Underworld #wattys2016

Par dmteks

144K 10.8K 1.7K

Hani derler ya her ne olursa olsun hayat devam ediyor. Aslında devam eden hayat değil, bizleriz. Yaşananlar b... Plus

Başlangıç...
Veliahtlar...
İlk Veliaht...
Bir Bütün Ol...
İkinci Veliaht...
Bir Tutam Acı...
Cadıların Laneti...
Son Veliaht...
Rüya Değil, Gerçek...
Değişmeyen Şeyler...
Beklenmeyen Anlaşma...
Beklenmedik Plan...
Koruma...
Adsız Bölüm 15
Özlem...
Işığın Gerçek Sahibi...
Seçim Zamanı...
Kaybedilenler Elbet Geri Gelir...
Gerçek Hikaye...
MÖ: 2061
Gerçek Aşk!
Birlik...
Sona Doğru...
Final

Cennetten Bir Parça...

6.3K 515 71
Par dmteks

Merhaba millet... Medyadakiler Ema ve Nick... İyi okumalar :}

Nick'ten

İrina ve Liki arasında sıkışan Ema'yı oradan çıkarmam gerekti. Özellikle de kuala gibi kızı saran Liki'nin kollarından. İrina'nın ülkesinden savaştan iki gün sonra ayrılmıştık. Oradaki düzeni oturtup, güvenliklerinden emin olduktan sonra üçüncü veliaht için yola çıkmıştık. Yeni rotamız karayipler de ıssız bir ada.

Uçak hala seyir halindeyken, sessizce Ema'nın yanına gittim. Yüzünü okşayarak onu uyandırıp, Liki'yi göstererek sessiz olmasını işaret ettim. Onu uyandırmadan yavaşça kalkıp, arka kabine geldi.

"O herifin uyanık haline katlanamıyorum." dediğimde Ema buna kıkırdayınca daha da sinir oldum. Ona tam karşıma oturmasını işaret ederken;

"Veliahtlara yardım eden bir yardımcı olduğunu sanıyordum." dedi. Kolunda ki bandajı açarken;

"Bu adam bütün dengelerimi alt üst etti." dedim.

"Neden?" dediğinde biran elim havada kaldı. Bu soruyu beklemiyordum. Bana öyle derin öyle güzel bakıyordu ki, o maviliklerden kendimi alamıyordum. Bana ne yaptığını bilmiyorsun Ema. Aynı derinlikte ona bakarken;

"Sana bu kadar bağlanması yüzünden." dedim koluna pansuman yaparken. Aslında bunun olacağını biliyordum. Onların Ema'ya körü körüne bağlanacağını ama benim canımı bu kadar yakacağını tahmin edemedim.

"Sen hep hiç arkadaşım yok diye söylenirdin. İşte istediğin oldu." diyerek benimle dalga geçerken, kolundaki yaraya odaklanmış, ona bakmamaya çalışıyordum. Böyle hissettireceğini bilseydim, seni onlara asla vermezdim.

"Ben normal arkadaşlardan bahsettim. Liki gibi sülüklerden değil." buna daha da gülerken sinirle ona baktım.

"Üzgünüm ama seni böyle görmeye alışık değilim. Bu yönünü daha önce hiç görmemiştim." daha görmediğin ve bilmediğin çok şey var küçüğüm. Umarım beni affedersin...

"Pantolonunu çıkar." dediğimde hemen onu da çıkardı. Küçüklüğünden beri yanımda rahat hareket ederdi. Bu bana olan güveninden kaynaklanıyordu. Bunu seviyorum.

"Kendini bu hale getirdiğine inanamıyorum." bacağında ki yaraya bakarken, kalbimin acıdığını hissettim. Yara ve kan görmeye alışıktım ama onun vücudunda değil. Son zerreme kadar soğuk kanlı olmaya çalışıyordum. Bacağındaki sargı bezini de yeniledikten sonra dikkatle sargısını sardım. Sonunda bittiğinde ağıran kollarım ile kendimi ne kadar kastığımı farkettim. Ayağa kalkıp, yüzünü ellerim arasına aldım. Eğer bir dilak hakkım olsa, tek bir şansım o da bu yüzü ömrümün sonuna kadar ellerim arasında tutmak olurdu. Asla bırakmamacasına..

