylemez ama sanma ki üzülme diye, Sıla söylemeyin dedi diye."

İki elimin birden tersiyle yüzümü sildim.

"Özür dilerim." dedim, tekrar. Başka söyleyecek bir şey bulamıyordum, zihnim kontrolden çıkmıştı. Aynı anda bir sürü his birden vardı içimde.

"Ona aşık mıyım? Bunu merak ediyorsun değil mi? Koca bir sene boyunca bize ne oldu, nasıldık, ne yaptık bunların hiç biri umurunda değil."

Bağıran sesiyle sıçradığımda bana daha da yaklaştı. "Umurunda olan tek şey benim hala sana aşık olup olmadığım. Çünkü bu kadar senin dünyan... Sana aşık değilsem ne yapacaksın, yarın sabah da Fransaya mı gideceksin haber vermeden?"

Bana doğru eğildiğinde bakışlarımı yere indirdim, gözleri beni daha fazla ağlatmaktan başka işe yaramıyordu.

"Diyelim ki ona aşığım, seviyorum Berrak'ı, ne yapacaksın?"

"Nefret ediyorsun benden." dedim mırıltıyla. "Biliyordum."

"Etmiyorum." dedi başını iki elinin arasına almış yeniden çizdiği rotada bir aşağı bir yukarı yürüyordu. "Edemiyorum... Bu durumdan nefret ediyorum, içimde sana ait tüm duygulardan nefret ediyorum. Bir tek senden..." Komodinin ayağına tekme attı. "Bir tek senden nefret edemiyorum."

Hıçkırdığımda bana döndü. "Ağlama." dedi, fısıltı gibi çıkan sesiyle.

"Ağlama, ağlamandan da nefret ediyorum."

Oysa beni ağlarken çok az görmüş olduğuna emindim. Sulu gözlü biri sayılmazdım, bir şey beni yok etmiyorsa duygularımı fiziksel olarak dışa da vurmazdım. Ama şu an, söylediği her cümlenin haklılığı içimi yakarken ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Canım acıyordu.

"Değilim." dedi, kendinin bile zor duyduğuna emin olduğum bir sesle. "Değer veriyorum, hakkını ödemeyeceğim çok şey yaptı."

Tam karşımda durduğunda başımı zorlukla kaldırdım.

"İsterdim, çok istedim ona aşık olmak ama... Değilim."

Bir kere daha hıçkırdığımda "Git şimdi," dedi. "Sana bakmak geçirdiğim son bir yılın canlı kanıtı gibi. Sana baktığımda, kaybettiğim her şeyden önceki kendimi hatırlıyorum. Git şimdi ve artık çıkma yoluma."

Başımı salladım. Haklıydı. Arkamı dönüp kapının kulpunu tuttum.

Bitmiştik.

O beni öldü sandığında, ben onu yanımda götüremediğimde bitmiştik.

"Eğer," dedim ağlamaktan boğuklaşan sesimle. "Seni yanımda götürebilecek olsaydım..."

"Ege, sen benim her şeyimsin."

Elim kapıda öyle kalmıştı. Ne çıkıp gidebiliyordum, ne de dönüp ona bakabiliyordum.

"Öldün sandım..." dedi. "Ben o gün, öldün sandım Nora."

"Keşke," dedim elimde olmadan. Yavaşça ona doğru döndüm. "Bana yokmuşum gibi bakıyorsun Ege, hiç kimseymişim gibi. Senin için yoksam zaten, var olmamışımdır ki..."

Gözlerine biriken yaşlardan nefret ettim. Ağlamamdan neden nefret ettiğini şimdi anlamıştım. Onun canını acıtan her duyguyu söküp almak istedim içinden.

Kapıya doğru tekrar uzandığımda kolumu kavrayıp tek seferde beni kendine çekti.

Kolları etrafıma kapandığında başımı göğsüne bastırdı. Kolları belimi o kadar sıkı kavrıyordu ki, bedenimde hissettiğim bu baskı ile kalbim bir yıl sonra yeniden normal ritminde atmaya başladı. Göğsümdeki ağırlık yok oldu. Başını, başımın üstünde yavaşça eğildiğinde dudakları saçlarıma değdi. Derin bir nefes alırken beni daha sıkı sardı.

"Ölmemişsin," diye mırıldandı. "Buradasın."

Ceketinin kumaşını avuç içlerime sıkıştırıp yumruklarım sıktım. O derin bir nefes alırken ben nefesimi tuttum.

Buradaydım... Buradaydı.

Kolları yavaşça bedenimden çekildiğinde hissettiğim boşlukla sendeledim.

"Şimdi gidebilirsin." dedi, yeniden duygusuzlaşan sesiyle.

Uçurumun kenarında değildik ama uçurumdan düşüyormuşum gibi hissettiğime emindim. 

Continue Reading

You'll Also Like

12.1K 950 10
Herkes de olduğu gibi benim içimde de umut kırıntısı vardı ama bende sabır yoktu. Her sabrın sonu selamet derlerdi,bazı sabırların sonu kıyametti,hab...
DİĞER KIZ By Gokce_Sultann

Mystery / Thriller

7.1K 1.2K 8
Neva Dersim, eniştesi Örsal Sonkoç tarafından sahte evrak ve tanıdık aracılığıyla akıl hastanesine kapatıldıktan sonra hastaneden çıkar çıkmaz intika...
451K 26K 30
Şafak aydınlığa çok yakın! Şafak gökyüzünü sarıyor. Şafağın sardığı gökyüzüne kimse engel olamazdı. Babamdan, bana kalan bu kutsal aşkı tek bildim...
253K 11.3K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...