the land of the wolf // kaisoo

By kkkaishi

12K 1.1K 1.3K

"Ve sen insanoğlu, bir kurdun aşkı ile sonsuza dek mühürleneceksin." More

Giriş
tatsız bazı şeyler
Ups!
güzelim kokinalar
çirkin heykel
Kim ailesi
kırık dökük
fırtınanın orta yeri
bir fincan kahve
ateş başı kafası
yeni dünya
kurtlara giriş 101
beni mahvedeceksin
bazı uzun konuşmalar
kişisel cehennemim
uçurum
lanetli
arsız davet
kusursuz delilik (m)
bitmeyen bekleyiş
yüzleşme
geçmiş
kaos
Ulu Kurt
dilemma (m)
kum taneleri
the land of the wolf
yolcu
rüyacı
bahar
yeniden doğuş
iyi uykular
girdap
Rei ve Keir
kabulleniş
beklenmeyen

bana bir parça huzur lazım

337 38 47
By kkkaishi

Bağırıp yardım çağırabilirdim, sesimi duyurabilirdim belki ama ya sesimi duymaması gereken biri duyarsa? Baekhyun kasabanın ormanlarına dair saçma sapan korku hikayelerini anlatırken kıçımı yaya yaya kahkaha atıp saçmaladığını söylerken, o ormanda göt gibi ortada kalacağımı hiç düşünmemiştim tabi...

Etrafta amaçsızca sağa sola koşuşturmaktan yorulduğumda bir ağacın altına oturdum ve gözyaşlarımın yanaklarıma düşmesine izin verdim. Hava iyice kararmıştı, en son kahvaltıda bir şeyler yemiştim. Minhyuk ile ettiğimiz kavgadan sonra sinirlerimin harap olması yetmiyormuş gibi üzerine kaybolmuştum. Etrafta yol ya da telefonumun çekeceği herhangi bir yer ararken iyice yorulmuş, sesimi duyurmak için bağırmalarım sonucunda tükenmiştim. Dizlerimi iyice kendime çektim ve yüzümü ellerime gömdüm. Kendimi sararak ısıtmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Soğuktu çok soğuktu. Yanaklarıma akan sıcak gözyaşı damlalarım rüzgâr vurdukça içimi titretiyordu.

"N'olur biri yardım etsin. Lütfen..." Sesim fısıltı gibi dudaklarımdan çıkarken tekrar hıçkırdım. Mantıklı davranmıyordum, fazla hassastım neden böyleydim bilmiyordum. Sadece bir şeyler yemek, sarılıp sarmalanmak ve uyumak istiyordum. Bedenim ile ruhumda üşüyordu. Kendimi kimsesiz hissediyordum, yapayalnız... Sinirlenecek, kızacak birisi varsa bendim hiç kimse değil. Bu ilişkiyi çoktan bitirmeliydim ama yapamamıştım işte. Her şeyi yarım yamalak bırakıp umursayamayan Do Kyungsoo bu ilişki devam etsin diye kıçını yırtıyordu. Ne büyük ilerleme ama... Sadece sevilmek, korunmak ve bir parça huzur istemiştim. Ailemdeki çiftlerin fırtınalı toksik ilişkilerine inat, sağlıklı sıcak dingin bir aşk, tek isteğim buydu.

Bir yerlerde okumuştum, hepimiz ilişkilerimizde ailemizi rol model aldığımız için bu çerçevenin dışına çıkamadan yaşıyormuşuz. Bay ve Bayan Kim'in muhteşem ilişkisine bakılırsa bizim ilişkimizin bu kadar boktan gitmesinin sebebi bendim. Suçluluk duygusu garip şekilde beni bulduğunda yutkundum. Saçma sapan düşünceleri bir kenara bırakmam gerekiyordu, bir an önce ayağa kalkıp yolumu bulmazsam burada ilişki sorunlarımı düşünerek geberip gidecektim. Yorgundum, kımıldamaya halim yoktu, uykum vardı sadece biraz uyusam bir şey olmazdı. Soğukta uyunmaması gerekiyordu, tehlikeli olabilirdi biliyordum ama birkaç dakika gözlerimi kapatsam bir şey olmazdı değil mi?

"Kyungsoo?" İsmim kulaklarıma çalındığında gerçek olduğuna inanmadım. Bu esen rüzgârın benimle ilk oynayışı değildi. Birkaç kere birilerinin sesini duyduğumu sanarak koşturmuştum ama boşluktan başka hiçbir şey bulamamıştım.

"Soo? Rei aşkına! Kyungsoo!" Kafamı hayal kırıklığına uğramaya hazır şekilde kaldırdığımda beklemediğim büyük karartı yerimden sıçramama sebep oldu ve korkuyla hıçkırıklarım dudaklarımdan kaçtı.

"Kyungsoo sakin ol, benim Jongin." Endişe dolu ses kulağıma geldiğinde kendimi tutmaya çalıştım.

"Jongin?" Temkinli adımlar ile yanıma yaklaştı ve önümde eğildi. Sıcak nefesi yüzümü yalayıp geçtiğinde rahatlamanın etkisiyle hıçkırıklarımı bıraktım.

"Çok üşüyorum! Açım! Bağırdım ama kimse duymadı. Korktum ve etrafta dolanmaktan çok yoruldum! Bağırmaktan boğazım acıdı!" Hıçkırıklarıma karışan serzenişlerim yüzüme dokunan sıcak eli ile kesildi. Buz tutmuş suratımda hissettiğim sıcaklık daha çok ağlamak istememe sebep oldu ancak dingin sesi beni sakinleştirdi.

"Sakin ol buradayım."

"Buradasın." Yanımda olduğundan emin olmak istercesine güçlü kolunu kavradım. Sahiden de Kim Jongin yanımdaydı. Kalbim hafiflerken gözyaşım yanağıma doğru süzüldü. Uzun süre nefesimi tutmuşum da şimdi almaya başlamışım gibi hissettim ve ciğerlerime derin bir nefes daha çektim. Yanımda olduğunu kanıtlamak istercesine burnuma çalınan güzel kokusu ile istemsizce gülümsedim.

"Yürüyebilecek misin?"

"Evet." Fısıltımı ben bile zor duymuştum. Karanlık olduğu için onu görememem işime geliyordu. Tanrım zırıl zırıl ağlamıştım. Tüm paniğim suratımdan okunuyor olmalıydı, bu zavallı halimi en azından görememiş olması büyük bir rahatlık sebebiydi. En azından aydınlık bir yere geçene kadar kendimi toplardım.

"Seni taşımamı ister misin?"

"Yok artık!" Tepkim onu güldürdüğünde yumruklarımı sıktım. O kadar da değildi! Bir parça gururum kalmıştı. Sıcacık elleri kalkmam için bana destek olduğunda Baekhyun gibi rol kesebilen biri olmayı diledim. Bacaklarım, ayaklarım daha doğrusu vücudumun her bir noktası sızlıyordu, adım atmak değil göz kırpmak bile istemiyordum. Baekhyun olsaydı ya kendini taşıtır ya da bayılma numarası yapardı. Ama yok olmaz! Do Kyungsoo yapamaz! Sürünerek bile olsa kendi gider!

"Sen ne yapıyordun burada?" Daha demin panikle ağlayan ben değilmişim gibi sorduğumda karşıdan ufak bir kıkırtı geldi. Onun ruh halindeki bu rahatlık garip bir şekilde üzerime sinmişti, sinir bozucu da olsa yorgunca gülümsediğimi fark ettim.

"Seni arıyordum." Şaşkınlıkla ona döndüm, Minhyuk yokluğumu fark etmiş olmalıydı. Off! bin türlü laf işit şimdi.

"Yalnız Kyungsoo biraz yürümemiz gerek iyi olacağına emin misin?" Söyledikleri beynime balyoz vurulmuş etkisi yaratırken düz bir tonda ona iyi olduğumu söyledim. Sessiz yürüyüşümüz bana bir şeyi fark ettirdi, meğerse ters yöne yürüyormuşum! Kendime geldiğimde güzel bir dayağı hak ediyordum!

"Buraya nasıl geldin?" Bu sefer sessizliği o bozmuştu.

"Fark etmemişim yürürken kaptırmışım. Sonrasında sanırım her yer kar olduğu için yönümü bulamadım."

"Neden tektin ki?"

"Tek yürümek istedim. Neden yasak mı?" Aksi çıkan sesime yine kıkırdadı. Bu gülmeler sinirimi bozuyordu. Üşümüştüm, açtım, beni bulmasa ölecektim ama adam kehkeh gülüyordu.

"Komik olan ne Jongin?! Zor duruma düşmem çok mu komik!"

"Yok o değil." Sesi yakından geldiğinde yüzümü ona dönecekken ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesilmiş halde kendimi onun kucağında buldum.

"Jongin napıyorsun?!"

"Komik olan, berbat halde olmana rağmen çocuk gibi inatlaşman Kyungsoo." Demek o kadar da iyi numara çekememiştim.

"Yürürüm ben indir beni." Sesim o kadar isteksiz çıkmıştı ki bunun yerine 'Kucağında rahatmış giderim ben böyle' desem olurdu.

"Yolculuğun tadını çıkar." Sesi yumuşak ama otoriterdi zaten benim de oradan inmeye niyetim yok gibiydi. Yorgun kafam göğsüne doğru düşerken yine ne kadar ince giyindiğini düşünüyordum.


Gözlerimi açtığımda kendimi sarılıp sarmalanmış bir şekilde alev alev yanan bir şöminenin önünde buldum. Üzerime kat kat sarılmış battaniyeyi bir hışımla çektiğimde bana ait olmayan kalın bir kazak üzerime geçirilmişti. Sadece kazak değil üzerimdeki hiçbir kıyafet bana ait değildi.

"Uyandın mı?" Jongin'in sesi ile yerimden sıçradım.

"Selam." Dediğime tebessüm edip yanıma doğru adımladı ve koltuklardan birine oturdu. Nasıl olduğumu ölçmek istercesine gözleriyle beni süzdüğünü fark edince gerginlikle gülümsedim.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Daha iyiyim sanırım." Beni neden evine getirmişti anlayamamıştım.

"Güzel ev" diye devam ettim, sakince gözlerime bakıp gülümsedi. Jongin'in gözlerindeki yumuşak ama ihtiyatlı ifade kalbimi nazikçe okşadı. Evin önünde de dingin kahveliklerini gözlerime yaslayınca ruhuma ılık rüzgarlar üflemişti. Bir şey konuşmadan birbirimize baktığımız süre gereğinden fazla uzayınca, garip bir utanç kafamı yanan şömineye doğru çevirmeye zorladı.

"Bir şeyler hazırladım çok aç olmalısın." Yemekten bahsettiği an ayağa kalkmak için etrafımdaki battaniye kümesinden kurtulmak için çırpındım.

"Tanrı aşkına! kaç battaniye var burada!"

"Burada bekle ben getiririm yemeğini." Dudaklarının kenarındaki gülümseme ile ayağa kalktığında kaşlarımı çatıp ona karşı çıktım.

"Saçmalama Jongin o kadar da değil. Sen yedir istersen?"

"Olur." Söyledikleri beni şoka uğratırken fırsattan istifade edip mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere yürüdü ve "Kıpırdama bir yere orada bekle." Diyerek neşeli bir şekilde seslendi. Ev sahibinin dediğine uymalıyım değil mi? Şu an bunun için mücadele edecek kadar enerjim yoktu.

Kendimi koltuğa geri bıraktığımda örtülerden birini üzerime çektim ve yerime iyice gömüldüm. İçerisi çok sıcaktı, koltuk yumuşaktı ne yemek pişirmişti bilmiyorum ama ev harika kokuyordu. Yaşadığım onca stres, üzüntü ve korkudan sonra burada olmak inanılmaz derecede huzurlu ve yumuşacık hissettiriyordu. Tam istediğim gibi sarıp sarmalanmıştım, içeriden gelen tıkırtılar, onun telaşlı adım sesleri huzuruma huzur katıyordu. Kafamı arkama yasladım ve bu duygunun tadını çıkardım. Uzun zamandır böyle hissetmemiştim.

"Sever misin bilmiyorum ama tavuk çorbası yaptım." İçeriden seslendiğinde gülümsedim.

"İnan bana her şeyi yerim şu an." Elinde tepsi ile gelip yanıma oturduğunda tepsiyi kucağıma çekmeye çalışınca uyarırcasına baktı.

"Noldu?"

"E sen yedir istersen dedin ya?" Dümdüz söylediği şeye şok geçirirken şaka yapıp yapmadığını anlayamadım o kadar ciddi bakıyordu ki... Attığı kahkaha ile benimle dalga geçtiğine emin olduğumda gözlerimi devirdim. Gerçi yaptığı salakça şaka mı yoksa kahkahası mı beni şaşırmıştı emin değildim. Masada birkaç kez kendini tutmaya çalıştığını görmüştüm ama ilk defa bu kadar rahat bir şekilde, kendini sakınmadan gülüyordu. Tok, boğuk ve garip bir çocuksuluk barındıran kahkahası beni de güldürdü.

"Seni şaşırtmak neden bu kadar kolay?"

"Haksız rekabet Kim Jongin. Çok açım bir kere ayrıca yorgunum da." Dediğime onay verircesine kafa sallayıp tepsiyi önüme doğru sürükledi. Aceleci bir tavırla ve pek kibar olmayarak çorbaya tam anlamıyla giriştim. O kadar acıkmıştım ki... Nefes almadan yiyor lokmaları peş peşe yutuyordum. Tabağın sonunda kafamı kaldırıp ufak bir tebessümle beni izleyen gözlerle karşılaştığımda son lokmamı boğazımdan aşağı zorla ittirdim. Kafasını çevirip ayağa kalktı ve tekrar mutfağa doğru yollandığında utanç içinde tabaktaki pirinç taneleri ile bakıştım. Çok açtım ne yapabilirdim! Kahvaltıda da çok bir şey yiyememiştim, buraya geldiğimden beri stresten iştahım kaçmıştı, kilo bile vermiş olabilirdim, evet! Hem de iki günde, kolay kilo verebilen biriyim! İçten içe bu konuyu tartıştıktan sonra ona kendimi açıklayacakken, önüme konan dolu kâse ile ona baktım. Bir şey söylemedi sanki kafamdaki monologları duymuş gibi anlayışlı bir gülümseme verip yanıma tekrar oturdu. Bu sefer daha sakin bir şekilde yerken garip sessizliği bozmak adına aklıma gelen şeyi sordum.

"Neden buradayız? Minhyuk neden gelmedi buraya?" O kadar saat ortadan kaybolduktan sonra beni görmeye gelmek istememiş olması garipti. Evet, tartışmış olabilirdik ama o kadar da değildi. Değildi, değil mi?

"Burası kaybolduğun yere daha yakındı, bir an önce sıcak bir yere gitmeye ihtiyacın vardı seni o yüzden buraya getirdim. İkinci soruna gelirsek, buna bir yanıtım yok kendisiyle bugün kahvaltıdan beri hiç görüşmedim."

"Nasıl yani? O zaman sen beni nasıl aramaya geldin? Chanyeol ya da Minseok mu istedi bunu?" Belki de kavgamızı duyup ortadan kaybolduğumu fark etmişlerdi. Beni bulamayınca Jongin'den yardım istemişlerdi.

"Hayır onlar da söylemedi." Kafam iyice karışmıştı, bana beni aramaya geldiğini söylediğine emindim.

"Annen mi?"

"Yoo.." Kayıtsız bir şekilde yüzüme bakarken, tuttuğunu görmediğim kuru et parçasını ısırıp kopardı ve çiğnemeye başladı.

"Tanrı aşkına söylesene nasıl aramaya çıktın? Kim söyledi kaybolduğumu?!" Sabırsız sesim onu yine eğlendirmişti. Dudaklarına yansımasa da gözlerinden belliydi.

"Kimse söylemedi. Açıkçası birilerinin kaybolduğunu ya da evde olmadığını fark ettiğini sanmıyorum. Öğleden sonra Minhyuk'u araba ile tek başına giderken gördüm. Annemler ya da çocuklarlasındır diye düşündüm ama sonrasında kalkıp kontrol etmek istedim. Evdekilerin bir şeyden haberi yok gibiydi. Minhyuk ile gezintiye çıktığınızı söylediler önce Minhyuk'un dönüp seni aldığını düşündüm ama içime sinmedi." Şans, gerçekten beni şans eseri bulduğuna inanamıyordum.

"Ormana bakmak nereden aklına geldi?" Dudaklarını ısırıp gözlerini kaçırınca gözlerimi kıstım, pes edercesine iç çekti.

"Bugün öğle saatlerinde bende ormandaydım diyelim." Kavga ettiğimizi görmüştü, benim sinirle yürüyüşe çıktığımı, Minhyuk'un peşimden gelmeyerek köyden uzaklaştığını fark etmiş ve sonrasında benim için endişelenmişti.

"Daha önce gelecektim ama aklını toplamak için yalnız kalmak isteyeceğini düşündüm. Üzgünüm daha erken gelmeliydim, kaybolabileceğini düşünemedim." Aceleyle yaptığı açıklama, gözlerindeki sıcacık bakış ve içten özrü gözlerimi doldurdu. Tanrı aşkına, kim bu adama bir daha ürkütücü ya da korkunç derse benden sağlam dayak yiyecekti.

"Teşekkür ederim Jongin." Mahcup bir gülümseme bile omuz silkmekle yetindi.

"Burada kalsam olur mu? Gitmesem?" Bu muhtemelen onun başına dert açabilirdi. Minhyuk hiç sevmediği kardeşi ile geceyi onun evinde geçirdiğimi bilse sinir krizlerinden sinir krizlerine girerdi. Aramızda duvarlar olabilirdi ama onu bu konuda iyi tanıyordum. Ama umurumda değildi, o eve gitmek kalbimi üşütecek, beni yine gerginleştirecek gibi hissetmiştim. Burada huzurluydum sadece bir gece sıcacık uyumak istedim.

"Elbette. İstediğin kadar..." Bu adam her zaman böyle yumuşak mı konuşuyordu yoksa bugün bana karşı ayrı hassas mı davranıyordu bilmiyorum ama sanki sesi bile bana zarar vermekten kaçınır gibi tatlı tatlı çıkıyordu.

Yardım tekliflerimi kesin bir dille reddettikten sonra beni şöminenin yanında bırakıp mutfağa bulaşıkları halletmeye gittiğinde peşinden ayaklanarak onu takip edecekken sesi beni durdurdu.

"Battaniyeye sarın bari!" Söylediklerine istemsizce gülüp üzerime pelerin gibi geçirdiğim battaniyeyi sürükleyerek mutfağa geçtim.

Tezgâhın tam karşısındaki masaya yerleştim ve o iş yaparken onu izledim. Onu ilk gördüğümde yaşadığım stresi hatırlayınca güldüm.

"Seni bu kadar eğlendiren ne?"

"Beni sarmak için beş insana yetecek kadar battaniyeyi üzerime yığman?" Ona gerçeği söyleyemeyeceğim için aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Elindeki bulaşığı bitirip ocakta kaynayan suyu bizim için hazırladığı fincanlara doldururken gülümsedi.

"Soğuk benim için hiçbir zaman problem olmadı. O yüzden ne kadarı yeterli gelir emin olamıyorum. Bir de sana bakarken mermerden oyulmuş bir Tanrı heykeline bakıyor gibi hissediyorum sanki tenin hep soğuk gibi." Karşımdaki sandalyeye otururken söyledikleri ağzımdaki çayın fırlamasına sebep olmasın diye kendimi tuttum. Bunu bir iltifat olarak mı kabul etmeliydim yoksa sadece beyazlığıma yaptığı bir vurgu muydu? İşi şakaya vurmak iyi bir kaçış yoluydu.

"Kütüphanenden ağzının iyi laf yapacağını tahmin etmeliydim." Sesim flört eder gibi çıkarken başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Benim neyim vardı? Bir sürtük gibi sevgilimin ikizi ile flört etmiyordum değil mi?

Do Kyungsoo, umarım soğukta fazla kaldığın için beyninin bir bölümü donarak can vermiştir. Tereddütlü bakışlarım, onu bulduğunda utangaç bir tebessüm ile fincanının kulpu ile oynadığını gördüm o sırada ellerini geçirdiği yumuşak saçları dikkatimi bir anlığına dağıtsa da kendimi toparlardım. Konunun gideceği yerin belirsizliği beni tedirgin edince ona fırsat vermeden devam ettim.

"Evet fark ettim yani şey hiç giyinmiyorsun yok yani giyiniyorsun da az giyiniyorsun." Keşke eve tır girseydi de sussaydım dediğim bir an yaşanırken içten bir kahkaha attı.

"Evet ihtiyaç duymuyorum. Aslında tüm aile soğuğa dayanıklı ama benim kadar değil." Aklıma buz gibi donan tenime değen sıcak elleri gelince yerimde istemsizce kıpırdandım.

"Seni kıskandım. Ben çok üşürüm, kardan, kıştan, batan kazaklardan nefret ederim." Yüzümü buruştururken çayın yanına koyduğu kurabiyelere baktım. Misafir ağırlamayı seven birine benziyordu. Biraz onunla uğraşmak istediğimde alayla güldüm.

"Kim bilirdi ki Kim Jongin'in içinde tatlı bir büyükanne yatıyor." Dediğimi anlamaz gibi görününce kurabiyeleri işaret ettim ve tekrar güldü.

"Bende bu tarafımla yeni tanışıyorum." Gözlerini gözlerime diktiğinde yaşadığım heyecan duygusunu anlamlandıramazken kaçan sesimi bulup cevap vermeye çalıştım.

"Buraya taşındıktan sonra mı?" Kafasını 'hayır' dercesine salladıktan sonra dudaklarını bir şey söylemek için araladı ancak sustu yine gözlerini gözlerime dikti. Sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, dile dökemediklerini gözleriyle anlatmaya çalışıyordu, sakince gülümsedi bu gülüş bir vazgeçişti gibiydi, kalbim zayıfça titredi. Ellerime temas etmesiyle sıcak ellerine baktım bir kurabiyeyi elime tutuşturmaya çalışıyordu, dudaklarının kenarına yine o alaycı gülüşü tutunmuştu.

"Çayın ve kurabiyen bitmeden yatmak yok Küçük Bey!" Söylediklerine kıkırdarken kurabiyeden bir ısırık aldım.

"Hakkında çok şey duydum diyemem ama duyduklarımın hepsi çok başkaydı."

"Nasıl yani?" Ağzındaki kurabiyeyi çiğnerken sorduğunda ufak bir oğlan çocuğu gibi görünüyordu.

"Baekhyun ve ailesi yani çok bir şey anlatmazdı ama herkes senden ürkermiş kasabada."

"Sende korkmadın mı?" Korkmamıştım, ben Jongin'den hiçbir zaman korkmamıştım. Onu ilk gördüğümde sistemim inanılmaz bir şekilde sarsılmıştı ama korkudan değildi, başka bir şeyler vardı.

"Korkmadım." Sesim cesurca ve cüretkâr şekilde çıktığında acaba buna kızar mı diye düşündüm. Belki de egosu zedelenirdi. Ama o an sıcacık küçük bir mutfakta tahta sandalyeye oturmuş, gözlerinin önüne düşmüş yumuşak görünen saçları ile elindeki kurabiyeyi ağzına tıkarken hiç korkutucu gelmiyordu.

"Çünkü benden kork istemedim."

"Bana özel yani?" İnanmaz gibi konuşunca gülümsedi ve kurabiyeyi bırakıp bana baktı.

"Kyungsoo inan bana, istesem benimle konuşmaya bile çekinirdin." Tehditkâr ses tonu gölgeler arasından kendini belli etse de yumuşak gözleri kendini ele veriyordu.

"Yemezler, bence insanlar senin cüssene kanıp gözlerine bakmaya çekiniyorlar. Gözlerinden her şey okunuyor Jongin." Gözleri büyüyüp şaşkınca bana baktığında omuz silktim.

"Senin için yatağı hazırlayayım." Konuşmamızın bittiğine karar vermiş olmalıydı. Ayaklandığında itiraz edecekken bana dönüp sadece ufak bir bakış attı. Bir şey söylemeye tenezzül bile etmedi, susmam gerektiğini hızlıca kavramıştım.

O çıkarken ben sandalyede öylece kalakalmıştım. Gerçekten buradaki günlerim oldukça uzun sürüyor ve olaylı geçiyordu. Buradaki ikinci gecem olmasına rağmen uzun zamandır buradaymışım gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Jongin'le yaptığım uzun konuşmalar tatsız bir flörtleşmeye kayarken, bunun tek suçlusunun ben olmadığıma karar verdim. O da bunu yapıyordu, ikimizin arasında havada asılı duran bir şeyler vardı ve bunun yüzünden daha iki günlük tanıdığım adamla kurlaşıyor gibi davranıyordum. Utanç içinde yüzümü ellerime gömdüm. Belki de biraz ilgiye ihtiyacım vardı ve o bana yumuşak, huzurlu ilgiyi verdiği için böyleydi. O da sırf kardeşine inat olsun diye yapıyordu, araları berbattı ve Minhyuk'u deli etmek istiyordu. İçimdeki ses 'Aptal değilsin, o böyle biri değil' diye fısıldasa da onu duymamayı seçtim. Nereden bakarsam bakayım kendimi içine soktuğum bu durum oldukça tuhaftı. Burada kalmak ne demekti? Normalde Baekhyun da kalırken bile çekinirken bu rahatlık nereden geliyordu da 'burada kalabilir miyim?' diye teklif götürüyordum. Jongin kibar biriydi, beni reddetmezdi.

"Düşünmeyi bırak." Sesi ile oturduğum yerde irkilince gülümsedi. Kapının kenarına dayanmış yorgun gözlerle bana bakıyordu ona gülümseyince eliyle koridoru gösterdi, ayağa kalkıp beni yönlendirmesine izin verdim.

"Hadi uyu artık oldukça yorucu bir gün geçirdin. Uyandığında burada olmazsam korkma. Dilediğince burada kalabilirsin, istediğini yap."

"Bir yere mi gideceksin?" Soruma olumsuzca kafasını salladı.

"Hayır ama odun almak için dışarı çıkabilirim, beni bulamazsan tedirgin olma diye söyledim."

"Hiçte bile." Kibirli sesime sadece güldü ve odanın kapısını aralayınca içeri girdim. Kapının önünde durmuş bana bakıyordu. Hafifçe gülümsemesine karşılık verdim.

"İyi geceler Jongin." Fısıltılı sesim ile söylediğimde gülümsemesi titredi ama o da fısıltı ile karşılık verdi.

"İyi geceler Kyungsoo."


Keyifli okumaalarrrr..

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 572 17
❝Demiştim, sen ve ben her zaman birlikte olacağız.❞ Pis gülüşü kulaklarımı tırmalayacak dereceye geldiğinde iki elim sertçe kulaklarımı kapadı. ❝Kes...
392K 36.1K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
77.1K 6.1K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
2K 269 8
öptüm seni. ölmezsin, atlama.