ZEHİR (1)

נכתב על ידי neslihan_gdk

14.4M 336K 79.9K

Eski adı DEĞİŞEN HAYATIM olan, 2014'te yazılmış kitap. *** "Alt... עוד

AÇIKLAMA
GEÇMİŞTEN...
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36.BÖLÜM
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
40.BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46.BÖLÜM
47.BÖLÜM
48.BÖLÜM
49.BÖLÜM
50.BÖLÜM
51.BÖLÜM
52.BÖLÜM
53.BÖLÜM
54.BÖLÜM
55.BÖLÜM
FİNAL
2. Kitap, Veda ve Diğer Şeyler

15. BÖLÜM

296K 5.6K 992
נכתב על ידי neslihan_gdk

15. BÖLÜM

Daha fazla utanmak istemediğim için Ayaz'ın beni sınıftan dışarı çıkarmasına karşı gelmedim. Bileğimi sanki kaçacakmışım gibi saran parmakları öyle güçlüydü ki beni ne kadar sıkı tuttuğunun farkında bile değil gibiydi.

Sınıftan çıktığımız anda ayaklarımı sertçe yere bastırıp onun da durmasını sağladım. Kelepçe gibi sıktığı parmaklarını kendi gücümle kurtarabilme şansım olmadığı için bileğimi çekmeyi denemedim bile. Canımı daha çok acıtmaktan başka bir işe yaramayacaktı.

Neden durduğumu anlamak için yüzüme baktığında gözlerimle bileğimdeki elini işaret edip, "Bileğimi bırak," dedim. Sert ifademi korumaya çalışıyordum. 

"Bırakırsam benden kaçarsın," dedi dümdüz bir sesle. "Daha fazla kaçmana izin vermem!"

Söylediği cümle kalbime bir anlık geçici kanatlar taksa da afallamadan durabilmeyi başardım. Onu dinlemek istemiyordum. Ona açık ve net bir şekilde ona âşık olduğumu söylediğimde bizim bir ilişkimiz olamayacağını îma etmişti. Bu saatten sonra kararını değiştirmişse bile artık çok geçti.

"Seni dinlemek istemiyorum," dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Bileğimi tutan parmakları kasıldı ve canımı yaktı ama bilerek yapmadığını düşünüyordum. Bir çeşit refleks gibiydi. Canı yanan birinin bir şeye tutunması gibiydi.

"Dinleyeceksin!" Siyah göz bebeklerinin etrafını saran mavilik bir ateş çemberi gibi görünüyordu. Beni bırakmayacaktı.

"Canımı yakarak mı konuşacaksın benimle?" diye sorduğumda bir şey anlamayarak kaşlarını çattı. "Kolumu bırak," diye açıklama yaptım.

Gözlerini bileğimi saran parmaklarına indirdi ve beni ne kadar sıkı tuttuğunu yeni fark etmiş gibi parmaklarını hemen gevşetti ama bileğimi tutmaya devam etti. Bunu fırsat bilip gevşek parmakları arasından kolumu hızla çekip göğsünden ittim. Beklenmedik hareketim karşısında sırtı duvara çarptı. Ben de koşarak merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

Arkamda Ayaz'ın ayak seslerini duyunca içimde bir panik oluştu ve merdivenleri dikkatsizce inmeye devam ettim; düşmemek için trabzandan tutunarak iniyordum. Ayaz'ın bana iyice yaklaştığını duydukça içimdeki panik hissi büyüdü ve ayaklarım artık birbirine dolanmaya başladı.

İnmem gereken son üç dört basamak kalmışken arkamdan Ayaz'ın kolu belime dolanarak beni bedenine çekti ve ayaklarım yerden kesildi. Sırtım göğsüne yaslandığında bedenim bir an dondu kaldı.

Belime sardığı kolu midemde öyle bir telaş yarattı ki kusacağımı sandım bir an. Kalan basamakları benimle birlikte inerken iki elimle birden belimdeki koluna tutundum ve kolunu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Kalbim bile nefesini tutmuştu.

