Maskeli Baloda Sevdim (Tamaml...

By SevsenAtaker

2.3M 192K 113K

Bir genç kızın aşka ilk uyanış hikayesi... İlk aşklar için 'özel' derler, 'unutulmaz' derler. Peki yüzünü gör... More

1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10.BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
71. BÖLÜM
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
FİNAL

4. BÖLÜM

37.4K 2.6K 1.1K
By SevsenAtaker

Normalde yorumlar 1K olmadan yayımlamıyorum ama bu defalık bölüm sana gelsin Eyllayir
~~≠~~♥️~~≠~~

Telefonumun aniden çalmasını beklemediğimden yatağımda sıçradım. Başucumdaki telefonumun ekranına baktığımda, arayanın annem olduğunu gördüm. Esneyerek, "Günaydın!" dedim.

"Kızım günaydın, hazırsan kahvaltıya gel. Oradan da seni kampüse bırakacağız."

Çatallaşmış boğuk sesimle, "Tamam anne hemen iniyorum." diye yanıtladım.

"Kahvaltı Salonu ikinci katta. Bekliyoruz çiçeğim."

Gözlerimi ovalayıp uykumu açmak için gerindim. "Birazdan görüşürüz."

Başka bir şey söylemeden görüşmeyi sonlandırdığımda bir süre daha gözlerimi kapattım. Onlarla karşılaştığımda nasıl davranmam gerektiğine bir türlü karar veremiyordum. Ellerimle yüzümü sıvazlayıp yataktan kalktım ve banyoya girdim.

Sabah rutinimi bitirdikten sonra tekrar yatağın kenarına oturdum. Ellerimi kucağımda birleştirip, neler hissettiğimi anlamaya çalıştım. Üzgündüm, kırgındım, onlara olan güvenimi sarsmışlardı. Diğer yandan ikisi de bu konuda ürkek davranmıştı. Sanki birisinin, ki bu durumda muhtemelen benim, hayatı bu sırrın korunmasına bağlıydı.

Belki de bu kadar yıldır sadece beni korumak için susmuşlardı. Peki ama niye? Aklıma türlü türlü senaryo hücum ettiğinde, aklım daha da karıştı. Sonunda tüm düşüncelerimi ve komplo teorilerimi rafa kaldırmaya karar verdim.

Şu anda yepyeni bir hayata başlıyordum ve ne başını, ne de sonunu bildiğim sırların aklımı karıştırmasına ihtiyacım yoktu. Zamanı gelince her şey ortaya çıkardı zaten.

Bir kez daha bu düşüncemin arkasında durmanın kararlılığıyla, kalkıp giyindim ve okul için ihtiyaç duyacağım birkaç şeyi koyduğum çantamı sırtıma alarak odadan çıktım.

Kahvaltı salonuna indiğimde ikisi de kendi düşüncelerine dalmış gibi görünüyordu. Yanaklarından öperek masaya oturduğumda, gülümseyerek başlarını kaldırdılar. Ben de aynı şekilde, hiçbir şey olmamış gibi karşılık verdim.

"Dün geceniz nasıl geçti? Neler yaptınız?"

Sesimde açık bir merakla sorduğum soruyu beklemedikleri belliydi. Gözle görülür biçimde rahatsız olmuşlardı. Annemin yüzünde gördüğüm telaş beni içten içe sevindirdi ama renk vermemeye çalıştım.

Öte yandan babam, önceden çalışılmış bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Özel bir şey yapmadık kızım, annenle şehir merkezini filan gezdik. Sonra erkenden gelip yattık." Belli ki tüm gece söyleyeceklerini ezberlemişti.

Babamın bu kadar kolay yalan söyleyebilmesine bozulmuştum doğrusu. Onları dün gece izlediğimi söylemek şimdi uzun bir tartışma yaratacaktı. Hem onlardan kavgalı ayrılmayı hiç istemiyordum.

Şu anda istediğim sadece, bir an önce kampüse gidip bu yalandan uzaklaşmaktı.