Ne yaptığımı anlamaz bir ifadeyle bana bakarken, kendi geri çekmiyor, sadece ne yaptığımı izliyordu. Gözlerinde ki derinlik beni içine çekerken, dudaklarının büyüsüne kapılmamak için inanılmaz bir savaş veriyordum. Kendimi kontrol etmeliydim. Yüzünü bırakıp, ona sıkı sıkı sarıldım.

"Bir daha sakın ama sakın bunu yapma. Bana bunu yaşatma..."

"Nick..." adım dudaklarından her döküldüğünde beni baştan çıkardığının farkında değildi. Yapma Ema, yapma. Kendimi tutmakta bu kadar zorlanırken bana bunu yapma. Yüzüne bakarsam kontrolümü kaybedeceğimden korktuğum için ona daha da sıkı sarıldım ama kokusunun bile beni mahvettiğini unutmuştum. Durumu düzeltmek için;

"Git ve dinlen. Sabaha karşı orada oluruz." dedim onu kendimden uzaklaştırırken. Sessizce tamam anlamında kafasını sallayıp, gittikten sonra bunu yaptığım her ana lanet ettim ama başka çarem yoktu. Gerçekleri bilse zaten bana yaklaşmayı asla istemez. Sana yaşattıklarım ve yaşatacaklarım için özür dilerim meleğim. Özür dilerim.

O gittikten sonra bende biraz uzanıp, olacakları düşünmemeye çalıştım. Fakat bu çok zordu. Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes alacağım sırada kabinimin kapısı açıldı. İçeri giren Ema hiçbir şey demeden kafamın altına koyduğum kolumun üzerine yattı. Ne yapıyorsun der gibi baktığımda;

"Liki'nin horladığını biliyor musun? Uyuyamadım." dedi masumca. Bunun bahane olduğunu biliyordum ve seve seve kabullenecektim.

"Daha bilmediğimiz ne pislikleri vardır." dediğimde buna gülmeye başladı. Bu yüzü, bu gülüşü seviyordum. Kolumun altına iyice yerleşirken, onu sıkı sıkı sarıp göğsüme bastırdım. Boynumda hissettiğim nefesi işimi zorlaştırırken, alnından öptüm.

"Bunu yapmayalı uzun zaman oldu." dediğinde;

"Neyi?" diye sordum.

"Buraya yatmayalı..." dediğinde ne demek istediğini anlamıştım. Onu bulduğum ilk günler yaşadıkları yüzünden yalnız kalmaya korkuyordu. Özellikle geceleri. Bende o kendini iyi hissedene kadar onunla yatardım. Küçücük bedeni kollarımın arasında kaybolurken, onun nefes alışverişlerini dinleyerek uykuya dalardım.

"O zamanlar küçük ve çok sevimliydin. Ne dersem yapan uslu bir kızdın. Şimdi ise kendi başına buyruk, isyankar bir ergen gibisin." bunun onu kızdıracağını biliyordum ve düşündüm gibi... hızla kafasını gömdüğü boynumdan uzaklaştırıp bana bakarken, kaşlarını çatmıştı.

"Ergen derken? Şuan karşında koskoca bir veliaht var. Bunu ne çabuk unutuyorsun." onu kendime çekip, eski yerini almasını sağlarken;

"Karşımda değil, kollarımın arasında. Kim olursan ol sen hala benim ufaklığımsın." elimde olsa hep orada kalman için her şeyimi verirdim.

Bu onu yumuşatmış gibi sessizce yerinde uykuya dalarken, eskiden olduğunu gibi yine onun nefes alış veriş sesiyle bende uyudum. Uzun zamandır bu kadar huzurlu olmamıştım.

Ema'dan

Yıllar sonra yine tekrar aynı kollarda, aynı sıcaklıkla ve aynı kokuyla uykuya daldım. Bunu çok özlemişim. Buraya gelene kadar fark etmemiştim. Nick beni dinlenmem için yollarken, gözlerinde gördüğüm acı ve üzüntü gitmemi engellemişti. Yaşadıklarımızda mı yoksa başka bir şeyden mi emin değilim ama bu onu üzüyordu. Geri dönüp, yanına yattığımda itiraz etmeden beni kabul etmişti. Uzun zamandır bu kadar huzurlu olmamıştım.

"EMA!!!" adımı haykıran sesle hızla yerimden kalkıp, kılıcımı aradım ama elimi attığım yerin boş olmasıyla hemen kendime geldim. Aynı hızla Nick'te yerinden kalkıp, yastığının altındaki silahını aldı. İkimizde sesin geldi yöne döndüğümüzde burnundan soluyan Liki ile derin bir oh çektik. Gerçi Nick oh yerine sıkı bir küfür etti ama neyse ki bunu sadece ben duymuştum.

Nick yattığı yere geri yattığında bende sakinleşmek için yanına oturdum.

"Bu da neydi Liki? Beni korkuttun."

"Asıl bu ne demek oluyor? En son yanımda uyurken, şimdi bu sapığın yanında ne işin var? Hemde ona kuala gibi sarılıyorken..." Nick buna gülerken, dönüp Liki'ye bakarak;

"Çünkü benim yanımda daha rahat. Bunca zaman böyleydi, bundan sonra da böyle olacak." dedi. Liki buna acayip bozulurken, bu haline üzülmüştüm. Nick kalkıp odadan çıkmadan önce son hamlesini yapıp, Liki'nin kulağına eğildi ve;

"Ulusa seslenir gibi horlamaya devam edersen değil Ema, çevrende tek bir insan bile kalmayacak." dedi. Liki tam Nick'in üzerine atlayacakken İrina araya girip, onu durdurdu. Bugünkü Nick+Liki kavgamızda yerine geldiğine göre yeni bir güne başlayabilirdik.

"Ben hiç horlamam bir kere. Hem horlasam İrina da rahatsız olmaz mıydı? Değil mi İrina?" diyerek ona döndüğünde İrina onu bırakıp, kulağındaki kulaklıkları çıkardı.

"Ne dedin?" demesiyle ben kahkahayı bastım. Tabi buna bozulan Liki sinirle küsüp içeri gitti. Benim kahkahalarıma İrina da katılınca bunu bilinçli yaptığını anladım. Biz hala birbirimize bakıp gülerken, Nick içeri girdi.

"Hazırlanın, birazdan iniş yapacağız." dedi. İrina ve ben hızla cama koşup, baktığımızda geldiğimiz yerin bir ara olduğunu gördük.

"Nick ama burası--"

"Karayiplerde ki st. Lucia adası. Buraya Karayiplerin cenneti diyorlardı."

"Peki ya şimdi?"İrina'nın sorusunun cevabını bende merak ediyordum.

"Bunu bende bilmiyorum ama yakında öğreneceğiz. Hazırlanın!" Nick her ihtimale karşı tedbirli inmemizi her an gelecek bir saldıraya karşı hazırlıklı olmamızı istedi. Hepimiz silahlarımızı hazır hale getirdikten sonra uçak adaya iniş yaptı. Biz iner inmez hızla oradan ayrılırken, hala birilerinin üstümüze atlamamasına şaşırdık.

Etrafa göz atmak için ilerlerken, her an gelecek bir saldırıya karşı tetikteydik. Ormanın içinde sessiz ve dikkatle gezinirken, ufakta olsa bir yaşam belirtisi arıyorduk.

"Bizi Tanrının bile terkettiği bir adaya mı getirdin?" Liki, Nick'e isyan ederken;

"Sadece sus ve dikkatli ol ufaklık." Liki olduğu yerde durup;

"Sen kime ufaklık di---" demesine kalmadan üzerinde bulunduğu ağ onu tuzağa düşürmüştü. Ağaçların arasında havada süzülürken;

"Sana diyorum ufaklık." diyerek son noktayı koydu Nick.

"Güleceğine indirsene beni. Hey sana diyorum. İndirin beni hemen." tam ona yardım için gidecekken, Nick kolumdan tutup durdurdu.

"Nic--"

"Sessiz ol. Birileri geliyor." diyerek hızla beni ve İrina'yı çalıların arasına sakladı. Liki buna isyan ederken, bende onun için endişileniyordum.

"Peki ya Liki?" diyen soran İrina hislerime tercüman olmuştu.

"Gelenlerin kim olduğuna bakalım önce. Tehlikeli bir durumda anında müdahale ederiz ama değilse bekleyip, görelim." Nick haklıydı. Bu en iyisiydi.

