Yasak Meyve: Nar.

Par emineyyx

320K 16K 2K

O bana yasaktı, ama ben ona değildim. O beni kaybetmeyi göze alamazdı ama ben alırdım. Ben karanlıktan korkar... Plus

Yasak Meyve: Nar.
◘1◘ Yemek
◘2◘ Kaçacak Yer
◘3◘ Persephone
◘4◘ Şiir Yazan?
◘5◘ Yeraltı Dili
◘6◘ Dayanamayacağım şey
◘7◘ Anne?
Gelecek Bölümlerden Alıntı
◘8◘ Gerçek Aşk
◘9◘ Mektup
◘10◘ Kahkaha
◘11◘ Gerçekler
◘12◘ Sarhoş
◘13◘ Part 1 ◘ Yeraltı Yemeği
◘13◘ Part 2 ◘ Kraliçe Olmak İçin Doğan
◘13◘ Part 3 ◘ Gözlerde Gizlenen
◘14◘ Yanmaya Razı Gül
◘15◘ Aşık
◘16◘ Kılıç Talimi
◘17◘ Veda
◘18◘ Özlem
◘19◘ Kırgınlık
◘20◘ Antreman
◘21◘ Acı
◘22◘ Sıradanlık
◘23◘ Saklı Yer
◘24◘ Zor Sorular
◘25◘ Canı Parçalara Ayırmak
◘27◘ Aciz Kelimeler
◘28◘ Ateş
◘29◘ Kötü His
◘30◘ Theseus
◘31◘ Toplantı
◘32◘ Çocuk
◘33◘ Davet, Hançer ve Karanfil
◘34◘ Öncelik
◘35◘ Mücadele
◘36◘ Özür
Hadi biraz tartışalım
◘37◘ Sorulara Beklenmedik Cevaplar
Dönüş

◘26◘ Ölümün Nefesi Çiçek Kokan Gelini

5.3K 281 36
Par emineyyx


Tutunacak dalım kalmamıştı. Uçurumdan aşağıya düşüyordum ve beni tutabilecek hiç bir dalım kalmamıştı. Ben yok etmiştim hepsini. Elimle parçalamıştım ve sanki bu anın geleceğini biliyormuş gibi intihar gülümsemesi oluşmuştu bunları yaparken yüzümde. Ona boyun eğerken, ona teslim olurken, onu öperken, ona sarılırken, onun kollarında ağlarken... hepsinde dudağımda intiharın soğuk gülümsemesi vardı. Hiçbir şeyin farkında olmadan yaşadığım bir kaç senenin sonunun bu şekilde olacağını istemiş gibi anneme inat hep o defne ağacının yanına gidişim, benim kesin intiharımın ilk basamağıydı. İlk basamağım başarılı geçmişti. Kendimi onunla ilgili her bilgiden soyutlayarak oraya gitmiştim ve sonunda yeraltına kaçırıldığımda yediğim bir kaç kan toplu nar intiharımın ikinci basamağını gerçekleştirmişti.

Yeraltında. Sonsuza. Kadar. Onunla. Kalacaktım.

Onun kadar dengesiz birisiyle sonsuzluğu yaşamak aslında en güzel intihardı ama Tartarus'u arzulayan içimdeki intihar isteği, beni ilk basamakta öldürdü.

Beni buraya kendisi getirmedi. Ve intiharım gerçekleşti. Öğrenmem zaman almıştı ama olmuştu. 3 basamaklı intiharım sonucu ölmüştüm.

Ben tutacak dallarımı kırarken Hades de benim kalbimi parçalamıştı. Saniyeler önce gerçekleşen intiharım koordineli bir hareket sonucuydu. Bu işi Hades'le birlikte başarmıştık.

Gözlerimi kapatarak kendimi düşünmeye vermeye çalıştım. Aslına bakılırsa kaçmaya çalıştım. Küçük bir çocuk gibi gözlerimi kapatmak ve gözlerimi kapatınca gördüğüm karanlığın beni tutmasını arzuladım.

Karanlığı arzuladım.

Ama bundan sonrası zaten olmazdı. Karanlık hevesim yüzünden bu haldeydim zaten.