Yarım saat sonra kampüs yolundaydık. Babamın verdiği otobüs programını inceliyordum. 'Umarım derslerim akşam beşten önce bitiyordur' diye düşündüm. Çünkü kampüsten şehir içine otobüs seferleri o saatten sonra yedi-dokuz-on bir olarak seyrekleşiyordu. Bir an önce öyle veya böyle kendime kalacak bir yer bulmam gerekecekti.

Babam oraya vardığımızda, kampüs içindeki yurt müdürüyle bir daha konuşacaktı. Hala, son anda yurtta kalmaktan vazgeçen birileri vardır diye umut ediyordu.

Kampüsün ana kapısından girip park edince, babamla işi bittiğinde buluşmak üzere ayrılıp, annemle birlikte iç mimarlık binasını aramaya başladık.

Çok büyük bir kampüstü, bahçelerde her çeşit öğrenci vardı. Bu kalabalığı görünce ürkmedim desem yalan olur ama birkaç kişiye sora sora sonunda binayı bulduk.

İnşaat ile mimarlık binalarının arasında, kampüsün sol kanadında yurda yakın olan kısımdaydı. Etrafı ağaçlarla çevrili, bahçesinde oturma alanları ve bir kafenin olduğu hoş bir bölümdü.

Burayı görür görmez sevdim. Koca kampüsten izole edilmiş gibiydi. Çimlerde oturup sırtlarını ağaç kütüklerine dayayan gençleri görünce, keyfim yerine geldi.

"Anne burası çok güzel, değil mi?"

"Evet kızım çok güzel. Hem üniversite içindeki ring seferine de yakın. Binaların hemen arkasında da bir kantini ve kafeteryası var." Bunları dalgınlıkla, daha doğrusu özlemle söylediğini fark ettim.

"Sen nereden biliyorsun?"

Annem ağzından çıkanların farkına vardığında gözleri önce korkuyla büyüdü, sonra bakışlarını benden kaçırmak için kirpiklerini yere indirdi.

"Ben...ben sanırım öyledir diye tahmin ediyorum. Belki de önünden geçerken...ben..." diye geveledi.

Yalan söylediğini anlamıştım. Annem kesinlikle bu kampüsü tanıyordu, bundan adım gibi emin olmuştum. O anda, bu hikayeyi ve bütün sırları bir gün öğrenmeye kendi kendime yemin ettim. Ama şimdi zamanı değildi. Şu anda hayatımın önemli bir dönüm noktasındaydım.

"Ben bir babanı arayayım. Bakalım müdürle konuşabilmiş mi?" diyerek konuyu değiştirdi. Telefonunu huzursuzca eline alıp babamın kayıtlı olduğu kısa arama tuşuna basıp bekledi. "Ayhan, ne yaptın canım?" dedikten sonra,  bana sırtını dönüp birkaç adım uzaklaştı.

Ben de o sırada dolaşmaya ve etrafımı incelemeye başladım. Kimi öğrenci öbek öbek oturmuş sohbet ediyordu, attıkları kahkahaları duyunca ben de gülümsedim.

Sağ tarafımda sevgili oldukları her hallerinden belli olan bir çift vardı. Gözlerden sakınmak gibi bir dertleri yoktu anlaşılan. Üniversite özgürlüktür diye boşuna dememişlerdi.

Kafenin önünden geçtiğimde içeriye bir göz attım, birkaç masa hariç boş sayılırdı. Binaların arkasını dönüp baktığımda annemin haklı olduğunu gördüm. İki katlı bir kafeterya, yanında da mini bir kantin vardı. Hemen içeri girip bir şişe su aldım.

Yaz sonu olmasına rağmen hava epey sıcaktı. Üzerimde kısa bir kot şort vardı. Mavi beyaz kareli gömleğime önden düğüm atmış, ayağıma da beyaz spor ayakkabılarımı giymiştim.

Deniz kenarında yaşadığımız için bu kıyafet bana normal gelse de, şu anda bana takılan bakışlar, kendimi rahatsız hissetmeme yol açtı. Aklım o kadar karışıkken ne giydiğime özen göstermediğim için birden kendime kızdım.