"Bırak beni hemen!" dedim telaşla. Sesim utanmama sebep olacak şekilde nefes nefese çıktı.

Merdivenleri iner inmez Ayaz beni yere bıraktı ama uzaklaşmama izin vermeden hemen kolumdan tuttu yine.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye patladım hemen ve bu kez canımın acıyıp acımayacağını düşünmeden kolumu çekmeye çalıştım. "Bana nasıl dokunursun? İğrenç, pislik, hayvan herif!"

"Çocuk musun sen?" Benim sözlerimi yok saydı kendi öfkesini öne çıkararak. "Niye koşuyorsun?"

"Sana ne?" diye yükseldim bir kez daha. "Peşimden koş diyen oldu mu sana?"

"Laflara bak," dedi küçümser bakışlarla. "Çocukluğunda da böyle mi kavga ederdin?"

Sinirle kolumu tekrar çekiştirdim elinden kurtulabilmek için ama fayda etmedi. "Aynen çocuğum ben," dedim çileden çıkmış bir halde.

"Öyle mi?" derken meydan okur gibi görünüyordu ve kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Demek çocuksun?" derken kolumu bıraktı ve bir anda eğilip bacaklarımdan tutarak beni omzuna attı. "O zaman gel bakalım küçük kız!"

Beynim ters dönerken ağzımdan minik bir çığlık kaçtı. Okul eteğimin altında şortum vardı ama yine de endişeliydim. Herkes derste olduğu için binada da bahçede de kimse yoktu.

"İndir beni Ayaz kafayı mı yedin?" diye sorarken sırtına vuruyordum. Bahçeye çıkıp sırtında ben yokmuşum gibi rahat rahat yürümeye devam etti. Sırtını döven yumruklarımı da hiç umursamıyordu. Sanki bir betona vuruyordum.

"Bu yaptığın bir suç farkında mısın?" diye cırladım bir işe yaramasını umut ederek.

"Sana iyi biri olmadığımı söylemiştim," dedi. Arabasının yanına geldiğimizde beni yere indirdi ve midem tepetaklak olarak birkaç saniye kendine gelmeye çalıştı.

"Ben sana yaklaşmaya çalışırken benden uzak dur deyip duruyordun ne değişti şimdi?" diye günlerdir içimde biriken öfkeyi kustum.

Yüzüme dik dik baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden arabasının kapısını açtı ve, "Bin," dedi başının ucuyla arabanın içini göstererek.

"Gamze?"

Anıl'ın sesini duyunca ikimiz de aynı anda sesin geldiği yöne döndük. Anıl'ın üzerinde okulun eşofmanları vardı; beden eğitimi dersindelerdi. Anıl bize doğru gelirken Ayaz açtığı kapıyı sertçe tekrar kapatıp kolumdan tutarak beni yanına çekti.

Anıl yanımıza gelmeden önce yüzünü bana doğru çevirip sessizce, "Her şekilde benimle geleceksin ama Anıl'ı dövdükten sonra mı benimle gelmek istersin yoksa kavga çıkmadan mı arabaya binersin senin seçimin," dedi.

Sinirden köpüren yeşil gözlerimi yüzüne çevirip baktığımda iki kaşını yukarı kaldırarak bana meydan okudu. Okulda yeteri kadar dikkat çekmemişiz gibi bir de yine kavga ortasında kalmak istemiyordum. Dişlerimi birbirine bastırdım çaresiz bir öfkeyle.

"Bu piç seni kaçırıyor mu?" diye sordu Anıl bize iyice yaklaştığında. Ayaz yanımda alayla güldü. Kolumu tutan eli canımı yakacak kadar sıkı olmasa da parmakları gömleğimin üstünden varlığını hissettiriyorlardı.

"Yok bir şey Anıl konuşuyoruz," dedim uzatmadan yanımızdan gitmesini umarak.