Dudağını dişlerimin arasına alarak elimi koyacak bir yer aradım. Elim konacak yer bulamadığında düşecek konuma gelsemde son anda duvara tutunabilmişti. Bakışlarım duvarı tutan elime kaydı. Duvara taşlanan yerleri beyazlamıştı, soğukluğunu hissediyordum. Boğazıma oturan yumru sonrası derin bir nefes bırakarak kendime gelmeye çalıştım.

Ben yanlış duymuş olmalıydım.

Eros... mantıksızdı. Neden böyle bir şey yap-

Afrodit. Aklımda çınlayan isimle dengemi daha da kaybeder gibi oldum. Fark ettiğim gerçekler darbe gibi üstüme yağıyordu. Nefes alamıyordum.

"Kız işkenceyle mi konuştu?"

Hades'in sesini duyduğunda az da olsa kendimi toparlamaya çalıştım. Neden böyle bir şey soruyordu ki?

"Hayır. Güneşin etkisinden çıkınca, Apollo'nun hükmü bitti ve kendiliğinden konuştu." Elimi ağzıma getirerek hıçkırığımı içimde hapsettim. Tanrıların oyunundaki oyuncak olmuştum. "Tahminin doğru çıktı." Aigeus'un sesini bir kez daha duyduğumda tutunduğum duvar bana yetmemeye başladı. Darbeler ardı ardına geliyordu. Bir darbe daha yersem yıkılacağımın bilincinde ağır ağır arkaya dönmeye çalıştım.

Dilediğim tek şey ölmekti o sırada. Her şiirin, her çabanın, her kelimenin, ardı boş maskeler olduğunu öğrendiğim o anda aklımdan ve gönlümden geçen tek şey ölmekti. Sadece elimden gelen bir şey yoktu acı bir şekilde.

Bunun dahasını duymak istemiyordum. Eğer duyarsam, düşecektim. Düşersem, fark edilirdim. Elimi dudaklarımdan çekmeden odama doğru adımlamaya başladım. Yer kayıyordu, duvarlar erimişti. Duyduklarımın hislerime kattığı ağırlık soluk ruhumun yüküne yük eklemişti. Nefeslerim bana fazla geliyordu. İstiyordum ki benden hepsi gitsin, nefesim kesilsin, yaşamak isteyen birine verilsin: sevdiği tarafından sevilen birine, hayatında başkalarının müdahalesi olmayan birine, özgür ruhlu birine.

Ama nefeslerim hala bendeydi. Hala acı çekmeye devam ediyordum. Görüşüm bulanıklaştığında son adımlarımı atıp odanın kapısını ittim ve kapıyı ardımdan kapattım. Vücudumda derman kalmayınca dizlerim büküldü ve kapının arkasına çöktüm. Boğazımdan hıçkırıklar firar ediyordu ve her hıçkırığın farklı bir sebebi vardı. Neye ağlayacağımı şaşırmıştım.

Biraz önce duyduklarım neredeyse şu ana kadar yaşadığım her şeyi açıklıyordu. O kadar güçlü bir tanrıydı ki Eros'un oku onu derinden etkilememişti. Bu yüzden bu kadar dengesizdi. Bir iyiydi bir kötüydü, bir seviyordu bir sevmiyordu.

"Persephone... Sana ilk kez bu şekilde seslendiğimde nedeninden bir haber sayılırdım. Gerçi hala öyle sayılır."

Gözlerim yaşların arkasına saklanmıştı resmen. Bir an geliyordu deli gibi seviyordu. Bir an geliyordu takıntı oluyordu o sevgi.

Kavgalarımız, beni sürekli incelemeleri, sorgular bakışları, dengesizlikleri... Her şeyin bir nedeni vardı şu anda. Beni sevmiyordu.

Beni sevmiyordu.

Düşüncelerimin içimde sesi kısıldı ve en ücra köşeye sindi. Beni bile isteye kaçırmamıştı, kahrolası bir ok yüzünden kaçırmıştı. Tanrıların oyununa alet edilmiştim. İşe yaramaz, ikinci sınıf, ne olduğu belirsiz bir tanrı olarak çok çabuk gözden çıkarılmıştım. Ağladıkça ağlamak istiyordum.