Biraz yürüdükçe, sadece bana değil, etrafı araştıran gözlerle bakan herkese dikkatle bakıldığını gördüm. Demek ki, öğrenci sayısı fazla olmadığı için, yeni gelenler burada hemen dikkati çekiyordu.

Az önceki olumsuz düşünceleri mutlulukla geri itip, gözlerimle annemi aradım. O da kendine gölgelik bir yerde, oturacak bir bank bulmuştu. Bu nedenle biraz daha dolaşmaya karar verdim.

İçimdeki meraklı kaşif üstün geldiğinden, bahçeyi ve binaların arasını gezdim. Bakışlarımı hemen çevirip bu defa sola yöneldiğimde, ağaçların sıklaştığı bir yere gelmiştim.

Az ileride, iki kız iki erkekten oluşan bir grup gencin oturmuş sohbet ettiğini gördüm. Büyük sınıf oldukları belliydi. Gözlerden uzak güzel bir köşeydi. Dikkatlerini çekmeden oradan uzaklaşmak iyi olacaktı.

Durup şişemden bir yudum su aldım. Kapağı tekrar kapatırken arkamı döndüğüm sırada bir ses işittim. "Hey sen, süt kuzusu, bizi mi dikizliyorsun?"

İrkilerek sesin geldiği yöne doğru baktım. On adım kadar ötemde duran kişi sırtını ağaçlardan birine dayamıştı. Bir elini siyah kot pantolonunun cebine sokmuş, diğer elinde Seçil'inkine benzer son model telefonunu havalı havalı çeviriyordu.

Fırlama olduğu her halinden belliydi. Siyah saçları yataktan yeni kalkmış gibi dağınıktı ve ağzında çarpık bir gülümseme vardı. Gözlerini tembelce aralamış, umursamaz bir tavırla ağzında bir çöp çevirirken, bakışları tepemden ayağıma kadar beni ağır ağır, hiç acele etmeden süzdü.

Kendimi edepsiz bakışlarının altında çıplak gibi hissettiğimden olsa gerek, huzursuzca kıpırdandım ama altında kalmak istemedim. "Kimi dikizliyormuşum?"

Başıyla grubu gösterdi. "Arkadaşlarımı."

"Ne münasebet, ben sadece... " diyerek iki adım attım, sonra vazgeçtim. Gözüme fazla arsız görünmüştü ve ağız dalaşına girmek istemiyordum.

Oysa karşımdaki genç, hiç istifini bozmadı. "Çocukların buraya gelmesi yasak. Burası bizim köşemiz."

Orada bulunmamın sebebi apaçık ortadayken sataşmasına kızmıştım. "Sizden bana ne?" diye çemkirdim. "Bugün benim ilk günüm olduğu için etrafı dolaşıyorum sadece."

Telefonunu cebine tıkıştırırken kaba bir şekilde, "Tamam burada görecek bir şey yok. Haydi uza kızım." dedi.

Buraların sahibi kendisiymiş gibi burnu havada halleri beni daha da sinirlendirdi. Ufaktan ufaktan Zeyna kendini göstermeye başladığı için derin bir nefes alıp kontrolümü sağladım.

"Bu kadar kaba olmak zorunda değilsin." İçimden, yarısını içtiğim şişeyi kafasına atmak gelse de, sadece tehditkar bir şekilde sallamakla yetindim. "Gidiyordum zaten." diyerek kararlı adımlarla oradan uzaklaştım. Öfkeden gözlerimin yandığını biliyordum. "Pislik!" diye mırıldandım.

"Ne dediğini duydum." diyen sese dönüp sertçe baktım.

Geri geri yürüyüp gözlerimi kısarken, "Neden üzerine alındın ki?" dedikten sonra tekrar önüme dönüp uzaklaşmaya başladım.

Arkamdan seslendiğinde dönüp bir daha bakmadım. "Bundan sonra gözüm üzerinde, adımlarına dikkat et."

"Pis Zorba!" Yüksek sesle söylendikten sonra pişman olup sesimi alçalttım. "Çattık ya!" diye kendi kendime söylenerek birkaç adım attım.