Anıl, Ayaz'ın kolumdaki eline bakıp, "Öyle görünmüyor ama?" diye sorguladı. Sanki kendisi çok iyi bir insanmış gibi gelip koruyucu tavırlar sergiliyor olmasına gözlerimi devirmek istedim ama içinde bulunduğum ruh halim bunu yapmama izin vermedi.

Ayaz, "Gamze," dediğinde başımı çevirip yüzüne baktım. Gözlerini Anıl'ın gözlerine sabitlemiş dümdüz bir ifade ile ona bakıyordu. "Arabaya bin."

Bana söylenmiş bir emirden çok Anıl'a yöneltilmiş bir tehdit gibiydi Ayaz'ın sözleri.

Anıl hakkımda dedikodu çıkardığı gün Ayaz'ın gidip Anıl'a yumruk atışını hatırladım, sonra hemen ardından merdivenlerden aşağı tekme atarak düşürdüğü anı... Anıl'a vurmaktan asla çekinmiyordu. O kadar gergindi ki her an kavgaya hazır görünüyordu. Buna izin veremezdim.

"Dersine git Anıl biz de gideceğiz," dedim Anıl'a. Gergin olduğum için saçma bir şekilde Anıl'a açıklama yapma gereği duymuştum.

Ayaz arabanın kapısını tekrar açtığında Anıl bir anda gelip kapıyı eliyle iterek kapattı. "Hiçbir yere gitmiyorsunuz," dedi.

Ben daha Ayaz'a bakamadan Ayaz tek eliyle Anıl'ın boğazına yapışıp Anıl'ı yanımızdaki arabaya doğru itti. Anıl iki eliyle birden Ayaz'ın boğazına yapışan eline tutunup kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu ama Ayaz'ın elinin üstündeki damarlar patlayacak gibi şişmişlerdi. Hareket dahi ettiremiyordu Anıl.

Anıl'ın yüzünün kızarmaya başladığını görünce Ayaz'ın kolunu tutup geri çekmeye çalıştım. "Ayaz bırak!" dedim korku içinde. Ayaz'ın gözleri koyulaşmış, boğazında yeşil bir damar yanmıştı. "Ayaz bırak gidelim!" diyerek tekrar çekiştirdiğimde yandan bana baktıktan sonra Anıl'ı bıraktı.

Anıl nefes alabilmek için öksürerek yere çökerken Ayaz beni tekrar kolumdan çekiştirerek arabaya bindirdi. Yanıma gelip arabasını çalıştırırken camdan Anıl'a bakıyordum endişe içinde.

"Neredeyse ölecekti," dedim dehşet içinde, sessizce.

"Gebersin piç!" diye söylendi. Bir anda öfkeleniyor kolay kolay da sakinleşmiyordu. Arabayı çalıştırıp gaza olması gerekenden daha çok yüklendiği için lastiklerden çığlık gibi bir ses çıktı ve araba hareket ettiğinde sırtım koltuğuma yapıştı.

"Yavaş sür," dedim korktuğumu belli etmemeye çalışarak ama sesim dehşet yüklü çıktı. Caddeye çıktığımızda da yavaşlamayınca, "Ceza mı yemek istiyorsun?" diye sordum, korkup yavaşlamasını umut ederek. Alayla gülüp gaza biraz daha yüklendi; sinirli yüzünde alaycı gülüşü ürkütücü duruyordu.

"Yavaşla!" derken dişlerimi sıkıp emniyet kemerime sıkı sıkı tutundum. Adrenalin etkisi yaratan her şey benim kâbusumdu. Hızlı giden araba ya da motosiklet, lunaparklardaki korkunç oyuncaklar, korku filmleri...

"Yavaşla dedim!" diye bağırdım ama Ayaz yanında ben yokmuşum gibi dümdüz karşıya bakıyordu. Korktuğumu ona belli etmek istemiyordum ama daha fazla kendimi sıkamadım.