En yakın arkadaşım olarak gördüğüm Afrodit, Hades Ares'i kızdırdığı için beni yeraltına hapsetmişti. Yeşilin küçük kızı karanlık içinde kalmıştı.

Beni sevmeyen, beni sevmeye zorlanan ama gücü sayesinde zorlamayı kıran adama âşıktım. Aklıma gelen şeyle titredim. Belki de Eros'un büyüsüne karşı gelebilmesinin nedeni başka bir kadındı. Ağlamam şiddetlendi.

Belki de başka bir kadına olan aşkı Eros'u yenen şeydi.

Nefes almaya ve sakinleşmeye çalıştım. Böyle bir şey olamazdı, mümkün değildi, yani olsaydı bilirdim. Değil mi?

Yeryüzündeki her tanrı ve tanrıçadan nefret ediyordu. Yeryüzünden birini sevmesi...

"Ah," elimi dudaklarımdan çekerek dizime vurdum. "Aella, Aella..." elimi dizime Aella'nın adını her tekrarlandığımda vurdum ama elim de aynı, ismi tekrarlarken güç kaybeden sesim gibi güçten düşmüştü. Dizimin üstünde kalan elimi yüzüme getirdim ve kapıya kafamı yaslayarak ağlamaya devam ettim.

Ağlamam şiddetlenince sesimin duyulacağı korkusuyla, ayağa kalktım ve yatağıma doğru ilerledim. Nefes alamıyordum ama kendimi yinede yatağa attım ve sakinleşmeye çalıştım.

Benden nefret edecekti.

Afroditten nefret edecekti, Ares'ten nefret edecekti hatta belki bir savaş bile başlatabilirdi ama en çok benden nefret edecekti. Hiç bir suçum olmadığı için ne beni suçlayıp kenara atabilecekti, ne de beni sevebilecekti. Bu yükü sonsuza kadar taşıyacaktı ve yükünün ağırlığı arttıkça bana olan nefreti de artacaktı. Hıçkırıklarım çoğaldı. Şu an hissettiğim acıyı tarif edemiyordum.

Tanrılar benim hayatımı mahvetmişti. Ben de onun hayatını.

"Hayır." Fısıldadım. "Hayır, hayır, hayır." Ona aşık olmuştum. Ona aşık olmak müdahale altındaki hayatımda özgür irademe bağlı olmadan da olsa yaptığım en güzel şeydi. Ağlıyor olmasaydım eğer güleceğimi biliyordum.

Ya ben Kore'ydim ya. Yeraltının tanrısını sevmek benim gibi birisine göre miydi? Ben ve Hades aynı kefeye koyulmazdık bile. Ben ne kadar dipteysem o, o kadar yüksekteydi. Tekrar gülmek istedim. Kendimi aşağıladığımı bilseydi yine kızardı. Kendimin farkında olmadığımı söylerdi.

Beni değiştirmişti. İnkar zamanı bitmişti artık. Beni büyük oranda değiştirmişti. Duruşumu, anlayışımı, kendime olan tavrımı, başkalarına olan tavrımı... Kendimi farketmemi istemişti hep ve aslında başarmış bile sayılabilirdi. Kendisine karşı olan tavrım dışında. Beni kendisine aşık etmişti.

Ona karşı çaresizdim, bitiktim, gurursuzdum. Her seveni yerle bir eden hastalıktan vurulmuşum onu sevmeye başladığımdan beri. Ona karşı her hareketim acizlik içeriyordu. Ama zaten böyle olmaz mıydı? İki tarafta gurursuzluk yapardı ama bir araya gelip kelimeler dile dökülünce her şeyin üstünden gelinmez miydi?

Bizim kelimelerimiz yoktu. Bizim kelimelerimiz, güçsüz, gereksiz ve acımasızdı, ya hiç dilden dışarı çıkamıyorlardı ya da çıktıkları zaman dağıtıyorlardı ortalığı. Kelimelerin kontrolü bizde değildi çünkü biz saf duyguyduk.