"Bunu da duydum."

Cevap vermemek için yanağımın içini ısırarak öfkeli adımlarla ağaçlıktan çıktım. Arkamdan gelmediğinden emin olunca rahatladım ve derin bir nefes alıp verdim. Az daha ilk günden başımı belaya sokacaktım.

Dersimin başlamasına henüz yarım saat vardı. İleride annemle babamı görünce vakit kaybetmeden yanlarına gittim.

"Biz de vedalaşmak için gelmeni bekliyorduk." diyen annem ayağa kalktı.

"Biraz etrafı gezdim."

"Bir şey mi oldu?" Annelik iç güdüsüyle, bir elini yanağıma koyup okşadı.

Kimse bakıyor mu diye etrafıma kısaca göz gezdirdim ve gayrı ihtiyari bir adım geriye gittim. Nedense biri görecek diye çekinmiştim. "Yok anne olmadı."

"Gözlerin çakmak çakmak olmuş." Üstelemese olmazdı sanki.

"Bir serseri ilk günden canımı sıktı." Boş ver anlamında elimi salladım.

"Aman kızım kimseye bulaşma."

Annemi başımla onayladıktan sonra babama döndüm. "Sen ne yaptın?"

"Müdürle konuştum, şimdilik odalar hala doluymuş ama iptaller olabilirmiş. Yer boşalır boşalmaz beni haberdar edecek. Şimdilik beklemedeyiz anlayacağın."

"Sorun değil baba, ben bir yolunu bulurum." Etrafıma baktığımda öğrencilerin heyecanlı adımlarla binalara yöneldiğini gördüm. Topuklarımın üzerinde yaylanarak,
"Artık yavaş yavaş dersime gitmem lazım." dedim.

"Demek veda zamanı geldi. Sana söylediklerimi unutma. Seni seviyorum kızım." diyen babam beni kucakladığında, sıkı sıkı sardı. Ardından gözü yaşlı anneme döndüm, onunla da duygusal bir şekilde vedalaştım.

Bunca yıl sonra bile, el ele yürüyen annemle babamın bir süre arkasından baktım. Gözümde biriken yaşların akmasını engellemek için işaret parmaklarımı göz pınarlarıma bastırdıktan sonra, sırtımı dikleştirdim ve binaya girdim.

Sınıf henüz kalabalık değildi. Her çalışkan öğrenci gibi en ön sıralarda bir yere oturdum ve gelip geçen öğrencileri izlemeye başladım.

O sırada yanıma birinin oturup, "Selam!" dediğini duydum. Dönüp baktım, güler yüzlü sarışın bir kızdı. Sevimli bir yüzü vardı.

"Selam!" dedim cevaben. "Pelin." diye kendimi tanıttım.

Uzattığım elimi sıkarak, "Ben de Derya." dediğinde, burnunun sağ kanadındaki piercingi fark ettim, bir tane de sağ kaşında vardı. "Rahatsız mı oldun?" diye sorup kaşını gösterdi.

Çok dikkatli bakmıştım herhalde. Yakalanmış olmanın verdiği mahcubiyetle, "Yo yo rahatsız olmadım." diyerek açıklama yaptım. "Aksine, hoşuma gitti. Sana çok yakışmış."

"Gerçekten mi?" Sanırım verdiğim cevap hoşuna gitmişti. Yanakları kızardığında şaşırdım. "Geçen yaz yaptırmıştım. Ailem hoşlanmıyor ama ben de kendime çok yakıştırdım. Kimileri piercingi itici buluyor."

"Hayır, bence sende hiç itici durmamış. Ayrıca çok güzel bir yüzün var." dedim içtenlikle.

Yüzüne son derce yakışan ışıl ışıl bir gülümsemeyle, "Teşekkür ederim, sen de çok güzelsin." dedi. "Umarım arkadaş oluruz. Bu şehirde tanıdığım pek kimse yok."

Kulağa hoş gelen melodik bir sesi vardı. Onunla arkadaş olabileceğimizi hissettim. "Benim de yok. Yurtta mı kalıyorsun?"