Kısa bir süre sonra Nick'in duyduğu sesin sahipleri gelmişti. Bunlar insandı ve adanın yerlilerine benziyorlardı. Liki'nin vampir olmadığından emin olduktan sonra onu aşağı indirdiler ama pekte dost canlısı yaklaştıklarını söyleyemem. Liki'yi tam ortalarına alıp, etrafını sardıktan sonra ona kim olduğuyla ilgili sorular sormaya başladılar. Ellerinde silah yerine uzun sivri kazıklar vardı. Liki cevap vermedikçe buna sinirlenip, onu daha da sıkıştırmaya başladılar.

"Buna daha fazla dayanamam." diyerek hızla saklandığımız yerden çıktım. Hemen önümdeki adamın sırtından destek alıp, takla atarak tam ortalarına Liki'nin yanında girdim. Hepsi şaşkınlıkla bana bakarken, üzerime tuttukları kazıkları tek kılıç darbesiyle parçaladım. Hepsi korkuyla kaçışmaya başlayınca, hemen arkalarında kalan küçük bir çocuk dikkatimi çekti. O da büyükleriyle birlikte kaçacakken, ayağı büyük bir kütüğün arasına sıkıştı. Arkalarından bağırdığı büyükler onu takmayarak kaçmaya devam ederken, ufaklığın babası onun için geri döndü. Ama gücü onu sıkıştığı kütüğün altından çıkarmaya yetmiyordu.

Kılıcımı geri sırtıma takıp, ona doğru ilerlerken, babası oğluna sarılıp onu benden korumaya çalıştı. Ona zarar vereceğimi düşüyordu.

"Nick, yardım et." diyerek onu yanıma çağırdığımda hiç düşünmeden geldi. O ve ben koca kütüğü kaldırırken, babası da hızla onu sıkıştığı yerden çıkardı. Sonunda oradan çıktığında bacağından büyük bir yara aldığını gördüm. Yanlarına çöküp, İrina'dan ilk yardım çantasını istedim. Babası hala bizden korkuyor gibiydi.

"Korkma size zarar vermeyeceğiz. İzin ver de daha kötü olmadan yardım edeyim." adam tereddütle hepimize baktıktan sonra yavaşça ellerini geri çekti. Ufaklığın başını sevip;

"Adı ne?" diye sorduğumda ağlamaklı gözleriyle;

"David..." dedi. Biran olduğum yerde kala kalırken, bunun kaderin bana oynadığı en büyük oyun olduğunu düşündüm. Gittiğim her yerde eskiden bir parça buluyordum sanki. Sonra hızla kendimi toplayıp;

"Bacağının iyi olması için sana bu ilacı sürmem gerek ama ilk başta biraz canını acıtacak. Buna dayanmanı istiyorum. Tamam mı?" dedim. Cesurca kafasını sallayıp, benden gelecek hareketi bekledi. Babası ona sıkı sıkı sarılırken, Nick'in bizim için getirdiği özel ilaçlardan birini kullandım. Dediğim gibi ilk başlarda canı yansa da buna oldukça iyi dayanmıştı. Son olarak bacağını da sarıp, ona uzun uzun baktım. David...

"T-teşekkür ederim." babası çekinerek de olsa sonunda benimle konuştuğunda, gülümseyerek baktım yüzüne. Bu bana güvenmesini istediğim içindi. Bu sırada yanıma çöken Nick;

"Buranın yerlisi misiniz?" diye sordu.

"Evet. Kendimi bildim bileli burada yaşıyorum. Ailemle."

"Kaç kişisiniz? Yani adada toplam kaç kişi yaşıyor?" Nick'e şüpheyle bakarken, hala bize tam anlamıyla güvenmemiş gibiydi.

"Buraya size zarar vermeye gelmedik. Hatta yardım edeceğiz." dediğimde bana birazda olsa inanmış gibiydi.

"Fazla değil, yaklaşık beşyüz kişi. Bize ne için yardım edeceksiniz?"

"Vampirler..." diyen İrina ile adam şaşkınlıkla ona döndü.

"Ama burada hiç vampir yok ki." dediğinde şimdide aynı şaşkınlığı biz yaşıyorduk. Adama bizi köyüne götürmesini istedikten sonra bize bu ada hakkında ki her şeyi anlattı. Burada gerçekten de hiç vampir yokmuş. Dışarıdan gelen birkaç kişi dışında geri kalan herkes ada halkıymış. Kendilerine dünyanın dışında cennet gibi bir yer yapmışlar. Çıktığımız tepenin ucundan tüm köyü gördüğümde buna inanamadım.

"Burası gerçekten de cennet gibi." diyen İrina'ya katılırken;

"Cennetin zebanileri tarafından yakalandığımı unutmayın!" diyen Liki olmuştu.

"Bunun için üzgünüz ama o tuzak yaklaşık on yıldır orada ve ilk yakalanan sen oldun." adamın dediğiyle buna hepimiz bıyık altından gülerken;

"Niye Nick değil de ben, niye niye..." diye söylenerek tepeden inmeye başladı. Burayı şimdiden sevmeye başlamıştım.

Köye vardığımızda az önce bize saldıranların da burada olduğunu gördüm. Bizi gördükleri gibi yine silahlarına davranmışlardı ama bu sefer onlara karşılık vermeyecektim. Babasının kucağında ki David hızla yere inip, sekerek benim önüme geçti.

"Onlara zarar vermeyin. Onlar kötü değil." diye bağırdı.

"Çocuk bile iyi ve kötüyü ayırabiliyorken, bunlar cidden umutsuz vaka." diyen Liki'ye İrina sus diye kızdı.

"Size zarar vermeye geldik. Yardımınıza ihtiyacımız var." Nick yanıma gelip, bizi savunurken, içlerinden yapılı olan bir adam öne çıkıp;

"Bize bela getirmediğinizi nereden bileceğiz? Kimseye güvenemeyiz." dedi. Adam haklıydı. Kendileri için kurdukları bu yeri kimsenin bozmasını istemiyorlardı. Onlara kızamazdım.

"Bu yüzden yardımınıza ihtiyacımız var. Birini arıyoruz ve burada olduğunu düşünüyoruz. Onu bulmamıza yardım ederseniz, hemen buradan ayrılacağız."

"Neden size yardım edelim?" aynı adam yine karşı çıkarken;

"Dünyanında burası kadar huzurlu ve iyi olmasını istiyorsanız etmek zorundasınız." hepsinin ilgisi bana toplanmışken, eğilip David'i kucağıma aldım. Onun gülümseyen temiz yüzünü severken;

"Dünya buradan farklı. Çocuklar ailelerinden ayrı ve acı içinde, insanlar sevdiklerini gözlerinin önünde kaybediyor. Her an, her dakika korku içinde kaderlerini bekliyorlar. Biz buna son verecek kişileriz ve sizden de bunun için yardım istiyoruz." dediğimde aynı adam yine itiraz edecekmiş gibi hissettiğimde ondan önce konuşup;

"Sakın bunun sizin savaşınız olmadığını söylemeyin. Bu insanlığın savaşı. Eğer sizde dünyanın bir parçasıysanız bu savaşta varsınız demektir." dedim. Nick'te bana destek çıkıp;

"Dahası vampirler her yeri fetettikten sonra kan arzuları onları size de getirecek. Burayı bulmaları o kadar zor değil. Biz bile bulduğumuza göre." dedi tehdit edercesine. Bu Nick tarzınca uyarıydı ama o söyleyince kulağa kötü geliyordu.

Şimdi hepsi şaşkın, endişeli ve tedirgindi. Onlara bunu yaşatmak istemiyorduk ama başka şansımız yoktu. Tam bu sırada uğultulu kalabalık birden sessizleşti. İki yana açılan kalabalığın ortasından yaşlı, ak saçlı bir büyükanne göründü. Kalabalıktan "O neden burada? İlk defa topluluğa karıştığını görüyorum. Kutsal annemiz..." gibi söylentilerde bulunduklarında onlar için özel biri olduğunu anladım. Herkes önünde eğilirken o gözlerini sabitlediği bana doğru ilerledi. Tam karşımda durduğunda sevencen bir gülümsemeyle;

"Hoşgeldin, tanrının ışığı..." dedi. Tanrının ışığı mı? Şaşkınlık ve merakla ona bakarken, tüm halk heyecanla bana çevirdi gözlerini.

"Demek doğruymuş..."

"Bu o..."

"Onu gördüğüme inanamıyorum..."

"Tanrı bizi kutsadı..." gibi her ağızdan bir şey çıkarken, kimi dinleyeceğimi şaşırmıştım. Kafam allak bullak olduğu sırada beni saran kollarla kendime geldim. Kafamı kaldırdığımda Nick'in beni korumak ister gibi sahiplenmesi şaşırtmıştı.

"Kim olduğunu bilmiyorum ama burada sözü geçen biri olduğunuz belli. Birin--" kadın Nick'in sözünü kesip araya girdiğinde bakışları hala bana odaklıydı.

"Aradığınız kişi burada ama şuan değil. Yakında dönecek. O gelene kadar misafirimiz olun." dediğinde bizi haklına göre daha kolay kabullenmişti. İrina ve Liki bundan son derece memnun olurken, Nick gereğinden fazla huzursuzdu. Hala kolları bana sarılıyken,

"Nick..." dedim ne olduğunu anlamaya çalışır gibi. Yavaşça benden ayrıldıktan sonra;

"Sorun yok." diyerek geçiştirdi sadece. İrina bir ara şüphelenip;

"Veliahtları biliyor olabilirler mi?" diye sorduğunda bilmiyorum anlamında başımı salladım sadece. İçimde garip bir his vardı. Kimi aradığımızı nereden biliyordu? Beni huzursuz eden bir şey...

O gece geldiğimizden çok daha güzel karşılandık. Bizim için iki tane büyük güzel kulübeler hazırladılar. Taze ve güzel yemekler, gülen yüzlü ve sıcak insanlar. Burası gerçekten cennet gibiydi. Vampirlerin ayak basmadığı, doğanın içindeki küçük cennet.

İrina ve ben bir yeri, Liki ve Nick ise diğer yeri paylaşırken, İrina ile ikisinin aynı yerde birbirlerini öldürmeden ne kadar dayanacakları ile ilgili bahse girmiştik. İrina 10 dakika derken, ben üç dakika demiştim. Anında saniye tutmaya başladığında ikimizde heyecanla olacakları bekliyorduk. Tam üçüncü dakikaya girecekken;

"Ben bu sapıkla aynı yerde kalmam." diyerek hızla odamıza giren ve ortamıza yatan Liki ile İrina surat asarak;

"Bir on dakika dayanamadın dimi?" diyerek söylendi. Liki, Nick'e öyle sinirlenmiş ki, İrina'nın söylediği şeyi fark etmemişti. Bu hallerine gülerken, içeri sakince Nick girdi.

"Buna sevindim çünkü bende seninle aynı yerde kalmak istemiyorum."

"İlk defa seninle aynı fikirdeyim." diyerek destek çıkan Liki'ye hala gülüyordum. İkisinin arasını bulmak için;

"O zaman ben Nick ile yatarım, sen burada kal." dedim. Tam ayağa kalkacakken, Liki kolumdan tutup geri oturttu.

"Olmaz! sen burada kal, İrina Nick ile yatsın." aslında benim için fark etmezdi ama bunu da Nick kabul etmedi.

"Asla! Eğer yerinden memnun değilsen burada kal ama Ema benimle kalacak!" Nick'in kesin emri Liki'ye bile geri vites yaptırmıştı. Söylene söylene kalkıp, odasına giderken beş yaşındaki çocuktan farkı yoktu. Nick bana ve İrina'ya iyi geceler diledikten sonra bizde günün yorgunluğuyla uykuya daldık. Uyumadan önce;

"İlk defa vampirlerin korkusu olmadan uyuyacağım. Bu garip ama huzur verici." diyen İrina'ya katılmıştım. İlk defa onlarsız bir yerde huzurla uyumak. Tabi kabuslarım izin verirse...

Sabah yüzümde hissettiğim küçük ellerle uyandım. Gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu. Hemen başımda dikilen David yüzümü okşarken;

"Günaydın..." dedi. Güne onunla başlamak güzeldi. Bende ona günaydın dedikten sonra İrina'ya döndüm. Çoktan gitmişti. Saat kaçtı ve kaç saattir uyuyordum? Üstelik şimdi düşününce bu gece hiç kabus görmedim. Hatta öyle rahat uyudum ki neredeyse deliksiz.

David'le bir süre oynaştıktan sonra kulübeden çıktım. Düne göre bugün daha kalabalık ve hareketli gibiydi. Gözlerim bizimkileri ararken, Nick'i üstsüz tüm kasları ortada tamir yaparken gördüm. Onu sivil görmeye alışıktım ama bugünkü gibi değil. Yerli halkın kıyafetlerine benzer şeyler giymişti ve gövde gösterisi yapar gibi de üstsüz geziyordu.