"Ayaz korkuyorum," diye fısıldadığımda koyulaşmış mavi gözlerini bana çevirdi. Bağırdığımda duymayan çocuk fısıltımı duydu. "Yavaşla."

Karanlık gözlerinin içindeki bulutlar aralanırken dudaklarını birbirine bastırıp tekrar yola döndü ve hızını azaltmaya başladı. Tuttuğum soluğu yavaşça dışarı bıraktım. Nereye gidiyorduk bilmiyordum ama bir süre sessiz kalıp sakinleşmeye ihtiyacım vardı ve hiçbir şey için endişelenmek istemedim.

Ayaz'ın cep telefonu ile birini aradığını göz ucumla gördüm. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından, "Nerdesiniz?" diyerek konuşmaya başladı. "Altın Vuruş'u boşaltın... Ben size haber veririm... Bir şey yok Eren dediğimi yapın sadece."

Kaşlarımı çattım ama yine dönüp bakmadım. Altın Vuruş adlı tuhaf yer gerçekten Ayaz'ın sığınağı gibiydi. Ne zaman gitsem Ayaz ve arkadaşları dışında kimse olmuyordu ve Ayaz o gece olduğu gibi yine Altın Vuruş'u boşaltın emri verebilmişti. Normal bir yer olmadığı belliydi zaten ama Ayaz nasıl bu kadar söz sahibi olabiliyordu. Babasının ya da annesinin mekânı falan mıydı acaba?

Altın Vuruş'a gelene kadar ikimiz de dilimize kilit vurmuşuz gibi sessizliğimizi bozmadık. Sırf Anıl ile olay çıkartmasın diye buraya kadar gelmiştim ama ne konuşacaktık hâlâ bilmiyordum. Buraya gelmek bana Seda'yı hatırlattığı için yüzüm düştü.

Arabadan çıkıp artık tanıdık gelen mekâna girerken somurtarak Ayaz'ın yanında yürüdüm sessizce.

"Niye buraya geldik?" diye sordum keyifsiz bir sesle.

"Çünkü sana kendimi açacağım," dedi her zaman oturduğu masaya otururken. Olduğum yerde durup gözlerine baktım. "O geceyi hatırlıyorsun değil mi?" İlk kez o gece konusunu ben değil de o açıyordu. Cevap vermeden gözlerine bakmaya devam ettim. "Bu kez iki yabancı değiliz, birbirimizi yargılamadan dinleyemeyeceğiz hiçbir şeyi. Yine de konuşacağız ve artık bu loş ışığa bir son vereceğiz. Ya benim karanlığım senin ışığını söndürecek ya da..."

"Benim ışığım senin karanlığını mı aydınlatacak?" diye devam ettirdim o söylemeden.

Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme oluştu. Hiç sevmedim bu hüznü; içimi acıttı.

"Hayır," dedi. "Ya da sen gideceksin ve ben daha da karanlıkta kalacağım."

Omuzlarımı düşürüp ona doğru yürüdüm ve karşısına oturdum aynı o gece olduğu gibi.

"Seda'yı seviyor musun?" diye sordum alacağım cevaptan korkarak.

Yüzünü buruşturup, "Hayır tabii ki," dedi iğrenir gibi. Gözlerimi kıstım şüpheyle. "O zaman neden onunla-" deyip bir an durdum ve uygun bir ifade aradım zihnimde. "birlikte oldun?"

Nefesini bıkkınlıkla dışarı bırakırken parmaklarını saçlarının arasından geçirip masaya yaklaştı. Mavi gözlerini gözlerimin içine kilitleyip, "Seda ile aramda hiçbir şey yaşanmadı," dedi. "Yaşanamaz da." Kaşlarını çatıp düşünürken iki kaşının ortasında minik bir çukur oluştu. "Bu olayı kendi kafandan türetmiş olamayacağına göre biri sana yalan söylemiş," dedi. "Kim?"

Ona inanmak istiyordum ama neden inanacaktım? Yalan söylemek çok kolaydı. Yalan söylemek.