"Evet, ya sen?"

"Ben şimdilik şehir merkezinde, Öğretmen Evi'nde kalacağım. Yurt dolu olduğu için ev arkadaşı bulur bulmaz kampüse yakın bir ev tutmam gerekecek."

"Ya evet, yetenek sınavı sonucunun gecikmesi bu açıdan çok kötü oldu." Cıvıl cıvıl konuşması insana enerji veriyordu.

"Sen nasıl yer buldun?"

"Abim bu üniversitede. Dördüncü sınıf öğrencisi. Anlayacağın benim bu üniversiteye gireceğim zaten belliydi. Ailem bana başka tercih bırakmamıştı. O yüzden LYS açıklanır açıklanmaz yurt başvurumu yaptım."

"Şanslıymışsın."

Yüzünü buruşturdu. "Hiç sanmıyorum. Abim bu yıl mezun olana kadar artık bana rahat nefes yok. Her şeyime karışacak. Ondan da kötüsü kampüsün 'Belalılar' grubunda."

"O ne demek?"

"Kampüsün iki karşıt grubundan biri. Daha çok, bir arkadaş grubu diyebiliriz. Aralarına kimseyi almıyorlar. Şu arka taraftaki sık ağaçlar var ya? Orası da toplanma yerleri."

Sanırım az önce dikizlemekle suçlandığım yerden bahsediyordu. Konuşmasına devam etti. "Dışarıdan bakınca çok sert görünüyorlar ama aslında çoğu çok şeker gençler."

"Anlamadım?" Gözümün önüne sık ağaçların arasında karşılaştığım serseri geldi. Bahsettiği grubun bir üyesiyse şeker biri olmaktan çok uzak olduğunu söyleyebilirdim.

"Demek istediğim, dışarıya karşı bir kalkan oluşturmuşlar ama aslında içlerinde o kadar da ürkütücü değiller. Sert kuralları var. Herkese tepeden bakarlar, burunlarından kıl aldırmayan tiplerdir. Herkes onlardan çekinir, bu yüzden gruba 'Belalılar' deniyor."

"Peki isimleri gibi gerçekten bela yaratıyorlar mı?"

"Zannettiğin gibi öyle pis işleri filan yok, sadece oyunları biraz can sıkıcı."

"Ne oyunu bu?"

"Yakında başladıklarında anlarsın. Göze batmazsan sorun yok."

Merakımı yenemeyerek tekrar sordum. "Nasıl yani?"

Uzun sarı saçlarını arkaya attı. "Bazen yeni gelen kızların canını sıkmaktan zevk alırlar. Ama damarlarına basmaz, dikkatlerini çekmezsen sorun yok."

"Umarım çekmem." derken zorla yutkundum. Merakım yüzünden aralarından birinin dikkatini üzerime çekmiştim galiba. "Peki diğer grup?"

"Neyse ki onlar dağıldı, üyelerinin çoğu geçen sene mezun oldu veya okuldan atıldı. Belki bir iki kız kalmıştır. Emin ol onlara gerçekten bulaşmak istemezdin. Onlar abimler gibi beş kişi de değillerdi, gruplarında yirmi kişi rahat vardı. Adları 'Kara Melekler.' İsimleri gibi gerçekten karanlık işler yapıyorlardı. Uyuşturucu filan kullanırlardı ama pek kimse bilmezdi."

"Sen nasıl biliyorsun peki?"

Dalgın dalgın, "Aralarından üç dört kişinin bizim orada yazlığı vardı. Bu değil önceki yaz, aralarından biriyle çıkmıştım. Global Üniversitesinde okuyordu ve grubun aktif olmayan üyesiydi. Hepsinden çok farklı biriydi." dediğinde sevgiyle kaşındaki halkaya dokundu. "Bunlar o zamandan kalma."

"Bu halkaları o çocuk için mi taktırdın?"

"Başta evet, ona ait olduğumu hissetmek için yaptırdım ama ondan ayrıldıktan sonra da halkaları çıkarmak istemediğimi fark ettim. Onu unuttuğum gün çıkaracağım. Sanırım onu hala seviyorum. Bu da abimi çıldırtıyor." diyerek gülümsedi.

"İlginç bir kızsın sen Derya." diyerek gülümsemesine karşılık verdim. "Peki sen bu gruplardan birine dahil misin?"

"Hayır değilim, olmayı da istemem."

Ne demek istediğini soracaktım ki, hocanın sınıfa girmesiyle sohbetimiz sona erdi.

Öğlen tatiline kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Hoca sonunda sınıftan ayrıldığında yanımda oturan Derya'ya döndüm. "Ben çok acıktım, beraber yemek yiyelim mi?"

"Olur, ben de çok acıktım. Kafeteryada ilk gün yemek çıkmıyor. Bugünlük kafeden veya kantinden atıştırırız."

"Tamam bana uyar."

Yeni arkadaşımla beraber kafeden aldığımız tostlarla bahçeye çıktık. Çimenlerin üzerinde oturmuş sohbet ediyor, birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Başta ara sıra gözüm yüzündeki halkalara takılmıyor değildi ama dakikalar geçtikçe onlara da alıştım. Hatta bende nasıl duracaklarını bile düşündüm.

Derya, yüzünü çevreleyen doğal sarı saçlarıyla dikkat çekici ve hoş bir kızdı. Bana biraz da Seçil'i hatırlatmıştı. Sohbeti eğlenceliydi, çocuksu bir heyecanla konuşması, insanı ister istemez gülümsetiyordu.

Öğleden sonraki derslerimiz de pek keyifli geçti. Derya ile birbirimize iyice ısındığımızdan, iyi arkadaş olacağa benziyorduk. Dersler bittiğinde dört buçuk olduğu için, arkadaşımla vedalaşıp, kampüsün ring seferiyle durağa gittim ve şehre dönen beş otobüsüne bindim.

Yol bitmek bilmedi. Bir üniversite kampüsü merkezden neden bu kadar uzağa yapılırdı ki? Haydi onu geçtim, trafik neden bu kadar yoğundu?

Kaldığım yere ulaştığımda, altı buçuğa geliyordu. Neredeyse bir buçuk saatim yolda geçmişti. Çok acıkmış, çok yorulmuştum. Bu yolu sabah nasıl çekeceğimi düşünerek pastaneden bir tost alıp hemen odama çıktım.

Gözlerimi daha fazla açık tutamayacağımı anladığımda iki film izlemiş, kitabımın yarısından fazlasını okumuştum.

Ertesi sabah ilk dersim onda olduğu için şanslıydım. Sekizde duraktan otobüse bindim. Ona rağmen derse ucu ucuna yetiştim. Sabah trafiği bir önceki günden de beterdi. Neyse ki Derya yanında bana yer ayırmıştı. Yerime yerleşir yerleşmez de hoca sınıfa girdi zaten.

Öğlen molasına girdiğimizde, Derya ile sohbet ederek bahçeye çıktık. "Dün şehir merkezine rahat gidebildin mi?"

Şikayet dolu bir ses tonuyla, "Evet ama yol çok uzun Derya." dedim. "Günde en az üç saatim yollarda geçecek. Şimdi iyi de, kışın nasıl olacak bilmem. Sen ne yaptın? Oda arkadaşınla anlaşabildin mi?"

"Dün gelmedi, belki bugün tanışırım." Gözleriyle bahçeyi bir süre taradıktan sonra aradığını bulamamış olmalı ki bana döndü. "Pelin ben çok acıktım, kafeteryaya gidelim mi? Bu öğlen çıkan tabldot fena değilmiş."

"Peki, bugün de kafeteryadan yiyelim bakalım." dedikten sonra binaların arkasına yöneldik.

Geniş bir yemek salonu olan kafeterya iki katlıydı. Birçok öğrenci gibi biz de Derya ile birlikte sıraya girdik. Yemeklerimizi aldıktan sonra giriş katta kapıya yakın pencere kenarında bir masaya oturduk.