Nefretti o. Öfke, sadakat, kırgınlık, özlemdi. Benim aksim olan, beni tamamlayacak her şeydi o ama onun bana karşı yöneltmesi gereken duygu kutusu boştu. Onun bana vermesi gereken tüm duygular sahte bir aşk tarafından öldürülmüş ve yerine geçilmişti.

Bana karşı bir hiçti bundan sonra. Onun için bir yüktüm bende.

Gücün benden her gözyaşıyla aktığını hissediyordum. Hissedecek bir şey kalmamıştı, yaşayacak neden bırakılmamıştı bana. Bitirmişlerdi beni.

Ağlamam dinerken elimi dudaklarımdan çektim ve yastığı kollarımın arasında alarak ona sarıldım. Uyuyacak dermanım bile kalmamıştı artık. Uyuyunca geçer diyemiyordum. Bana yetecek tek şey ölümdü.

Çiçeklerin arasında nefeslerimi tüketirken ve derdim yokken ölümü bu kadar arzulayacağım kimin aklıma gelirdi ki?

Gülmek istedim. Yeraltının tanrısı tarafından kaçırılacağım kimin aklıma gelirdi peki? Ona mecbur olacağım, ona aşık olacağım kimin aklıma gelirdi? Tekrar ağlamak istediğimde gözlerimi sıkıca yumarak kendimi tuttum ve uyumaya çalıştım. Kendimi dizginlemek zorundaydım.

Her ne kadar uykum olmasa da uykunun beni ele geçirmesi çok uzun sürmemişti. Aslında uyumuyordum ve bilincim açıktı ama gözlerim kapalıydı. Kendimden geçmek çok uzun zamanımı almamıştı zaten. Bitkin ruh halim göz kapaklarımın üstüne binerek onları kapanmaya zorlamıştı.

Hala karanlık olan odada tek ışık kaynağı olan mum, yüzümün tarafındaki sehpada duruyordu. Yatağın hizasında bulunan sehpada direk ışığın gözüme gelmesi için büyük rol oynuyordu. Uyuyamamamın bir diğer nedeni de o cılız ışıktı zaten. Arada sırada iç çekişlerim dolduruyordu odayı. Koridordan kapı açılma sesiyle beraber adım seslenir geldiğinde gözlerimi açtım. Hades Ve Aigeus konuşmayı bitirmiş olmalıydı. Ben oradan ayrıldıktan sonra epey vakit geçmişti aslında. Ne konuştukları başka birisi için merak konusu olabilirdi. Ama içimdeki bir ses seni buradan def etmek için çare aradılar diye avaz avaz bağırdığı için ben bu konudaki merakımı başka şeylere taşımıştım. Mesela bundan sonra bana olan tavırları nasıl olacaktı?

Odamın kapısından ses geldiğinde gözlerimi kapattım. Odaya ışık dolduktan sonra tekrar kapı kapatıldığında ışık da yok oldu. Yüzüme değen ışık kaşlarımı çatışma neden olmuştu. Yine de gözlerimi açmayarak ondan gelecek olan tepkiyi beklemeye başladım.

Odaya Hades'in girdiğini biliyordum. Kokusu, bir aurası vardı. Onun olduğu ortamları anlayabiliyordum. Mesela o kadar sessiz alıyordu ki nefeslerini bu da onu fark etmem için başka bir neden yaratıyordu bana.

Yüzümü döndüğüm tarafa gelerek bir kaç saniye bana baktı. Gözlerini üzerimde hissediyordum. Yanıma eğilerek yüzüme düşen saçlarımı kenara itti ve alnıma dudaklarını değdirerek bir öpücük kondurdu. Şaşırmıştım.

"Uyanık mısın?"

Sorusundan sonra dudağımın kenarını öptü bu sefer. Gözlerimi açtığımda çenemi öptü. Boynumu öptü sonra. Gözlerimi açtığımı görünce alnını alnıma yasladı ve yanıma uzandı. Dudaklarımı öpmedi ama. Her seferinde kenarını öptü ama dudaklarımı öpmedi. Ona izin vererek acizliğini konuşturuyordum. Kaşımın yanını öptüğünde kendimi biraz geri çektim.