"Kim niye böyle bir yalan söylesin ki?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Ortada bir şey var ki gelip söyledi işte. Asıl sen yalan söylüyorsun bence?"

"Seda'yı bizimkilerden başka tanıyan yok," dedi yine düşüncelere dalıp. "Kimin söylediğini söylemezsen hepsini suçlu kabul edip-"

"Ne yapacaksın?" diye sözünü kestim. Arkadaşlarının Ayaz'dan nasıl korktuklarını ve lafını ikiletmeden yaptıklarını hatırlayarak gerildim. "Kimin söylediğinin bir önemi var mı?"

Gözlerini kısıp çok önemli bir şeyi hatırlamaya çalışır gibi düşündü yine. "Dün gece burada sadece Seda ile ikimiz vardık," dedi. "Seda kendini kaybedince onu Ece ve Engin'in evine götürdüm. Ben de orada kaldım ama aynı odada bile uyumadık. İstersen Ece'yi arayıp soralım?"

"İstemez," dedim kollarımı önümde bağlayıp arkama yaslanırken ama ara hadi dememek için kendimi zor tutuyordum.

"Sabah eve Doruk geldi," dediğinde oturduğum yerde gerilerek kıpırdandım. "Doruk..." derken burnundan soludu. "Puşt herif!"

"Çocuğa bir şey yapma sakın!" dedim telaşlanarak. "Sabah eve gelip sevgili olan iki insanın yanında ikinizi görünce başka ne düşünecekti?"

Yüzüme dik dik baktıktan sonra cep telefonunu çıkarıp birini aradı ve telefonu masanın üstüne, tam ortamıza koydu. Ekranda Ece yazıyordu.

Ben, "Hayır-" diyecekken Ece, "Efendim Ayaz?" diyerek açtı telefonu. Telefona doğru giden elim havada kaldı. Parmaklarımı kapatıp elimi geri çektim.

"Dün gece Seda ile size geldikten sonra neler oldu anlat," dedi Ayaz.

Ece bir an sessiz kaldı; şaşırmış olmalıydı. E haklıydı da. "Hatırlamıyor musun?" diye sordu Ece. "Seda tamamen kopmuştu ama sen kendinde gibiydin... Neyse Seda'yı bir odaya yatırdık sen de kendi odana gittin. Sabaha kadar Seda ayılmadı zaten ara ara gidip baktım. Sen de hemen uyudun sanırım sabaha kadar odandan çıkmadın. Ne oldu ki?"

"Tamam Ece kapatıyorum," deyip kızın suratına kapattı telefonu.

Telefonunu masanın üstünden alırken mavi gözleri gözlerimin içine akmaya başladı. "Oldu mu?" diye sorduğunda gözlerinden içime akan gözleri içimdeki ateşi de söndürüyordu sanki.

Ayaz Seda ile birlikte olmamıştı!

Ayaz Seda'ya âşık falan değildi!

"Bana bunları açıklamak için bu kadar uğraştığına göre... sen de... benden..." Sesim kısıldı ve kayboldu ama o ne demek istediğimi anladı.

"Beni mahvettin," dedi çok zor bir itiraf yapar gibi. "Ne yapacağımı bilmiyorum. Sen söyle ne yapayım şimdi? Seni nasıl..." derken susup gözlerini kaçırdı. "Seninle olmamalı," dedi ve gözlerime baktı tekrar. "Ama sensiz de olmuyor artık."

Kalbim canımı yakacak kadar hızla çarpmaya başladı. Bu acı ya bir şeylerin başlangıcı olup mutluluğa dönüşecek ya da kesin bir son ile daha da artacaktı.

"Bir şey söyle," dedi emreder gibi. "Beni nasıl sevebildin?"

Buruk bir gülümseme ile dudaklarım kıpırdadı. "Zor olmadı," dedim. "Bir sebep bulamayacağım kadar doğal bir şekilde sevdim seni. Anlamadım bile."

