AKREBİN KALBİ / TAMAMLANDI

By aycansrhmtt

182K 16.6K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
2. Antares
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
7. Güneş Tutulması
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
20. Çöl Nebulası
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
34. Solan Anılar
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
43. Siren
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3

13. Düğüm Çözen Melodi

2.9K 372 388
By aycansrhmtt

🎧Deep Drive, Drowning
🎧The Anix, Below

Beş evrenin de kapılarını açan o anahtarken ben, avucumun içine sıkıştırdığım bir anahtar benim en büyük korkumdu şu an.

Aylar sonra evimi görmek bütün bedenimi titretmeye yetmişti. Diğerlerine bakmadan sarsak adımlarla evime doğru yürüdüm. Verandaya çıkan merdivenlerin üzeri yapraklarla dolmuştu. Benim ardımdan bir kış geçmiş, ilkbahar gelmiş, yaza birkaç adım kalmıştı. Verandadaki ışıklar yanmıyordu ama sokak lambaları bahçemizi ve evimizin önünü aydınlatıyordu. Zorlukla yutkunduğum sırada merdivenleri çıkıp kapının önüne geldim. Titreyen elimle anahtarı sıkıca tutuyordum. Boğazımda yaşımdan çok düğüm vardı. Diğer elimi kapıya bastırdım, yavaşça kapıya sürttüm. Gözlerimin dolmaması için sürekli gözlerimi kırpıştırıyordum.

Sıkıca tuttuğum anahtarı kapının deliğine soktuğumda nefesimi tuttum. Briella'nın yanıma geldiğini göz ucuyla görmüştüm. Elini omzuma bastırdı, o omzumu tutmasaydı bedenimin zangır zangır titrediğini fark edemezdim. Kapının kilidini çevirip ittiğimde çelik kapı aralandı. Tuttuğum nefesi dışarı verdim. Ben kapıdan içeriye girdiğimde diğerleri de arkamdan beni takip etmişti. Sokak lambasının ışığı da içeriye, antreye yayıldı. Evin girişi son bıraktığım gibiydi. Ashton'ın evden çıkmadan önce üzerinden çıkardığı kapüşonlusu hâlâ merdivenin kenarında duruyordu. Buruk bir his etrafı sardı, gülümsedim.

Sol tarafımdaki kapı oturma odasına, salona açılıyordu. Sağ tarafta ise mutfak vardı. Tam karşımda bir banyo ve banyonun hemen yanında da üst kata çıkan ahşap merdivenler vardı. Aynı zamanda bu katta bir misafir odası da vardı. Üzerimdeki montu çıkarırken salona girdim. Elimi duvara uzatıp ışıkları açtığımda sarı ışık büyük salonumuzun her yanını aydınlattı. Montu geniş, koyu yeşil köşe takımının üzerine bıraktım. Solumda kalan, yemeklerimizi yediğimiz masanın üzeri tozlanmıştı. İçeride de yoğun bir toz kokusu vardı. Tam karşıdaki, bahçeye açılan sürgülü camı açtığımda temiz hava içeri doldu.

"Güzel bir eviniz varmış," dedi Briella kendini koltuğa atarken.

Noris dış kapıyı kapatıp içeri girdi, Endymion ise etrafı inceliyordu.

İçimde kaynayıp duran, dışarı taşmak için uğraşan o özlemi yutkunarak bastırmaya çalıştım.

"Bu geceyi burada geçirelim, sabah olduğunda ne yapacağımızı düşünürüz," derken terleyen ellerimi birbirine sürtüyordum. Bir an önce üst kata çıkma isteğiyle, "Biraz dinlenelim. Mutfağın yan tarafında bir misafir odası var, orada biriniz kalabilir. Ashton'ın odasını da kullanabilirsiniz. Briella da benimle kalır," dedim.

Briella kaşlarını indirip kaldırdığında gülerek gözlerimi devirdim. Evimde olmak çekilen enerjimi biraz da olsa yerine getirmişti.

"Ben burada kalırım, siz gidip dinlenin," dedi Endymion, ardından ceketini çıkarıp koltuğa oturdu.

"Ben de misafir odasında olurum," derken gömleğinin kol düğmesini açıyordu Noris.

"İyi o hâlde, biz de yukarıda oluruz," deyip ayaklandı Briella. Onları arkamızda bırakıp salondan çıktık. Merdivenleri aşarken heyecandan kendi içime sığmıyordum. Adımlarım hızlandığında Briella'nın arkamdan güldüğünü duydum.

"Ani değişen ruh hâllerinize ayak uyduramıyorum. Bir de bana dengesiz derler."

Ona aldırmadan odamın kapısını açıp içeri girdim. Aynı toz kokusu odamda da vardı. Işığı yaktığımda ağlamamak için yanağımın içini ısırdım. Geniş yatağım bıraktığım, en son hatırladığım gibi düzenliydi. Evden ayrılmadan birkaç ay önce almıştık. Tek kişilik olan yatağımdan uyurken girdiğim saçma şekiller yüzünden sürekli düşüyordum ve her ne kadar bu durumdan şikâyetçi olmasam da Ashton daha büyük bir yatak almıştı. Yatağım odanın ortasına doğru uzanıyordu ve penceremin önündeydi. Bir tarafta kıyafetlerim için büyük bir dolap verken diğer tarafta çalışma masam ve küçük bir kitaplık vardı.

"Ashton'ın odası boştaysa ben orada kalırım, sen de odanla özlem gider," dedi Briella kapının önünde dikilirken.

"Sorun değil, benimle de kalabilirsin," dediğimde omuz silkti.

"Seninle uyumak güzel olabilirdi ama rahat rahat yayılarak uyumak ve bu harika bedeni dinlendirmek istiyorum," derken elleriyle bedenini göstermişti.

Gülerek, "Sağdaki oda," dedim. Bana göz kırptıktan sonra odamdan çıkarak kapıyı kapattı.

Kendimi sırtüstü yatağa attıktan sonra derin bir nefes aldım. Evimi bir daha hiç göremeyecekmiş gibi hissetmiştim. Buraya gelmeden önce çok karın ağrısı çekmiştim, o karın ağrısı hâlâ yokluyordu ama özlemim de şifa gibiydi. Odamın tavanını izlerken bütün anılarım zihnime sızdı ve burnum sızlamaya başladı. Kollarımı iki yana açarak uzanmaya devam ettim. Şu an eksik olan tek şey abimdi. Bu eve onunla birlikte girmeyi çok isterdim. Şu an büyük ihtimalle beni düşünüyordu ve yine büyük ihtimalle o da yanımda olmak istiyordu.

Sıkıntıyla doğrulup oturur pozisyona geçtiğimde, arkamdaki camdan bir ses geldi. İrkilerek cama baktım. Bana öyle gelmiş olabileceğini düşünecekken o tık sesini tekrar duymuştum. Kaşlarım çatıldı, pencereye doğru ağır hareketlerle yaklaştım. Aralık duran perdemi kenara çekip camdan dışarı baktım. İlk başta beni karşılayan tek şey boş bir bahçeydi ama sonrasında zıplayan bedeni gördüğümde çığlık atarak penceremi açtım.

"Elfin!"

Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle ona baktım, pencereden dışarı doğru sarkmıştım. Beni gördüğünde gözleri iri iri açıldı ve olduğu yerde zıplamaya devam etti.

"Yanılmamışım! Dönmüşsün!" O da benim gibi bağırarak konuşuyordu.

"İçeri gel hemen," diye heyecanla konuştuğumda başını sallayıp koşarak evin diğer tarafına, kapıya doğru ilerledi. Yatağın üstünden zıplayıp yere atladım. Hızlı adımlarla odamdan çıkarken ellerim titriyordu. Beni unutmamıştı. Herkesin beni unuttuğunu düşünmüştüm ama arkadaşım beni unutmamıştı.

Merdivenlerden gürültüyle inince Noris korkuyla salondan çıktı. Yüzümdeki gülümsemeyi görünce duraksamıştı. Aceleyle dış kapıyı açtım, kapıyı açmamla ağırlığını üzerimde hissetmem bir olmuştu. Çığlık atarak boynuma atladığında gülmemi durduramıyordum. Kollarımı beline sarıp ona sıkıca sarıldım. Arkadaşımı gerçekten çok özlemiştim, ağlamak üzereydim.

