AKREBİN KALBİ / TAMAMLANDI

By aycansrhmtt

182K 16.6K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
2. Antares
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
13. Düğüm Çözen Melodi
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
20. Çöl Nebulası
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
34. Solan Anılar
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
43. Siren
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3

7. Güneş Tutulması

3.7K 439 843
By aycansrhmtt

🎧Yorxe, Black Dog
🎧Born Human, Roundabout
🎧Harakiri For The Sky, Song To Say Goodbye

Tutulmadan bir gün önce;

Dört mevsimi de yaşamaya alışıktım. Benim evrenimin aksine Antares, sanki hep aynı mevsimi yaşıyor gibiydi. Yağmur yağdığında bile hava çok sıcak oluyordu. Hemen hemen altı aydır bu evrendeydim. Günlerim normale dönmüştü. İki ayı arkamda bıraktığımda tamamen buraya adapte olmuş gibiydim. Bu süre dört ay olduğunda ise diğer evrendeki hayatımın izleri siliniyor gibi hissetmiştim. Bazı şeyler kafamın içinden siliniyordu sanki.

Ashton da benim gibi buraya alışmıştı. Holly'nin oğlu ile iyi anlaşmış, arkadaş olmuşlardı. Artık burada mutlu olduğunu düşünüyordum. Bazen öylece dalıp gittiğinde önceki hayatını düşündüğünü de biliyordum ama artık iyiydi, bunu benim için yeterliydi.

Uzayan saçlarımı parmaklarımın arasından geçirirken yönümü merdivenlere çevirmiştim. O gün kalan son ruhu da geri gönderdikten sonra her şey rayına oturmuştu. Abim belirli zamanlar şatoya geliyor, birkaç gün kalıyor, sonra da kaçıyordu. Sanırım artık benimle oturmaktan sıkılmıştı, arkadaşıyla vakit geçirmek ona daha cazip geliyordu. Özellikle kendine yeni bir hobi edinmişti: ata binmek. Gülerek başımı iki yana salladım, o iyi olduğu için gerçekten mutluydum.

Üzerimdeki saten gömleğin yakalarını düzeltirken çoktan merdivenleri inmiş, büyük salona yönelmiştim. Noris'in koridorun ucundan bana doğru yaklaştığını görünce gülümsedim. Geçen birkaç ay içerisinde sürekli benimle ilgilenmiş, bana bilmediğim yeni şeyler öğretmişti. Buraya alışmamdaki en önemli sebep de oydu. Benim ruh hayvanım olmasına daha da alışmış, aramızdaki o bağı benimsemiştim. Briella da çok yardım etmişti. Hatta ilk defa bu kadar uzun süre insan bedeninde kaldığını söylemişti. Bundan şikâyetçi gibi de görünmüyordu. Beni arkadaşı olarak görüyordu, ben de öyle ve bana kalırsa bu arkadaşlığımız gün geçtikçe dengeye oturuyordu.

Ursula birkaç kez beni ziyarete gelmişti ama onun haricinde diğer gardiyanları görmemiştim. Bir keresinde bunu Briella'ya sorduğumda bana, kendisinin de onlarla çok fazla görüşmediğini, çok bir araya gelmediklerini söylemişti. Garipsemedim desem yalan olurdu.

Bunların haricinde şatodaki birkaç kişiyle de tanışmıştım. Bana iyi davranıyorlardı ama buranın sahibiymişim gibi araya bir sınır çizmeleri bazen onlara kızmama neden olmuştu. Bana kırılmadıklarını bildiğim gibi kendilerini bu şekilde rahat hissettiklerinin de farkındaydım.

Bazı geceler şatoda tek başıma kalmıştım, bütün geceyi balkonumda geçirmiş, anneme ait olan kitapları karıştırmıştım. Endymion'u ise en son iki hafta önce görmüştüm. Briella onun Castor'a gittiğini söylemişti, burada olmadığı zamanlar orada oluyordu. Ama bir keresinde Castor'da da değilmiş, o zamanlar nerede olduğunu merak etmiştim. Evrenleri geziyor olmak eğlenceli olmalıydı. Geçen aylar içerisinde sadece üç dört kez şatoya gelmiş, birkaç gün kaldıktan sonra yine gitmişti. Burada olduğu süre zarfında da biraz garip davranmıştı. İçten içe bir sorunu olduğunu düşünmüştüm. Keşke sebebini bilseydim, onların bana yardım ettiği gibi ben de onlara yardım etmek istiyordum.

"Bu ne güzellik," diyerek elimi tutup kaldırdı, beni kendi etrafımda döndürdü. Gülerek ona baktım, neşesi yerinde olmalıydı. Endymion gibi o da belli zamanlar ortalıktan kaybolmuştu ama dönmesi birkaç günü almıştı, uzun süre kaybolmamıştı. Kaybolduğu zamanlarda kardeşini aramaya gittiğini düşünüyordum, Endymion bundan bahsetmişti.

"Keyfin yerinde görünüyor," dedim, omzuna yavaşça vurduğumda dudakları yukarı kıvrıldı.

"Yarın önemli bir gün, enerjimi yüksek tutmalıyım," dedikten sonra eğilip parmağıyla hafifçe alnıma vurdu, burnumu kırıştırarak ona baktım. "Sen de öyle."

Evet, yarın önemli bir gündü. Güneş tutulması olacaktı ve bunun ne kadar önemli olduğunu son birkaç gündür daha iyi anlamıştım. Şatodaki ve şehirdeki insanların üzerinde tuhaf bir gerginliğin yanı sıra heyecan da vardı. Galiba en ne hissedeceğini bilmeyen de bendim. Karnıma tırnaklarını geçiren bir duygu vardı. Üstelik alnımda ve yanağımda sivilceler çıkmıştı, cildim de karışık duygularıma tepki gösteriyordu.

"Tedirginim ama heyecanlı da hissediyorum," dedim, birlikte salona doğru yürümeye başlamıştık. "Briella da birazdan gelecek. Castor'a gitmeden önce bana tutulma ile ilgili bir şeyler anlatacakmış."

Noris'in yüz ifadesi aniden değişmişti. Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda gözlerini kaçırdı, bu gözlerimi kısarak ona bakmama neden olmuştu. Briella'nın kötü şeyler söylemeyeceğini ümit ediyordum. Tam dudaklarımı aralamışken girişten gelen gürültüyle arkamı döndüm. Briella sinirle yere düşen kutuyu tekmeledi.

"Dört bacağımın üzerindeyken daha iyi taşırdım." Yerdeki kutuyu almak için eğildiğinde diğer iki kutuyu da düşürünce hırladı. Hırıltısı bir insanın ses tonundan çok uzaktı...

"Sakin ol," deyip ona yaklaştım. Kaşlarını çatarak kutulara bakıyordu. "Bekle, yardım edelim."

"Saydım," dedi. "Onuncu düşüşleri."

Gülerek eğilip yerdeki kutulardan ikisini aldım. "Ne var bunların içinde?"

"Senin için bir iki şey," dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

"Bu kadar zahmete girmene gerek yoktu." Omuz silkerek diğer kutuyu da alınca salona döndük. Salona girmeden önce Noris elimdeki kutuları almıştı.

Koltuklara yöneldik. Bağdaş kurarak oturdum, oturmadan önce eteğimin kenarlarını bacaklarımın arasına sıkıştırmıştım. Briella kendini bir çuval gibi koltuğa attığında Noris ona ters ters baktı.

"Fazla oyalanma, bir günden daha az bir zamanımız kaldı. Endymion'un sinirlenmesi en son isteyeceğimiz şey."

"Sen bunları düşünme, kızıl kuyruk," dedi, bacaklarını koltuğa uzattı. "Haberi var. Çok kalamayacağım zaten."

"İsabet olur," diyerek sahte bir sırıtışla ona baktı. Yine didişmeye başlarlarsa kendimi bulduğum ilk odaya kilitleyecektim.

"Haha," deyip ters ters ona baktı Briella. "Beni kızımla yalnız bırak."

"Nereden senin kızın oluyormuş?"

"Kıskandın mı? Hadi gidip ağla ve beni keyiflendir," dedikten sonra ayağını ona doğru uzatıp onu itti. Noris ona doğru atılacağı sırada kolunu tuttum.

"Sen abimi almak için gidecektin. Akşam birlikte yemek yeriz, hem onu özledim," dediğimde bakışları yumuşadı.

"Canını sıkarsa onu şatodan kov, kovma hakkın var," deyip tekrar Briella'ya ters ters baktı. Ardından bana doğru dönüp, hafifçe başını eğip kaldırdı ve salondan çıktı.

"Bu tilkiye nasıl katlanıyorsun anlamıyorum," dedi Briella homurdanarak.

"Bana ne anlatacaksın?" diye sorarak bütün dikkatimi ona verdim.

Uzandığı yerden doğrulup kanepenin kenarına bıraktığı kutuları karıştırdı. Aradığını bulmuş gibi bana doğru döndü, elindeki kutuyu uzattı. Kutuyu aldıktan sonra yarı kapalı olan kapağını açtım. Beyaz bir kumaş parçası vardı. Kumaşı tutup yavaşça kaldırdım. Beyaz, uzun ve saten bir cüppe gibiydi. Yaka kısımlarında kırmızı, küçük taşlar vardı. Belinden sarkan kuşağı ayaklarıma sürtünüyordu.

"Bu ne için?"

"Geçite giderken giymen için. Bedenine havlu sararak gidecek değilsin," derken sırıtarak bakıyordu.

"Yeterince kıyafetim var, Briella. Üstelik rahat bir şeyler giysem daha iyi olur," dedim, elimdeki cüppeyi kenara bıraktım.

"Merak etme, yeterince rahat olacaksın çünkü üzerinde bir şey olmayacak." Kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne demek istediğini anlamamıştım.

"Anlamadım?" dediğimde oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi.

"Astrid," dedi, gözlerinin içine bakıyordum. "Bu konuyla ilgili ne düşünürsün bilmiyorum ama tutulma ânında kıyafet giyemezsin."

"Nasıl yani, çıplak mı olmam gerekiyor?" Şaşkınlıkla ona bakarken başını salladı.

"O köprüdeyken sen de erk hayvanın da çıplak olacak," dedi, gözlerim şokla irileşmişti. "El ele, çıplak bir şekilde orada bekleyeceksiniz tutulma boyunca. Ne yapacağını düşünme, sadece gözlerin kapalı bir şekilde erk hayvanınla orada durman gerekiyor."

"Neden çıplak olmamız gerekiyor ki?" Soruma karşılık dudakları büküldü.

"Enerjileriniz bir bütün olacak ve dışarıdan iki ayrı beden gibi görünseniz de tek bir bedendeymiş gibi hissedeceksiniz. Biz ruh hayvanıyız ve bedeninde kendi ruhun haricinde onun da ruhunun varlığını hissedeceksin. Çıplakken en doğal ve saf hâlinizde olacaksınız, bu sizi tamamen birbirinize bağlayacak." O derin bir nefes alırken ben terleyen avuçlarımı birbirine sürtüyordum. "Bu senin için bir sorun mu?"

"Hayır, değil," derken elimi salladım. "Sadece bunu bilmediğimden şaşırdım."

"Endymion bunu ilk öğrendiğinde ağlayacaktı... Zaten ilk tutulmasından sonra da bir hafta utançtan yüzüme bakamadı," dedi kahkaha atmadan önce.

Bir an onun utanmış hâlini düşünmek benim de Briella gibi kahkaha atmama neden oldu.

"Çıplak bedenine bunu giyersen daha rahat edersin. Tutulma bittikten sonra biraz yorgun hissedeceksin, giyinmen de kolay olur," deyip omzumu sıvazladı.

"Başka bilmem gereken bir şey var mı?"

"İlk tutulman olduğu için bir hayli gerginsindir ama endişelenme, yorulacaksın, evet ama şu an olduğundan daha iyi hissedeceksin," derken gülümsemişti.

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Söyledikleri beni rahatlatmıştı ama o gerginliği de üzerimden atamıyordum, bedenime yapışmıştı.

"Ben artık gideyim," deyip doğruldu. "Bu gece iyice dinlen, enerjini topla. Ben de tutulmadan sonra toparlanınca Endymion ile birlikte geleceğim."

Düşünceli bir şekilde cüppeye bakarken başımı salladım. Yaşadığım şey sonrasında birinin yanımda olması, yaşadığım iyi ya da kötü şeyleri anlatmak benim için rahatlatıcı olurdu.

"Yine birkaç gün mü kalacaksınız?" dediğimde kaşlarını kaldırdı.

"Ben sık sık geliyorum, sanırım Endymion'un hemen gidip gitmeyeceğini merak ediyorsun?"

"Briella," dedim kaşlarım çatılırken.

"Efendimiz sanırım gezmekten de sıkılmış," elini kalbine bastırdı, "ne kadar yorucu bir iş onun için değil mi?" Yüzünü buruştu. "Uzun bir süre kalacağını söylemişti."

Başımı sallayarak gözlerimi kaçırdım, bu onu güldürmüştü. Saçlarımı çocuksu bir hareketle karıştırdıktan sonra yanımdan ayrıldı. O da bana alışmıştı, bakışları beni ilk gördüğü günkü kadar donuk değildi. Bu da onun yanında kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyordu.

Kanepeden kalkıp eteğimi düzelttim. Abim ve Noris'in gelmesine daha vardı. Briella'nın benim için getirdiği kutuları zor da olsa kucaklayarak odama doğru yol aldım. Bugün merdivenleri kullanmak istemediğimden asansöre binmiştim. Sandığım gibi vaktimi almıyordu, aksine bazen merdivenlerde zaman harcamak hoşuma gidiyordu ama bu kutularla yürümek bile zorken merdivenleri çıkamazdım. Bu şatoda her gün görmediğim başka bir yeri keşfediyordum. Nedense görmediğim yerler olduğuna da emindim.

Odama girdikten sonra kutuları giyinme odasına bıraktım ve kanepemin üzerinde duran yayı elime aldım. Onlar gelene kadar bununla vaktimi değerlendirebilirdim. Noris benim için şatonun ön tarafında, büyük taşlık alanda bir yer hazırlamıştı. Ok atmakta iyiydim ama yine de çalışmak bana zevk veriyordu. Bence herkesin çok iyi bildiği ama yine de üzerine gitmekten zevk aldığı bir şey vardır.

Yay ve okların bulunduğu deri çantayla odadan çıktım. Ayaklarımda dizlerimin biraz aşağısında biten, bacağımı saran düz taban deri botlar vardı. Noris, bu botları ilk giydiğimde bu sıcak havada bunları giydiğim için deli olduğumu düşünmüştü ama bence yanmaya değerlerdi.

Tekrar asansöre binip giriş kata indim. Asansörden çıktığımda Sasha ile karşılaşmıştım. Başını eğip gülümseyerek yanımdan geçti. Kucağında ahşap bir kutu taşıyordu. Sasha, burada tanıştığım bir kızdı. İyi anlaşmıştık, bazen gelip benimle sohbet ediyor, sonra da kaçıp gidiyordu. Biraz utangaçtı ama ilk tanıştığımız güne nazaran benimle daha çok konuşuyordu.

Çift kanatlı büyük kapıdan çıkıp sola doğru dönerek bahçeye ilerledim. Çakıl taşları ayaklarımın altında eziliyordu. Birkaç tanesinin tabanımdaki çıkıntılara girdiğine emindim. Bundan nefret ediyordum. Hatta bazen çok sıkılıp oturduğum yerde ayakkabımın altındaki taşları tek tek çıkarıyordum. Biraz terapi gibiydi...

Hedef tahtası tam karşımda duruyordu. İlk başta yirmi metre uzağımdaydı ama bu benim için çok kolay olduğundan Noris her seferinde uzaklığı arttırmıştı. En son yetmiş metre uzağımda kalmıştı, hâlâ o mesafede duruyor olmalıydı. Bu da benim için zor değildi. Sadağı kenara bırakıp yayı elime aldım. Deri sadaktan bir ok çektiğimde gümüş ucunun parıltısı yüzüme yansımıştı.

Oku yerleştirirken hedef tahtasına bakıyordum. Yarın tutulma vardı, tutulmayla ilgili düşünceleri kafamdan atamıyordum. Yayı gererken hedefe odaklanmaya çalıştım. Bende birkaç değişikliğin olacağını söylemişlerdi. Tutulma bende neleri değiştirecekti? Hedefe kilitlendikten sonra gerdiğim ipi bıraktım ve ok hızla ileri atıldı. Eğilip yeni bir ok alırken olduğundan daha küçük görünen tahtaya bakıyordum.

Yeni bir oku yerleştirirken aklım birkaç saat öncesinden daha karışıktı. Briella'nın bahsettiği şey beni utandırmamıştı ya da bundan çekinmemiştim. İpi sertçe gerdiğimde kaşlarım çatıldı. Noris bunu biliyor olmalıydı, Briella'nın benimle konuşacağını söylediğimde bunu tahmin etmişti, emindim. Yayı hafifçe yana eğip gerdiğim ipi bıraktım. Okun hızla gidişini izlerken kollarım iki yana düşmüştü. O da ilk tutulmasını yaşayacaktı, heyecanlı mıydı? Daha öncesinde tek başına idare ettiğini söylemişti, normalden daha fazla yorulmuş olsa gerekti.

Tekrar ok almak için almak için eğildiğim sırada gökyüzünde bir gürültü koptu. Aylardır buradaydım, ilk defa bu kadar şiddetli bir gök gürültüsü duymuştum. Yeni bir okla beraber doğrulduğum sırada gökyüzüne bakıyordum. Acaba annem ilk tutulmasında ne hissetmişti? Korkmuş muydu? Ben biraz korkuyordum, ipler ilk defa tam olarak benim elimde olacaktı.

Yayı gerdim, gözlerimde bir hırs belirmişti. "Hazır mısın?" diye mırıldandım kendi kendime. İpi iyice gerdiğimde elim titremişti. Sonra yine aynı şey olunca dikkatim dağıldı. Odağım aniden genişleyip daralmıştı. Ok hedefinden şaşıp sarsaklayarak ilerlediği sırada gözlerimi sıkıca yumup açtım. Odağım tekrar genişledi.

Ok oradaydı. Hedef tahtasından farklı bir yere doğru ilerliyordu. Sonra görüş açıma o girdi. Hızla ilerleyen oka doğru elini uzatıp yanından geçmek üzere olan oku tuttu. Dudaklarım aralanırken odağım yine daraldı. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Elindeki okla birlikte bana yaklaşıyordu. Yayı tutan elim sıkılaştı.

"Son âna kadar gayet iyi gidiyordun," deyip elindeki oku salladı.

"Dikkatim dağıldı," dedim, yayı çantanın yanına bıraktım.

"Neden acaba?" Dudakları yukarı kıvrıldı, aramızda birkaç metre kalınca durdu.

"Castor'da olman gerekmiyor muydu?" dediğim sırada başını kaldırmış şatoya bakıyordu.

"Almam gereken bir şey vardı." Bana bakmasa da başımı salladım. "Tilki nerede?"

"Abimi almak için gitti," diye mırıldandım. O da başını sallarken gözlerini yüzüme indirmişti.

"Gergin görünüyorsun. Rahatla, bir sorun yaşamayacaksın," dedi anlayışlı sesiyle. Saçları son gördüğümden biraz daha kısa görünüyordu.

"Biliyorum. Hem tek olmayacağım," derken etrafıma bakınmıştım. Az önceki gerginliğim biraz olsun azalmıştı.

Düşünceli gözlerle yüzüme bakarken aniden kaşları çatıldı, başını iki yana salladığını görmüştüm göz ucuyla. "Doğru," dedi. Elindeki oku diğer okların yanına atıp yanımda durdu, gözlerimi kaldırarak yüzüne baktım. Gözleri yüzümde turladı, yüzümü incelikten sonra elini başımın üzerine koyup çok hafif bir hareketle başımın üzerini okşadı. Dikildiğim yerde donup kalmıştım. Elini yavaşça geri çekti ve gözlerime baktı. "Dikkatli ol," dedi, durdu. "Dikkat edin."

Derin bir nefes alarak yanımdan geçip gittiğinde hareketsizce durmaya devam ettim. Keyifsiz görünüyordu. Aynı zamanda normalde olduğundan daha sakindi. Omzumun üzerinden ona baktım. Normalden daha yavaş yürüyordu. Tutulmadan dolayı olduğunu düşünmüyordum, gerçekten bir sorunu olabilir miydi?

Aniden gelen durgunlukla eğilip yayımı ve oklarımı aldım. Sadağı göğsüme yasladım, dalgın adımlarla bahçeden çıkarken Noris ve abimle karşılaşmıştım. Düne kadar neşesi yerine gelen abimin bugün huysuzluğu üzerinde gibiydi. Yarından dolayı olduğunu biliyordum ama onu rahatlatmak için söyleyeceğim bütün cümleleri de söylemiştim.

Birlikte büyük kapıdan geçtiğimiz sırada Noris elimdekileri aldı, ona gülümseyerek baktım. "Teşekkürler," dediğimde başını salladı. Abim kolunu omzuma atıp beni kendisine çekti, birlikte merdivenlerden çıkıp yemek salonuna ilerledik. Birkaç kız elinde tabaklarla salona giriyordu. Belirli saatlerde kahvaltı ve akşam yemeği yapılıyordu. Onun haricinde yemek yenecekse kızlara haber veriliyordu. Burada her şeyin belirli bir düzeni vardı ve aylardır burada kalıyor olmak bu düzene de alışmamı sağlamıştı.

"Matvey nerelerde?" diye sorduğum sırada sandalyemi çekiyordum.

"Kız arkadaşının yanındaydı bugün, pek görmedim," dediğinde Noris kıkırdadı, ikimiz de ona baktık.

"Seni aldatıyor bence," dedi, buna ben de gülmüştüm. Ashton ters ters ona bakarken Noris gülmeye devam ediyordu.

Sasha elinde bir tabakla içeri girdi, tabağı masaya bıraktığı sırada kolunu tutup ona baktım. "Endymion'a da haber verir misin, belki gelmek ister," dedim.

"Efendi Endymion'u az önce şatodan çıkarken gördüm, geri döneceğini sanmam." Gözlerim kısıldı, başımı sallayarak önüme döndüm. Alması gereken şey bu kadar önemli miydi ki hemen alıp gitmişti?

"Endymion mu geldi?" diye soran Noris'e döndüm.

"Evet, sizden hemen önce gelmişti."

"Neden hemen gitti acaba," dedi Noris kaşlarını çatarken. Omuz silktim.

Tabağıma doğdurduğum yiyecekleri yemeye başladım. Bir yandan da abimin anlattıklarını dinlemeye çalışıyordum. Noris'e karşı olan tutumu artık daha iyiydi. Bazen birbirlerini yine sinir etseler de arkadaş gibi olmuşlardı. Bir keresinde abime kardeşinin kayıp olduğu ile ilgili bir şeyler anlattığını duymuştum. Ashton ise ona yardım edebileceğini söylemiş, yardım teklif etmişti. Sanırım o günden sonra araları daha iyiydi.

"Tutulmadan sonra ne yapmayı planlıyorsun?"

Ashton'ın sesiyle gözlerimi tabaktan ayırıp ona çevirdim. "Ne konuda?"

"Bizim evrenimize gidecek misin?"

Sesindeki tuhaflık bir an içimi burkmuştu. Eski hayatını özlediğini biliyordum. Ama o da buradan çıkamayacağını daha iyi anlamıştı. Noris onun birkaç kez onu mağaraya götürmesini istediğini söylemişti. Hatta bir kere götürmüştü, o günden sonra Ashton bu konulardan hiç bahsetmemişti.

"Sen buradasın, gitmeme gerek yok," deyip gülümsedim. Gülümsemişti ama bu gülümsemenin gerçek olmadığını anlayabiliyordum. "Belki bir gün seni de götürmenin bir yolunu bulurum ve birlikte gideriz." Noris aniden öksürmeye başlayınca irkilerek ona baktım, masadaki bardağı uzattım.

Öksürükleri kesilince bana döndü. "Lütfen bunu denemeyin, bana güvenin."

Kaşlarım çatılırken ona bunun sebebini sormak için dudaklarımı araladığım sırada abim benden önce davrandı. "Artık önemi yok, Astrid. Gitmesem de olur."

"İstediğini biliyorum," dedim inatla. Abim başını iki yana salladı.

"Artık değil. Bunun için kendini zorlama, tehlikeye atma." Konuşurken çatalını bana doğrultmuş, yavaşça sallamıştı. Cümlesi bittiğinde de çatalı masaya bıraktı.

Dudaklarımı birbirine bastırdığım sırada arkamdan hızla bir şey geçti. Bu tanıdık hisle kaşlarımı çattım. Sinirle arkama dönüp, "Douglas, kes şunu," dedim. Abim şaşkınlıkla bana bakarken Noris irkilmişti.

"Sen Douglas'ı nereden tanıyorsun?" dedi Noris buz gibi bir ifadeyle. Takındığı ifade beni afallatırken dudaklarımı yalayarak ıslattım.

"Aylarca önce tanışmıştım." Noris gözlerini odada gezdirdi, sanırım onu arıyordu. "Sen nereden tanıyorsun?"

Kulağımın arkasında nefesini hissediyordum. Dirseğimi geriye doğru ittiğimde inilti duyar gibi oldum. Aptal çocuk. Onunla tanıştıktan sonra bu geçen zaman içerisinde bir iki kez daha benimle uğraşmıştı, onu sinirle geri püskürtmüştüm. Onu Noris'e sormak hiç aklıma gelmemişti. Ona sorsaydım belki bir cevabı olurdu.

"Odasının kilitli olması gerekiyordu." Noris sandalyesini sertçe geriye doğru iterek kalktı. Tavırları bana çok yabancı gelmişti. Yanımdan geçen şeyin varlığını tekrar hissettiğim sırada Noris de salondan çıktı.

"Kimden bahsediyorsunuz?" dedi abim karmaşık bir yüz ifadesiyle.

"Burada yaşayan bir çocuk. Nasıl oluyor bilmiyorum ama bir ruh gibi etrafımda dolanıyor bazen," deyip düşünceli bakışlarımı abime çevirdim. "Neden ondan bahsetmedikleri gibi onu burada kilitli tutuyorlar ki?" Abim omzunu silkerken kendi kendime homurdandım. "Çok tuhaf."

Ashton yemeğine kaldığı yerden devam etti. Ben de aynı düşünceli ifadeyle tabağımdakilerle oynuyordum. Bir ara oturup o çocuk ile ilgili konuşmalıydım. Bir süre sonra Noris de dönmüştü ve hiçbir şey söylemeden yemeğine kaldığı yerden devam etmişti. Ona olan bakışlarımın farkındaydı ama benden kaçıyor gibiydi.

Yemeğin geri kalanı sessiz geçmişti. Abim için burada bir oda ayarlamıştım. Yarınki tutulmadan sonra yanımda olmak istediğinden bu gece burada kalacaktı. Üst kattaki salonda oturup birkaç saat sohbet etmiştik, sonrasında odalarımıza dağılmıştık.

Odama girip direkt yatağıma atladım. Bir yanım gidip duş almamı söylerken diğer yanım sabah uyandığımda almamı söylüyordu. Bir süre bu ikilemde kaldım. Sonrasında ise kazanan uykum olmuştu.

🦂

Tutulma günü;

Bornozun kuşağını bağlarken banyodan çıktım. Kendimi rahatlamış hissediyordum. Saçlarıma doladığım havluyu düzeltirken ıslak ayaklarım beyaz zeminde kaydı ve yüzüstü yatağın üzerine düştüm.

"Ben de neden günüm bu kadar normal diyordum," derken homurdanarak kafamı kaldırdım. Kapının ardından gelen kıkırtıyla kaşlarım iyice çatılmıştı. "Ne işin var orada?" diye bağırdım. "Gülüp durma."

Bornozumun iki yana açılan uçlarını birleştirip yatağa oturduğum sırada, "Çok sakarsın. Hem kapıda beklememi söylemiştin," diye isyan etti.

Gözlerimi devirdim. Bu adamın her lafıma bir cevabı vardı. Düşmemeye dikkat ederek giyinmek için diğer odaya geçtim. Abim sabah beni uyandırmıştı. Aslında bütün gece uyumadığını, diken üstünde olduğunu biliyordum. Ben uyumuştum... Erkenden kaldırıp beni zorla kahvaltıya indirmiş, sürekli konuşarak gerginliğini gizlemeye çalışmıştı.

Briella'nın getirdiği kutulardan bana lazım olanı elime aldım. Temiz bir iç çamaşırı takımını da kutunun üzerine koyup odaya döndüm. Tamamen çıplak olmamdan bahsetmişti ama en azından mağaraya kadar iç çamaşırlı olsam iyi olurdu. Bu konuda ufaktan bir gerginlik yüklenmişti bana...

Kutuyu yatağın üzerine koyduktan sonra beyaz iç çamaşırlarını kuruyan bedenime geçirdim. Tutulmaya iki saat kadar bir zaman kaldığını söylemişlerdi, henüz vaktim vardı. Islak saçlarımı havluyla biraz kuruladıktan sonra havluyu da yatağın üzerine bıraktım. Birkaç dakika sonra kendiliğinden kurumuş olurlardı zaten.

Kutunun kapağını açıp beyaz cübbeyi çıkardım. Kolları omuzlardan aşağı doğru bollaşıyordu. Cüppeyi üzerime geçirip aynanın karşısına geçtim. Tuhaf görünüyordum. İçimdeki tuhaf hisle beraber yerimde zıplamama çok az kalmıştı. Korku da heyecan da endişe de aynı anda bedenime yüklenmişti. Bilmediğim bir yolda ilerleyecektim ve bu benim en büyük korkum olmuştu.

Aynadaki aksime bakarken cüppenin oldukça uzun, kalın kuşağını belimde iki tur döndürdüm, karnımın üzerinde bağladım. Yakası v şekilde göğüslerime doğru iniyordu ve kırmızı taşlar vardı. Alt kısmı kalçalarımdan ayaklarıma doğru su gibi akıyordu, uzundu. Tahmin ettiğim gibi hemen kuruyan saçlarımı birkaç tarak darbesiyle taradıktan sonra geriye doğru atıp sırtıma serdim. Kuşağı belime sıkıca sardığım için üzerimde uzun bir elbise gibi durmuştu. Ayakkabı olarak ne giyeceğimi bilmiyordum, zaten ne giyersem giyeyim görünmeyecekti. Bu yüzden spor ayakkabı tercih ettim, rahatıma her zaman düşkündüm. Ve gezintiye çıkmıyordum sonuçta.

Ellerim karnımda birleşmiş bir şekilde kendime bakarken derin bir nefes aldım. Karnım yine ağrımaya başlamıştı. Bazı geceler benim için çok zor geçerdi, hemen uykuya yatıp bunun geçmesini, geçene kadar uyumayı isterdim. Keşke bunu da bu şekilde atlatabilseydim.

Tekrar sesli bir nefes verdikten sonra ellerimi üzerimdeki kumaşa sürtüp kapıyı açtım. Noris tam karşımdaki duvarda dikilmiş bekliyordu, kollarını göğsünde toplamıştı. Beni görüp inceledikten sonra gülümsedi.

"Hazır mısın?"

"Hangisine?" deyince gülerek duvara yaslı olan sırtını duvardan ayırdı.

"Patlamaya hazır görünüyorsun," dedi. Burun büktüm. Onun için söylemesi kolaydı. "Ashton seni bahçede bekliyor. Yanına uğrayıp gidelim."

Sessizce başımı salladım. Birlikte giriş kata inmek için asansörü kullanmıştık. Aslında onun için merdivenleri kullanmak çok kolaydı, bazen buna imreniyordum. Asansörden indikten sonra şatonun büyük kapısından çıktık. Çıkmadan önce yine Sasha'yı görmüştüm, bana bakışları endişeliydi.

Bahçeye çıktığımızda Ashton'ı büyük, kuru ağacın önünde gördüm, ayakkabısının ucuyla yerdeki küçük çakıl taşlarını eşeliyordu. Bir an yirmi beş yaşında bir adamdan ziyade beş yaşında bir çocuk gibi görünmüştü gözüme. Ona doğru yaklaştığımızı anlayınca başını kaldırıp bize baktı. Gözleriyle beni süzdü, gözlerindeki endişeyi saklayamamıştı.

"Bir saatiniz kaldı," diye mırıldandı. Yanına gidip kollarımı beline dolayarak ona sarıldım. Kollarını bedenime sardığında çenesini de başıma yaslamıştı.

"Orada çok kalmayacağız," dedim, "İki saat olmadan dönmüş oluruz."

Noris beni onaylayan bir mırıltı çıkardığında abim yavaşça benden ayrılıp gözlerime baktı. "Bu herifin tilki olduğunu öğrendiğimde daha çok endişelenmiştim, o boyuyla seni nasıl koruyacağını düşünü-"

"Hey," deyip kaşlarını çatarak ona baktı. "Bir ısırığımla ölüm döşeğine yatarsın."

"Aman ne korktum," dedi gözlerini devirirken, sonra tekrar bana baktı. "Burada bekliyor olacağım."

Gülümseyerek başımı salladım. Dudaklarını saçlarıma bastırıp bir iki adım uzaklaştı. Noris başıyla kapıyı işaret edince gitme zamanı geldiğini anlamıştım. Hızla abime sarıldım, o da ânında bana karşılık vermişti. Kısa sarılmamızdan sonra Noris ile birlikte bahçeden çıktık. Bugün gökyüzünde o koyu bulutlar yoktu, güneş tüm enerjisiyle parıldıyordu ama şehir her zamanki gibi kasvetliydi.

Merdivenlerin başındayken Noris elini uzattı. Bunu birçok kez yapmıştık, o yüzden artık alışmıştım. Elini tuttuğumda o turuncu ip ellerimize dolandı. Şimdi içime dolan enerji diğerlerinden daha fazlaydı. Bunun gökyüzünde parıl parıl parlayan, bir süre sonra birkaç dakikalığına da olsa karanlığa gömülecek olan güneşle alakalı olduğunu düşünüyordum. Merdivenleri hızla inmeye başladığımızda cüppemin etekleri dizlerime kadar açılmış, geriye doğru savruluyordu. Ilık rüzgâr bütün bedenimi sarmıştı. Enerji, damarlarımda tur atıyordu. Birkaç saniye sonrasında ise binlerce merdivenin onuna gelmiştik. Son basamağı da indiğimizde elimi yavaşça çektim, turuncu ip yok olmuştu.

"Buradan sonrasını yürüyeceğiz," dedi bana dönerek. "Yoruldun mu?"

"Tek tek inmiş olsaydım yarısına gelmeden bayılmıştım," dediğimde güldü.

Kurumuş ağaçlarla dolu ormana girmeden önce üç beş insanla karşılaştık. Bizi gördüklerinde yavaşça eğilip sonra da yanımızdan geçip gitmişlerdi. Geçen bunca ayın içinde şehre indiğimiz zamanlar da vardı. Noris, Ashton ve beni çeşitli yerlere götürüp şehri gezdirmişti. İnsanların içine karışmak, yeni yerler görmek bana iyi gelmişti. Ashton ve benim eğlenmemiz için elinden geleni yapmıştı.

"Nasıl oluyor da buradaki çoğu insan bizim kim olduğumuzu biliyorken bizim evrenimizde kimse bilmiyor?"

"Bilmediğini nereden biliyorsun? Belki de bilmeyen sadece sensindir," dediğinde duraksadım. Gerçekten bilen insanlar var mıydı?

"Öyle olsa herkese bunu anlatırlardı," dedim, toprağa gömülmüş kütüğün üzerinden atlayıp başını bana çevirdi. Elini uzattı, elini tutarak kütün üzerinde atladım.

"İnsanlar neleri anlatıp neleri anlatmaması gerektiğini bilirler, Astrid. En azından bu konuda," dedi tekrar önüne dönerken. "Bilmiyorlarsa bile korkarlar. Onlardan daha güçlü olanlardan."

"Yani korkutan birileri mi vardır?" dedim şaşkınlıkla, adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim.

"Bir soruna neden olurlarsa başlarına neler geleceğini biliyorlardır," derken yüz ifadesi sertleşmişti. "Burada da herkes biliyor değil."

Sağa dönüp kısa bir yokuşu hızla çıktık. Düz yola girdiğimizde mağaraya yaklaştığımızı biliyordum.

"Nasıl hissediyorsun?" Sorumla başta afallasa da sonrasında ifadesini hızla toparlamıştı.

"Tek başımayken zor oluyordu, sadece enerji kaybedişimi hissediyordum," dedi kısık sesle. "Şimdi nasıl hissedeceğimi merak ediyorum. Ya sen?"

"Bir belirsizlik var ve bu beni daha da korkutuyor," diye mırıldandım. "Ne yapacağımı hiç bilmiyorum."

"Sana söylemiştim. Sadece yanımda durup enerjini benimle paylaşman yeterli olacak," derken rahatlatmak ister gibi gülümsemişti.

Bir şey söylemeden başımı salladım. Birkaç dakika sonra ise mağaranın girişine gelmiştik. Mağaranın içine bakıyor olmam ellerimin terlemesine yetmişti. Son kez arkamı dönüp şehre baktım, bu anlık gelen bir istekti. Gözlerim havada tüm ihtişamıyla duran şatoda takıldı. Ashton beni orada bekliyordu.

"On beş dakikamız kaldı," diye fısıldadı Noris güneşe bakarken. Başımı sallayıp ona doğru döndüm.

Yoğun bir sessizlikle yan yana mağaraya girdik. Girdiğim anda kulaklarıma gür bir uğultu dolmuştu. O da bunu duymuş gibi yüzünü buruşturdu. Karanlık mağarada ilerlemeye devam ettik. Karnım çok ağrıyordu.

"Duvardan geçmeden önce-"

"Biliyorum, Briella anlattı," dediğimde başını salladı. Çukura doğru yürürken bir yandan da üzerindeki gömleği çıkarıyordu. Yutkunarak direkt ileriye baktım.

"Duvar sana ne zaman görünür olursa o zaman gireceğiz, gördüğünde beni yönlendir."

"Sen şu an görebiliyorsun değil mi?" diye sordum, çıplak omzunun üzerinden bana baktı.

"Evet. İstediğim her an." Benden birkaç adım öndeydi. Çıplak sırtı yürüdükçe hareketleniyor ve bu loş ortamda sırtı da gölgeli duruyordu.

Çukurun tam önünde durduk, yerden ve kolonlardan akan lavlar aynı şekilde çukura doluyordu. Belimdeki kuşağı yavaşça çözdüm. Cüppenin uçları iki yana açıldı. Noris bana arkası dönük bir şekilde pantolonunun düğmesini açıyordu. İlk başta bunu çok normal karşılasam da şu an yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim. Cüppeyi üzerimden çıkarıp kenarda duran büyük kayanın üzerine serdim. Sütyenimin kopçasını da çözüp omuzlarımdan sıyırarak çıkardım. İçerisi sıcak olmasına rağmen ürpermiştim. Altımdakini de hızla çıkarıp bacaklarımı birbirine bastırdım.

Noris'in pantolonunu kenara koyduğunu göz ucuyla görmüştüm. Ardından bana doğru dönüp gözlerini yüzüme dikti. Başımı çevirip ona baktığımda göz gözeydik. Yanıma gelip tam yanımda durduktan sonra elini uzattı, yavaşça elini tuttum, uçurumun ucundaydık. İkimiz de ileriye bakarken aynı fısıltıları tekrar duydum. Fısıltılar haricinde duyduğum tek şey de nefes seslerimizdi.

Birkaç dakika sonra o tanıdık duvar aniden önümde belirdiğinde irkildim, Noris anlamış gibi bana döndü.

"Görüyor musun?"

"Evet," dedim titrek bir sesle, gözlerimi duvardan ayıramıyordum.

"Hadi, gecikmemeliyiz," diyerek beni duvara doğru çekti, ona ayak uydurdum.

Bacaklarım titriyordu ama bu üşüdüğümden ya da çıplak olduğumdan değildi. İlk önce Noris duvardan geçti, ellerimiz ayrılmamıştı, ardından ben de onu takip ederek duvardan geçtim. Buraya gelmeden önceki deneyimimden çok farklıydı. Girdiğim anda sanki bedenime küçük küçük iğneler batmaya başlamıştı, canımı acıtmıyordu ama gerilmiştim. El ele o karanlık köprüye yürüdük, tam köprünün ortasına gelince yan yana durup bekledik.

"Diğer kolunu aç ve gözlerini kapat," diye fısıldadı. "Gözlerini ben aç diyene kadar açma."

"Tamam," dedim kısık bir sesle. Sağ kolumu yan tarafa doğru açıp gerdim, gözlerimi yavaşça yumdum.

"Sakın korkma, seni korumak için buradayım."

Daha sonra onun sesi de kesildi. Bedenime batan iğnelerin yanı sıra büyük bir gürültü de kulaklarımı doldurdu. Binlerce farklı ses duyuyordum. Beynim bu seslerin baskısıyla patlayacakmış gibi hissetmeye başlamıştı.

Onun enerjisini hissettim. Bedenimde tüy gibi dolanan bir histi bu. O enerji bedenime yayılırken seslerin baskısı da vücuduma batan iğnelerin hissi de daha katlanabilirdi.

Elimi yavaşça sıktı. Bedenimizi içine alan büyük bir enerji hissediyordum. Bu enerjinin içinde onunkinden farklı olan benim enerjim miydi? Kulaklarımdaki sesler bir azalıp bir artıyordu. Sanırım yarattığımız bariyeri geçmek, özgür kalmak isteyen şeyler vardı. Karşılaştığımız güç arttığında ikimizin de bedeni hafifçe sallandı, elini tuttuğum için onun da sallandığını anlamam zor olmamıştı. Gözlerimi daha sıkı yumup kaşlarımı çattığımda enerjimiz genişledi. Noris artan enerjiyi hissetmiş gibi titrediğinde güçlükle elini sıktım. Bedenime dolanan o ipi hissettiğimde gülümsemek istemiştim. Bileklerimize dolanan o turuncu ip ikimizin de bedenini sarıyor olmalıydı.

Rüya yerine hep bir boşlukta olduğumu düşünürdüm, yine buna benzer bir boşluktaymış hissi vardı. Tek fark, yürüyeceğim yolu biliyordum.

O benim erk hayvanımdı. Bunu kabullenmiştim. Aramızda oluşan bir bağ, hatta hep olan bir bağın güçlenişi ve tamamlanışı. Şu an ikimiz de bir kozanın içindeydik. O ip bizi sarmalarken kozanın içinde bekleyen birer tırtıl gibiydik. Bunca zaman o kozanın içinde tek başına beklemişti. Şimdi ise benimleydi, şu anda hissettiği her şeyi hissedebiliyordum. Kötü değil, aksine iyi hissediyordu. Benden aldığı bu yeni doğmuş enerjiyle daha güçlü hissediyordu. Daha önceki gibi hissetmekten korktuğunu da kendi damarlarımda hissediyordum.

Burada olmak sandığım gibi zorlu değildi, bedenim bununla rahatladığı için enerjimi daha net algılıyordum. Sınırlarımızı zorlayan o ruhların çekimi azalmıştı, şimdi ikimiz de daha rahattık. Saçlarım yavaşça uçuşmaya başladı. Çıplak bedenim olduğundan daha dinçti, bunun farkındaydım.

Anlık kapalı göz kapaklarıma yansıyan gümüş bir çift gözle göz göze geldim. Aynı anda ayaklarım birden yerden kesildi, paniklemiştim. Beni tek panikleten bu da değildi. Göğsümü aniden bir ağrı sarmıştı, göğsümde ateş yanıyor gibiydi. Noris elimi sıkarken her şeyin yolunda olduğunu söylemek istemiş olmalıydı. Kendimi rahatlatmak için çabaladım, ben panikleyince enerji çemberimiz de titremişti. Gözlerimi daha sıkı yumup odaklanmaya çalıştım. Birkaç saniye sonra yoğun enerjisini tekrar hissetmek beni rahatlattı, ipin ucunu kaçırmamam gerekiyordu.

Bir süre havada, bedenlerimiz turuncu bir ip tarafından sarılıyken el ele bekledik. Bedenime yüklenen enerji gittikçe artıyordu. Bu yenileniyormuş gibi hissettiren bir enerjiydi. Daha sonra ayaklarım köprünün tahta yüzeyine temas etti. Bedenimde gezinen o enerji kaybolmaya başladığında bacaklarım da titremeye başlamıştı. Beni saran o ip yavaşça geri çekiliyordu. Bir anda gelen yorgunlukla dizlerim titreyince afallamıştım. Sanki bacaklarım beni taşıyamıyordu. Olduğum yerde yalpalayınca tedirgin olmuş, gözlerimi açmamak için büyük bir çaba sarf etmiştim.

"Tuttum seni," diye mırıldanıp kolunu belime sararak düşmemi engelledi. Az önce o kadar iyi hissederken şimdi nasıl böyle bitkin olabilirdim? "Gözlerini açabilirsin, bitti."

Göz kapaklarım bu komutu bekliyormuş gibi titredi. Biraz zor olsa da gözlerimi açabilmiştim. Kızıl gözlerini yüzüme dikti, gözleri elmas gibi parıldıyordu.

"İyi misin?"

"Bedenimi kontrol edemiyorum," diye fısıldadım.

"İlk kez böyle bir şey yaşıyorsun, merak etme düzeleceksin," dedi. "Şimdi seni buradan çıkaralım."

Başımı sallamaya çalışmıştım ama eminim ki bunda da başarılı olamamıştım. Noris kolunu bacaklarımın altından geçirip beni kucakladı. Onun da bedeni titriyordu, yorulmuş olmalıydı. Bir an bu çok suçlu hissetmeme neden oldu.

"İndir lütfen, sen de yorgunsun," dediğimde bedenimi daha çok kendine bastırdı.

"Sorun yok, buna alıştım," dedi, gözlerini yüzüme indirdi. Duvarın içinden tekrar geçmiştik.

Gözlerimi mağaranın nemli tavanına diktim. Derime batan o iğneler yoktu ama sanki hâlâ bedenim karıncalanıyordu. Oradayken, köprüdeyken kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissetmiştim. Ne kadar yorgun düşmüş olsam da o gücü içimden atamazdım.

Beni kıyafetlerimi bıraktığım kayanın üzerine oturtturdu. Kenara koyduğum cüppeyi eline aldığı sıra da göğsüne bakıyordum, beyaz göğsü parıltılı görünüyordu. Kızıl gözleri yüzümdeydi, cüppenin uçlarından tutup yavaşça giymeme yardım ederken kolumu kaldıracak halimin olmadığını o da fark ediyordu. Kuşağını bağlamadan bedenimi onunla sardı. Ardından arkasını dönüp kendi kıyafetlerine doğru yürüdü. Gözlerim bir an bedenine kayınca hızla gözlerimi kaçırdım. Yılda iki kez bu ânı yaşayacaktık ve nedense ilk andaki o utangaçlığım azalmıştı. Bir süre sonra tamamen biteceğini düşünüyordum.

O arkasını dönmüş üzerini giyerken kenarda duran iç çamaşırımı bacaklarımdan geçirmeye çalıştım, en azından onu giyebilirdim. Zor uğraşlar sonucu giydiğimde ise bedenim toparlanmaya başlamıştı. Elimi kayaya bastırıp sakince yere indim. Bacaklarım hâlâ titriyordu ama daha iyi durumdalardı. Cüppenin kuşağını tutup belime sardım, karnımın üzerinde düğümledim. Noris de gömleğini üzerine geçirip bana doğru dönmüştü.

"Daha iyi misin?" dedi, gülümseyip başımı salladım.

"Toparlandım sayılır." Gözlerim ellerime kaydı, olduğundan daha beyaz görünüyorlardı. Noris'in teni gibi ışıltılı duruyordu tenim ve buna şaşkınlıkla baktım.

"Artık merdivenleri büyükanne gibi yavaşça çıkmak zorunda kalmayacaksın," demesi beni güldürmüştü. Bu sevindirici bir haberdi...

Birlikte mağaradan çıkarken ikimiz de bitkin görünüyorduk. Esen rüzgârla cüppemin geniş kolları bir tül gibi geriye savruldu. Noris'in düğmeleri iliklenmemiş gömleğinin iki yanı da havalanmıştı. Mağaradan çıktığımızda beni karşılayan sadece rüzgâr olmamıştı, derin bir uğultu da vardı. Dikkat kesilip sesleri ayırt etmeye çalıştım. Benim duraksamam onun da durmasına neden olmuştu. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Kanımdan ziyade bedenimde dolanan bir şey vardı.

"Açma gözlerini," dediğinde dikkatim ona yönlendi. "Elini uzat."

Benden neden böyle bir şey istediğini anlamasam da ona güveniyordum.

Elimi ona uzattım.

Hayatınız boyunca birçok insana güvenirdiniz. Kimi ailenizden olurdu kimi ise çevrenizden. Kimi güveninizi boşa çıkarırdı, kimi ise verdiğiniz en doğru kararlardan biri olurdu sizin için. Noris için bu ikisi de geçerli değildi. Ona güvenmek diğerlerine güvenmekle aynı değildi, benim elimde olmadan gelişmişti. Sanki o zaten benmişim, kendime nasıl güveniyorsam ona da o kadar güveniyormuşum gibiydi. Onun benim ruhumdan bir parça olduğunu o köprüde daha iyi anlamıştım. Beni korumak adına daima burada olacaktı.

Elimi avucunun içine alıp beni yönlendirdi, onun yönlendirmesiyle birlikte yürümeye başladım. Gözlerim kapalıydı ama sanki gündüzdü. Adımlarımı bir sonraki adımım nereye düşecek diye atmıyordum, nereye gittiğimi biliyormuş gibiydim. Kuru ağaç dallarının rüzgârla sallanıp birbirlerine sürtündüklerini duyabiliyordum.

"Ormanda mıyız?"

"Hayır," dedi, yönünü değiştirdiğinde ben de ona ayak uydurdum. "Artık daha iyi duyuyor olmalısın."

"Nasıl?" O durunca durmak zorunda kalmıştım. Daha sonra yönünü tekrar değiştirdi.

"Tilkiler çok iyi kulaklara sahiptir," dediğinde gözlerimi açıp ona bakmak istemiştim. "Yeteneğimi benden çalmışsın sanırım."

Güldüğünü duydum, bu anlık beni de güldürmüştü. Briella da bu tür bir şeyden bahsetmişti. Onunla geçireceğim ilk tutulmadan sonra bende bir şeylerin değişebileceğini söylemişti. Şu an normal duyuyordum ama odaklandığımda bir şeyler daha net kulaklarıma doluyordu.

Bir süre gözlerim kapalı ona ayak uydurdum. Bunu neden yaptığımızı hâlâ bilmiyordum ama her şeyi sorgulayan tarafım şu an çok sessizdi.

"Nereye gidi-"

Ben cümlemi tamamlamadan kulaklarıma tanıdık bir ses doldu. Gözlerimi hızla açarken sese odaklanmıştım. Şehrin uğultusunu ve ağaç dallarının sesini bastıran uluma sesi paniklememe neden oldu.

"Duydun mu?"

Noris neyden bahsettiğimi biliyor gibi dikkatle etrafına bakınıyordu. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyor gibiydi. Uluma daha şiddetli bir şekilde kulaklarıma çarpınca korkuyla Noris'e baktım.

"Briella," diye mırıldandı. Kızıl gözlerini patika yola dikti.

"Bizi arıyor olabilir mi?" diye sorduğumda başını iki yana salladı.

"Bir sorun var, Astrid," gözlerini kıstı, "Beni takip et. Koşarken dikkat et, normal koştuğun zamanlardan farklı hissedeceksin, dengeni iyi kurmalısın."

Bu söylediği beni tedirgin etse de başımı salladım. Noris hızla patika yola girdiğinde ben de vakit kaybetmeden arkasından koşmaya başladım. İlk başta normal bir şekilde koşarken aniden bacaklarımın hareketleri hızlandı. Tökezleyecek gibi olduğumda dengemi sağlamak için Noris'e odaklanmaya çalıştım. Hızla önümde koşuyordu ve bedenini ayırt edemiyordum. Bir süre sonra bu his bütün bedenimi sardı ve benimle bütünleşti. Şimdi koşarken tökezlemiyor, duraksamıyor, denge kurmakta zorlanmıyordum. Buna hızla adapte olmuştum.

Patika yolun sonundaki yol ayrımına gelince aniden kayarak durmak zorunda kaldık. Hangi yöne gitmemiz gerektiğini ikimiz de bilmiyorduk ve Briella'nın sesini bir daha duyamamıştık. Noris bir sorun olduğundan emindi. Onun yanlış hissetmiş olmasını umuyordum.

"Astrid," diye bir fısıltı duyunca hızla kafamı çevirdim.

Gördüğüm görüntü donup kalmama neden olmuştu. Briella elini kalın ağacın gövdesine bastırırken ayakta zor duruyor gibiydi. Çıplaktı ve bir süredir koştuğu hızla inip kalkan göğsünden belli oluyordu. Ben donmuş bir şekilde ona bakmaya devam ettiğim sırada Noris hızla ona doğru koştu. Üzerindeki gömleği çıkarıp onu belinden tuttu.

"Briella," dedim kısık sesle. Başımı iki yana sallayıp girdiğim transtan çıkarak ona doğru atıldım. Noris'in elindeki gömleği alıp Noris onu tutarken yavaşça gömleği giydirdim. Ben düğmeleri iliklerken o hızla nefes alıp vermeye devam ediyordu. "Sana ne oldu?"

"Endymion," dedi, başı Noris'in omzuna düştü. Omzundaki elim yavaşça kayıp boşlukta sallandı.

"O nerede?" diye sorarken kekelemiştim. Gözlerini zar zor aralayıp bana baktığında elimi küçük çiziklerin sardığı yanağına yasladım, sonra acıyabileceğini düşünüp hızla titreyen elimi geri çektim.

"O, duvardan geçemedi."

🦂

Biraz da aksiyon...

Elim hâlâ düzelmedi ama bir tane resim çizmeye çalıştım, umarım beğenmişsinizdir

Astrid ve Noris'in de bağları tamamlandı. Astrid ruh hayvanının güçlerinden mi yararlanacak yoksa başka bir şey mi olacak bilemeyiz, göreceğiz artık...

Başta 6 ay gibi bir zaman atlaması oluyor. Bunu yapma sebebim o süreçte normal günler geçirmeleri, bir olayın olmaması. Fantastik bir kitapta da insanlara o altı ayı on bölümde anlatıp uzatmayı, insanları sıkmayı istemedim. Yattım kalktım yemek yedim şuraya gittim falan şahsen beni okurken sıkardı ✍🏻

Endymion'um da sıkıştı kaldı orada, inşallah iyidir kendileri ansmmsmssmks

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım severek okumuşsunuzdur❤️✨

11 Mayıs 21:00'da sekizinci bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🫶🏻✨

Continue Reading

You'll Also Like

7.4K 1K 10
Zihnimin iki ucu var. Bir ucu delilik bir ucu ise uçurum," dediğimde yüzünde dehşet verici bir ifade belirdi. "Ben bir sınırı geçeli çok oldu, kimse...
10.2K 2.9K 44
Bir lanet, ikiz kız kardeş ve yasak bir aşkın hikayesi.. Geçmişin izlerini taşıyan, ihanetin ve sırların yaşandığı meşe ağacının altında yaşamlar ölü...
335K 5.1K 27
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
224K 19.9K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...