Anlayarak kendini geri çekti önce. Sonra da alnımı öpüp elimi tutup kaldırdı ve avcumun içine bir ağırlık yerleştirdi. Ne olduğuna bakmak istedim ama elimi arasına sıkıştırdığı şeyden sonra kapatıp dudaklarına götürdüğünde nefesim kesildi. Elimi ve boynunu öpmesi sanırım zayıf noktamdı. Nefesim kesiliyordu ne zaman dudaklarını oralarda hissetsem.

"Bunu son gittiğimizde Hephaistos'un malikanesinde buldum. Çok mücevher kullandığını görmedim ama hoşuna gider diye düşündüm. Bana seni hatırlattı."

Avcumu açarak elime bıraktığı kolyeyle baktım. Gümüşün sarmaladığı kırmızı bir mücevhere ev sahipliği yapıyordu. Mücevherin şekliyse bir narı andırıyordu. Şu an herhangi bir şey hissettiğimi zannetmiyordum. Bu şekilde davranması beklemediğim bir şeydi.

Yine de... Beni düşünmesi hoşuma gitmişti.

"Çok sık aklına geliyor muyum?" diyerek tuzak soru yönelttiğimde düşünür gibi yaptı.

"Hiç aklıma gelmiyorsun." Yutkundum. "Çünkü uyandığım andan itibaren gözlerimi tekrar kapayana kadar aklımdan hiç çıkmıyorsun."

Yüz ifadesine bakmak için kafamı kaldırdığımda bakışlarımız iki kılıç gibi havada çarpıştı. Yüzünde herhangi bir mimik yoktu. Sadece bana bakıyordu ama sözlerinde samimi görünüyordu. Romantik olmak için söylememişti. O kadar mükkemmeldi ki ona aşık olmamak mümkün değildi.

"Çok tuhafsın."

Beni bir kere de dudağımdan öptükten sonra yanıma iyice yatarak beni üstüne çekti. Tam olarak üstüne çıkmadan kafamı göğsüne koydum sadece.

Bana hediye vermesi, muhteşem ötesi sözleri, bir nevi sevgi itirafı... eğer biraz önce Aigeus ile olan konuşmasını duymasaydım beni çok kolay tavlardı. Ama aklım ve kalbim şüphe doluydu.

Kolyeyi göğsünün üstüne koyarak elimle oynarken gülümseme yerleşti dudaklarıma. Kolye çok güzel görünüyordu.

"Teşekkür ederim." Fısıltıma karşılık elini elime koydu ve parmaklarımızı kenetleyerek beni arkaya doğru itti. Üstüme çıkarak diğer elini de elime sabitledi ve bakışlarımızı karşı karşıya getirdi. Bu sırada kolyenin elimden kaydığını farketmiştim. Tuttuğu ellerimizi başımın üstünde sabitlemişti ve vücudunun tamamını hissediyordum.

"Özür dilerim."

Ne?

"Ne?"

Ağzını araladı ama hemen konuşmadı. "O şekilde söylemek istememiştim. Bazen aklımdan geçenler ve dilime vuranlar aynı şey olmuyor."

Sözlerinde duygu yoktu. Üzgün değildi, mutlu değildi, pişmanlık bile saçilemiyordu ama yine de özür dilemesi beni etkilemişti. Daha doğrusu şaşırtmıştı.

Ne demem gerektiğini bilemeyerek ona bir kaç saniye baktığımda derin bir nefes daha vererek kendini aşağı çekti ve ellerini ellerimle beraber yanımıza doğru koyarken kendini aşağı çekip göğsüme yattı.

Daha sonra ellerini ellerimden çekerek belimin altından geçirdi ve belime sabitledi.

Kalbime ayak uyduramayacak duruma gelmiştim. Ağlamak istiyordum. Hiçbir şeyin gerçek olmaması bana rüyadaymışım gibi hissettiriyordu. Belki hoş bir rüya belki de gece karası kabus. Hayır, bu bir rüyaydı.