"Bir daha seni göremeyeceğim sandım," derken sıkıca sarılmaya devam ediyordu. Sesinin boğuk geldiğini görünce yavaşça ondan ayrılıp yüzüne baktım. Kahverengi saçları son hatırladığım gibi uzun değildi, omuz hizasında kestirmişti. İri, buzulları hatırlatan mavi gözleri dolu dolu bana bakarken benim de gözlerim dolmuştu. Kollarımı tekrar ona sardığımda anında karşılık verdi.

"Haber veremediğim için üzgünüm, Elfin," diye mırıldandım. Aylarca benden haber alamadığı için delirmiş olmalıydı. Diğerlerinin gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Hatta Briella'nın bile merdivenlerde durmuş bizi izlediğini görmüştüm. Arkadaşımı içeri çekip salona doğru yürüttüm. Ellerim hâlâ titriyordu. Beni unuttuklarını düşünmüştüm ve şimdi öyle olmadığını görmek içimdeki ağır bir yükü kaldırmıştı.

Elfin ile dört, beş yıldır arkadaştık. Babasının işleri nedeniyle Türkiye'den ayrılıp buraya, Philadelphia'ya yerleşmişlerdi. Senelerdir tanışıyor olsak da ailesini hiç görmemiştim, oturdukları ev bize yakın değildi ve ailesi de sürekli iş seyahatlerinde oluyordu. Annesini bir kez uzaktan görebilmiştim. Elfin deli dolu bir kızdı ve onunla geçen her ânım keyifliydi, bir kez olsun aramızda sorun yaşanmamıştı.

Saçını kulağının arkasına sıkıştırıp koltuğa oturduğunda gözleri bendeydi. Sanki her an gözlerinin önünde kaybolacakmışım gibi gözlerini benden ayırmıyordu. Ona içten bir şekilde gülümseyip hemen yanına oturdum.

"İyi misin? Nerelerdeydin?" diye sorarken merakla bana bakıyordu. Uzanıp ellerimi tuttu. "Evin ışıklarının yandığını görünce hırsız sandım ama senin odanın ışığını da gördüm. Bir hırsız bütün ışıkları açmazdı. Hemen geldim."

"Nefes al biraz," derken onun bu hâline gülmüştüm. Dudaklarını birbirine bastırdı ama hâlâ aynı merakla bana bakıyordu. Ona yalan söyleyecek olmak canımı sıktı. "Biliyorsun, abim de ben de zor zamanlar geçirdik. Biraz uzaklaşmak istemiştik."

Ona tatile gittiğimi söyleyemezdim. Haber vermeden gitmeyeceğimi, gitsem bile bunca ay onu habersiz bırakmayacağımı bilirdi. Telefonumun çekmediği bir yer olduğunu söylesem, buna da inanmaz, bir şekilde ulaşmanın yolunu bulabileceğimi düşünürdü. Yaşadığımız şeyden sonra uzaklaşmak istediğimi söylemem onun sorularının önünü keserdi çünkü anlayışlıydı, bu konuda üzerime gelmezdi.

"Sizin için çok endişelendim," dediğinde sesi kısılmıştı. "Uzaklaşmak isteyebileceğinizi düşünmüştüm ama hiç haber alamadığımdan daha da korktum."

Ellerini tutup sıktığımda gözlerimin içine baktı, arkadaşıma gülümseyerek baktım.

"İyiyiz," dediğimde yavaşça başını salladı. Göz ucuyla Endymion ve Noris'in koltuğun kenarına oturduğunu gördüm. Briella salonun kapısında dikiliyordu.

Elfin onlara baktığımı görünce gözlerini baktığım yöne çevirdi. Sanki onları yeni fark ediyormuş gibi irkildi ve bakışları bana döndü. Evet, şimdi bunun için de bir şey düşünmeliydim.

"Arkadaşlarım," dediğimde kaşları çatıldı. "Endymion, Noris ve Briella," derken tek tek hepsini göstermiştim. Onlar başlarını sallayarak selamlarken Elfin'in bakışlarında bir sorgu yakalamıştım. "Bu da Elfin," dedim onlara bakarak, Noris'in gözleri kısıldı. Diğerlerinin aksine o daha dikkatli bakıyordu. "Yıllardır en yakın arkadaşım."

"En yakın arkadaşımdan aylar sonra haber alıyorum," derken homurdanmıştı. Gözlerimi devirerek güldüm. "Ashton nerede? O dönmedi mi?"

Göğsüme oturan yumruyla zorlukla yutkundum.

"O gelmedi, ben de yarın yanına döneceğim," dediğimde bakışları hızla yüzümü buldu. Yüzüne dağılan şaşkınlığa üzüntüyle baktım.

"Yine mi gideceksin?" dedi, sesi aniden parçalanmıştı, bu kendimi daha kötü hissetmeme neden oldu.

Başımı yavaşça sallayıp, "Almam gereken birkaç eşyam vardı," diye fısıldadım.

"Seni yine mi göremeyeceğim?" Ona bakamadım. Ellerimi birbirine bastırdığım sırada gözlerim Endymion'un gözlerine takıldı. Güven veren gözlerinde anlayış da vardı.

"Bu şehirde yaşamak bana iyi gelmiyor, Elfin," diye mırıldandım. "Abime de iyi gelmiyor. Şu an bile burada zor nefes alıyor gibiyim."

"Seni anlıyorum," deyip iki elimi de avuçlarının içine aldı. "Nerede iyi hissediyorsan orada olmanı isterim. Öyle de yapmalısın. Nerede olduğunu söylersen ben senin yanına gelirim. Bizim çocukları da getiririm hem."

Duraksayarak ona baktım. O bana böyle bakarken ona bir şeyleri anlatamamak çok zordu.

"Elfin'di değil mi?" Elfin irkilerek Endymion'a baktığında ben de gözlerimi ona çevirdim. Elfin başını sallayınca, "Ona biraz daha zaman tanı lütfen," dedi kibar bir sesle.

Arkadaşım kafası karışmış gibi ona bakıyordu. Yerine oturmayan şeyler olduğunu düşünüyor olmalıydı, bunun farkındaydım. Bir süre sessiz kaldı, onun sessizliği beni de durgunlaştırmıştı. Ardından bakışlarını bana çevirdi. Gözlerindeki anlayış beni buruk bir şekilde gülümsetmişti.

"Pekâlâ," diye mırıldandı. Kollarını boynuma sarıp bana sarıldı. "Haber vermeni bekleyeceğim."

Kollarımı beline sarılıp onu kendime bastırdım. Onu bu şekilde kandırmak kalbimi paramparça ediyordu ama ona anlatamazdım. Bu birilerine anlatabileceğim bir şey değildi, delirdiğimi düşünebilirlerdi. Onlara bunu kanıtlayamazdım da. Kanıtlamaya çalışırsam abim gibi bir evrenin içine sıkışabilirlerdi.

Gece yarısına kadar birlikte oturup konuşmuş, buradan gitmem, tekrar gelmem ve yine gidecek olmam konusunu hiç açmamıştık. Her şey aynıymış gibi gülüşerek birbirimize bir şeyler anlatmıştık. Dakikalar geçtikçe diğerlerine de alışmıştı, onlarla da birkaç cümle de olsa konuşmuştu. Normalde üçü arasında en sıcakkanlı olan Noris'ti ama o diğerlerinin aksine çok konuşmamıştı. Dikkatimi çeken şey de bakışlarıydı.

Buradaki diğer arkadaşlarımdan da bahsetmişti Elfin. Onların da beni merak ettiğini biliyordum ama bundan bahsetmemeyi seçmişti. O gitmeden önce ona bir söz vermemiştim. Çünkü onunla bir daha ne zaman haberleşebilirdim bilmiyordum ve bu konuda da onu kandırıp her an beni beklemesini istemiyordum. Şimdi coşkuyla boynuma atladığı kapının önündeydik. Yüzünde boynuma atlarkenki o ifade yoktu, buruk bakıyordu. Ona o kadar sıkı sarıldım ki, kemikleri acımış olsa da sesini çıkarmadı. Kemiklerim ağrırken sesimi çıkarmadım. Arkasına baka baka benden uzaklaştı.