Yemeklerin lezzeti beni şaşırtmıştı doğrusu, "Bir tabldot yemeğine göre hiç fena değilmiş, sence?"

"Evet bence de lezzetli. O kadar da olsun, herkes okula eşek kadar para ödüyor, değil mi ama." dediğinde gülümsedi.

"Haklısın. Biraz daha sıcak olabilir yine de." Soğumuş yemek yemekten hiç hoşlanmazdım.

"Hiç şikayet etmiyorum valla. Yemek olsun da, ne olursa olsun. Haydi afiyet şeker." der demez çatalını yemeğine batırıp büyük bir lokma aldı.

İştahına gülümseyerek, "Sana da afiyet olsun." dedim.

Arkadaşım bu sefer de gözleriyle kafeteryayı taradığında bir konuyu açıklama ihtiyacı hissettim. "Derya, kibarlık gösterip benimle takılmak zorunda değilsin."

"Niye öyle söyledin?" Yüzünde şaşkın bir ifade vardı.

"Belki abinlerle birlikte olmak istersin diye düşündüm."

"Yanlış düşünmüşsün canım. Aman benden uzak olsun. Despotun önde gideni."

Söylediğinin aksine ağabeyinden bahsettiğinde gözleri parlıyordu. Onu çok sevdiği belliydi ama nedense bunu göstermek istemiyordu. Şu ağabeyi iyice merak etmiştim açıkçası.

"Bana göstersene."

"Şu anda Deniz de, grubu da burada değiller."

"Öyle mi? Şu Belalılar'ı merak ettim doğrusu."

"Merak etme, buraya gelecek olurlarsa hemen anlarsın. Hepsi de kasıntı ve havalı tipler." dedi dudak bükerek.

Onun bu doğal ve yapmacıksız tavırlarını sevmeye başlamıştım. Yemeklerimizi yerken güzel ve eğlenceli bir sohbetimiz oldu. Ne kadar aykırı görünse de, Derya'dan hoşlanmıştım.

Yemeğimizin sonuna doğru Derya'nın gözü kapıya dikildi, "Abimler geliyor."

Sadece ben değil, kafeteryadaki çoğu kişinin de başı dönüp kapıya baktığında, iki kız üç erkekten oluşan beş kişilik grubu gördüm. Kafeteryaya girer girmez herkesin kenara çekilip yol vermesi bana, Amerikan filmlerindeki üniversite çetelerini hatırlattı.

Aklıma gelen bu düşünceyle kıkırdadığımda tam masamızın yakınından geçiyorlardı ve herkes sus pus olduğu için sesim boşlukta umduğumdan yüksek çıktı. Derya masanın altından bir tekme attı ama uyarısını anlamakta geciktim.

Hata, hem de çok büyük hata. Elimle ağzımı kapattım ama geç kalmıştım. Gözler bana dönmüştü bir kere.
~~≠~~≠~~≠~~≠~~≠~~≠~~

Yeni bir çevreye hemen uyum sağlayıp, kolayca arkadaş edinebilir misiniz? Yoksa biraz uzak durup zamanla daha seçici mi davranırsınız?

Continue Reading

You'll Also Like

46.6K 596 3
---Wattys 2018 Uzun Liste Finalisti--- Ve aşk bambaşka kıyılara savrulmuş olsa da ait olduğu yüreğe sığınırdı. Geçmişiyle ilgili bir arayış içinde ol...
957 58 6
Bir zamanlar, farklı dünyalara ait olan iki insanın yolları, beklenmedik bir şekilde kesişir.Hayatın zorlayıcı koşulları, bu iki bireyi istemeden de...
MÂHPARE By M.Sevda 🕊

General Fiction

2.5M 123K 37
"Çok mu seviyorsun?" diye sordu Arslan dayanamayarak. Ahsen ise usulca salladı kafasını. "Tamam, gel o zaman." Elini bırakıp Ahsenin korkuyla yere bı...
27.5K 2.4K 51
sıcak ve soğuk buluşunca ateş ve buz karışınca karla güneş değince ilk nefesi alınca, son nefesi verince sevinçten ağlayinca, çaresizlikten gülünce b...