"Gösteriş meraklısı budala..."

"Sonunda hislerime tercüman oldun." diyen Liki'nin ne zaman yanıma geldiğini anlamamıştım. Hemen arkasından gelen İrina'a ise;

"Bir an hiç kalkmayacaksın sandım." demesiyle gerçekten de çok güzel uyuduğumu bir kez daha anladım.

"Neler oluyor burada? Sanki biraz fazla hareketli..."

"Adadakiler geçimlerini buradan sağlıyor. Kendin yap, kendin ye hesabı ama bazı ihtiyaçlar için hala dışarıya muhtaçlar. Bunun içinde kendi aralarındaki en güçlü kişileri denizci ilan etmişler. Belirli zamanlarda dışarı açılıp, ada halkının eksiklerini gideriyorlar. Uzun bir aradan sonra bu akşam denizcileri dönüyor. Onun içinde her zaman yaptıkları gibi bir eğlence düzenleyeceklermiş." İrina ayrıntısına kadar öğrendiği gerçeklerle beni yüzleştirdiğine memnun olmuştum.

"Yani kısacası bu akşam parti var..." tabi Liki olaya farklı bir açıdan bakıyor.

Kendime geldikten sonra David'in beni kahvaltı etmem için götürdüğü yere gittim. Orman ve denizin iç içe olduğu bu yer inanılmaz güzeldi. Gerçekten de cennetten bir parça gibi. Yemeğimi yerken insanların hayran bakışlarını üzerimde hissetmek biraz gerilmememe neden oluyordu ama yüzlerindeki sevgi dolu bakış tüm rahatsızlığımı alıyordu.

Gözüm bir ara yine Nick'e kaydığında bu seferde adadaki yerli kızların etrafına toplanmış, onu hayranlıkla dinlediğini fark ettim. Sanırım Liki haklı, yıllardır burnumun ucundaki sapığı fark etmemişim. Ya da onu benden başka bir kızla hiç görmediğim için garip hissediyorum. Hep benimleydi, benimle kalacağına inandım. Ama bir gün belki o da kendi yoluna gitmek ister. Bu hakkı ama nedense bunu düşünmek canımı yakıyordu.

Ben ona kitlenmiş , onu izlerken biran gözlerimiz birbirini buldu. Kendimi ondan ayıramazken, gülümsemesi beni kendime getirmişti. Hızla kafamı başka yöne çevirdim. Bu saçma utangaçlık da neydi? Kendimi toplayıp, tekrar yemeğime döneceğim sırada onu yanımda otururken buldum. Hala bana bakın sırıtırken, yemeğimi didiklemeye başladı. Hızla tabağımı önümden çekip;

"Paylaşamadığım tek şeyin yemeğim olduğunu biliyorsun!" diyerek çıkıştım. Yüzünde garip ama güzel bir huzur vardı. Burada olmak ona da iyi gelmiş gibiydi. Sonra aklıma gelen şeyle;

"Bu arada kıyafetleriniz ve silahlarımız nerede?" hala yemeğimi parmaklamaya çalışırken;

"Kıyafetlerimiz buraya göre fazla resmiydi ve vampirlerin olmadığı bir yerde silahlara da gerek yok. Şimdilik onları sakladım." şaşkınlık ona bakarken;

"Sen ki tuvalete bile silahla giden adam, gerçekten şuan silahsız mısın?" dedim. Kollarını havaya kaldırıp, tüm vücudunu bana gösterirken;

"İstersen ara!" dedi sırıtarak. Burası ona fazla gelmişti. Temiz hava ve oksijen zehirlenmesi yaşıyordu resmen. Tam bu sırada yanımıza gelen İrina ve Liki ile ilgimi Nick'ten ayırabilmişti. Hemen karşımıza oturup, konuyu değiştirmeleri işime gelmişti. Tabi Liki'nin de tabağıma dadanması pekte hoş değildi.

"Şu medyum kadının dediğine bakarsan adamımız gelen şu denizciler arasında olabilir."

"Salak kadına medyum deme. Ada halkı taşlar seni. Hem adam olduğunu ne biliyorsun, belki de kız." Liki hala yemeğimi didiklerken, birde üstüne Nick çıktı.