"Tuhaf," diye mırıldandı Noris bize arkasını dönüp salona geri dönerken.

Kalbime oturan ağrıyla zorlukla yutkunduğum esnada omzumda bir el hissettim. Briella elini omzuma koyup yavaşça okşadı. Elfin tamamen gözden kaybolduğunda kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Sonrasında ise sessizce odama dönmüştüm. Yatağıma girdiğimde her ne kadar bedenim gevşemiş olsa da o ağırlığın gitmeyeceğini biliyordum.

Zor uykuya daldığım gecenin sabahında ise gözlerimi açmak da uykuya dalmak kadar zor olmuştu. Yattığım yerde gerinerek bedenimi esnettim. Başımda koca bir ağrıyla uyanmıştım. Saç diplerimi yavaşça çekiştirirken yataktan kalkıp odadan çıktım, üst kattaki banyoya doğru ilerledim. Ayaklarımda tonla yük varmış gibi yere çekiliyordum. Dalgınlıkla aniden banyoya girmemle bir çığlık duydum, irkilerek geri çekildim.

"Rahatça çişimi bile yapamayacak mıyım?" Briella'nın attığı çığlık, uykumu iyice açmıştı. Klozette oturmuş bana öylece bakarken aniden gülmeye başladım. Güldüğümü görünce kaşlarını çatmıştı.

"Özür dilerim, dalmışım," dedim gülüşlerimin arasından. Briella işini halledip iç çamaşırını yukarı çektikten sonra sifona bastı.

"Neyse ki görmediğin bir şeyi görmedin," derken suyu açıp ellerini yıkamaya başlamıştı.

Homurdanarak, "Evet, ilk karşılaşmamız da sen çıplakken olmuştu," dediğimde sırıttı.

"Aynı şekilde karşılık vermek istersen hiç hayır demem," dediğinde içeri girip omzumla onu ittim, bunu onu güldürmüştü.

Uyumadan önce giydiğim şortu indirip klozete oturduğumda kaşlarını kaldırarak bana baktı. Onu umursamadan elimi gitmesi için ileri doğru salladım. Bana bakıp sırıttıktan sonra banyodan çıkarak kapıyı kapattı. Ben de onun arkasından işlerimi halledip lavaboya yöneldim. Ellerimi yıkayıp soğuk suyu yüzüme çarptım. Başımdaki ağrı biraz olsun hafiflemişti.

Kenarda duran havluyla ellerimi kurularken Elfin'i düşünüyordum. Antares'teyken onları düşüncelerimden uzaklaştırmak çok zor olmuştu. Şimdi tekrar o düşüncelerin arasına sızmışlardı ve baş etmem yine uzun sürecekti. Banyodan çıkıp merdivenlere yöneldiğimde alt kattaki sesler kulaklarımı doldurdu. Noris'in sinirli sesini duyuyordum.

"Her yeri batırdın," dedi Noris sinirle, ben mutfağa girmeden önce. "Astrid seni mahvedecek."

"Abartma," dedi Endymion, mutfağın kapısında durup onlara baktım. Endymion elindeki tabağı mutfaktaki yemek masasına götürürken gözleri bana kaydı.

"Ne yapıyorsunuz siz?" diye sorarak içeri girdiğimde, Noris omzunun üzerinden bana baktı.

"Gitmeden önce kahvaltı edelim dedim," dediğinde Noris, kaşlarımı kaldırdım.

"Aylardır evde değildik, bunları nereden buldunuz?" Soruma karşılık sırıttığında gözlerimi kıstım.

"Ashton bana kartını vermişti gelmeden önce," dedi, şaşkınca ona baktım. Beni düşünmüş olmalıydı. "Sokağın sonundaki marketten bir şeyler aldım ben de."

"İyi düşünmüşsünüz," derken sandalyeyi yavaşça çekip oturmuştum. Mutfak gerçekten bahsettiği kadar kötü hâldeydi ve yanık kokusu da her yanı sarmıştı. "Çıkmadan önce bu dağınıklığı da toparlarsanız çok sevinirim."

"Ben bir şey yapmadım," dedi Briella ellerini kaldırarak, yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

Noris ters ters Endymion'a bakarken Endymion onu umursamadan masadaki yerini aldı. Birlikte sakin bir şekilde kahvaltımızı yapmaya başladığımızda herkes göz ucuyla birbirine bakıyordu. Bir an bu durum gerçekten beni güldürecekti. Normalde de birlikte kahvaltı ediyorduk ama sanırım masadaki az sayıda kahvaltılık hepsini mutsuz etmişti.

"Garajdaki araba sizin mi?" Endymion'un sorusuyla gözlerimi tabağımdan ayırıp ona baktım.

"Evet, Ashton'ın," dedim sakince, o da başını salladı.

"Arabayla gidebiliriz diye düşündüm," demesi üzerine Noris ona baktı.

"Arabayla gitmemiz uzun sürebilir. Sizi aynı şekilde götürebilirim. Benim açımdan fazla enerji kaybı ama hallederim," deyince başımı iki yana salladım.

"Antares'e dönerken de yardım etmen gerekecek," deyip kızıl gözlerine baktım. "Senin için gerçekten yorucu olur."

"Sorun değil, halledebilirim. Vakit bizim için önemli." Çatalını yavaşça masaya bıraktı. "Umarım başka bir sorun çıkmaz."

Son cümlesi masaya çöktüğünde herkes sessizleşmişti. Kahvaltımızı bitirdikten sonra odama geri döndüm ve üzerime giymek için temiz kıyafetler çıkardım. Kıyafetlerimi bile özlemiştim. Keşke onları da götürebilseydim ama hem yanımda bir şey taşıyamazdım hem de orada da birçok yeni kıyafetim olmuştu.

Siyah bir kot şortu bacaklarımdan geçirdikten sonra üzerime de ince, beyaz renkte bir askılı giydim. Ayaklarıma çorapları geçirdiğim sırada gözlerim dolabımdaydı. Briella için de birkaç kıyafet ayarlamalıydım, temiz şeyler giymek isteyebilirdi. Spor ayakkabılarımı giydikten sonra dolaba yöneldim. Hava sıcaktı, bu yüzden onun için de bir şort ve askılı çıkardım. Aldığım iç çamaşırı takımını da kıyafetlerin üzerine koyup odanın kapısını açtım.

"Briella!" Merdivenlere doğru seslendikten sonra bir süre bekledim. Çok sürmeden merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Son basamakları çıkarken elimdekilere bakıp gülümsedi. "Sen de üzerini değiştir, daha rahat edersin," dediğimde başını sallayarak elimdeki kıyafetleri aldı ve odaya girdi. Kapanan kapıya omzumu yaslayıp beklemeye başladım.

Bir süre sonra, "Bu şeyin gerçekten benim göğüslerime olacağını mı düşündün?" diye seslenince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tanrım, bu kadının gerçekten göğüsleri yokmuş, görmeme hiç gerek kalmadı."

Onun bu isyanına kıkırdarken merdivenlerin sonunda duran Endymion ile göz göze geldim. Neden güldüğümü anlamak ister gibi beni inceliyordu. Yaslandığım kapı aniden açılınca geriye doğru sendeledim.

"Bu şey bana olmadı," deyip elinde tuttuğu sütyeni bana doğru uzatınca gözlerim irileşti. Sütyeni ellerimin arasına bırakıp arkasını döndü. Endymion'un varlığı onun için hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi yanından geçip gitmişti. Şortum kalçalarını tamamen sarmıştı. Askılı penye de yeni bir deri gibi ona yapışmıştı. Gerçekten her şeyin yakıştığı bir kadındı.

Elimdeki sütyenle öylece durmuş onun arkasından bakıyordum. Sonra Endymion'un varlığını hatırladım. Elimdeki sütyeni aniden odanın içine fırlatıp kapıyı kapattım, sırıtarak ona baktım. Kaşlarını kaldırarak bana baktıktan sonra arkasını dönüp merdivenlerden inmeye başladı. Briella'nın bu hâllerine alışık olmalıydı. Gerçi ben de alışmıştım. Onların arkasından ben de alt kata indim. Üçü de antrede durmuş beni bekliyorlardı.

"Hazırsanız gidelim," dedi Noris hepimize tek tek bakarak.