Kabuslarımın kahramanının bana yaşattığı bir rüyaydı.

Gözlerimi yumup bu rüyanın asla bitmemesini istesem de bu isteğimde samimi değildim.

Belirli bir süre aramızda hiç konuşma olmadı. Ta ki ben ellerimi saçlarına koyama kadar. Ellerim saçlarını bulduğunda derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Annenle yeryüzünde ne konuştuğumuzu merak ediyor musun?" Aslında... Hayır. En ufak bir merak kırıntısı yoktu içimde. Hatta biraz önce öğrendiklerimden sonra öğrenmeyi de hiç istemiyordum ama beni beklemeden konuşmaya devam etti. "Senin hakkında konuşuyorduk." Eh, bu zaten şaşırılacak bir şey değildi. "Ait olduğun yerin belli olması için." Dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Hera'ya göre nereyi gerçekten istiyorsan oraya aitsin. Zeus'a göreyse kanunlar çerçevesinde hakeret etmelisin."

"Ve?" Sorum karşısında gözlerini açtı. İçimde kuşkuma aç bir korku vardı. Beni gönderecek miydi? Bu mümkün müydü?

Konuşmadığımız kısa süre sonrasında sözsüzlüğü bölen o oldu.

"Yeraltına inişinden beri yeryüzünde denge bozuldu. Demeter tohumların bakımını reddediyor." Böyle bir şeyi Afrodit'in de söylediğini hatırlıyordum. Havanın çok soğuduğundan bahsetmişti ama yeryüzüne çıktığımda havada herhangi bir sorun olduğunu görmemiştim. Ayrıca hava ve annemin bir alakası da yoktu.

"Eğer yeryüzüne çıkarsan bereketi getireceğini söyledi." Bakışlarını karnımda yatan başına çevirdim. Kirpiklerinin muhteşem göründüğü bir açıdaydık.

Yapmaya çalıştığı şey, gerçekleri bana hissettirmeden beni göndermek miydi? Ruhumun feryat etmesini sağlayan gerçekleri benden gizlemeye mı çalışıyordu? Peki bunun nedeni neydi? Beni kırmamaya çalışmak ya da oyuncak olduğumu hissettirmemek?

"Ama gitmeni istemiyorum."

Daralan ruhum nefes aldı. Kalbime doğru gelen ok yön değiştirmişti sanki.

"Sana ulaşmak istiyorum. Tüm zorluklarına rağmen sana ulaşmak istiyorum."

Dedikleri karşında kaşlarım çatıldı. Onu anlamanın zorluğunu başka ne taşıyordu acaba? İşkence görmek mi? Kalbim kelebek gibi usul usul uçmaya başlamıştı şu anda. Sanki asıl hikayemiz şimdi başlıyordu. Bundan önce hepsi bir yalandı, düzmeceydi, oyundu. Ama bundan sonrası gerçekti. Bundan sonrasında sadece biz vardık. Duygularımız, benliklerimiz, sevgimiz, ihtiyacımız ve biz.

Ona sessizlikle cevap verdiğimde başını kaldırarak bana alttan doğru baktı. Her hangi bir harekette bulunmadığımda başını karnımdan kaldırdı ve yüz hizama yükseldi. Bir elini yatağa dayayarak üstüme düşme riskini azalttı. Diğer elini de kaldırıp alnımdaki saçları geriye iteledi.

Odayı aydınlatan mumun ışığı sağ tarafına vuruyordu. Yüzünün sol kısmı karanlıktı ve bu onu olduğundan daha mükkemmel gösteriyordu. Gerçekten fiziksel olarak herhangi bir kusurdan muaftı.

"Persephone..." diye fısıldadı. İsmim dudaklarından kan kokan bir nefesle çıktı. Dili ve dudakları ruhuyla beraber benim kanayan kalbimin kanını elinde tutuyordu.

Gözlerim buğulandı. Ağlamak isteği canımdan kopup gelen bir histi ve gözpınarlarıma değerek onları rahatsız ediyordu.