"Kız olursa buna daha çok sevinirim tabi." Liki'nin tavan yapan hormonlarının yanı sıra bitirmek üzere oldukları tabağım git gide sinirimi bozuyordu.

"Birde bana sapık diyordun!" Nick, Liki'nin bu haliyle eğlenirken, oldukça keyifli görünüyordu ama benim sabrım tükenmişti. Hızla ayağa kalkıp, tabağımı da yanıma alırken;

"Sizi beslemeyi mi unuttular bugün? Yemeğimden uzak durun!" diye bağırdım. arkamda üç şaşkın göz bırakırken, en son Nick'in benim adıma açıklama yaptığını duydum.

"Canını al ama yemeğini asla!"

Sonunda kafa dinleyebileceğim bir yere geldiğimde kendimi ormanın derinliklerinde buldum. Bu garip bir şekilde korkutucu değil, huzur vericiydi. Doğanın ve denizin sesi birbirine karışırken, hemen ilerideki tepeyi fark ettim. Hemen orada duran yaşlı kadını görünce hızla yanına çıktım. Tüm ada ayaklarımın altında inanılmaz bir manzaraya bakarken, onu tamamen unutmuş gibiydim.

"Güzel değil mi?" dediğinde gülümseyerek ona dönüp;

"Çok güzel. Huzur verici..." dedim.

"Tıpkı senin gibi."

"Beni tanıyor gibi konuşuyorsun? Hem, ilk gördüğünde de bana Tanrının Işığı dedin. Bu ne demek?" batmakta olan güneşi izlerken, gözlerinin buğulandığını fark ettim.

"Bu sözcüklerle anlatılacak bir şey değil. Omuzlarında sandığından çok daha büyük bir yük taşıyorsun." hemen kaşımızdaki batan güneşi gösterip;

"Ona bak, ne kadar parlak ve güzel. Tam tepedeyken çıplak gözle bakılamayacak kadar göz kamaştırıcı. Onun varlığı dünyayı aydınlatan ve ısıtan." dedi. Sonra bana dönüp, yüzümü okşarken;

"Tıpkı senin gibi. Sende bu dünyaya ışık olmaya geldin ama karanlık sandığından daha büyük. Sana acıların en büyüğünü yaşatmak için hazırda bekliyor."

"Zaten yaşattı. Benden her şeyimi aldı." olumsuz anlamda kafasını sallarken;

"Henüz değil küçüğüm, henüz değil."

"Ne demek bu? Ne biliyorsan lütfen söyle..."

"Bunu istesem de yapamam. İlk defa sonunu göremiyorum." neydi göremediği? Ya da gördükleri. Bilmece gibiydi ama onda çok daha fazlası olduğunu biliyordum. Hemen uzakta ufukta görünen gemi ile tüm ilgim oraya kaydı. Orada beni çeken bir şey vardı. Bu o olmalıydı.

"Geliyor, beklediğin kişi geliyor." ondan aldığım onayla hızla aşağı inecekken, son kez bana seslendi. Ona döndüğümde;

"Kaderin seni büyük seçimler yapmak zorunda bırakacak. Sana yanlış gelse bile sadece kalbini dinle. Bir tek o sana doğru yolu gösterecek. Çünkü senin kalbin cennetten bir parça. O asla yanılmaz..." buna benzer bir şeyi ilk günü cadılar da söylemişti. Aralarında bir bağ olma ihtimali var mı? Sorsam bile söylemeyecekti. Bunu yaşayarak öğrenmem gerek.

Ama ondan önce sıradaki veliahtı karşılamalıyım...

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

14.3K 1.8K 26
Arkadaşımla kamp yapmaya giderken ormanda girmemem gereken yere girdim girmez olaydim
806 75 14
Kendi öz irademle yayimlamaya basladigim bana ait bir çalışmadır. Örnek teşkil edilmesi icin lütfen izin alip bildiriniz. Lütfen tanıtım bölümümü oku...
753K 81.8K 35
Ömrünü adadığı erkek ona ihanet ettiğinde bir insan ne yapmalıdır? Pelin'in hayatı boka sarıyordu. Hayal ettiği işi yapamadığı gibi çocuk istediği eş...
2.6M 123K 47
"Bir şey söylemeyecek misin?" Aidan'ın bunu demesiyle gözlerimi ona çevirdim. Gözleri kırmızıya dönmüştü. Söyleyeceğim sözcüklerin harfleri birbirine...