Başımı sallayarak onlara yaklaştım. Yine aynı şekilde Noris'in elinden fırlayan iki ip, Endymion ve Briella'nın bileklerine dolandı. Diğer elinden fırlayan ip ise benim bileğime dolanmıştı. Noris gözlerini kapattığında son kez evime baktım. Birkaç saniye içinde buradan gidecektim ve bir daha ne zaman evime geleceğimi bilmiyordum. Yutkunarak gözlerimi yumduğumda, bize ait o sesler geçmişten çıkarak evin içine dağıldı. Abimin ve annemin gülüşlerini duyabiliyordum. Annem bir adama sesleniyordu. Seslendiği adamın babam olduğunu biliyordum ama babamın sesini duyamadan bedenim o evin içinden silinmişti.

Gözlerimi tekrar araladığımda ise yanağımdan süzülen gözyaşı boynuma doğru yol aldı. Bir ormanın içindeydik, kimse yoktu, sadece kuşların sesini duyuyordum. Diğerleri fark etmeden boynuma akan gözyaşını avucumla silip etrafıma bakındım. Bu adaya daha önce gelmiştim, birçok ormanlık alan vardı ve bu da onlardan biri olmalıydı.

"İlk nereden başlayacağız?" Noris'in sorusuyla ona baktım. Gözleri kısıktı, bedeni şimdiden enerji kaybetmiş olmalıydı. İçimdeki korumacı hisle ona yaklaşıp koluna dokundum. Koluna dokunmam ona iyi gelmiş gibi gözlerimin içine baktı.

"Douglas, taş kalıntılardan bahsetmişti," deyip diğerlerine baktım. "Adanın güneyinde kalıyor, gölün kenarında."

"Briella," dedi Endymion. "Tam olarak nerede olduğumuza gidip bir bak."

Briella başını sallayıp aniden koşmaya başladı, birkaç saniye içinde gözden kaybolmuştu. Umarım o hızla koşarken birine yakalanmazdı.

Ellerimi belime koyup kendi etrafımda dönerek nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Ağaçların arasından gölü görebiliyordum ama çok da yakın değildi. Birkaç dakika sonra Briella koşarak yanımıza gelmişti. Bu kadar hızlı olmasına şaşıracak gibi oldum ama sonra aklıma şaşırmam gereken en son şey olduğu geldi.

"Güneye yakınız," dedi ellerini beline yerleştirirken. "Şu yoldan," deyip arkamdaki patika yolu gösterdi, "gidersek çok sürmeden güneyde oluruz."

Başımı sallayıp, "Kalıntıların bulunduğu yerde bir bayrak direği var, onu görebilirsek daha kolay olur," dedim, hatıralarımda bu bilgi tazeydi.

Hiç değilse şimdi ne yapacağımızı biliyorduk. Briella'nın gösterdiği patika yola girdik. Ağaçların arasında sessizce yol alırken etrafta kuş seslerinden başka bir ses duymamıştım. Sanırım bu kesimde şu an için insan yoktu.

Dakikalarca ormanın içinde yürüdük. Bir yandan da başımı kaldırıp bir direk görüp göremeyeceğime bakıyordum. Orman yolundan çıkıp normal bir yola girdiğimizde, şimdi gölü daha net görmüştüm. Aynı zamanda birkaç araba da görmüştüm. Burada gezinen insanlar olmalıydı. İnsanlar varsa normal davranmalıydık, şimdiden biraz tedirgin hissetmiştim.

Kaldırımın üzerinden geçip çimlere ayak bastığımda karşımdaki görüntü bir an tanıdık gelmişti. Durup gözlerimi yumdum, arkamdaki adım sesleri de kesilmişti. Gözlerim kapalı bir şekilde anılarımın içindeki o görüntüyü aradım.

"Şu direk mi?"

Gözlerimi hızla açıp Noris'in parmağıyla gösterdiği yere baktım. Gölün kenarında olan, bizden çok da uzakta olmayan, ucunda ülke bayrağının dalgalandığı direğe baktım. Dudaklarım yukarı kıvrıldığında içimi bir heyecan sarmıştı.

"Evet, o," deyip bacaklarımı hareketlendirdim. Ben gözlerimi direğe dikmiş bir şekilde yürürken onlar da beni takip ettiler. "Bunların savaştan kalan kalıntılar olduğunu duymuştum. İki yüzyıl önce olmuş bir savaş."

Noris hızlı adımlarla bana yaklaşıp, "İyi de, ilk gardiyanlardan kalmaysa bu kutu, çok daha öncesine dayanır," dedi, bu konuda haklıydı.

"Kutu daha öncesinde de konmuş olabilir, sonuçta toprak hep buradaydı. Değişen şey üzerindeki yapılar," dediğinde Endymion, ona da hak vermiştim.

"Umarım bir şeyler bulabiliriz," dediğim sırada kalıntıların olduğu alana yaklaşmıştık.

Belki de eskiden taştan bir ev ya da sığınak olan ama şimdi sadece çok az bir taşı kalan yapıya bakarken yutkundum. Aslında burada pek de bir şey yoktu. Bu yapı haricinde yerlerde taşlar haricinde çeşmeye benzer bir yapı da vardı. Toprağın altında bir şey varsa bile ne burayı kazanabilirdik ne de kazıp kazmamamızın gerekip gerekmediğini bilmiyorduk. Fikirlerim tıkanmıştı.

"Şimdi ne yapacağız?" Briella kollarını göğsünün üzerine toplayıp etrafına baktı. Yanımızda uzanan göl hafifçe dalgalanıyordu.

"Burayı kazmamıza izin vermezler," dedim düşünceli bir ifadeyle yıkık yapıya bakarken. Yanaklarımın içini şişirince gözlerim kısıldı. Bir şeyler düşünmeye çalışıyordum ama beynim durmuş gibiydi.

"Odaklanmaya çalışsan?" Gözlerimi Endymion'a çevirdim. "Şuraya otur ve biraz düşün, gözlerini kapat. Hatta Noris de yanında olsun. Belki enerjiniz bir işe yarar."

Noris ellerini birbirine çarpıp aniden yere çökerek çimlerin üzerine oturdu. "Yapacak bir şeyimiz yoksa her fikri gözden geçiririz." Yoldan geçen birkaç insan tuhaf bir ifadeyle bize bakıyordu. Noris'in ısrarcı bakışlarını görünce omuz silkerek yanına oturdum.

"Meditasyon mu yapacağız yani?"

Noris gülerek, "Onun gibi bir şey," dediğinde dudak büktüm.

Endymion dikkatli gözlerle bizi izliyordu, Briella ise her şeyden kendini soyutlamış ve çimlere uzanmıştı. Bağdaş kurarak oturup ellerimi dizlerime koydum. Noris de elini dizimdeki elimin üzerine koyarak gözlerini yumdu.

Tam gözlerimi yumacakken, "Etrafa bakınacağım, bir şey olursa seslenin," diyen Endymion'la gözlerim ona kaydı. O ise arkasını dönmüş, çeşmeye benzeyen taş yığınının olduğu yere doğru yürüyordu. Bir an duraksasam da omuzlarımı dikleştirip gözlerimi yumdum. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum ama aklıma ilk gelen şey, duvara dokunduğumda gördüğüm o görüntüler oldu.

Douglas'ın adanın üzerine doğru havalandığı ânı tekrar hayal ettim. Üzerinde asılı duran kutuyu düşündüm. O kutuya odaklanmaya başladım. Bunları düşünürken gölün hafif dalgalanışını, esen ılık rüzgârı, kuşların sesini ve insan seslerini net bir şekilde duyabiliyordum. Yakınımızda, bu kalıntı alanında olmasa da adada insanlar vardı. Sanki adanın diğer ucundaki insanların bile seslerini duyabiliyordum. Noris de bu kadar iyi duyabiliyor muydu? Sanırım onun sayesinde duyabiliyordum.

Derin bir nefes aldığımda, göğsüm havalandığında ve kalbim tekleyerek attığında, içimde bir sıcaklık hissettim. Kanımdan daha sıcaktı. Şişen kalbimin etrafını, turuncu iplerin sardığını hisseder gibi olduğumda anlık panikledim. Dikkatimin dağılmaması için odaklanmaya çalışırken Noris'in elimin üzerindeki elinin kasıldığını hissetmiştim.

Birkaç dakika boyunca o ipin yavaş yavaş kalbimi sarışını hayal ettim, bu hayalden çok uzak, sanki gerçekmiş gibiydi. Kollarımdaki tüyler soğuk bir rüzgârla karşılaşmış gibi diken diken olmuştu. Daha sonra ise her şey bir anda olmuştu.

Kalbime sarılan o ip nefesimi kesti, gözlerim aniden açılıp ileride bir noktaya dikildi. Gözlerim açık olsa da baktığım yeri görmüyordum, gözümün önünden yüzlerce sahne geçiyordu.

Bu tarihi yeri gezen insanları gördüm, zaman geri sardı. Burada yaşananları gördüm, zaman daha da geri sardı. Savaşı gördüm. Savaştan öncesini gördüm. Onlarca yıl geçiyor, her günü tek tek görüyor, her gün birkaç saniyeymiş gibi hızla akıyordu.

Sonra ortam değişti. Bulunduğumuz yer boş bir alandı, ağaçlar yoktu, insanlar yoktu, yapılar yoktu.

Baktığım yerden bir adam bize doğru gelirken elinde bir kutu tutuyordu. Yüzünde hem her şeyi kazanmış bir ifade hem de her şeyini kaybetmiş bir ifade vardı. Elindeki kutuyu yere bıraktı. Bir süre kutuyu izledi, şimdi yüzünde sadece kaybetmişliğin getirisi olan o ifade vardı.

Elini kutuya uzattığında kutu içinde canlı bir şey varmış gibi sallanmaya başladı. Kesilen nefesim göğsümü bir ateş topu gibi yakarken gözlerim o kutudan ayrılmıyordu. O kutu, gözlerimin önünde bir kaya parçasına dönüştü. Bu nasıl olmuştu? Toprağın altından çıkan o siyah ipleri gördüğümde bedenim titremeye başlamıştı. Noris'i artık hissedemiyordum.

Siyah ipler kayanın etrafını bir sarmaşık gibi sardığında, adam yere çöktü. İki kafa büyüklüğündeki taşı kucaklayıp göle doğru yürümeye başladığında hâlâ onu izliyordum. Nefes almam gerekiyordu. İyi hissetmiyordum.

Adam yürüdükçe arkasından uzanan ipi gördüm. Sanki bir ip vardı, bir ucu toprağın içine gömülüyken diğer ucu kayaya sarılıydı. İri yapılı adam gölün kenarında durdu. Bir şeyler fısıldıyordu. Ne söylediğini anlayamıyordum. Elindeki taşı kaldırıp gözlerini yumdu. O elindeki taşı göle doğru fırlatırken arkasında gerilen ip sanki kalbimi sıkıştırmış, nefesim mümkünmüş gibi daha da kesilmiş gibi bir ses çıkardım.

Kaya göle gömüldü, yüzüm bir çift elin arasında duruyordu.

"Astrid!"

Gözlerimin dikili olduğu boşluk renklerle ve görüntülerle doldu. Derin bir nefesi sesli bir şekilde içime çektiğimde Endymion'la göz göze geldim. İri iri açılmış gözlerle ona bakarken Briella tam arkasındaydı, korkmuş gözlerle bana bakıyordu. Aynı korkmuş ifadeyle etrafıma bakındım, Noris yanımda değildi.

Neden bana öyle bakıyorlardı?

Daha da önemlisi az önce gördüklerim gerçek miydi?

Sonra onu gördüm. Briella'nın arkasındaydı, yere oturmuş şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ve göğsüm hızla inip kalkmaya devam ediyordu.

Endymion yüzünü yüzüme yaklaştırıp, "İyisin, sakinleş," dedi yatıştırıcı bir tonda. Sertçe yutkunup gözlerinin için baktım. Kulaklarıma dolan itfaiye sesleriyle irkilip başımı çevirdiğimde gördüğüm görüntü göğsümü daha büyük bir korkuyla doldurmuştu. Yolun diğer tarafından dumanlar yükseliyordu. Söndürülmüş birkaç ağaç görsem de yanmaya devam eden ağaçlar da vardı.

"Hepsini söndüremedik, insanlar fark etti yangını," dedi Endymion fısıltıyla. "Sadece sakinleşmeye çalış."

Suçluluk ağır bir yük olup kalbimin üzerine düştüğünde, nefeslerimi düzenli tutmaya çalıştım.

"Ne olduğunu anlamadım," dedim titrek çıkan sesimle. Birçok kesit, sahne görmüştüm ama bir yangın çıkaracak kadar uzun mu sürmüştü?

"Bir şeyler gördün," dedi Endymion kendinden emin bir şekilde. "Noris'i bir kenara fırlattın, seni kendine getirmek zor oldu."

Afallayarak gözlerimi Noris'e çevirdiğimde bakışları beni buldu. Gülümsemeye çalışsa da ifadesi karmaşıktı. Onu itmiş miydim? Böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyordum bile, hâlâ aynı şekilde oturuyordum.

"Bunu nasıl yapmış olabilirim ki?" Özür diler gibi Noris'e baktığımda, Endymion'un yanağımdaki elleri omuzlarıma indi. Noris yavaşça çöktüğü yerden kalktı.

"Bu önemli değil," dedi gülümseyerek bana yaklaştığı sırada. "Bir şeyler görebildin mi?"

Gördüğüm şeyler üzerimdeki şoku bir kenara attığında başımı yavaşça salladım. Gözlerim arkamızda kalan göle kaydı.

"Sanırım orada," dediğimde sesim güçsüzdü. Bedenim de güçsüz hissediyordu.

"Gölde mi?" diye sorduğunu duydum Briella'nın, sesi şaşkındı.

Oturduğum yerden kalkmaya çalışıp başaramadığımı gören Endymion, elini uzattı. Elini tuttuğumda beni yavaşça kaldırdı, güçsüz bedenim onun bedenine yaslanmıştı ama bunu garipsememişti.

"Kutuyu ilk önce bir taşa çevirdi, sonra da göle fırlattı," demem, yaslandığım bedenin irkilmesine neden oldu.

"Taşa mı?" Endymion başını eğerek bana baktı. "Bu gölün altında milyonlarca taş vardır, onu nasıl bulabiliriz?" Geri çekilecekken bedenim sendeleyince kolunu belime sarıp dengede durmama yardım etti. Bu hareketiyle sertçe yutkundum.

"Bana birkaç dakika verin, gücümü toparlayınca göstereceğim," dediğimde başını yavaşça salladı.

Noris yanımızdan geçerek göle yaklaştığında omzumun üzerinden ona baktım. Gölün kenarında durup aynı noktayı izlemeye başladı. Onu incitmiş miydim? İçim sıkıntıyla doldu.

Bir süre öylece Endymion'a yaslanmış bir şekilde durdum. Bedenim yavaş yavaş gücünü kazanmaya başlamıştı. Gördüğüm şeyleri zihnimden dışarı atamıyordum. Şimdi kafamın içinde sadece bana ait şeyler yoktu, yüzyıllara denk görüntüler vardı. Zamanla silineceklerini bilsem de şu an fazlasıyla ağırlık yapıyorlardı.

Kendimi toparladığımı hissettiğimde Endymion'dan uzaklaştım, o da kolunu belimden ayırmıştı. Benim hareketlenmem diğerlerinin de dikkatini çekmiş olacak ki bana baktılar. Etrafta göz gezdirdiğimde söndürülmüş ormanı gördüm, itfaiye ve insanlar dağılmıştı, kimse yoktu. Gözlerimi çimlere indirdim. Gördüğüm görüntülerle eşleştirmeye çalışıyordum. Küçük adımlarla etrafı inceleyerek yürürken onlar da beni izliyorlardı.

"Topraktan bir ip çıktı," derken eğilip elimi toprağa bastırdım. "Sonra o ip taşın etrafını sardı." Elimle toprağın üzerini yoklarken dikkatimi vermeye çalışıyordum. "Taşı göle attı ama bir ucu hâlâ toprağın içine gömülüydü."

Noris'in bana yaklaştığını göz ucuyla görebilmiştim. O da benim gibi eğilip çimlere ve toprak olan kısımlara bakıyordu.

"Nasıl bir ipti?" Endymion'un sesiyle omzumun üzerinden ona baktım.

"Siyah bir ipti, kalın değildi," dediğimde gözleri kısıldı. "Noris'teki iplere benziyordu ama rengi siyahtı."

Endymion düşünceli bir ifadeyle yanımdan geçip ileriye doğru yürüdü. Birkaç metre ilerimizde durup yavaşça eğildiğinde onu izliyordum.

"Böyle bir ip miydi?" diye sorduğunda duraksadım. Ayağa kalkıp hızla onun yanına gittim. Eliyle gösterdiği yere bakarken kafam karışmıştı.

"Orada bir ip yok ki?"

Endymion kaşlarını çatıp elini toprağa uzatarak, "Bunu görmüyor musun?" dediğinde gözlerim iri iri açıldı. Orada bir ip yoktu ama şimdi Endymion siyah bir ipi parmaklarının arasında tutuyordu.

"Nasıl olabilir?" Şaşkınca ipe bakarken Noris ve Briella da yanımıza gelmişti. "Az önce yoktu." Bunu söylediğimde Endymion ipi bıraktı, ip yine kaybolmuştu.

"Siktir," diye mırıldandı Noris. Briella ise karmaşık bir ifadeyle bakıyordu.

"Ben de görüyorum," dediğinde Briella, Noris de benimle aynı şaşkın ifadeyle ona baktı.

Endymion bize aldırmadan tekrar ipi tuttu. Heyecan göğsümü patlatacak gibi içime doluştu. İpin ucunu tutup ayaklandı. Gerilen ipi takip ettiğimde, göle kadar uzandığını gördüm.

"Bulduk," dedim dehşet ifadesi yüzüme yayılırken.

Endymion ipe asıldı ama pek bir hareketlenme olmamıştı. Yavaşça elini ipin üzerinde kaydırarak göle doğru yürümeye başladı. Biz de onu takip ediyorduk.

"İp oldukça güçlü, çeksem bile geleceğini sanmam. Kopma ihtimalini de göze alamayız," dedi Endymion, bir bakıma haklıydı.

"Belli ki enerji yüklü bir ip, kopacağını düşünmüyorum." Briella konuşurken bir yandan da Endymion'un yanında yürüyordu.

Gölün kenarına kadar ipi takip etmiştik ama sonrası yoktu. Endymion'un dediği gibi, ipi çekiştirerek bu riski alamazdık. Her ne kadar Briella ipin kopmayacağını düşünse de onun da riske atmak istemediğini görebiliyordum.

Endymion üzerindeki gömleği çıkardığında duraksayarak ona baktım.

"Göle girmeyi düşünmüyorsun değil mi?" Gri gözleri bana çevrildiğinde gözlerim bedeninden ayrılıp yüzüne tırmandı.

"Sen ve tilki, ipi göremiyorsunuz. Ne çıkacağını bilmiyorken ve yüzme konusunda iyi değilken Briella'yı yollayamam, değil mi?" Gözlerimin içine kararlı bir şekilde bakıyordu. Yapılacak başka bir şey olmadığını da biliyordum ama bu tehlikeliydi.

"Derinliği bilmiyorsun," derken kaşlarım çatılmıştı.

"Sorun değil, iyi bir yüzücüyüm," dedi, dudakları yukarı kıvrılmıştı. "Nefes kontrolüm de iyidir. Hiç değilse gittiğimde bir fikir edinmiş olurum."

Dudaklarımı araladım ama vereceğim cevabı beklemeden suya atlamıştı. Korkuyla etrafta birinin olup olmadığına baktım. Bu kısımda suya girmenin yasak olup olmadığını bilmiyordum, bir de bu konuda başımızın belaya girmesini istemezdim.

Yanaklarımın içini şişirerek olduğum yere çöktüğümde gözlerim Briella'da takıldı. Endişeli gözlerle suyun yüzeyini izliyordu. Sanırım onu anlıyordum. Sonuçta o da Noris'in bana bağlı olduğu gibi Endymion'a bağlıydı, bir şey olmasından korkuyordu.

Suyun ne kadar derinine inebileceğini bilmiyordum, nefesinin onu ne kadar idare edebileceğini de. Bir adamın yirmi beş dakikaya kadar suyun altında kalabildiğini okumuştum bir yerde ama Endymion'un o kadar uzun bir süre kalacağını düşünmüyordum. Gerçi onu tam anlamıyla da tanıyor sayılmazdım, bu düşüncem biraz ön yargılı geldiğinden yüzümü buruşturdum.

"Ne kadar oldu?" diye sordu Briella endişeyle, hâlâ suyun yüzeyini izliyordu.

"İki dakika olacak," dedi Noris, kaşlarım çatıldı. Umarım kendini zor bir duruma sokmazdı.

Parmaklarımı çimlerin üzerinde gezdirdiğim sıra içim oldukça rahatsızdı. Öylece beklemek içimin huzursuzlukla dolmasına neden oluyordu.

"Kaç dakika oldu?" diye tekrar sordu Briella, gözlerimi kaldırarak ona baktım. Transa girmiş gibiydi.

"Beş dakika olmak üzere," dediğinde Noris, huzursuzluk bedenimin her yerinde dolanıyordu.

Elimi boynuma atıp boynumu ovarken içimden saymaya başladım. Rakamlar sayılara dönüşüyor, ortamdaki gerginlik artıyordu.

"Altı dakikadan fazla oldu," deyip ayaklandım. Şimdi içimi daha büyük bir korku sarmıştı. Üzerimdeki askılıyı çıkarıp kenara attığımda Briella'nın dakikalardır sudan ayrılmayan gözleri bana döndü.

Göle doğru ilerlediğim sırada Noris bana yaklaştı.

"Çıkar şimdi," dedi Noris, kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Yardıma ihtiyacı olabilir," dediğimde bir şey söyleyecek gibi oldu ama onu beklemeden derin bir nefes alıp suya atladım.

Dışarısının aksine soğuk olan su, çıplak bedenimin etrafını sardı. Vakit kaybetmeden bacaklarımı ve kollarımı hareket ettirerek suyun derinlerine doğru yüzdüm. Su kirli olmasa da biraz bulanıktı, derinlere ilerledikçe suya yansıyan ışık azalmaya başlıyordu.

Çok ilerlememe gerek kalmadan onu görebilmiştim. Kolunun altına sıkıştırdığı taşla yüzeye doğru yüzmeye çalışıyordu. Yüzündeki ifadeyi gördüğümde ne kadar zorlandığını anlamıştım. Gözlerim, aniden sızlamaya başlayan kollarıma kaydığında tenimdeki kızarıklıkları zor da olsa görmüştüm. Aynı sızı bacaklarımda da vardı ama dönüp bakamazdım. Panik yapmamaya özen göstererek ona doğru ilerledim. Panik yapmak, özellikle suyun içindeyken yapmak tehlikeyi erken getirirdi.

Ona doğru ilerlediğimi gördüğünde yüzündeki ifade sarsıldı. Bacaklarını daha hızlı hareket ettirdiğini gördüm. Bu benim de daha hızlı yüzmeme neden oldu. Ona tamamen yaklaştığımda eli bana doğru uzandı. Ayaklarımı hareket ettirmeye devam ederken elini tutup onu kendime doğru çektim. O an kendime çok fazla düşünme payı bırakmamıştım.

Dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda anlık duraksar gibi oldu. İçimde kalan nefesi onunla paylaştım. Elimi yanağına bastırıp içimde tuttuğum bütün nefesi ona verdiğimde, şimdi nefesini tutma sırası bendeydi. Yüzündeki ifade gevşedi, bunun iyi geldiğini bilmek içimi rahatlatmıştı. Nefesimin bittiğini fark ettiğinde elimi tutan eli sıkılaştı ve dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Vakit kaybetmeden hızla yüzeye doğru yüzmeye başladık, göğsümdeki yanma hissi büyüyordu.

Sudaki ışık arttıkça yüzeye daha yakın olduğumuzu anlıyordum. Birkaç saniye içinde de yüzeye varmıştık. Kafamı hızla suyun üstüne çıkarıp derin bir nefes aldım. Briella'nın çığlığı uğuldayan kulaklarıma dolmuştu. Kıyaya yakın olduğumuzdan ikisi de ileriye doğru atılıp ellerini uzattılar. Ben Briella'nın uzattığı eli tutarken ıslak kirpiklerimin ardından Endymion'un da Noris'in elini tuttuğunu gördüm.