Gözlerimdeki yaşları görmemesini istesem de fark etmişti. Ayrıca dudaklarım da titremeye başlamıştı. Ağlayacaktım. Dudağımı daha fazla titremesi için dişlerimin arasına aldım ama iç kırgınlıklarımın dışa vurmasını engelleyemiyordum.

Alnını alnıma yaslayıp elini yanağıma getirdi ve "Şşş..." diye fısıldadı kulağıma doğru. Beni sakinleştirmeye çalıştığında daha fazla ağlamak istemiştim. Nasıl da canımı yakmıştı? Nasıl da hala canımı yakıyordu? Nasıl oluyordu da bu yalan hikayeden ikimizde suçsuz çıkıyorduk? Bir gözyaşı yanağımdan akıp saçlarıma ulaştığında ıslattığı yerleri yakmıştı. Nasıl oluyordu da ona bu kadar muhtaç hissediyordum? Benim üzerimde de mi büyü vardı, hayatımda hiçbir şey gerçek değil miydi?

"Persephone..." diye fısıldadığında onu ensesinden tutup çektim ve ona sarılarak ağlamaya başladım. Elleri yatakla belimin arasına girerek beni kavradı ve yana doğru yatarak beni de üstüne çekti.

"Özür dilerim. Kahretsin! Çok çok özür dilerim."

Daha önce çok fazla özür kelimesini duymuştum. Birisi bana çarptığında, bir yanlışlık yapıldığında ya da yanlış anlaşılmalar olduğunda. Üzerlerinde hiç durmadığım söz öbekleriydi samimiyetten arındırılarak söylenen bu sözler. Belki Hades başka birzamanda özür dileseydi, o da bu kadar koymazdı bana ama bu durum farklıydı.

Şu an ikimizde gerçekleri biliyorduk ve onun benden neden özür dilediğiniğ kestiremiyordum. Onun intikam oyununa alet edildiğim için mi, canımı yaktığı için mi yoksa yalan yaşananlar için mi? Başka bir somutluk daha vardı beynimin en ücra kçşesinde. Tüm benliğimle kenara attığım ama kendini öne getirmiş bir somutluk, benim bütünümle savaş açsa kalbimi yenemeyecek ama geri kalanımı paramparça edecek bir somutluk sızmıştı sözlerinden beynmime. Bana veda edecek gibi hissediyordum. Bunu düşünmek bile canımı dağlarken böyle bir şey gerçekleşse olabileceklri düşünemiyordum.

Yine bir ikilem ve dengesizlikteydim. Yeraltından şansım olursa gideceğimi düşünürlken şu an bu omuzlarımda kaldıramayacağım bir yük olmuştu. O kadar ben olmuştuk, o kadar bizleşmiştik ki onsuzluğu düşünemiyordum. Hayatım canlanamıyordu gözümde.

"Sana seslendim durdum bu küçük odadan,

Acımı duy, sensin pusulam benim,

Ki dünya silinmiş bir harita gibi yabancı bana."(*)

Dudaklarımın üzerine söylediği sözler ruhumun ihtiyaç duyduğu bir ilaçtı. Ama yeterli olmuyordu ve hiçbir zaman da olmayacaktı. İkimizden biri kaybolup tek ve yegane olmadan onunla ilgiili hiçbir şeye doymayacaktım.

"Sana ihtiyacım var." Gözyaşlarımın durmasını beklerken daha da hızlandığını hissettim. Ne düşünmem gerektiğini bilemeyecek kadar yorgundum. Fiziksel bir yorgunlukla da alakası yoktu bunun. Bedenim ve ruhum manevi olarak bitap düşmüştü.

"Çok yoruldum." dedim hıçkırıklarımın arasından. Beni yoran onlarca şey vardı ama hepsinin nedeni bir kişiydi. Her şey onda başlamıştı ama sonumda onu göremiyordum. Daha doğrusu sonumda tamamen o vardı, ama ben olmayacaktım. Bu işin sonunda ben eriyip buharlaşacak ve yok olacaktım.

Persephone projesi bozguna uğrayacaktı. Beni kendisiyle beraber kaldırdı ve ikimizde oturur poziyona getirdi. Kucağından kayarak karşısında oturmaya başladığımda ellerini yüzümün etrafına getirerek çerçeveledi. Elim anında kaslı kollarını bulduğunda onun gözleri hiç ayrılmnayacakmış gibi gözlerime kenetlenmişti.

"Elimden gelseydi, değil yorgunluğunu seninle ilgili her kötü şeyi kendime alırdım. Altın başaklı taraklarla altın saçlarını tarar, ak sularda senin tüm kırgınlığını yıkardım. Hayatını bana katman için her şeyi göze alır istediğinde canımı yoluna sererdim. Ama ben yeraltındayım. Ben yeraltındayım ve sende tam olarak buradasın," diyerek elimi tutup kalbine götürdü. "Eğer kabul edersen seni ak sularda yıkamam belki ama yüreğinin cayır cayır yanmasını sağlayacak ateşlerde ısıtabilirim. Altın başaklı taraklarla değil ama cezbeden kan kokusuna bezenmiş taraklarla tarayabilirim saçlarını."

Hıçkırıklarım sessizliğe gömülmeye başlamışken kelimlerinin yönünü saptayamıyordum. Yanağımdaki eli saçlarımın arasından ensemi buldu ve kendine doğru çekti. Alnı alnımda, bir elim eline hapsolmuş şekilde kalbinde, diğer elimde kolundaydı.

"Ama ne biliyor musun? Konum, zaman, kişiler, mekan hiçbiri umrumda olmaz. Hayatını bana katman için yapabileceklerim hangi dünyada olursak olalım değişmeyecek Persephone. Her zaman canım yoluna serilmek için hazır olacak." Bana mümkünmüş gibi biraz daha yaklaştı ve kokumu içine çekti.

"Persephone... Benim güzel örgülüm, hayatını bana katar mısın?" Nefesim benden feragat etmişti ve adresimi unutmuştu. Bana uğramıyordu bile.

"Hades..." diye mırıldandığımda parmağını dudağımın üstüne getirdi.

"Persephone, yaşamın kızı, ölümün nefesi çiçek kokan gelini olur musun?"

(*) İbrahim Tenekeci, Ulu Orta

Merhabaa

Aslında bu bölüm daha uzundu. Ama biraz heyecanlı olsun diye yarıda kestim. Diğer bölümü de sanırım Çarşamba yayınlayacağım. Fakat belli olmaz diye de not düşeyim.

Bu bölümü aslında daha önce yazmıştım ama bilirsiniz herkeste olan bir zaman vardır, ilhamsızlık olarak adlandırıyorum ben bu zamanı. Hikayenin son bir kaç bölümü içime sinmiyordu. Sanki bu aşkı anlatmak için çok basit kelimeler kullanıyordum ve bu biraz canımı sıkıyordu. Bunun nedenini eski kitapları okumama veriyordum çünkü okuyanlar bilir onların yazımı -özellikle tanzimat edebiyatı- kusurludur. Cümleyi güzelliştirmeye çalışırken bambaşka şeyler çıkıyor ortaya, böyle saçma sapan uzun bir cümle.

Ama sonra başka bir şeyi fark ettim, tanzimat romanlarının arasında kaybolup şiir kitabı okumayı bırakmışım. Bende dedim ki hem kitapta da eskisi kadar şiire yer vermiyorum, başlıyayım bir yerden. Sonuç olarak yine Zarifoğlundan başladım ve İbrahim Tenekeci'den çıktım. Yani önceki bölümlere göre daha çok içime sindi ama hala eksiğim var.

Herneyse. Umarım bu sorun hallolur ve bu aşka uygun bir final hazırlayabilirim.

Bu arada şarkı benim için baya özel. Umarım siz de dinler ve seversiniz.

Stajdayım ama boş vaktim oluyor o yüzden -umarım- bölümler hızlanır.

Öptüm xo

"Bu arada iyi ki doğdun güzelimmm ♥"

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

19.6K 1.1K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
32.3K 4.5K 38
Memur bir kızın çözmesi gereken vaka için gittiği ormanda karşılaştığı şeylerin hayatını değiştirmesine sebep olmasını anlatan bir kurgudur Alıntı; O...
100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...