Gözlerinin içinde çok net bir şekilde çaresizliği gördüm ama neden böyle baktığını anlamadım. Birisi ona onu sevdiğini söylediğinde insan neden çaresiz hissederdi? Bu yanlıştı. Mutlu olmalıydı ya da kızmalıydı. Belki suçlu hissedebilirdi ama çaresizlik benim sevgimin karşılığı olmamalıydı.

"Bir bağımlı olduğumu biliyorsun?" dedi ama soru sorar gibiydi.

"Biliyorum," dedim.

"Korkmuyor musun?"

"Seni yok etmesine izin vermeyeceğim," derken boğazımda bir yumru oluştu.

"Beni kurtaramazsın," dedi.

O duvarların ardında kendini yaralarken ona bir kurtuluşun varlığını bile unutturmuşlardı. O zararlıydı. İçinde kurtuluş umudu olursa daha uzun süre dayanacaktı ve bunu istemiyorlardı. Zararlı olan bir an önce yok olmalıydı.

"Birlikte göreceğiz," dedim.

"Kendimden bile gizlediğim kötülüklerim var," dedi. Gözlerime bakan gözlerinde kapalı perdeler dalgalandı ama içeride karanlıktan başka bir şey görünmedi. "Yine de sevecek misin beni?" diye sordu, rica eder gibi. Yardım dilenir gibi.

"Evet," dedim düşünmeden. Bazı yanlış yollardan geri dönmek için geç kalmıştım. Bir şeyler için çok geç bir şeyler içinse çok erkendi. Bazı şeyler zamanını beklemeliydi. Bazı sorular, bazı cevaplar. Gerçeklerden kaçmak ve bir süre yok saymak istiyordum. İçimdeki bu acıyı biraz daha tatmak istiyordum.

"Sana seni sevdiğimi söylersem bir daha kimse sevemez seni," dedi. "Bunca zamandır içime zincirlediğim bu yabancı duygu öyle tehlikeli ki dışarı bırakırsam bir daha durduramam onu."

Gözlerim doldu. Kalbimdeki acı dinmedi ama bu acıdan zevk almaya başladım. Dudaklarım titrerken yine gülümsemeye çalıştım. "Söyle o zaman," dedim; sesim ağlamaklı çıktı. "Beni nasıl sevdin?"

Gözleri gözlerimi bırakmadan ayağa kalkıp yanıma geldi ve o gece olduğu gibi hemen dibime oturdu. Bu kez uzaklaşmadım ve kalbimdeki acının artarak beni yakmasına izin verdim.

"Aynı yağmurun damlası ikimizi de ıslattığında..."dedi. "Dudaklarım dudaklarına dokunduğunda aynı ateş ikimizi de yaktığında... Seni sevdim."

Gözlerime tutunan gözleri yavaşça dudaklarıma kayarken o gece olduğu gibi nefesimi tuttum. Yüzü yüzüme yaklaşmaya devam ettikçe kalbimdeki acı şiddetini artırdı ve gözlerimi kapattım. Bir damla gözyaşı yanağıma indi. Eli usulca yanağıma dokunurken baş parmağı çenemin altına kaydı ve gözyaşımı yakaladı. Nefesi dudaklarıma dokundu ama devam etmedi.

Alnını alnıma yaslayıp içini çekerek yutkundu. Gözlerimi açmadım. Göz yaşımla ıslanan parmağını dudaklarıma sürterken gürültüyle yutkundu.

"Yapamam," diye soludu. "Dudaklarımdaki zehri sana bulaştıramam."

המשך קריאה

You'll Also Like

5.1K 493 8
Cezbedici Yasaklar: Her Yasak Bir Cezbediştir. Wattpad Lise'sinin kalbinde, yasaklar ve arzular arasında dans eden bir Kızıl Fırtına: Sare. Gizemli g...
674K 44.9K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
480K 13.8K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.5M 26.8K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...