"Öleceğinizi sandım. Korkudan ölerek arkanızdan gelecektim." Briella titreyen sesiyle konuşurken öksürerek kendimi çimenlerin üzerine attım.

"Aptal, onlar ölse biz zaten yaşayamayız." Noris, Endymion'un elini bırakıp hızla yanıma geldi. Gözlerini bedenimde gezdirirken iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.

"Niye bu kadar zorluyorsun?" Briella sinirle Endymion'un omzuna vurdu. Endymion ise derin derin nefes almakla meşguldü. "Ben yokken nefes tutma egzersizleri mi yapıyordun?"

"Korkunca çenen düşüyor," dedi Endymion hızlı nefeslerinin arasından. Briella homurdanıyordu ama bir yandan da onu kontrol ediyordu.

Göğsüm hızla inip kalkarken gözlerim Endymion'un kolunun yanında duran taşa takıldı. Onu bulmuştu. Dirseğimi yere bastırıp doğrulmaya çalıştığımda Noris ayaklanmama yardımcı olmuştu. O sırada Endymion'un kollarıma baktığını gördüm. O da mı fark etmişti? Şimdi kızarıklıklar kaybolmuştu.

"Derinde olabileceğini söylemiştim," derken taşa bakıyordum.

Endymion'un gözleri kollarımdan ayrılıp gözlerime tırmandı, ona bakıp yutkundum. Bakışları yüzümde yoğunlaştı. Yanağımın içini ısırdığım sırada dudakları yukarı kıvrıldı.

"Bu iki oldu," dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. Diğerleri anlamsızca ona baksa da ben ne demek istediğini anlamıştım. Gözlerimi kaçırıp kolunun yanındaki taşa baktığımda gözleri hâlâ üzerimdeydi. "Çok derinde değildi, bir kayanın üzerinde asılı kalmıştı. Zamanımı alan onu oradan çıkarmaktı."

"Bu kadar bile dayanabileceğini düşünmemiştim," dedi Briella gülerek, gülse de keyifsiz görünüyordu.

"Astrid yardımcı oldu," derken gözleri gözlerimdeydi, "yüzeye çıkmamda."

Noris ve Briella'nın bakışlarını üzerimde hissetsem de onlara aldırış etmeden taşa yaklaştım. Briella'nın bakışlarında minnet olsa da Noris'in bakışları sorgulayıcıydı.

Dizimi yere bastırıp elimi taşa sürttüm. Şimdi bununla ne yapacaktık?

"Burada daha fazla kalamayız, zaten yeterince göze battık," dedi Endymion, elini yere bastırıp doğruldu. Ben de taşı kollarımın arasına alıp kaldırdım. Görüntüsüne oranla ağırlığı fazla değildi, daha ağır olduğunu düşünmüştüm.

"Nereye gideceğiz?" Noris soru sorar gibi bana bakarken çıkarıp yere bıraktığım kıyafetimi bana uzatmıştı. Endymion taşı benden alınca Noris'in uzattığı bluzu aldım. Askılı bluzu kuruyan bedenimin üzerine geçirdim. Bedenim kuru olsa da üzerimdeki kumaş parçaları hâlâ ıslaktı.

"Buradaki işimiz bitti," dedim ellerimi belime yerleştirerek. "Antares'e dönelim. Orada düşünürüz ne yapacağımızı."

Herkes söylediğim şeyi mantıklı bulmuştu. Aradığımız şeyi bulmuştuk, daha fazla kalmamıza gerek yoktu. Üstelik bu evrende nefes aldıkça aldığım her nefes göğsümde bir yumruya dönüşüyordu.

Biz ormanlık alana doğru ilerlerken gözlerim Endymion'un tuttuğu taştaydı. Etrafında ip yoktu. Nasıl çözdüğü, çıkardığı hakkında da bir fikrim yoktu. İlk başta taşı çıkarmanın çok zor olacağını düşünsem de şu an zor olan şeyin o taşı tekrar kutuya çevirmek olduğunu anlamıştım.

Ormanın derinliklerine doğru ilerledik. Hava artık kararmaya başlamıştı. Yoldan geçen bir iki araba görmüştüm ama yerlisi haricinde ziyaretçilerin adadan ayrıldığına emindim. Bu bizim için daha iyiydi.

Yeterince gözden kaybolduğumuza emin olduğumuzda bir ağacın altında duruyorduk. Buradaki ağaçlar sıktı, yürüme alanı yoktu, otların arasında duruyorduk. Gözlerimi Noris'in yüzüne çevirdim. Bizi götürecek olan yine oydu. Döndüğümüzde iyice dinlenmesi gerekiyordu, iki gündür enerjisini iyiden iyiye sömürmüştük.

Aynı ipler üçümüzün de bileklerini sardı. Gözlerimi yummadan önce bu evrenin kokusunu derin bir nefesle içime çektim. Bir daha yolumun buraya ne zaman düşeceğini bilmiyordum. Bir sebebim olmadan gelir miydim onu da bilmiyordum.

Gözlerimi kapattığımda Elfin'in bana olan bakışları kapalı göz kapaklarıma yansıdı. Bedenim sıcak ortamdan dondurucu ortama geçene kadar da silinmedi.

Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda başladığım yerdeydim. Altımda ıslak bir şort, üzerimde ise bir askılı bluz vardı. Üstelik tenim kuru olsa da saçlarım da ıslaktı. Keskin soğuk tenime çarptı, titreyerek yerimde hareketlendim.

"Hadi, geçin hemen," dedi Noris duvarın önünde dururken.

Ânında soğuktan donan bacaklarımı hareketlendirdim. Duvardan geçtiğim an o sıcak hava tekrar bedenimle buluşmuştu. Onlar arkamdan gelirken köprünün üzerine çıkıp yürümeye başladım. Şu an oldukça yorgun hissediyordum. Aklımdakileri toparlayamadığım gibi bedenimin kontrolünü de sağlamakta güçlük çeker olmuştum.

Köprünün sonundaki duvardan geçip mağaranın içine ayak bastım. Dün bu duvardan geçerken oldukça gergin ve heyecanlıydım ama şu an sanki bu her zaman yaptığım bir şeymiş gibi normal gelmişti, bir şey hissetmemiştim.

Adımlarımın yavaşladığı sıra Noris ve Briella önümüzden yürüyorlardı. Hararetli bir şekildeki konuştukları şeyi kelimesi kelimesine duysam da o kelimeleri kafamda toparlayamıyordum.

"Bir sorun mu var?" diye sordu Endymion, tam yanımda yürüyordu.

"Hayır, sadece üzerime bir ağırlık çöktü," dediğimde sakince başını salladı. Yeşil gözlerim taşıdığı kaya parçasına kaymıştı. Dışarıdan bakılınca hiçbir numarası yoktu.

"Sana teşekkür edemedim," dedi, neyden bahsettiğini ilk başta anlamasam da sonrasında gölde olanlardan bahsettiğini kavrayabilmiştim. "Teşekkür ederim, hem kendim için hem de Briella için."

Gözlerim kısıldı, yutkunduğumda boğazım acımıştı. Umarım hasta olmazdım.

"Belki düşüncesizce davranmışım, Briella'nın da hayatını tehlikeye atmışım gibi görünüyordur ama bir şeyler yapmasaydık zaten tehlike elbet bizi bulacaktı." Sessizce onu dinlerken bakışları yüzümü buldu. "Ortada bir sorun var, bunun hepimiz farkındayız ve bu sorun kendi kendine çözülecek bir şeymiş gibi görünmüyor."

"Bunun için bana teşekkür etmene gerek yok. Sen de olsan aynı şeyi yapardın," diye mırıldandım, beni onaylarcasına başını sallamıştı. "Ve dediğin gibi, bir şeyler yapmamız gerekiyordu."

Sessiz kalıp önüne döndüğünde merdivenlere yaklaşmıştık. Endymion ile ilgili düşünmemek için bir şeyleri hep öne attığımın farkındaydım. Hayatımla ilgili gerçekleri öğrendiğimde, şatonun önünde yere çökmüş hâldeyken, nasıl yarattığımı bilmediğim o şimşekler ve yağmur beni altına almışken, inandığım her şey üzerime yağan küller gibi parçalara ayrılmışken o yanımdaydı. Her şeyi bir kenara bırakıp onu orada öpmüştüm. Bu istek o an içimde büyümüştü ve bunu bir karşılık alamayacağım düşüncesinin yarattığı korkuyla yapmıştım. Korktuğum gibi olmamıştı.

Bugün ise istediğim tek şey onu bir an önce o suyun altından çıkarmaktı. Nefesimi onunla paylaşma düşüncesi kafamın içinde yoktu. Ama onun yüzünü gördüğümde, güçsüzlüğünü hissettiğimde bu istek de içimde aniden büyümüştü.

Endymion, korktuğum, saklanmak için köşe bucak kaçtığım, gizlendiğim bir düşünceye dönüşmüştü.

İçimdeki her şey karmaşadan ibaretti.

Odağım ilk kez bu kadar ona yönleniyordu ve hangi ara merdivenleri çıkıp şatonun büyük girişinden geçtiğimi bile bilmiyordum. Sanırım artık zihnimi serbest bırakmam, onunla ilgili düşünmekten korkmamam gerekiyordu.

"Yorgun görünüyorsun," dedi Noris. Dalgın olduğum için irkilmiştim. "Gidip biraz uyu. Bu kayanın sırrını yarın da çözebiliriz."

İlk başta reddedecek gibi olsam da bedenim tam aksini söylüyordu. Sessizce başımı sallayıp koridorun diğer ucundaki asansöre doğru yürümeye başladım. Bütün damarlarımdaki kan ayaklarıma akmış da ağırlaşan ayaklarım beni yere çekiyormuş gibi hissediyordum. Bugün gördüğüm görüntüler ve yaşadığımız şeyler beni oldukça yormuş olmalıydı.

Asansöre bindikten sonra omzumu asansörün kenarına yaslayıp gözlerimi yumdum. Bir yandan da o kaya parçasını nasıl asıl hâline dönüştürebileceğimi düşünüyordum. O adam bunu nasıl yapmıştı bilmiyordum ama geri çevirmek zor gibi duruyordu.

Asansörden inip odama yöneldim. Odaya girdikten sonra iyiden iyiye mayışmıştım. Ayaklarımı parlak zemine sürte sürte giyinme odasına girdim. Üzerimdekileri çıkarmak bir işkence gibi gelmişti ama bu şekilde yatağa girersem yarın bütün gün bedenim kabarırdı, kirli olduğum düşüncesiyle deli gibi derimi kaşıyarak gezerdim.

Ayak bileklerime kadar uzanan, ince, siyah geceliği üzerime geçirdim. Çıplak ayaklarımı mermer zemine tekrar sürte sürte odaya geçtim. Yatağıma uzanmadan önce terasa açılan kapıyı da açmıştım, ılık rüzgâr odama dolmaya başlamıştı.

Kendimi sırtüstü yatağa bıraktım. Yatağın yumuşak yapısıyla içine gömüldüğümde gülümsemiştim. Bu hissi seviyordum. Yeterince yorgunsam, günün sonunda yatağıma uzanmak benim için en büyük ödüldü.

Bir süre sessizce uzandım. Başımı yumuşak yastığıma gömüp gözlerimi yumduğumda uyumaya hazırdım. Derin bir nefes aldığımda yine o tanıdık sesi duymuştum. Biri bir şarkı mırıldanıyordu ve mırıldanıyor olmasına rağmen odama net bir şekilde sesi doluyordu. Bu ses beni iyice mayıştırsa da merak duygusu kollarımı çekiştiriyordu.

Yarı açık gözlerle ayaklarımı yataktan sarkıtıp bekledim, sesi hâlâ kulaklarımdaydı. Yataktan kalkıp terasa ilerledim, terasa yaklaştıkça esen hafif rüzgâr yüzüme çarpıyordu. Çıplak ayaklarım terasın zeminine değdiği anda durup etrafıma bakındım. Yavaşça esnerken elimi dudaklarıma yaklaştırdım, o sırada korkuluğa yaslanmıştım. Gözlerimi aşağı indirdiğimde esnerken açılan ağzım o şekilde donup kaldı.

Bir şeyler mırıldanan Endymion'u gördüm. Balkonunda dikiliyordu. Donup kalmamın sebebi bu değildi. Sesin ona ait olduğu tahmin ettiğim bir şeydi.

Şaşırdığım şey, öne uzattığı ellerinin üzerinde havada asılı duran taştı.

Uyku bedenimi bir ruh gibi terk ettiğinde açık duran ağzım yavaşça kapandı. Elimi korkuluğa bastırıp şok olmuş gözlerle ona bakıyordum.

"Endymion," diye mırıldandım ama beni duymamıştı. Hâlâ mırıldanarak havada asılı duran taşa bakıyordu.

Ne yaptığını anlamaya çalışıyor, bir cevap bulamıyordum. Taş aniden yerinde hareketlenerek sallandığında nefesimi tuttum. Taşın yavaşça çatladığını görmek ikinci bir şokun bedenime çarpmasına neden oldu.

Odağım aniden genişledi. Şimdi Endymion'un yüzü gözlerimin önündeydi. Gözleri kısılsa da o gözlerdeki şaşkınlığı da görebiliyordum. Ne yaptığını bilmese de bir şey bulmuş gibi üzerine gidiyordu. Yüzüne aniden bir ışık yansıyınca odağım daraldı. Şimdi gördüğüm tek şey Endymion değildi. Havada asılı duran o kutuydu.

Onun da gözleri benim gözlerim gibi iri iri açılmıştı ama mırıldanmaya devam ediyordu. Biraz öncesine kadar duyabildiğim kelimeleri şimdi karmaşıklaşmıştı. O sesini yükselttikçe kutu şiddetle sallanmaya başladı. Ne yaptığını biliyor muydu?

Kutunun kapağı aniden açılınca ellerimi dudaklarıma kapattım.

Bunu nasıl yapabilmişti?

Kapağı açılan kutunun içinden küre şeklini almış siyah bir karartı yükseldi. Bu bahsedilen güç müydü? Boş kutu balkonun zeminine çarparak düştüğünce o güç hâlâ Endymion'la yüz yüzeydi. Şimdi Endymion da susmuştu. Tuhaf bir ifadeyle karartıya bakıyordu.

Dudaklarımın arasından bir şaşkınlık nidası çıktığında bakışları kayarak bana döndü.

"Açıldı," diye mırıldandığını duydum.

Kocaman gözlerle donmuş bir şekilde ona baktığım sırada bakışlarını benden ayırdı. Gözlerinin benden ayrılmasıyla eş zamanlı olarak o güç aniden parlayarak Endymion'un göğsüne çarptı. Endymion geriye doğru sendelediğinde dudakları aralanmış, yüzü acıyla kasılmıştı. Kalbim korkuyla büyüdü, çığlığım bir gök gürültüsü yarattı. Endymion, şimdi yerde uzanıyordu.

🦂

Bazen Endymion'a çok üzülüyorum ama gülmeden de edemiyorum...

İlk kutuyu buldular, açtılar. Bakalım diğerlerini bulabilecekler mi, açabilecekler mi ya da bu kadar kolay olacak mı?

Astrid ve Endymion arasındaki çekimi seviyorum, ki artık onlar da fark etmeye başlar. Bu beni birazcık 👌🏻 heyecanlandırdı.

3 Haziran 21:00'da yeni bölümü yayımlayacağım. Kendinize iyi bakın, görüşürüz✨❤️

Continue Reading

You'll Also Like

224K 19.8K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
10.2K 2.9K 44
Bir lanet, ikiz kız kardeş ve yasak bir aşkın hikayesi.. Geçmişin izlerini taşıyan, ihanetin ve sırların yaşandığı meşe ağacının altında yaşamlar ölü...
51.1K 6.3K 46
"Elmastan yapılma bir kelebek gibi kalbine kondum, o kalpte paramparça oldum." Bir uçurum kenarında yaşıyorduk bu aşkı, düşmeye yüz tutmuş bedenleri...
68K 2K 80
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi