AKREBİN KALBİ / TAMAMLANDI

By aycansrhmtt

182K 16.6K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
2. Antares
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
7. Güneş Tutulması
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
13. Düğüm Çözen Melodi
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
20. Çöl Nebulası
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
43. Siren
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3

34. Solan Anılar

1.8K 205 103
By aycansrhmtt

🦂
🎧Ceol Mor, Medieval Village
🎧TrineATX, Half Alive
🦂

Karşımızda olan kişinin verdiği kararlara doğru ya da yanlış şeklinde bir kılıf uydurabiliyorken, kendi kararlarımız söz konusu olduğunda bu iki kelime de birbirine karışıyordu. Verdiğim bütün kararlarda çok düşünürdüm, yanlış da olsa, o kararı veren de varsa bir cezası çekecek olan da bendim. Geri dönemeyeceğim bir yola girmiştim ve tek dileğim, yanlış yolu seçmemiş olmamdı.

Firma karavanı evin önüne bırakalı yarım saat kadar olmuştu, onlar geldiğinde biz kahvaltı masasındaydık. Kahvaltımız biteli de birkaç dakika olmuştu. Hazırladığımız çantaları antreye indirdik, Noris ve Endymion da bizim getirdiğimiz çantaları karavana götürüyordu. Çantaları ve yanımıza alacağımız malzemeleri kapıya kadar taşıma işi bitince bileğimi kaldırıp saate baktım. Sabah Fallon mesaj atmış, on gibi burada olacaklarını söylemişti. O zaman onların gelmesine de on beş dakika kadar kalmıştı.

"Eksik bir şey var mı?" diye sordu Endymion, eşyaları karavana yükleme işini bitirdikten sonra yanıma gelirken.

"Hayır. Ne olur ne olmaz diye iki çadır da aldık," dediğimde başını yavaşça sallayıp gözlerini evin önünde duran karavana çevirdi. Kiraladıkları karavan, Lamar'ın karavanından daha büyük ve genişti. Açıkçası bu daha iyiydi, arkadaşlarımla çoğu zaman bu konuda zorlandığımız olmuştu.

"Zaten bir şeye ihtiyaç olursa gittiğimiz yerde de temin ederiz," dedi, vestiyere bıraktığı cüzdanını cebine atıp telefonunu eline aldı. Bana tamamen yaklaşıp diğer elini saçlarıma bastırdı. "Yüzünü bu kadar asarsan, güzelliğini gölgelersin." Gülümseyerek ona bakınca dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "İşte böyle."

"İki dakika flörtleşmeden durun ya," dedi Briella yan yan bakıp yanımızdan geçerken. Gülerek kollarımı Endymion'un beline sardığımda o da kollarını omuzlarıma doladı. Ben Briella'nın elinde çantasıyla merdivenleri inişini izlediğim sırada bir korna sesi duydum, arkadaşlarım gelmiş olmalıydı.

Endymion'la birbirimizden ayrıldıktan sonra cüzdanımı ve kişisel eşyalarımı içine koyduğum sırt çantamı salondan aldım. Evden çıkarken yüzüm asık olsa da dışarı çıktığımda ve kendi karavanlarından neşeyle inen arkadaşlarımı gördüğümde dudaklarıma bir gülümseme yapıştı. Dışarıdan bakıldığında bu mutlu bir insana ait bir gülümsemeydi, doğru, mutluydum ama bu gülümsemede keder de vardı.

Fallon, üzerindeki kot şort tulumunun salopetlerini çekiştirirken sekerek bana yaklaştı. Bu çocuksu hareketlerine gülmeden edemedim. "İlk kez bizden ayrı bir araçla gideceksin. Sevgilini bırakıp bizimle gelmek istersen," deyip kulağıma doğru eğildi. "Ulrich'i senin yerine postalarız."

Gülerek, "Bunu duymasın," dediğimde dudak bükerek geri çekildi. Onunla sarıldıktan sonra birlikte diğerlerinin yanına gittik. Ben Ulrich ve Emery ile sarılırken, Lamar da Endymion'un kiraladığı karavanı inceleyip Endymion'a sorular soruyordu. Belli etmese de meraklı bir adamdı...

Lamar inceleme işini bitirip, "Hadi yola koyulalım," diyerek ellerini birbirine çarparak arkasını dönünce göz göze geldik. "Astrid, yol boyunca onlara kamp kurallarımızdan bahset."

"Bizim kamp kurallarımız yok, Lamar."

"Nasıl yok?" Şaşkın bir ifade takınıp bana yaklaşırken diğerleriyle onun karavanının önünde dikiliyordum. "Ateşi ben yakarım her zaman."

"Evet," dedim gözlerimi devirerek. "Ateşi o yakar, başka da bir şeye dokunmaz."

Ona memnuniyetsizce bakarak Endymion'a doğru yürümeye başladığımda diğerleri de bana katılır şekilde mırıldanmaya, Lamar'a karşı söylenmeye başlamıştı. Lamar onların laflarından kurtulmak için koşar adım karavanına binerken gülerek başımı iki yana salladım. Endymion'un karavanına sadece Noris, Briella ve ben bindik. Bir bakıma bu iyiydi, benim için sorun olmasa da Noris ve Briella bu şekilde daha rahat hissederdi. Endymion direksiyon başına geçtiğinde Noris de onun yan tarafındaki koltuğa oturdu. Arka kısım Briella ve bana kalmıştı.

"Onlar bizi takip edecek, umarım gideceğimiz yeri iyi biliyorsundur, Noris," dedi Endymion karavanı yola çıkarırken. Briella arka taraftaki geniş yatağa uzanırken ben ellerimi ön koltuklara koyup yola baktım, ayakta dikiliyordum.

"Gideceğimiz kamp alanının adını biliyorum, yol tarifi de teknolojiye kaldı," dedikten sonra başını bana doğru çevirdi. "Telefonunu verir misin, Astrid?"

"Tabii," dedim arkamı dönüp. Arka kısımda bir masa, masanın etrafında rahat görünen bir köşe takımı vardı, geniş ve büyüktü. Bunun haricinde oldukça modern, kullanışlı bir mutfak da vardı. En arka kısımda da büyük bir yatak. O yatağın da üstünde tek kişinin yatabileceği genişlikte bir yatak vardı. Koltuğa bıraktığım çantamı açıp içinden telefonu aldıktan sonra telefonu Noris'e uzattım. O telefonumla yol tarifine bakarken ben de koltuğa oturup bacaklarımı uzattım.

"Oradayken yanımızdakilerin normal insanlar olduğunu unutmayın," dedi Endymion yüksek sesle, daha çok Briella'ya hatırlatmak ister gibiydi. "Geceleri dönüşmek, ormana kaçmak da yok. Biri yokluğunuzu ya da başka bir şeyi fark ederse bir de bununla uğraşmayalım."

Briella, "Sanki biz bilmiyoruz bunları," diye söylendiğinde başımı yan çevirip ona baktım. Kollarını yatakta iki yana açmış uzanırken ayakları yere değiyordu. "Yol bende yorgunluk yaptı, biraz kestireceğim."

"Daha yola çıkalı beş dakika oldu," dedim gözlerimi devirip ayaklanırken. Mutfak kısmına geçip gözlerimi tezgâha indirdim. "Kendime kahve yapacağım. Kahve ya da başka bir şey içmek isteyen var mı?"

"Olur," dediğinde Endymion, esneyen Noris elini dudaklarına kapattı. Anlaşılan onun kahveden çok uykuya ihtiyacı vardı. Gece de uyanıktı, ayak seslerini duymuştum.

Kahve makinesini çalıştırıp, "Noris, koltuk rahat, orada uyu biraz," dediğimde itiraz etmek için dudaklarını araladı ama onu susturdum. "Ben ön tarafta oturacağım."

"Tamam o zaman," dedi, doğrulurken başını tavana çarpmamak için eğdi. "Telefonunda gideceğimiz yerin konumu var."

"Tamam, yolumuz uzun nasılsa," derken makineye yerleştirdiğim kupalara akan kahveyi izliyordum. Noris koltuğa geçip ayaklarını uzattıktan sonra başını da cama yasladı. Onu uyutmayacak kadar yoran düşünceleri merak ediyordum.

Kahveler hazır olduğunda kupaları da alarak ön tarafa geçtim. İki koltuğun arasında, normal bir arabadakinden çok daha büyük bir alan vardı. İki insan yan yana rahatlıkla durabilirdi. Koltuğa oturduğumda Endymion elini öne, düğmelerden birine uzattı. Düğmeye bastığında bir tık sesi duydum ve ardından ortamıza dikdörtgen bir ahşap uzandı. Ahşabın üzerinde bardak koyabilmek için iki bölme de vardı.

Endymion'un beyaz kupasını bölmelerden birine koyarken, "Şimdiden çözmüşsün," diyerek kaşlarımı kaldırdım, kendi kahverengi kupamı ellerimin arasına aldım.

"Hızlı öğrenirim," dedi bana göz kırparken, ona gülümsedim. Ben kahvemi yudumlayarak yolu izlerken yan aynadan arkamızda olan diğer karavanı görebiliyordum. Onlar varken belli etmemeye çalışsam da içimde yoğun bir keder vardı. Gözlerime baktıklarında bunu görmelerinden korkuyordum çünkü nedenini sorarlarsa onlara bu durumu açıklayamazdım. İçli bir nefes aldığımda Endymion'un bakışları tekrar bana kaydı. "Arkadaşlarınla güzel bir hafta sonu geçireceksin, asma yüzünü."

Kupanın seramik yüzeyini dudaklarıma sürterken gözlerim yoldaydı. "Elimde değil," diye mırıldandığımda boğazımda bir düğüm hissettim. Geçmek ya da iyileşmek için gelmediği belliydi, bu düğüm boğazımda kendine bir yer açıyordu.

Sanırım üzerime gelmek istemiyor olmalı ki bir şey söylemedi. Sahil yolu üzerinde ilerlerken içinde olduğumuz karavan sessizdi. Kahvelerimiz bittikten sonra kupaları mutfağa koydum ve ardından da geri dönüp ön koltuğa oturdum. Briella ve Noris'in düzenli nefes seslerini net bir şekilde duyuyordum ama sonrasında Endymion'un açtığı müzik, onların seslerini bastırdı. İki saatlik yolculuğumuzun sonunda bir benzin istasyonunda durduk. Karavanların depolarını her ihtimale karşı tamamen doldururlarken Lamar kenarda sigara içiyordu, diğerleri de onun yanındaydı. Ben de kızlarla birlikte lavaboyu kullanmak için onlardan ayrılmıştım. Onların neşesine ayak uydurmak için elimden geleni yapıyordum.

Karavanlarımıza geri döndüğümüzde yolculuğumuz kaldığı yerden devam etti. Noris'in bahsettiği kamp alanına gelene kadar bir kez daha mola vermiştik. O moladan sonra da direksiyonun başına Noris geçmişti. Bense koltukta oturan Endymion'un dizine başımı yaslayıp biraz kestirmiştim. Gözlerimi araladığımdaysa Noris karavanı ormanlık bir alana sokmuştu. Başımı Endymion'un dizinden kaldırdığımda, onun da başını cama yaslayıp uyuduğunu gördüm. Kollarını göğsünde toplamış, rahatsız olduğu belli olan bir uykunun içindeydi. Elimi onun başıyla camın arasına soktuğumda hareketlerim yavaştı, başı bu şekilde ağrımış olmalıydı. Başını hareket ettirdiğim için irkilip gözlerini açtığında gözlerinin beyazına kan oturduğunu gördüm.

"Uyu biraz daha, geldiğimizde seni uyandırırım," diye mırıldandığımda dudağının kenarı yukarı kıvrıldı, başını hareket ettirdiğinde şimdi avucuma yaslı olan başı değil de yanağıydı.

"Sorun değil, birazdan kamp alanına varmış oluruz," derken sesi pürüzlü ve yorgundu. Saatlerdir araç kullanmak onu yormuştu. Başparmağımla yanağını okşarken dikkatli gözleri yüzümde dolanıyordu. O beni izlerken gözlerimi camdan dışarıya, ormana çevirdim. Jacksonville, daha önce de geldiğim bir yerdi ama kamp için gelmemiştim, o yüzden bu ormanın nerede olduğunu bilmiyordum. Ağaçları sık ve uzundu, ağaçların arasına baktığında ormanın bir sonu yokmuş gibi görünüyordu.

"Evet," dedi Noris e harfini uzatarak. "Yolculuğumuz burada sonlanıyor."

Başımı ileri doğru uzatırken Endymion da doğrulmuştu. Karavan durduğunda ön camdan dışarıya baktım. Önümüzde geniş bir olan vardı, birkaç kulübe ve karavan olduğunu da görmüştüm. Etrafı daha net görebilmek için uyuşan bacağımı ovalayarak karavandan indim. Karavanın diğer tarafı o büyük alana bakarken kapı tarafı ormana bakıyordu. Bu kısımda ağaçlar daha seyrekti ve ormanın içine yerleştirilmiş kulübeler de vardı. Arkadaşlarımın olduğu karavan, bizim karavanın birkaç metre gerisinde durduğunda, arkadaşlarım yavaşça karavandan indi.

"Bir an bizi bataklığa falan getireceksin diye çok korktum," dedi Fallon da muhtemelen benimki gibi uyuşmuş olan bacağını ovarak gülerken. "Vay canına, burayı seveceğim sanırım. Bacaklarımın ağrısına değsin lütfen."

"Merak etme, Fallon," dedi Noris kızıl gözlerini ona doğru çevirip gülümserken. Fallon'un duraksadığını gördüm. "Değecektir."

Lamar'ın kaşları havalanırken ellerini birbirine vurup, "Hava kararmaya başlar birazdan, hazırlığımızı yapıp yemek yiyelim, bu yakışıklı acıktı," dedikten sonra karavanına doğru döndü. O kendi karavanının direkli tentesini açarken Endymion da bizim geldiğimiz karavana girdi. Lamar'ın karavanının aksine bizim karavanın, karavan önü çadırı vardı. Endymion bir çadır gibi kullanmaktansa ön kısmını açıp sandalye koyarak oturabileceğimiz bir alana çevirdi.

Ulrich, bizim karavanın önüne koyduğu barbeküde benim sosladığım etleri pişirirken karavanın içinden yayılan ışık onu aydınlatıyordu. Emery salatayı hazırlarken Fallon da diğer işlerle ilgileniyordu. Ben ise Endymion ile birlikte ağaçların arasındaydım. Orman kısmında belli aralıklarla yerleştirilmiş banklar vardı. Ormanda yaktığımız ateşin hemen yanında oturup yemek yiyebileceğimiz bir bank da vardı ama hepimiz sığmazdık. Bu yüzden Lamar ve Noris, az ilerideki bir diğer bankı iki ucundan tutarak olduğumuz yere getiriyordu.

"Geceleri serin olur. Yanınıza bir şeyler getirdiniz değil mi?" Sorum, tam yanımda dikilip Endymion'un harladığı ateşe gözlerini dikmiş Elfin'eydi. Ona verilen görev, masayı hazırlamaktı. Bir masaya örtüleri sermiş, tabakları yerleştirmişti. Diğer masanın gelmesini bekliyordu.

"Evet," derken sesi düzdü. Onunla arkadaş olduğum zamanlarda da hiperaktif biri değildi ama sanki yeniden tanışıyorduk ve artık daha sakin biriydi. "En son kampımızda, gece üzerine giydiğin peluş sweat bende kalmıştı. Onu da getirdim. Onunla bir bağın vardı, sana huzurlu hissettirdiğini söylerdin."

Şimdi benim de gözlerim onunla aynı ateşteydi. Bahsettiği günü hatırladım. Dönüş yolunda güldüğüm sırada elimdeki gazlı içecek üzerime dökülmüştü ve şekerli içeceğin peluş sweatimin tüylerini mahvedeceğini düşünerek yol boyunca üzülmüştüm. Eve vardığımızda Elfin üzülmememi, temizleteceğini söyleyerek onu benden almıştı. O an üzüntüm geçmişti çünkü ona güveniyordum, halledebileceğini biliyordum. Bunu ben de yapabilirdim ama o an onun yapmak istemesi bana daha anlamlı gelmişti.

"Teşekkür ederim," dedim sadece ve sırtımı ona dönerek diğer bankı da hazır olan bankın yanına koyan arkadaşlarıma baktım.

"İki bank bizim için yeterli olur," dedi Noris hızlı bir soluk verip ellerini beline yerleştirirken. Aslında yorulmadığına emindim, büyük ihtimalle bir insan vücudundaki Lamar'a ayak uyduruyordu.

Noris'in gözleri diğer bankın üzerindeki farklı renk örtüye kaydı. Getirdikleri tahta banka sermek için örtüye uzandığında, "Ben hallederim," diyerek durdurdu onu Elfin. Noris elini geri çekerken bu kez gözleri Elfin'e dönmüştü. Elfin masayı hazırlarken de köşede durup öylece onu izlemişti.

Kızlar diğer tabakları da getirirken onlara yardım ettim. Ulrich de pişen etleri büyük bir servis tabağına koyup Noris'in ellerine tutuşturduktan sonra her ne kadar gerek olmadığını söylesek de ateşin üzerine pişmesi için biraz köfte koymuştu. En azından etler kadar pişmesi uzun süren bir şey değildi, biz masadaki yerlerimizi aldıktan on dakika sonra o da elindeki köfte tabağıyla masaya gelmişti.

"İçeceklerinizi ben vereyim, herkes ne içmek istediğini söylesin," dedim doğrulurken. Kendime kırmızı şarap koymuştum, etin yanında seviyordum. Endymion ile Lamar da bana katılırken diğerleri gazlı içecek istemişti. Ben içecekleri bardaklara doldururken onlarda önlerindeki tabaklara yemeklerden alıyorlardı.

"Yakınlarda nehir olmalı, kokusunu alıyorum," dedi Briella önüne büyük parça bir et alırken. Etleri sosladığım sırada en büyük parçayı ona ayırmış, Ulrich'e de o parçanın Briella'ya ait olduğunu, bazı baharatları sevmediğini söylemiştim. Aslında baharatlar aynıydı ama etçil arkadaşımın diğer parçalarla doyacağını sanmıyordum...

"İyi bir burnun var," dedi Noris alayla. "Nehir ormanın içinden geçiyor."

Briella, Noris'in imasına burun kıvırdığı sırada Emery, "İlk aklına gelen yer burası oldu. Senin için bu ormanı diğerlerinden ayıran bir şey mi var?" diye sorduğunda Noris kısa bir an duraksayıp Emery'ye baktı.

"Özel bir nedeni yok. Buranın temiz oluşu ve havası hoşuma gidiyor," deyip gözlerini tabağına çevirdi. "Astrid'in gelmediğini de biliyordum, burayı da görmesini istedim."

Elimdeki bardakla yerime otururken gözlerim ondaydı ve Emery'nin de göz ucuyla bana baktığının farkındaydım. "İyi düşünmüşsün, burayı şimdiden sevdim," diyerek ona gülümsediğimde bana bakmasa da gülümsedi. Üzerimizdeki bakışların da farkındaydım aslında ama bu umurumda olmadı. Noris'in bana yönelik olan cevabı onlara garip gelmiş olsa da benim için artık çok normaldi. Noris beni her zaman düşünüyordu.

Yanımızda yanan ateş çatırdamaya devam ederken yemeklerimizi yemeye başladık. Ateşin ışığı etrafımızdaki ağaçlara kadar yansıyordu. Endymion gerçekten büyük bir ateş yakmıştı. Bu yüzden tedbir olarak da kenarda bir yangın tüpü duruyordu. Nehrin sesini ben de duyabiliyordum ama muhtemelen arkadaşlarım duymuyordu, bu yüzden bir yorum yapmamıştım. Yine de yarın kesinlikle gidip nehre bakmalıydık.

"Tek başına zor olmadı mı?" Fallon'un bana bakarak sorduğu soruyu bir an garipsesem de gözlerimi onun gözlerine diktim. "Annenden sonra tek başına kalmanı hiç istememiştik ama bir gün tamamen uzaklaşmanı da beklemiyorduk."

Bardağımı elime alırken burukça gülümsedim. "Annem öleli yıllar oldu ve aylardır uzak olsam da ondan öncesinde beni zaten hiç yalnız bırakmadınız." Tuttuğum bardakla sol tarafımda oturan arkadaşlarımı gösterdim. "Hem onlar da beni hiç yalnız bırakmadı."

Endymion'un bakışlarının ağırlığı yüzümdeydi. Emery, "Bu yüzden ben onları sevdim," diye gülümseyerek Noris ve Briella'ya baktı. Noris onun gülümsemesine karşılık verirken Briella yemeğiyle meşguldü...

"Elfin bizim kadar sevinmiş görünmüyor. Seni yeni arkadaşlarından kıskandığı için bu kadar mesafeli sanırım," dedi Fallon gülerek Elfin'e bakıp. Elfin adını duyunca başını kaldırdı, Fallon'un güldüğünü görünce de gözlerini devirmişti.

"Ne kıskanacakmışım?" dedi Elfin burnunu kırıştırarak. Ardından kolunu omzuma atmasıyla bedenim kaskatı kesildi. "O hâlâ en çok benim yakın arkadaşım."

Belki de bir yalana gülümsersen, yalan senin doğrun olur, Astrid. Gülümse. Eğer gülümsemezsen, yalan doğrun değil felâketin olur.

Gülerek omzumu Elfin'e vurup, "Yemeğini ye, kıskanç," dediğimde Elfin sahte bir homurtuyla benden uzaklaşsa da cümlemin ve gülüşümün altındaki gerçeğin farkındaydı.

Bir zamanlar ona çok güveniyor oluşum ve söylediği gibi en yakın arkadaşım oluşu, şu anki durumumuz yüzünden kabul edemesem de bende ağlama isteği uyandırıyordu. Evet, birini çok sevdiğinizde ve aranıza sınırlar çizildiğinde de ağlamak isterdiniz.

Yemekten sonra masayı hep birlikte toparladığımızdan işimiz çok kısa sürmüştü. Yemekten sonra da aynı masada oturuyorduk, bu kez üzerimizde ateşin ve karnımızı doyurmuş olmamızın ağırlığı vardı. İlk kamp gecemiz de normalde böyle geçerdi. Yol yorgunluğundan sonra o gece erkenden dinlenir, ertesi gün için enerji toplardık. Büyük ihtimalle bu gece de erkenden köşelerimize çekilecektik.

"Siz de artık burada mı yaşayacaksınız?" diye sordu Ulrich, Endymion'a bakarak. Endymion sorunun ona sorulduğunu anlayınca gözlerini karanlık ormandan ayırdı.

"Öyle bir düşüncemiz var ama şu anlık kesin değil. Birkaç gün sonra Noris ve Briella dönecek. Ben bir süre daha Astrid ile kalacağım," derken söylediği yalandan dolayı rahatsız olmuş olmalı ki elimi kavrayan parmakları kasıldı.

Ulrich anladığını belirtmek için başını sallayıp Noris ve Briella'ya baktı. "Siz de gitmeden önce tekrar görüşelim. Sonuçta bir daha ne zaman karşılaşacağımız belli değil."

"Evet," diye mırıldandı Noris belirsiz bir sesle. "Bir daha kim bilir ne zaman karşılaşırız."

Noris'in aksine Briella, "Olur tabii ki," diyerek gülümsedi. Noris'in son cümlesi karmaşık zihnimde küçüldüğünü sandığım girdabı daha da büyütmüştü.

Bir süre daha oturup sohbet ettikten sonra başım Endymion'un omzundayken gözlerim bileğimdeki saate kaydı. Saat on ikiyi geçmişti. Yüzümdeki gülümsemeyi uzun süre ayakta tutmaya çalışmak da beni yormuştu. Üstelik planlar yapan arkadaşlarıma yalandan onaylama cümleleri sıralamam da içimdeki kederi bütün bedenime dağıtıp beni güçsüz düşürüyordu.

Emery'nin esnemesini fırsat bilerek, "Bu gecelik benden bu kadar. Gidip yarın için enerji toplamam gerek," diyerek doğrulduğumda Elfin'in yüzüne yayılan sahte ifadeyi izledim.

"Bu gece seninle ben yatacağım," dedi dudaklarını bükerek.

Endymion'un az önce bana verdiği ceketin cebindeki elimi yumruk yaparken son kez güldüm. "Tamam, sen yat," dedim. "Endymion, bu gecelik şansına küs."

Endymion kaşlarını kaldırırken ayaklandı, ellerini kotuna sürttü. "Ne yapalım, ben de Noris'e kaldım."

"Niye bana kalıyorsun ya, git çadırda uyu," dediğinde Noris, Endymion onun ensesine yavaşça vurup kaşları çattı.

Endymion, "Bizim karavan daha geniş. Yatakta üç kız kalır. Koltuklar da büyük, diğer ikisi de koltuklarda uyur. İsterseniz yatağın üst kısmında tek kişilik yatak da var, nasıl rahat ederseniz," deyince başımı salladım. "Biz de başımızın çaresine bakarız. Çadır da tulum da var nasılsa."

Briella aniden ayağa kalkıp, "Ben yatakta yatacağım," diyerek karavana doğru hızla ilerlediğinde şaşkınca arkasından baktık.

"Emery ve ben koltuklarda uzanırız," dedi Fallon, Emery'ye kaşlarını indirip kaldırarak bakarken.

Emery, "Maalesef öyle yapacağız," deyince Fallon ona aldırış etmeden kollarını boynuna sardı. Emery ise onun yanağına kondurduğu öpücüklerden kaçmaya çalışıyordu.

Planladığımız gibi kızlarla birlikte bizim karavana girdik. Diğerleri gelmeden önce Lamar'ın karavanındaki çantalarını almışlardı. Onlar pijamalarını giyerken ben de el valizimin içinden ince kumaşı olan bir pijama takımı çıkardım. Uyurken üşümezdim, yatakta kalın bir yorgan vardı, olmazsa ısıtıcıyı açardık. Pijamalarımı giydikten sonra yatağın üzerine çıktım, Briella ve Elfin'in ortasında kalmıştım. Emery ve Fallon gülüşerek bir şeyler konuşurken Briella yanağımı öpüp iyi geceler dedikten sonra sırtını bana dönerek uzandı. Elfin ve ben ise sırtüstü uzanmış karavanın tavanına bakıyorduk, dışarıdan gelen erkek sesleri duyuluyordu.

Dakikalar sonra Briella gibi Emery ve Fallon'un da uyku hâlindeki sakin nefeslerini duymaya başladım. Biz ise hâlâ aynı noktaya bakıyorduk. Şu anki durumumu ceviz ya da fındık üzerinden anlatabilirdim. İkisinin de kabuğu sertti, bir hafta da geçse bir ay da geçse dışarıdan aynı görünürdü. Ama gün geçtikçe içi yavaş yavaş çürürdü. Benim durumum da buydu. Yine arkadaşlarımlaydım, dışarıdan bakılınca daha önceki gibi bir arada ve mutluyduk. Ama benim yalanlarım ve sakladıklarımın yanı sıra Elfin'le olan durumumuz beni içten içe çürütüyordu.

"Bir daha eskisi gibi yakın olamayacak mıyız?" diye sordu Elfin kısık bir sesle. Bana bakmasa da benim de onun gibi uyumadığımı biliyordu.

"Zamana ihtiyacım var," dedim onun gibi kısık bir sesle. Kızlar uyumuş olsa da normal sesle konuşup onlara yakalanmak istemiyordum.

"Zaman sorun değil," dedi sakin bir nefes verip. "Sadece ne kadar zaman geçse de düzelmeyecekmiş gibi hissettiriyor."

"Bu durumdan ben de mutlu değilim," diye fısıldarken başımı ona doğru çevirdim. Buz mavisi gözleri yüzüne vuran soluk ışıkta bile parıldıyordu. "Beni tanıyorsun. Bunu yapan sen değil de bir başkası olsaydı üzerimdeki etkisi bir gün bile sürmezdi."

"Biliyorum," derken o da gözlerini benim yüzüme çevirdi. "Yine de özür dilerim, Astrid."

Bugün ona karşı ilk kez normal bir şekilde gülümsedim. "Sorun değil. Uyuyalım biz de."

Başını yavaşça sallayıp, "İyi uykular," dediğinde, "İyi uykular," diyerek bedenimi yavaşça döndürüp Briella'ya doğru döndüm. Gözlerim camdan dışarıdaki karanlıktaydı ve biliyordum ki onun da gözleri benim sırtımdaydı.

Diğerlerinden daha uzun bir zaman sonra artık onun da uyuduğunu anladım. Erkeklerin de sesleri kesilmişti, onlar da kendi uykularına dalmış olmalılardı. Derin bir nefes alıp gözlerimi yumduğumda belime sarılan kolla kasıldım. Bilerek yapmadığını biliyordum, uyuduğuna emindin ve aramızdaki mesafe yüzünden kolu tam olarak üzerimde de değildi.

Yalanların felâket getireceğinden bahsetmiştim. Ama Astrid, annen daha büyük bir yalan nehrinde yüzmüştü, sen o nehre atlayıp her şeye rağmen onu kurtarmıştın. Elfin'in boğulmasını izleyecek misin? Unutma, sen de o nehrin içindesin.

Dişlerimi sıkarak Elfin'e doğru kaydığımda kolu tamamen belimdeydi ve eli karnımın üzerine doğru sarkmıştı. Bedenim bu sefer tahmin ettiğim gibi kasılmadı. Uykuya doğru çekilen bedenimi serbest bıraktım. Keşke. Keşke onunla bu şekilde olacağıma, bu kampın sonunda ona da kendimi unutturabilseydim.

Sabahın erken saatlerinde uyandım, ben uyandığımda kızlar hâlâ uyuyordu ve dışarıda herhangi bir ses yoktu. Yatağı çok fazla hareket ettirmemeye çalışarak yataktan indim. Küçük lavaboda yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki aksimi izleyerek dişlerimi fırçaladım. Sabahın erken saatleri olduğundan hava serinde ve şortumun altındaki bacaklarım ürperiyordu. Gece üşümemiştim. Yorgan ve yatakta üç kişi oluşumuz bunu engellemişti ama şu an biraz üşüyordum. Diş fırçalama işim bitince lavabodan çıktım, kızların hâlâ uyuduğunu gördüğümde üzerime dizlerimin biraz üstüne kadar gelen kalın bir hırka giyerek karavandan indim.

Ormandan yükselen kuş sesleri ve o serin havanın kokusu kendimi daha iyi hissetmeme sebep oldu. Karavanların önünde, ağaçların arasında kurulmuş iki çadır vardı, benim getirdiğim çadırlardı, büyük ihtimalle Noris ve Endymion çadırlarda kalmıştı. Lamar'ın karavanında da yatabilecekleri bir yer bulabilirlerdi ama anlaşılan rahatsız etmek istememişlerdi.

Dün yemek yediğimiz banklara doğru ilerlerken sönmüş ateşten hâlâ duman çıktığını gördüm. Sanırım ateş geç saatlerde sönmüştü. Bacaklarımı ısıran soğuk beni rahatsız etmek yerine içimde taşıdığım ateşi biraz olsun dizginliyordu. Kalın hırkaya tamamen sarılıp banka oturduğum sıralarda bir fermuar sesi duydum, gözlerim çadırlara doğru kaydı. Lacivert renkteki çadırdan çıkan Endymion, ilk başta beni fark etmedi. Kollarını kaldırıp geriye doğru yatırarak bedenini esnetirken esniyordu, gülümseyerek onu izledim.

Esnettiği bedenini bana doğru döndürünce beni fark etti ve uykulu gözleri kısıldı, duraksadığını gördüm. Bana doğru yaklaşırken, "Günaydın," dedi yeni uyandığı için pürüzlü çıkan sesiyle. "Neden erkenden uyandın?"

"Uyanalı on dakika oldu," deyip kolumu kaldırarak bileğimdeki saate baktım. "Hem erken sayılmaz, saat yediyi on geçiyor."

Endymion gülerken yanıma oturdu. "Hiç erken değilmiş gerçekten." Kollarını bedenime sarıp beni kendine çektiğinde kaşları çatıldı. "Karavandan çıkmasaydın, üşümüşsün."

"Birazdan hava ısınır," diye mırıldanarak kollarımı beline sardım. Onun da üzerinde kalın, siyah bir hırka vardı. "Onlar uyanana kadar biraz ormanda dolanalım mı?"

"Daha çok üşümez misin?"

Ayaklanıp eline uzanırken, "Üşümem, hadi," dediğimde başını sallayarak elimi tuttu. Sakin adımlarımız ormanın içine düşerken etrafımızı saran kuş sesleri de yoğunlaşmıştı. Noris ve Briella gibi bir hayvana dönüşemesem, orman evim olmasa da benim için de huzurlu bir yerdi. "Keşke Antares'te de böyle yeşil ağaçlar, ormanlar olsa."

Elimin üzerini okşarken diğer eliyle dudaklarını kapatıp yavaşça esnedi. "Belki ilerleyen zamanlarda kardeşin sayesinde olur."

"Bilmiyorum," diye mırıldanınca bakışları bana döndü. "Sanki Antares hep ölü bir evren gibi kalacakmış gibi geliyor, bu hisse engel olamıyorum."

"Sana bunu daha önce de söyledim. Antares evreninde de yeşil şehirler, yeşil ormanlar yok değil," derken tok sesi anlayış doluydu. "Bizim şehrimizin tek dezavantajı, ilk gardiyanların gazabına uğramak."

Evet, geride bıraktıkları enkazdı. Parmaklarımı önünde durduğum ağacın sert ve nemli gövdesine sürterken başımı kaldırıp uzun ağacın dallarına baktım. Bulunduğumuz yerden karavanlar parmağım kalınlığında görünüyordu. Ben ağaç dallarına konup cıvıldayan kuşları gülümseyerek izlerken Endymion elini, ağacın geniş gövdesinde duran elimin yanına koyup yüzüme doğru eğildi. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan ona döndüğümde dikkatli bakışlarıyla karşılaştım.

"Ne olursa olsun buradayken daha mutlu görünüyorsun," dediği sırada yüzü yüzüme yakındı. Gözlerim kısılırken dudaklarımdaki gülümseme yavaşça silindi. "Gördüğün bütün güzelliklere ve farklılıklara rağmen bu evren senin gözlerinin parlamasını sağlıyor."

Sertçe yutkunup, "Çünkü burada büyüdüm, burada yaşadım. Burası benim evrenim," dediğimde bir gümüş parıltısı taşıyan gözleri dudaklarıma düştü.

"Bir insanın benim evrenim diyebilmesi için orada doğup büyümesi şart mı?" diye sorarken sesinde birbirine karışmış başka düşüncelerin de gölgesi vardı.

Tamamen ona döndüğümde şimdi yüzlerimiz daha yakındı. "İlk başlarda bu böyledir ama zamanla belki ait hissettiğin yer değişir." Gözleri hâlâ dudaklarımdayken diğer eli hırkamın üzerinden belime baskı uyguladı. "Yine de değiştirilmeyecek bir şey var. O da nereden geldiğin."

"Ben nereden geldiğimi de nereye ait hissettiğimi de biliyorum ve ikisi de aynı yer değil," derken nefesi, gökyüzünde yükselmeye başlayan güneşten bile sıcaktı. "Geldiğimiz yeri değiştiremiyorsak ve ait hissettiğimiz yeri belirlemek bizim elimizdeyse, hislerim bana benim evrenimin sınırlarını senin nefesinin çizdiğini söylüyor." Kalbim onun kelimelerinin yarattığı ani baskıyla sıkışırken siyah hırkasını avucumun içine alarak sıktım. "O an bulunduğun evren önemli değil, senin kapladığın alan, benim evrenimi oluşturuyor."

Gözlerini bir saniye bile ayırmadan baktığı dudaklarımın üzerini dudakları örtüğünde, sıkışan kalbimin şiddetle çarpmaya başladığını hissettim. Sırtım arkamda kalan ağaca yaslandığında onu öpmek için acele etmedim, ki onun da hareketlerine bakılırsa bir acelesi yoktu. Bir süre öncesinde ellerimi korkudan titretmediği için ona teşekkür etme isteğiyle doluydum. Bu hâlâ öyleydi ama şimdi ona içimde oluşan ağlama isteğinin üzgün ya da kırgın olmamla hiçbir alakası olmadığı, buna sebep olmadığı ve bu ağlama isteğinin mutlu hissettirdiğinden dolayı olduğu için teşekkür etmek istiyordum.

Dudaklarımı yavaşça emdi, öptü, dilini üzerlerinde gezdirip dudaklarımın arasından içeri sızdırdı. Ne zaman enseme ulaştığını fark etmediğim parmakları başımı yana doğru eğdiğinde, öpüşmemiz daha da derin bir hâl almıştı. Ne o ne de ben istediğimiz şeyleri hiçbir zaman saklamamıştık ve ona karşı olan isteğimin gün geçtikçe artıyor oluşu, benim artık suyun yüzeyinde olmadığımı, yavaş yavaş onunla birlikte o suya battığımı gösteriyordu. Ve biliyordum ki, çok iyi yüzebilen insanların bile boğulma ihtimali diğerleriyle aynıydı.

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında, "Buna devam edebilirim," derken burun burundaydık. "Ama tilkinin çadırında öpülerek uyandırılmış gibi bir anda uyanması an meselesi."

Bir an bunu düşünmek beni keyifle güldürdüğünde onun da ıslak dudakları yukarı kıvrılmıştı. "Her şeyi hissediyor oluşları aslında çok tedirgin edici."

Geri çekilip ensemdeki parmaklarını saçlarımın arasına kaydırdığında yoğun bakan gözleri gözlerimdeydi ve o gözler muzipçe parıldıyordu. "Nasıl hissettirdiğini bilmediğine göre o adam tutulmadan bugüne kadar hiçbir şey yapmamış..."

Gözlerim irileşirken koluna vurup, "Beni korkutma," dediğimde gülerek başını salladı. "O kadar da bariz hissetmem."

"Bu konuyu seninle daha fazla konuşmayacağım," derken gülmeye devam ediyordu. Kolunu omuzlarıma sardığında kamp alanımıza doğru dönmüştük. İçten içe bu durum beni utandırmıştı. Kabuğuma çekildiğimi fark eden Endymion, gülümseyerek bana baktı. "Korkma, bu düşündüğün gibi bir durum değil. Sadece kendi bedeninde aniden bastıran yoğun bir istek hissediyorsun ve sen bunun neden olduğunu anlıyorsun."

"Teşekkürler, içim çok rahatladı," diye homurdandığımda yanağımı parmaklarının arasına alarak sıktı. Kamp alanımıza gidene kadar da bu düşünceyi aklımdan silmeye çalıştım. Döndüğümüzde Lamar'ı sandalyelerden birine oturmuş sigara içerken bulduk. Kızlarla kaldığımız karavanın kapısı açıktı ve içeriden gülüşme sesleri geliyordu.

Endymion'dan ayrılıp karavana girdim. Emery kahvaltı hazırlarken Elfin de ona yardım ediyordu. Emery bana gülümsediğinde Elfin göz ucuyla bana baktı. Briella yatağın üzerinde oturmuş boşluğu izliyordu. Yüz ifadesine bakılırsa yeni uyanmıştı ve bulunduğu ortamdan memnun değildi... Fallon ise bacaklarını koltuğa uzatmış otururken elindeki sütünü yudumluyordu. Saçları ve kıyafetleri dağınık görünüyordu, o da Briella gibi yeni uyanmış olmalıydı. Uyanır uyanmaz içmeyi unutmadığı ılık sütü de elindeydi.

Emery, "Ormanda mıydın?" diye sorduktan sonra kestiği peynir dilimlerinden birini ağzına attı.

"Evet, Endymion'la yürüdük biraz," deyip mutfak kısmına yaklaştım. "Yardım edebileceğim bir şey var mı?"

"Biz kahvaltıyı hazırlarız, bebeğim. Sen de masayı hazırlayabilirsin," dedi Elfin, ardından havadan bir öpücük yolladı. Acaba bu durumu garipsemeyi ne zaman bırakacaktım?

Gülümseyerek, "Tamam o zaman," deyip Briella'ya baktım. "Hadi Briella, sen de bana yardım et. Temiz hava seni ayıltır."

Briella homurdanarak yataktan kalkarken, "Ayılmak isteyen kimmiş," diye söyleniyordu. Büyük ihtimalle uykusu bölünmüştü ve yine büyük ihtimalle uykusunu arkadaşlarımın sesi bölmüştü. Onu uyandıranlar arkadaşlarım olmasaydı ne olurdu düşünmek bile istemiyordum...

Briella ile karavandan çıktığımızda Noris'in de kaldığı çadırı düzenlediğini gördüm. Ayakta dikilerek konuşan Endymion ve Ulrich'i dinliyordu. Sonra gözleri bana kayınca kaşlarım istem dışı çatıldı. Duraksadığını gördüm. Başını ne oldu der gibi sallayınca silkelenme ihtiyacı duydum. Onun ne suçu vardı ki? Yüzümdeki saçma ifadeyi silip gülümsemem ise ikinci kez duraksamasına neden oldu. Gittikçe daha fazla saçmaladığımı anladığımda Briella'yı takip edip banklara ilerledim.

Biz birlikte yemek yiyebileceğimiz ortamı hazırlarken Endymion ile Ulrich markete gitmişlerdi. Kamp alanına özel bir market vardı, bu yüzden yürüyerek gidip gelmeleri on beş dakika sürmüştü. Dün pek dikkat etmesem de kahvaltı ederken bizden başkalarının da kamp alanında olduğunu duymuştum, birçok insanın sesi birbirine karışarak hassas kulaklarıma dolmuştu. Arkadaşlarımın keyifle sürdürdüğü sohbete dahil olup bu seslerden uzak durmaya çalıştım, yoksa şiddetli bir baş ağrısı kapıda bekliyordu.

Kahvaltı boyunca fark ettiğim bir diğer şey de arkadaşlarımın birbirlerine karşı daha sıcak davrandığıydı. Hatta bir ara Ulrich'in gülerek Noris'in omzuna vurduğunu, Noris'in bunu yadırgamayıp ona aynı samimiyetle karşılık verdiğini görmüştüm. Endymion da aynı şekildeydi ama Briella her ne kadar ilk tanıştıkları günkü kadar uzak durmasa da yine de bir yerde mesafesini koruyordu. Arkadaşlarım ise onun bu tavırlarının farkında olduklarından sınırı geçmek için zorlamıyorlardı.

Yemek yeme faslı bittikten sonra etrafı toparlayıp birer kahve içtik. Saat öğlen saatlerine geldiğinden hava da sabahki kadar serin değildi. Kahvelerimizi içten sonra karavanlarımıza dönüp hâlâ üzerimizde olan pijamalarımızı çıkarttık. Dün bahsedilen nehri görmek, ormanı gezmek istiyorlardı. Noris kamp alanının içinde küçük bir etkinlik alanı olduğunu da söylemişti, nasıl bir yer olduğunu merak ediyordum.

Kot şortumu giyerken bir yandan da kızları izliyordum. Fallon hızlıydı, çoktan şort eteğinin üzerine giydiği askılısıyla bizi kenarda bekliyordu. Şortumun üzerine oversize, beyaz bir tişört geçirdikten sonra benim işim de bitmişti. Bu şekilde hareket ederken daha rahat hissederdim. Ben kısa çoraplarımı giyerken Briella yanıma oturup, "Nehirde yüzebilir miyim?" diye sordu.

Kenarda bıraktığım spor ayakkabılarımı aldığım sırada, "Bir yasak yok ama yine de akarsularda yüzmek tehlikelidir, bazen kendi kurallarını kendin koymalısın," dediğimde Briella yanaklarının içini şişirerek üzerindeki tişörtü çekiştirdi.

"Bana bir şey olmaz ki."

"Evet ama bunu diğerleri bilmiyor," dedim kısık sesle, ona göz kırptığımda kaşları çatıldı. Özgür olmaya alışıktı, huysuzlanmasını garipsemiyordum.

Hepimiz hazır olduğumuzda karavandan ayrıldık, erkekler de dışarıda bizi bekliyordu. Endymion ve Lamar karavanları kontrol edip kapıları kilitledikten sonra bir grup şeklinde ormana doğru ilerledik. Elfin, Fallon'un dünkü sözlerini çok ciddiye almış olmalı ki yanımdan ayrılmıyordu, ben de bir tepki vermemeye çalışıyordum. Senin sınırlarını kendin değil de bir başkası zorladığında anlıyordun öfkenin kaç yüzü olduğunu.

Senin öfken, Astrid... Senin öfken, senin bile bilmediğin kadar yakıcı. Olur da bir gün öfkenle yüz yüze gelmek zorunda kalırsan, ona itaat et. Yoksa öfken, kurban olarak ilk seni seçer.

"Briella!" Noris'in bir aslan gibi kükreyişiyle irkilerek onlara döndüm. Briella gülerek koşarken Noris'in beyaz yüzüne öfkeden kan oturmuştu. O kadar dalgındım ki, bazı olan şeyleri kaçırıyordum.

Noris sinirle Briella'nın arkasından koşmaya başladığında tam önümde yürüyen Emery gülerek, "Bunlar hep böyle mi?" diye sordu. "Ne zaman başımı onlara çevirsem kavga ediyorlar."

"Noris yirmi üç yaşında olduğunu söylemişti," deyince Fallon, gözlerim ona kaydı ve Elfin'in de o an bakışlarını ona çevirdiğini gördüm. Benim gibi Noris'in bunu hangi ara söylediğini düşünüyor olmalıydı. "Bizden büyükler ama hareketleri bizden daha çocuksu."

Ulrich kalın dudaklarını büküp, "Sanırım sizi bırakıp onlarla eğleneceğim çünkü ruh hâliniz bana elli yaşında gibi hissettirmeye başladı," dedikten sonra başını ileri doğru çevirdi. "Beni de bekleyin!" diye bağırarak Noris ve Briella'nın arkasından koşmaya başladığında hepimizin yüzünde aynı şaşkın ifade oluşmuştu.

"Anlaşılan bizimkiler kendine göre birini buldu," dediğinde Endymion, ona baktım ve bakışlarının elindeki telefonda olduğunu gördüm. Çatık kaşlarla telefona bakarken ekranı yavaşça aşağı kaydırıyordu.

"Kimden bahsediyorsun?" diye sorduğumda duraksadı, gözleri yüzüme indi.

"Noris ve Briella'dan."

"Telefona bakarak söyleyince başka şeyden bahsediyorsun sandım. Hem neye bakıyorsun bu kadar dikkatli?" Parmak ucumda yükselince gülümseyip telefon ekranını kilitledi ve telefonunu cebine attı. Bu hareketi bir an rahatsız hissettirince geri çekildim, özel bir şeydi sanırım. Yüz ifademin değiştiğini fark edince bana daha da yaklaşıp kolunu omuzlarıma sardı. Nehir kenarına yaklaştığımız için diğerlerinin adımları hızlanmıştı ve bizim adımlarımız yavaşladığından geri de kalmıştık.

Bir anda, "Özel bir şey değil," deyince ona bakma ihtiyacı hissettim. Bana değil ileriye bakıyordu. "Senin için bir şeyler bakıyordum."

Yüzümdeki ifadenin tekrar değişmesi ve şaşkınca ona bakmam çok hızlı gelişti. "Bana mı?"

"Evet," dedi başını sallayarak. "Şimdiye kadar pek fırsatını bulamadım, malum burnumuz pislikten kurtulmuyordu."

Yanağımın içini ısırıp, "Hediye için bir sebep de yoktu aslında," dediğimde kaşlarını çatarak bakışlarını bana çevirdi.

"Sana hediye almam için bunun bir sebebi mi olması gerekir? Aslında söylemeyi düşünmüyordum ama bakışlarından dolayı kafanı farklı şeylerle yormanı istemedim." Kolu omzumdayken parmakları yanağımda turluyordu. Aslında farklı bir şey düşünmemiştim. Sadece o an özel alanını ihlâl ettiğimi fark etmek canımı sıkmıştı. "Heyecanlandığında da biraz saçmalıyorsun sanki sen..."

Burnumu kırıştırarak, "Hiç de bile," dediğimde güldü, bu sefer parmakları yanağımı okşamak yerine sıkmak için görevlendirilmişti.

Diğerlerinden sonra biz de nehrin kenarına ulaştığımızda bu kısmın daha fazla insanla dolu olduğunu gördüm. Ki büyük ihtimalle buradaki çoğu insan kamp için gelmemişti. Herkes neşeli görünüyordu ve ortamdaki yoğun iyi enerji gülümsememi sağladı. Etrafında mutlu ve enerjik insanların olması her zaman için senin de ruh hâlini etkilerdi ve kesinlikle şu an on dakika öncesinden daha iyi durumdaydım.

"Sen yirmi bir yaşında genç ve güzel bir kadınsın," dedi omzumdaki kolunu geçip elimi tutarak beni insanların arasına doğru çekerken. "Şimdi herkes gibi eğlenme zamanın geldi."

"Astrid!" diye bağırdı Emery ileriden. Ayakları suyun içindeyken gülerek zıplıyordu. Ben onun suyun içinde ne işi olduğunu düşünürken Lamar kenarda eğilmiş elini Fallon'a doğru uzatan Ulrich'i arkasından itti ve son gördüğüm Ulrich'in yüz ifadesi oldu. O yüz ifade benim aniden öyle büyük bir kahkaha atmama neden oldu ki Endymion irkilerek bana baktı. Sağ tarafımda yerde oturmuş insanlar vardı ve piknik için gelmiş gibi görünüyorlardı. Onlar da korkuyla bana bakmışlardı.

Benim kahkahamla ürktüğü için dikkati dağılan Lamar'ın da Ulrich ile aynı kaderi paylaşmasını sağlayan Noris'ti. "Onunla uğraşma," dediğinde Noris, suya batıp çıkan Lamar da benim gibi şaşkınca Noris'e baktı.

"Ne ara bu kadar yakınlaştınız siz ya?" diye bağırarak elini suya vurduğunda Noris omuz silkti ve suda ayaklanan Ulrich, Noris'e havadan bir öpücük attıktan sonra Lamar'ın üzerine çullanarak onu suya çekti. "Telefonum!" Lamar'a ait son duyduğum kelime de bu oldu.

Onlar bir çocuk gibi suda oynadıktan sonra onları zorla sudan çıkarmıştım. Bizi etraftaki insanlara rezil ettikleri yetmiyormuş gibi bir de buna devam etmek istiyorlardı. Sol tarafımızda kalan uzun ve büyük alan etkinlik alanı gibi duruyordu ve bir kısımdan sonrasında alan ormanın içine doğru yayılıyordu. Noris küçük diye bahsetse de bu etkinlik alanı oldukça büyük görünüyordu. Biz yürüdükçe duyduğum müziğin sesi de netleşiyordu. Yemek stantlarını geçtik, daha doğrusu biz geçtik, Briella, Ulrich ve Fallon havayı koklayarak o kısma yöneldi...

"Bu grubu biliyorum ama bu şarkılarını hiç duymamıştım, şarkı ben yokken çıkmış olmalı," dedim kısık bir sesle. Ortamdaki gürültüden dolayı diğerlerinin beni duymadığını biliyordum ama Endymion duymuş, gözlerini yüzüme indirmişti.

"Gece birlikte sevdiğin gruplara, şarkıcılara bakar, birlikte dinleriz," dedikten sonra bu konuyu kapatmak ister gibi beni bir stantın önüne çekti. "Birlikte fotoğraf çekilelim."

Genç bir kız, elindeki şirin polaroid fotoğraf makinesiyle bize döndüğünde Endymion'un ne demek istediğini anlamıştım. Kız ona yaklaştığımızı anlayınca, "Merhaba," diyerek gülümsedi.

"Merhaba," dedim ben de ona gülümseyerek.

"Fotoğraf çektirmek istiyorsunuz sanırım," deyince, "Evet," dedi Endymion. Kız eliyle karşısındaki, diğer ağaçlara nazaran kısa ama geniş bir alanı kaplayan ağacı işaret etti. "O zaman sizi şöyle alayım."

Bir elim Endymion'un avucundayken diğer elimi yumruk yapıp sıkarak gösterdiği ağaca doğru yürüdüm. Ağacın dalları süslenmişti. Etrafımı saran utangaçlık, bu hâlimi garipsememe sebep oluyordu. Genç kızın gösterdiği gösterişli ağacın önünde durduğumuzda ne yapacağımı şaşırmıştım, Endymion benim aksime rahat görünüyordu.

"Bu fotoğrafları hep saklayacağına eminim," dedi kız gülümseyerek bana bakarken. "O yüzden rahat ol ve gülümse." Fotoğraf makinesini iki eliyle tutarken hafifçe eğildi. "Bana gülümseyerek güzel bir poz verin, genç çift."

Kızın söyledikleri daha çok gerilmeme neden oldu ama Endymion kolunu belime sardığında ve beni kendine çektiğinde gevşediğimi hissettim. Hep saklayacağım bir fotoğraf. Onunla bir fotoğrafım yoktu ve bunu Antares'te yaşarken yapmak da zordu. Bu yüzden yüzüme büyük bir gülümseme kondurup kameraya baktım. Biz farklı pozlarda birkaç fotoğraf çekildikten sonra Briella da koşarak bize yaklaştı ve ne yaptığımızı anlayınca o da fotoğraf çektirmek istedi. Sonra diğerleri de... Geçen on dakikanın sonunda elimizde onlarca fotoğraf vardı. Herkes kendi için birkaç fotoğraf aldığında gözlerim elimdeki bana kalan fotoğraflara indi.

Endymion ile üç fotoğrafım vardı. İlk fotoğrafta belime sarılmış gülümseyerek bakıyordu. İkincide çenesi başımın üzerindeydi, üçüncüsünde ise yan tarafa bakıyordu, o an bize doğru koşan Briella'ya bakmış olmalıydı. Yüzümdeki gülümsemeyle yürürken diğer fotoğraflara baktım. Briella ile fotoğrafımızdan sonra Noris'in de olduğu dört kişinin kadraja sığmaya çalıştığımız iki fotoğraf vardı. Diğer üç fotoğraf ise hepimizin olduğu fotoğraflardı. Son fotoğraftaki gülümseyen yüzlerimize bakarken karnım gibi kalbim de kasıldı. Bu fotoğraftan sonra onlar için eski bir anı olarak kalacaktım.

"Onlar ne yapıyor?" diye sorunca Noris, başımı kaldırarak gösterdiği yere baktım. Onlarca insan bir araya toplanmış dans edip gülüşürken ellerindeki toz boyaları birbirlerine atıyorlardı.

Gözlerim irileşirken, "Hayır hayır," desem de çoktan arkadaşlarım bunu görmüş ve birbirlerine sırıtarak baktıktan sonra aniden o yöne doğru koşmaya başlamışlardı.

"Ne oldu ki?" Noris şaşkınca bir bana bir de koşan arkadaşlarıma bakıyordu.

"Ellerindekiler toz boya ve o boyaları birbirlerine fırlatarak eğleniyorlar, bir çeşit oyun gibi düşün. Ve o boyalardan arınmak zor," derken sesim umutsuz çıkmıştı. Bir kez bu hataya düşmüştüm ve bir süre bir kolumda kırmızı lekeler diğerinde mavi lekelerle etrafta dolanmıştım. Sarı saçlarımın bile bazı kısımlarında kalmıştı.

"Ama bu çok eğlenceli!" Briella yerinde zıplayarak baştan aşağı boya olmuş insanlara bakarken siyah gözleri heyecanla parıldıyordu. "Biz de gidelim!"

"Hayır, ben böyle iyiyim..."

Briella, "Çok sıkıcısın," dedi dudak bükerek. Ardından ben bir cevap veremeden o da tıpkı arkadaşlarım gibi o yöne koşmaya başladı.

"Akşam hepsi ağlayacak," derken burun kırıştırarak onları izledim. "Biz uzak dural-" Cümlemi tamamlayamadan Noris hızla yanımdan geçince dudaklarım aralık bir şekilde ona baktım.

Endymion gülerek, "Evet, biz uzak duralım," dedi.

"Akşam rahatça duş alamayıp o boyaları vücutlarından çıkaramayınca onlara bir tarafımla güleceğim."

"Hangi tarafınla?" Yan yan Endymion'a baktığımda o hâlâ gülüyordu. "Boyaların çıkmaması eğlenmekten daha mı önemlidir senin için?"

Başımı iki yana sallayıp, "Sorun sadece boyanın çıkmaması değil," dedim. "O boyalar beni kaşındırıyor." Gözlerimi hiçbir şeyi umursamadan eğlenen arkadaşlarıma diktim. Şimdiden hepsinin yüzlerinde ve kıyafetlerinde boyalar vardı.

"Vazgeçmen için geç değil. Eğer istersen hemen gidip vazgeçtiğini söy-"

"Hayır, vazgeçmeyeceğim.

"Pekâlâ," deyip başını salladığında hâlâ arkadaşlarıma bakıyordum. Benim durup onları izlemem ya da bir şeyler yapmamam önemli değildi. Buraya gelmek istememin sebebi de onlarla olmaktı. Onlarlaydım, onlarla eğleniyordum ve onların mutlu olduğu anları izliyordum.

"Yarın sabah döneceğiz," derken sesim buğuluydu, belki de buğusunu içime akıttığım hüznümden alıyordu. Normalde birkaç gün kalırdık ama Fallon hafta sonu için kendine zaman yaratabilmişti. "Lamar araba kullanacağı için erken yatmak isteyecek. Bu yüzden ne kadar onlarla kalırsam o kadar kâr benim için."

"Dönerken onların karavanında olmak ister misin?"

Dalgın gözlerimi kaldırıp gözlerine baktığımda, bana olan bakışı yüzünden yere çöküp ağlamak istedim. Sertçe yutkunduktan sonra, "Yol boyunca ruh hâlimi gizleyemem ve açıkçası gizlemek için de bir çaba göstermem. Bu yüzden iyi bir fikir değil gibi," dediğimde başını yavaşça salladı.

Zaman, çoğu zaman benim yanımdaydı. Fakat dün ve bugün, sanki durduğu yer tam yanım değil de karşımdı. Hızla aktı. Orada Endymion ile durup onların eğlenişini izledim, içimden başka bir şey yapmak gelmedi. Rengârenk boyalarla kaplı bedenleriyle yanımıza geldiklerinde hepsinin yüzünde güneş doğuran bir gülümseme vardı. Hiçbiri temizlenme gayretine girmedi, güneşi batırana kadar o şekilde etrafta dolandılar. Güneş battığında ve etkinlik alanındaki ışıklandırmalar açıldığında, ortamdaki eğlence havası, dinlenme havasına döndü. Sanki bu saatlerde eğlenmekten çok bir kenara çöküp sohbet etmek, dinlenmek daha doğruydu. Ki biz de öyle yaptık.

Hepimiz nehrin kenarında oturuyorduk. Endymion bacaklarını uzatmış düz bir şekilde otururken ben yan oturmuş, sırtımı onun koluna yaslamıştım. Noris komple yere uzanmıştı, başı dizime yaslıydı ve Lamar'ın anlattığı şeye kahkaha atarken parmaklarım Noris'in koyu renk saçlarındaydı. Briella da yerdeydi, geriye doğru yaslanmış, dirseklerini Noris'in bacaklarına yerleştirmişti. Belki benim açımdan duygusal olarak yoğun günlerdi ama hiç değilse onlar bu durumun içinden mutlu olarak çıkacaklardı.

Lamar ellerini sallayarak gülerken, "Sonra beni Fallon kurtardı," dedi, Fallon ona gözlerini devirdi. "Kahramanım!" Fallon ona sırnaşmaya çalışan Lamar'ı eliyle itmeye çalışsa da Lamar bir kedi gibi ona yapışmıştı.

"Bıraksaydım da seni dövselerdi!" Fallon bu sefer sertçe Lamar'ın omzuna vurduğunda Lamar inleyerek geri çekildi. "Gerzek adam."

"Sen normalde bu kadar alkol almazdın," derken Lamar'a bakıyordum. Yüz ifadesi anlık gerildi, bunu ona dikkatle baktığım için hemen fark etmiştim ama o gerginlik o kadar hızlı yer değiştirdi ki, diğerlerinin anlamadığına emindim.

Elini sallayıp, "Moralimin bozuk olduğu bir gündü. Sebebini bile hatırlamıyorum," diyerek gülse de hatırlıyordu ve basit bir şeymiş gibi gelmemişti. Normalde bunu fark etsem o an olmasa da sonrasında mutlaka onunla konuşur ve bu durumu öğrenirdim ama artık o kadar zamanım yoktu.

Kafamın içinde dönen eski görüntülerle gözlerim bir an Elfin'e kaydı ve onun sessizce yere baktığını gördüm. Geçen sene, yani ben Antares'e gitmeden birkaç ay öncesinde birlikte tatile gitmiştik. O tatilde Lamar, Elfin'le konuşmuş ve ona karşı bir şeyler hissettiğini söylemişti. Ben bunu daha öncesinde de seziyordum ama burnumu sokmak istememiştim, bana hassas bir konuymuş gibi gelmişti. Elfin ise ona arkadaşlık haricinde bir şeyler hissetmediğini söylemiş, bu da belli etmemeye çalışsa da Lamar'ı fazlasıyla üzmüştü. Ertesi gün her şey aynıymış gibi davranılsa da hepimiz biliyorduk ki bir yerde bir şeyler değişmişti. Lamar, reddedildiği için, Elfin de Lamar'ı üzdüğünü gördüğü için üzülmüştü.

Aylardır burada değildim ve bu konunun sonradan nasıl geliştiğini bilmiyordum. Sanki hâlâ durum aynıydı ve Lamar'ın az önce bahsettiği moral bozukluğu da Elfin'le ilgiliydi. Ortama çöken sessizlik aniydi. Elfin gözlerini yerden ayırdığında bakışlarımız kesişti ve ben insanların gözlerinden bir şeyler anlayabildiğim için kendime kızdım. Üzgün bakıyordu, bakışları yine arkadaşını üzdüğünü bildiği için hüzünlüydü. Böyle bir durum yaşamamış olsam da onu anlayabiliyordum.

"Bir yerden balık kokusu geliyor," dedi Emery dudaklarını bükerek. Aynı kokuyu alıyordum, kızarmış balık kokusu stantlardan birinden geliyor olmalıydı.

Lamar elini yere bastırıp ayaklanırken, "Ben sana alırım," dedi, Emery ona büyük bir gülümsemeyle bakınca gülerek Emery'nin saçlarını karıştırdı. Gözlerim Lamar'ı takip ederken Endymion'un bakışlarıyla karşılaştım. Bana öylece baktı, ardından gözlerini yavaşça açıp kapattı. Lamar'ın arkasından gitmek istediğimi anlamıştı sanki.

"Ben de onunla gideyim, sevdiğim balıklardan varsa kendim için de alırım." Ben hareketlendiğimde Noris de başını dizlerimden kaldırıp oturur pozisyona geçti. Kıyafetlerimi silkeledikten sonra Lamar'ın arkasından gittim. Omuzları her ne kadar dik görünse de içten çökmüş gibiydi. "Lamar, beni bekle."

Ona seslendiğimi duyunca durup omzunun üzerinden bana baktı. "İstediğin bir şey varsa ben alırdım."

Elimi koluna koyup gülümsedim. "Bacaklarım uyuştu, biraz yürümek istedim." Sadece başını salladı. Bu da ben sormadan bir cevap alamayacağımı gösteriyordu. Onu kıracak bir şey söylemek istemiyordum ve bunu yapmadan nasıl bir cümle kurmam gerektiğini de bilmiyordum. İnsanların arasından geçerken keskin bakışları ilerideydi, baktığı şeyleri görmediği de belliydi.

"Sen kim olduğunu biliyor musun?" diye bir anda sorduğu soruyla afalladım. Neyden bahsettiğini anlamadığım için çatık kaşlarla ona baktım. Sessizliğimi fark edince güldü. "Elbette biliyorsundur."

"Neyden ya da kimden bahsettiğini anlamadım," dediğimde boşluktaki bakışları bana döndü. Koyu renk gözlerinde parıltılar vardı ve ne kadar parıltılar güçlü olsa da iyi bir duyguyu yansıtmıyordu.

"Elfin'in kimden hoşlandığını bilmiyor musun?"

Şaşkınca, "Elfin birinden mi hoşlanıyor?" diye sorusuna soruyla karşılık verdiğimde şimdi onun da yüzünde aynı şaşkın ifade vardı.

"Direkt söylemese de ima etti. Hadi biz neyse de sen nasıl bilmiyorsun?" Gözleri kısılınca çaktırmadan yutkundum. Bir kılıf uydurmam gerekiyordu.

"Biliyorsun, zor bir dönemdeydim. Büyük ihtimalle beni böyle konularla uğraştırmak istememiştir," dediğimde içten içe doğru bir noktaya parmak bastığımı düşünüyordum.

Yavaşça başını sallayıp, "Evet, olabilir," dedikten sonra gözlerini tekrar önüne çevirdi.

"Lamar," diyerek koluna dokunduğumda adımları aniden kesildi. Etrafımızda insanlar vardı ve hiçbiri durmuyor, yollarına devam ediyorlardı. Onu daha net görebilmek için önüne geçtiğimde göz göze geldik, elim hâlâ kolundaydı. "Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi? Benim için harika bir arkadaşsın."

Dudaklarında oluşan belli belirsiz gülümsemeyle, "Biliyorum," derken, gözlerinde derin bir sorgu vardı.

"Senin üzülmeni hiç istemem. Elfin ile arkadaşlığımız sizin gözünüzde daha farklı görünse de benim için hepiniz çok değerlisiniz," dedikten sonra sertçe yutkundum, gözleri yüzümde turluyordu. "Seni anlamadığımı sakın düşünme, seni her zaman anlarım." Kaşları çatılınca kolunu yavaşça okşadım. "Senin hayatın, karşılığını alamadığın bir sevgi yüzünden üzülmek için çok değerli. Bir anda olacak bir şey değildir elbette ama lütfen kendin için çabala."

"Yani hiçbir umut olmadığını mı söylüyorsun?" Sesindeki kırgınlık, boğazımda beni boğmak isteyen bir düğüm oldu.

"Bunu senin ya da Elfin'in bile bilme imkânı yokken ben nasıl bilebilirim ki?" Gözlerini gözlerimden ayırdığında bir müddet bekledikten sonra konuşmaya devam ettim. "Eğer o birinden gerçekten hoşlanıyorsa," demem üzerine ifadesi donuklaşınca yine birkaç saniye bekledim. "Senin yapman gereken ne, bunu düşünmen gerekiyor. Ve bana kalırsa ilk önce kendini düşünmelisin. Unutma, sen üzülüyorsun diye o da üzülür çünkü seni sevdiği bir arkadaşı olarak görüyor ama daha fazlası için adım atmaz."

Derin bir nefes aldıktan sonra, "Ben de bu durumdan mutlu değilim," deyince yavaşça başımı salladım. O da elini koluma koyup yanımdan geçerek yürümeye başlayınca ona ayak uydurdum. "Söylediğin her şeyin de farkındayım ama senin de dediğin gibi bir anda değişecek bir şey değil." Belli ki onda düşündüğümden fazlası vardı. "Haklısın, artık vazgeçmeyi bilmem gerekiyor."

Dudaklarımı birbirine bastırıp kolunu okşamaktan fazlasını yapamadım. Bir arkadaş olarak ona düşüncelerimi söylemiştim çünkü gerçekten üzülmesini istemezdim ama daha fazla konuşarak da üzerine gitmemeliydim. Ayrıca Elfin gerçekten birinden mi hoşlanıyordu? Kaşlarımı çatıp düşüncelere daldığım sırada stantın önünde durmuş, stantın arkasındaki adamla konuşan Lamar'ı bekliyordum. Bana da istediğim bir şey olup olmadığını sormuştu ama sudan başka bir şey istememiştim.

Biz geri döndüğümüzde arkadaşlarımız da oturdukları yerden ayaklanmışlardı. Lamar elindeki içinde birkaç parça kızarmış balık olan tabağı Emery'ye verirken ben de diğerlerinin yanına geçtim. Endymion'a yaklaşıp, "Neden kalktınız?" diye sorduğumda Endymion göz ucuyla Fallon'a baktı.

"Arkadaşının biraz midesi ağrıyormuş sanırım. Biz de geri dönelim dedik," deyince ben de Fallon'a baktım. Eli karnındaydı ama baş parmağı kasıklarına baskı uyguluyordu, büyük ihtimalle regl sancısı vardı.

Endymion'un yanından ayrılıp Fallon'a doğru ilerlediğimde ona yaklaştığımı fark edince bakışları bana döndü. "Çok mu ağrın var?"

"Katlanılmayacak kadar değil," deyip gülse de kaşları çatıktı.

Koluna girip, "Sana sıcak bir kahve yaparım, sonra dinlenirsin. Bu gece yatakta sen yat, ben koltukta yatarım," dediğimde başını salladı, reddetmedi, demek ki buna ihtiyacı vardı. "Belki çadırda kalırım."

Son cümlem onu güldürürken orman yolunda ilerliyorduk. "Sevgilinle kal tabii. Seni kurtlardan çakallardan korur."

Güldüm ama sanırım beni güldüren şey çakal demesiydi. Kamp alanımıza kadar onunla yürüdüm, yolda bana sevgilisinden bahsetti ve tahmin ettiğim gibi bu durum ben yokken gelişen bir şeydi. Fallon, dışarıdan ciddi ve ketum biri gibi dursa da ve aslında biraz öyle olsa da erkek arkadaşından bahsetmek yüzünün aydınlanmasını sağlıyordu. Onun için dileğim, ben yanlarında değilken de hayatının bu şekilde yolunda gitmesiydi.

Kamp alanına vardığımızda Ulrich ateş yakmak için işe koyuldu, ben de onların arasından sıyrılıp karavana girdim. Arkadaşım için şu an yapabileceğim tek şey sıcak bir kahveydi, hem kafein de ağrısı için yardımcı olurdu. Kahveyi hazırladıktan sonra koltukta oturmuş bekleyen Fallon'a verdim. O kahvesini ellerinin arasına alıp içerken yanından ayrıldım. Akşam yemeğimizi hazırlamamda kızlar da yardımcı olmuştu ve bu normalden daha kısa sürmüştü.

Aslında sabaha daha çok vardı ama dakikaların hızlı geçmesi beni duygusal olarak sarsıyordu. Akşam yemeği yendikten sonra ateşin etrafında oturduk. Beni içine çeken sessizliğe meydan okuyarak sürekli konuştum, onlarla güldüm, gülmelerini sağladım, konuşmaları için soru sordum. Bu diğerlerinin olmasa da Elfin'in dikkatini çekmişti, bakışlarından anlayabiliyordum ama ona bir karşılık vermedim. Biriktirdiğim onlarca anımın arasına bu son anımızı da ekledim. Gözlerim bir fotoğraf makinesi gibi hepsinin gülerkenki ânını kadraja aldı ve hafızamın en korunaklı yerinde saklamak için bu görüntüleri kaydetti.

Bazen, Astrid. Bazen en büyük ve en net tutulmayı içimizde yaşarız. Belki sen ölene kadar onlarca tutulma yaşayacak, bu tutulmalarda başrol olacaksın. Ama hiçbir zaman, bu geceki tutulmanın etkisinden kurtulamayacaksın.

Gece sonunda herkes köşesine çekildiğinde karavana doğru attığım adımı durdurup yönümü değiştirdim ve Endymion'un girmek üzere olduğu çadıra yönlendim. Çadırın içine girdiğinde beni fark etti ve gözlerini kaldırarak bana baktı. Onun bakışlarında beni korumak isteyen bir ruh vardı. Bazen bu ruhun, kendi koruyucu hayvanımdan bile daha çok etrafımda olduğunu hissediyordum. Belki de bu gözlerinin benim üzerimden hiç ayrılmamasıyla alakalıydı.

"Senin de sığabileceğin kadar bir yerim var," dedikten sonra kenara çekilip elini uzattı. Ona attığım gülüş buruktu. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra elini tutup eğilerek çadırın içine girdim. Bu çadır daha önce de kullandığım bir çadırdı. İki kişi sığabilirdi ama rahatça, yayılarak yatamazdı. Zaten ben büyük bir yatakta da olsam bu gece rahatça yatamazdım. Ben içeri girince çadırın fermuarını çekip dış dünyayla olan bağlantımızı bir nebze de olsa kesti. Ben uzanıp başımı onun ceketine koyarken o oturup yüzümü izlemeye başladı.

"Ağlamak istiyorsan burada ağlayabilirsin," deyince gözlerimi kaldırarak ona baktım. "Seni sadece ben duyarım. Bir de yan çadırda kalan Noris. Onu üzmüş olmazsın merak etme."

"Ağlamak için değil, seninle uyumak için geldim," dedim eline uzanırken. Bakışları şefkatle örüldüğünde elimi tutup yanıma uzandı. Onun kendi için bir yastığı vardı, ben de onun kolunu kendi yastığım yaptım.

"İstersen eve döndükten sonra karavanı teslim ederim ve akşamüzeri de Antares'e gideriz." Nefesi yüzüme çarparken parmakları da nefesini takip ederek yüzümde gezindi. "Abini de özlemişsindir."

"Özledim," diye mırıldandım gözlerim çenesindeyken. "Ama bir gece daha evde kalırız. Hem yol yorgunu olduğunuzdan dinlenmeniz gerekir hem de abimin park cezasını ödemeliyim."

"Nasıl istersen," dediğinde, gözlerimi çenesinden ayırıp gözlerine baktım. Çadırın sadece dışarıdaki ışıklandırmaların çadıra vurduğu kadarıyla aydınlıktı. "İyi olacaksın, ben buradayım."

"Bir süre iyi olmayacağım, ki bir süredir de zaten iyi değilim," dediğimde duraksadığını hissedince yutkundum. "Evet, her zaman yanımdaydın, yine yanımda olacağını biliyorum."

"İyi olmadığını bilmek, bunu senden duymaktan daha hazmedilebilirmiş," dedi içtenlikle, dudaklarımı birbirine bastırdım. Kolumu onun beline sardığımda kenarda duran kalın örtüyü üzerimize çekti, ardından örtünün üzerinden koluyla belimi sardı.

Hava soğuk olmasa da sanki Antarktika'daydım. Gücüm yoktu ve ne Antares'e gidebiliyordum ne de evime dönebiliyordum. Orada öylece donmayı bekliyordum. Bu bir histi, bir düşünceydi ama biliyordum ki kalbim bunun gerçeğini yaşıyordu.

"Gözlerine baktığımda bir his beni dürtüyor ve seni etkim altına almamı, içindeki o kötü hisleri köreltip seni sakinleştirmemi, hislerini engellememi söylüyor," dediği sırada yüzünü göremiyordum ama bir kadife gibi yumuşak olan sesi saçlarımda dolanıyordu. "O his, sana karşı duyduğum sevgi. Sevgim seni korumak için senin sınırlarını geçmemi istiyor. Ama beni durduran şey de yine o sevgi. Çünkü sana ve hislerine saygı duyuyor."

"Ben de gücünü o şekilde üzerimde kullanmanı istemem çünkü o şekilde hiçbir şeyin üstesinden gelemem."

Çenesini başımın üzerine yasladığında burnum boynuna sürtündü. "Biliyorum."

Yorgunluğum beni ikinci bir örtü gibi örttüğünde buna direnmedim. Bacaklarım onun bacaklarına dolanmış ve yüzüm onun boynunda gizlenmişken uykuya daldım. Yattığım tilki uykusundan uyandığımda nasıl uyuduysam aynı şekildeydim. Beni tilki uykumdan kaldıran şey de çadırın dışından gelen sesler olmalıydı. Endymion'u uyandırmamaya çalışarak doğrulmak istesem de ben doğrulduğum an o da gözlerini açmıştı. Uzanıp dudaklarımı onun dudaklarına bastırarak onu öptüm, benim için her dakikasını tedirgin geçirmesini istemiyordum.

"Günaydın," diye mırıldandım dudaklarından ayrılırken.

Gülümseyip, "Günaydın," dediğinde dağılmış saçlarını parmaklarımla düzelttim.

"Diğerleri uyandı sanırım, kızların sesini duyuyorum. Gitmeden kahvaltı yapmak isterler, onlara yardım edeyim," dedim, ben çadırın fermuarını indirirken Endymion da doğruldu. Çadırdan çıktığımda uykulu gözlerime ilk takılan, yeni uyandığı belli olan Noris'in çadırından çıkmaya çalışırken takılıp yerde yuvarlanması oldu. Bir an kendimi tutamayıp kahkaha attığımda irkilerek yerdeki kafasını kaldırdı ve bana baktı.

"Bu kadar güzel bir kadın nasıl böyle ürkütücü gülebilir ya?" Noris söylenerek yerden kalkmaya çalışırken dudaklarımı birbirine bastırdım ama sanki her an yine patlayacakmışım gibi geliyordu. "Gül gül, içinde tutma."

"Harika gülüyor benim bebeğim," dedi Fallon yanağımı sertçe öpüp.

Gülümseyerek ona döndüm. "Ağrın azaldı mı?" diye sorduğumda başını yavaşça salladı.

"Daha iyiyim. Bugün dönecek olmamız da iyi oldu, yoksa burada kıvranıp dururdum," diyerek dudak büktüğünde bir an yüzüm asılacak gibi oldu ama hızlı toparladım.

"Elimi yüzümü yıkayayım da kahvaltı edelim," deyip karavana doğru döndüm, bakışlarım karavanın kapısında duran Briella ile çarpıştı.

"Biz kahvaltıyı hazırladık zaten, sen işini halledip gel," dedi Fallon arkamdan, ona bakmadan başımı salladım. Briella ile olan bakışmamızı da kesip karavana bindim. İçim tekrar daralmaya başlamıştı.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi de fırçaladım ve ardından üzerimi değiştirmek için karavanın arka tarafına geçirdim. Kıyafetlerimin olduğu el valizinden sıcak tonlarda kahverengi bir şort etek çıkardım. Üzerime giyebileceğim bir şey ararken birinin arkamdaki varlığını hissediyordum. Krem rengi sıfır kol, kısa bir tişörtü elime alıp arkamı döndüğümde, Emery ile göz göze geldim. Şirin yüzünün arkasında dalgalanan sorguyu anlamam için onu tanıyor olmama gerek yoktu, Emery hislerini ve düşüncelerini her zaman belli eden biriydi.

"Bir şey mi oldu?" diye sorarken üzerimdeki tişörtü çıkartıyordum.

Kollarını göğsünün üzerinde toplayıp omzunu karavanın küçük penceresine yasladı. "Bazen alınan bir darbe, yıkılmaz denilen duvarda bile göçük oluşturur." Çıkardığım tişörtü valizin içine atarken duraksadım, göz ucuyla ona baktım. "Bazen bir şey olur, değişmem sanan insanı bir anda tümüyle değiştirir."

Kaşlarım çatılırken, "Ne demek istediğini anlamadım," dediğimde tebessüm etti.

"Ben burnumu her şeye sokmayı sevmem ama sen benim arkadaşımsın," derken sesindeki endişe birden kendini göstermişti. "Seni görmeyeli değişmişsin, her insan değişir, her insanın değişmesinin bir sebebi olabilir, bu çok anlaşılır." Doğrulup direkt onun gözlerinin içine baktığımda konuşmaya devam etti. "Tekrar gideceksin, değil mi?"

Aniden başımdan aşağı buz gibi sus dökülmüş gibi irkildiğimde bana olan bakışları derinleşti. "Bu nereden çıktı?"

"Seni bekleyen bir otobüs varmış gibi acelecisin." Dilimi ağzımın içinde döndürürken çatırdayan maskemi parçalanmaması için dört elle tuttum. "Bakışların, hareketlerin... Her şeyin aceleci. Bir insan neden acele eder, Astrid?"

Gülümsediğimde, maske ortadan ikiye ayrılmak üzereydi. Elimi onun omzuna koyarak, "Belli ki seni endişelendirmişim. Ama merak etme, böyle bir düşüncem yok," dediğimde bana olan bakışları değişmedi. "Sadece sizi görmeyeli aylar geçti ve dediğin gibi, insanlar her zaman değişime açıktır. Belki de senin acelecilik olarak gördüğün şeyin anlamı bende çok farklıdır."

Bir süre yüzümü izledi, bekledi, sonra da o da gülümsedi. "Yine de tekrar uzaklaşmaya ihtiyacın olduğunu hissedersen, bizim ne düşüneceğimizi dert etme. Biz seni anlarız."

"Bunu biliyorum."

"Kahvaltı hazır, bekliyoruz seni dışarıda," dedikten sonra o da benim omzumu okşadı ve arkasını dönüp gitti. O karavandan çıktığında aniden yığılır gibi yatağın kenarına oturdum. Hata yaptığım ve düşünmediğim nokta, onların Briella ya da Noris gibi yeni tanıdığım insanlar olmadığını unutmaktı. Uzun zamandır beni tanıyorlardı ve sakladığımı sandığım şeyleri görme ihtimalleri vardı.

"Artık kararım için tereddüt etmeme de gerek kalmadı," diye fısıldadım kendi kendime. "Yanlarında olduğum hâlde benim için endişeleniyorlar."

Dişlerimi sıkarak çıkardığım krem rengi tişörtü ve kahverengi şort eteği giydim. Kirlendiğini hissettiğim saçlarımı sıkı bir topuz yaptıktan sonra gerilen yüzümle karavandan çıktım. Yemek yediğimiz tahta bankların etrafında toplanmışlardı. Onlara bakarken yüzüm ifadesizdi, onlara doğru attığım her adımda ise yüzüm yavaş yavaş gevşedi, gülümsedim.

"Kızarmış sosisleriniz de geldi!" Ulrich elindeki büyük tabağı tabakların arasına koyduktan sonra gözleri beni buldu. "Senin için kızarmış patateslerim de var, Astrid, seversin."

"Teşekkür ederim," deyip ona öpücük attığımda güldü. Briella ile Noris'in arasına oturduğumda Briella önüme bir servis tabağı bıraktı.

"Yolda bir şey yiyemiyorum, o yüzden şu an yemek yerken lütfen beni rahatsız etmeyin," dedi Lamar önündeki tabağa yiyeceklerini doldururken.

Bedenimi arkaya doğru yatırıp Noris'in yanında oturan Lamar'ın omzuna vurdum. "Aç gözlülük yapma, beni utandırıyorsun."

Lamar gözlerini büyüterek bana bakıp, "Ben mi utandırıyorum?" diye abartılı bir sesle sorduktan sonra çatalıyla Briella'nın tabağını işaret etti. "O da tabağını dolduruyor, ona niye bir şey demiyorsun?"

"Sen benim yediklerimi mi sayıyorsun?" Briella gözlerini kısarak ona bakarken bir yandan da yanaklarını şişirerek ağzındakileri çiğniyordu. "Bir kere ben hareketli biriyim, yemeğe ihtiyacım var."

"Ben de hareketli biriyim."

"Ne yapayım?"

Lamar ona cins cins bakarken Briella da ona aynı bakışlarla karşılık veriyordu. Başımı iki yana sallayarak önüme döndüğümde Elfin'le bakışlarımız kesişti. Ona baktığımda aklıma ilk gelen şey Lamar'ın dün söyledikleri oldu. Lamar'ın dediği gibi birinden hoşlandığını ima ettiyse, bu Lamar'ı vazgeçirme isteğiyle alakalı da olabilirdi. Derin bir nefes alıp tabağıma yiyecek bir şeyler koydum, herkesin bir bildiği vardır.

Normalde kamptaki son günümüz ve son kahvaltımız daha yorgun ve sakin geçerdi ama bugün herkes daha bir enerjik görünüyordu. Benim aksime. Kahvaltımız bittikten sonra geriye yapılacak tek şey kalmıştı, o da tamamen toparlanmak. Biz çöpleri toplarken Lamar ve Noris aldıkları ikinci bankı da tekrar eski yerine götürmüştü. Endymion karavan önü çadırını kaldırırken Briella da Endymion ve Noris kaldığı çadırlarla ilgileniyordu.

En son kızlarla topladığımız çöpleri yaklaşık elli metre ilerideki çöp konteynerine götürüp attık. Biz döndüğümüzde her şey ilk geldiğimiz günkü gibi eski düzenindeydi. Ellerimi yıkadıktan sonra karavandan inip dışarıda dikilen arkadaşlarımın yanına gittim. Onlarla vedalaşmam gerekiyordu. Bunu garipseyeceklerdi çünkü aynı yere gidiyorduk ama bir şekilde yapmalıydım. Bunun onları göreceğim, en azından arkadaşım olarak görebileceğim son anlar olduğunu biliyordum.

"Direkt eve mi gideceksiniz?" diye sorduğumda Lamar başını yavaşça salladı.

"Sizin evin önünden geçersem yolu uzatmış olurum," dediğinde ben de başımı salladım. "Yine aynı yerde mola veririz ama."

"Sizi molaya kadar özleyeceğim," deyip dudaklarımı bükerek Emery ve Fallon'a aynı anda sarıldığımda kıkırdadılar. İçim parçalanıyormuş gibi hissediyordum ama buna rağmen ben de güldüm, hiç değilse bu şekilde şaka yoluyla onlara sarılabilirdim.

"Birden bebek gibi davranmanın sebebi umarım bir çıkarın olduğundan değildir," derken koluyla beni sardı Fallon. Emery duraksamıştı ama sonradan o da bana sarılmıştı.

"Ne çıkarım olacakmış?"

"Sanki farklı yerlere gidiyoruz," diye homurdandı Ulrich tam yanımızda dururken. Kollarımdaki Emery'nin irkildiğini hissettim. "Ama benim de canım sarılmak istedi."

Ulrich hepimize aynı anda sarılmaya çalışınca bu seferki gülüşüm içten olduğu kadar ağlamaklıydı da. Bir süre öyle kaldıktan sonra ayrıldık, özellikle Emery'nin gözlerine bakmaktan kaçındım. Elimi Lamar'ın koluna koyup, "Dikkatli sür," dediğimde bana küçümseyici bir bakış attı.

"Şoförlüğüm her zaman iyidir," derken de aynı küçümseyici bakışları atıyordu. Gülerek ona sarıldığımda ilk başta duraksasa da karşılık vermesi uzun sürmedi.

Her dikenli yolun dikeni güle ait değildir, Astrid. Bazı dikenler zehirlidir.

Lamar'dan ayrıldıktan sonra Elfin'e de gülerek sarıldım çünkü sarılmamam dikkat çekerdi ve eminim ki gülerek onlara sarılmam yeterince dikkat çekiyordu. "Hadi bakalım, yola koyulalım," dedim geri çekilirken. "Kahvem de bitti zaten, yol boyunca ne yapacağım?"

"Alırım sana kahve," dedi Endymion kolunu omuzlarıma sarıp beni karavana çekerken. Ona teşekkür etmeliydim çünkü birkaç saniye daha kalacak olsaydım ağlama isteğimi durduramazdım.

Karavana binmem ve karavanın kapısının kapanmasıyla yüz ifadem aynı saniyelerde değişti. Endymion sürücü koltuğuna geçtiğinde Noris ve Briella da koltuklara yerleşti. Ben ise ayakta dikiliyordum. Yine önden giden bizim karavanımızdı. Elimi mutfak tezgâhına bastırıp sesli bir nefes verdiğim sırada üzerimdeki gözlerin de farkındaydım. Şimdi yapmam gereken tek bir şey kalmıştı. Adımlarımı karavanın arka tarafına çevirdim. Çantama attığım telefonu elime alırken yatağın kenarına oturdum. Mesaj kısmını açtığım sırada parmaklarım titriyordu.

Astrid: Elfin?

Mesajı atıp bir süre bekledim. Direkt konuya girmek istemiyordum, yanında biri olabilir ya da mesajı gören olabilirdi. Birkaç dakikalık bekleyişimin ardından ekran tekrar aydınlandı.

Elfin: Efendim

Elfin: Bir şey mi oldu

Astrid: Diğerleri yanında mı

Elfin: Ön taraftalar. Telefonu almak için yanlarından ayrılmıştım

Astrid: Dinle beni. Bu saatten sonra onlara benimle ilgili herhangi bir şey söyleme. Adımı onlarlayken anma. Artık beni tanımıyorlar

Elfin: Ne

Elfin: Neyden bahsediyorsun Astrid?

Titrek bir nefes aldıktan sonra dişlerimi sıktım ve parmaklarımı buğulu gördüğüm ekranın üzerinde tekrar hareketlendirdim.

Astrid: Tanrılardan, bu kamptan sonra arkadaşlarımın beni unutmasını, eskide kalmış öylesine bir arkadaş olarak hatırlamalarını istedim. Artık beni yakın arkadaşları olarak görmüyorlar. Onlar için tamamen eski bir tanıdık gibiyim. Bu yüzden dikkatli ol. Mesajları silmeyi de unutma.

Mesajı gönderdikten sonra telefonu yatağa atıp gözlerimi camdan dışarıya, akıp giden yola çevirmek istedim ama çantamın içinde parlayan yüzey buna engel oldu. Gözlerimi çantaya indirdiğimde dün çektirdiğimiz fotoğrafları gördüm. Fotoğrafları elime aldığımda artık sadece ellerim değil, kalbim de titriyordu. Omuzlarımdan kalkan yükün hafifliğini hissetmedim çünkü onun yerine içime oturan ağır bir yük vardı. Artık daha ağırlaşmış hissediyordum.

Yol akıp gitti, bazen Noris, bazense Briella yanıma geldi. Ben gözlerimi hepimizin olduğu fotoğraftan ayırmadım. Ağlamadım da hiç. Sanki ağlamaya başlarsam karavanı durdurup onların da durmasını sağlayacak ve onların yanına gidecek, af dileyecek gibi hissediyordum. Gözlerimi fotoğraftan çekip arkaya baktığımda, arka camdan Lamar'ın karavanını gördüm. Direksiyonda Lamar vardı ve yanındaki koltukta oturan Fallon ile konuşuyordu. Gülüştüler, onları izledim.

Saatler sonra karavan, daha önce durduğumuz mola yerinde durduğunda sertçe yutkunup elimdeki fotoğrafı şort eteğimin küçük cebine attım. Noris ve Briella inmemişti, ayakta durmuş bana bakıyorlardı. Onlarla göz göz gelmeden karavandan indiğimde Endymion da inip, karavanın etrafında dolaşarak yanıma geldi. Başımı kaldırdım, arkamızda olan o karavan yanımdan geçip gitti, durmadı. Gözlerim karavanı takip ederken Elfin'in arka camdaki küçük perdeyi aralayarak bana baktığını gördüm.

Karavanın bizden uzaklaştığı ânı izlerken cebime attığım fotoğrafı çıkardım. Biz durduk ama onlar durmadılar çünkü artık onların hayatında bir yere sahip değildik. Değildim. Durduğum yerden bir nokta boyutuna inen karavandan gözlerimi ayırıp titreyen elimle tuttuğum fotoğrafa baktım. Kuruyan dudaklarım iki yana gerilirken gülümsedim ve sol gözümden akan o gözyaşı, onlar gibi benden uzaklaşarak yanağımdan kayıp asfalt zemine düştü.

🦂

Selaaam. Öncelikle okuduğunuz bölümü umarım sevmişsiniz❤️ Bana biraz duygusal hissettiren bir bölüm oldu.

Diğer bölüm gibi bu bölümde sakin, kendi hâlindeydi. Bundan sonrasına gelecek olursak, artık yavaşça hareketlenmemiz gerekiyor. Bu hareketlenme bir sonraki bölümle başlar ama küçük bir başlangıç olur. Astrid'in fark ettiği bir şey olacak... Öğreneceği de diyebiliriz.

Yaptığınız ve yapacağınız yorumlar için şimdiden teşekkürler, hepsini severek okuyacağım.❤️

11 Kasım 21:00'da yeni bölümü yayınlayacağım. Kendinize iyi bakın, görüşürüz. 🦂❤️

Continue Reading

You'll Also Like

335K 5.1K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
2.9K 307 1
Bir varmış, bir yokmuş. Karanlıktan canavarlar çıkarmış, hepsi öldürmek için var olmuş. Zaman zaman içinde, kandan kubbeler İstanbul'un göbeğinde. Bi...
907K 20.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
70K 2.1K 81
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi