AKREBİN KALBİ / TAMAMLANDI

By aycansrhmtt

182K 16.6K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
7. Güneş Tutulması
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
13. Düğüm Çözen Melodi
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
20. Çöl Nebulası
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
34. Solan Anılar
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
43. Siren
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3

2. Antares

8.2K 683 1.3K
By aycansrhmtt

Bolshiee, Wish I Never Loved You

Bazen bana bin yıl sürmüş gibi gelen uykulardan uyanırdım. O uykularda başka birilerinin kılığına girer -hatta kendimi bir süper kahraman olarak gördüğüm de olurdu- yaşanması güç olaylarla karşılaşırdım. Gözlerimi açtığımda ise her şey biterdi, bunun bir rüya olduğunu bilirdim. Şimdi neden öyle hissedemiyordum? Oysa rüyadan uyandığımda hissettiğim şeylere benzer şeyler hissediyordum. Sanırım bu benim gerçek ile hayal arasında kaldığım, hiçbir şeyi ayırt edemediğim bir andı.

Akrebin Kalbi. Tam olarak bunu söylemiştim. Bu da neydi? Bilmiyordum.

Sımsıkı kapattığım gözlerimi araladım. Burnuma gelen o kokuyla yüzümü buruşturmak istedim. Sanki o duvardan geçerken bedenim yanmıştı, yanan derimin kokusunu soluyordum. Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Ayağımın altındaki zemin sıcaktı. Parmaklarımdaki yangını hissediyordum.

Gözlerim zemine indi, siyah bir taşın üzerindeydim sanki. Bu taş yanıyor muydu? Bakışlarımı zeminden ayırıp etrafıma baktım. Gözlerim irileşirken göğsüm patlayacakmış gibi havalandı. Ashton neredeydi? Konuşmuyordu.

Karanlık mağaranın taş duvarları ıslak görünüyordu. Zeminde yarıklar vardı, o yarıklardan kırmızı bir sıvının aktığını fark etmiştim. Lav mıydı?

Burası da neresiydi?

"Dikkat et," diyerek atacağım o adımı engelledi Ashton. Sesini duymak beni ilk defa rahatlatmamıştı. Duyduğum ses onun sesine yabancı gibiydi, korku vardı. "Bu nasıl olabilir?"

Zeminden tavana yükselen kirişlerden de zemindeki gibi kırmızı bir sıvı akıyordu. Göz bebeklerimin korkuyla irileştiğine emindim. Yavaşça kirişe yaklaşıp daha dikkatli baktığım sırada Ashton kolumu tutmaya devam ediyordu.

Lav.

Bir yanardağın içinde olmadığıma emindim. Peki bu nasıl olabiliyordu?

Beton zemin yavaşça sarsılınca Ashton'ın koluna yapıştım. "Gidelim."

"Artık bunun için geç," dediğinde gözlerimi yüzüne çevirdim. Omzunun üzerinden geriye bakıyordu. Bakışlarını takip ederek arkama baktığımda bir boşlukla karşılaştım. Titreyen bedenimi yavaşça döndürdüm. Gördüğüm şey yerde ve tavanda olan lavdan daha korkunçtu. Birkaç adımdan sonrası yoktu, sonrası bir çukurdu. Zeminden ince şeritler halinde akan lav, o çukura doğru ilerliyordu. Korkarak bir adım attım, gözlerimi çukura doğru indirdim. Dibi görünmüyordu, zifir karanlıktı.

"Asthon," diye fısıldarken sertçe yutkundum, ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Duvar kayboldu," diye gergin bir sesle fısıldadı. "Şimdi nasıl döneceğiz?"

Duvardan gelen o cızırtılara benzer seslerin bu derin çukurdan da geldiğini fark ettim. Kanım bedenimde aşağı süzülen lav gibi dolanıyordu. İçeride yankılanan bir ses duyduğumda ikimiz de kasılarak donup kaldık. Yerdeki küçük taşların ezilme sesi doluyordu kulaklarıma. Burada biri mi vardı? Bu düşünce korkuyu daha derin hissetmeme neden oldu. Ashton, koruyucu bir tavırla bedenimi arkasına alırken sırtını bana dönmüştü. Arkamda ne vardı bilmiyordum ama abimin gerilen sırtını sırtımda hissedebiliyordum.

Adım sesleri durmadı. Titreyen elimi abimin koluna bastırırken yavaşça döndüm. Ashton'ın kolu yüzüme yakın olduğundan ileriyi tam olarak göremiyordum. Mağaranın girişinde soluk bir ışık vardı. Işığı yararak bize yaklaşan silüeti gördüğümde irkilerek Ashton'a daha da yaklaştım. Simsiyah silüetin gözleri kırmızı bir ışık gibi parlıyordu. Adım sesleri gürleşiyor, silüet yavaşça beden şeklini alıyordu.

"Sen de kimsin?" Ashton'ın boğuk sesinden anladığım kadarıyla gerçeklikten kopmuş gibiydi. "Orada dur."

Karanlık beden onun sözlerine aldırmadan bize yaklaşmaya devam etti. O bize yaklaştıkça kafamın içinde yerine oturan parçalar oldu. Bu oydu. Buraya gelmemi isteyen de o muydu?

O, kimdi?

"Sonunda." Onun sesini duymak bedenimden bir ürperti geçmesine neden oldu. Arkamda kalan derin çukurdan çatırdama sesileri yükseldi. "Seni buraya getirebilmek düşündüğümden de zor oldu."

"Ne?" Sesim titrek ve kısık çıkmıştı. Kısıtlı görüş alanımdan onu görmeye çalıştım. Bizden dört beş metre ileride duruyordu. Tedirgin gözlerim hızla bedenini taradı. Aynıydı.

"Tek değilsin," derken sesi düşünceli çıkmıştı.

İlk defa onu bu kadar yakından ve dikkatli inceleyebiliyordum. Boyu uzundu, Ashton'dan bile uzundu. Bedeni çok kalıplı durmasa da güçlü görünüyordu. Yavaşça öksürdü, bir adım atacağı sırada Ashton elini kaldırarak ona durması gerektiğini tekrar hatırlattı.

"Sana kim olduğunu sordum," derken sesi farklı çıkmıştı, onun varlığı onu burada olmamızdan daha çok rahatsız etmişti.

Elini başındaki pelerinin şapkasına bastırdı, şapkayı yavaşça geriye iterken Ashton koluyla beni biraz daha geriye çekti. Ortamdaki bunaltıcı sıcakla yüzüm ter içinde kalmıştı. İrileşmiş gözlerimi yüzüne çevirdim. Birkaç kez bedenini gördüğüm adamın yüzüne bakakalırken damarlarım gerildi. Yeşil gözlerim onun kızıl gözlerine saplandı. Zeminden akan lavlar akmayı kesmiş gibiydi. Zaman şu an çok daha yavaş akıyor olmalıydı. Ben onun yüzünü incelerken o da benim yüzümü inceliyordu. Beyaz teni parıltılı görünüyordu, kalkık burnunun ucu sivriydi, çekik gözleri ve normal bir kalınlıkta dudakları vardı. Teni nasıl böyle parıltılıydı?

Gözlerim tekrar gözlerini buldu. Abimin uyarısına rağmen bize doğru adımladı. Ashton geriye doğru adımlamak istedi ama arkamızda gidebileceğimiz bir yer olmadığını da biliyordu. Onun gözlerine bakmaya devam ederken içime yayılan bir rahatlama hissi olduğunu fark ettim. Buna anlam veremesem de kaşlarımı çatarak yavaşça Ashton'ın yanına geçtim, şimdi arkasında değil de onunla yan yanaydım.

Aramızda az bir mesafe kalana kadar yaklaştı. Başımı kaldırarak ona bakmaya devam ettim. Abimin gözlerinin de bana çevrildiğinin farkındaydım. Karşımdaki adam bana bakmaya devam ederken durdu, bir süre o şekilde bekledi. Bu bekleyiş beni değil ama Ashton'ı fazlasıyla germişti.

Adam elini karnına bastırdı ve "Ben Noris," diyerek yavaşça eğildi. Başını önüne eğmesiyle kaşlarım daha da çatılırken bu durumu anlamlandıramaz bir şekilde ona bakmaya devam ettim. "Sana evinin yolunu gösteren bendim."

"Ne evi?" Tuhaf bir ifadeyle ona bakarken başını kaldırmadan bir süre bekledi, sonra yavaşça doğrulup tekrar gözlerimin içine baktı.

"Hiçbir şeyi anlamadığını biliyorum, bunları sana üstünkörü anlatacağım. Sonrasını sen zaten anlayacaksındır," dedikten sonra bakışlarını Ashton'a çevirdi. "Abisisin. Sen nasıl gelebildin?"

"Gemiyle tabii ki," diye yüzünü buruşturarak cevap verdiğinde Noris yavaşça güldü.

"Bundan bahsetmiyordum. Her neyse, benimle gelin," diyerek arkasını dönecekken aniden ileri atılıp kolunu tuttum. Bunu neden yaptığımı bilmediğimden içimden kendime kızmakla meşguldüm. Bu ikimizin de irkilerek geri çekilmesine neden olurken gözlerini az önce tuttuğum koluna indirdi.

"Nereye gideceğiz?" diye sordum, ben de onun gibi koluna bakıyordum. "Burası neresi?"

"Şu an sandığınız evrende değilsiniz," deyip gözlerini kolundan ayırarak tekrar bana baktı. "Nerede olduğunuzu göstereceğim."

Ashton şaşkınlıkla mırıldanırken bir süre ona dünyanın en saçma şeyini söylemiş gibi baktım. Aslında bu durumda 'gibi' fazlaydı çünkü söylediği şey bana çok saçma gelmişti. Bir cevap beklemediğini belirtir gibi arkasını dönüp yürümeye başladı. Ashton ile birbirimize baktık. Yüzündeki ifade normalde görsem oturup dakikalarca kahkaha atabileceğim bir ifadeydi ama şu an o ifadenin aynısının benim yüzümde de olduğunu biliyordum.

Duvar yok olmuştu, şu an onun istediğini yapmaktan başka çaremizin olmadığını biliyordum. Burada öylece durmak da bize pek bir şey kazandırmazdı. Gölge gibi peşimde olduğunu hissettiğim insanla karşılaşmıştım ve ondan alabileceğim cevaplar olduğunu düşünüyordum. Burada biraz daha durursam bu bunaltıcı ortamda daha fazla nefes almayacaktım. Yavaşça onun ardından yürümeye başladığımda abim de beni takip etti, o da başka çaremizin olmadığının farkındaydı.

O önde biz arkada bir süre yürüdük. Yürüdükçe ortamdaki hava değişiyordu, biraz daha nefes alınabilir olmuştu. Boynumdaki atkıyı yavaşça çözerken boynumdan göğsüme doğru akan terleri hissettim. Bir süre önce koca buz parçalarının arasındayken şimdi nasıl bu kadar sıcak bir yere gelmiştik? Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimi durdurmayı denedim. Beni çıkmaza sürüklemeye çalışıyordu ve başımda güçlü bir ağrı oluşmuştu.

Noris bize bakmadan yürümeye devam ederken gözlerimi sırtına diktim. Daha önce onu gördüğümde korkuyu iliklerime kadar hissetmişken birden gelen bu rahatlama hissinin neden olduğunu merak ediyordum.

Sonunda bu mağara gibi yerden çıktık. Botlarımın batıp çıktığı toprağa baktım. Siyah toprak şaşkınlıkla sert bir nefes vermeme neden oldu. Botumun ucuyla siyah toprağı eşelerken şaşkın bakışlarımı Noris'e çevirdim, bana bakıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak etrafıma baktım.

Aklımı kaçıracakmışım gibi hissederken başımı kaldırarak havada asılı duran kayalara baktım. Bulunduğumuz yer bir tepeydi, aşağıda gösterişli bir şehir vardı. Kırmızı ışıklarla sarılı bu şehrin tepesinde büyük kaya parçaları asılı duruyordu. Ağzım açık bir şekilde aşağı doğru sivrileşen kayalara baktım, siyah toprak parçaları ara sıra havada uçuşuyordu. Dışarıda temiz bir hava olması da bu görüntüye çok tezattı.

Hissettiğim korkuyla bütün bedenim titriyordu.

Gözlerim o kaya parçalarının arasındaki gösterişli yapıya takıldı. Topraktan siyah bir elmas gibi parlayan bir şatoya benziyordu. Ashton'ın da mırıldanarak benim gibi etrafı incelediğini gördüm. O şatoya bakmaya devam ederken etrafımı bir sis tabakası sarıyormuş gibi hissettim. Başım dönüyordu. Kurumuş ağaçlardan oluşan ormandan gelen sesleri duyuyordum. Hayvan sesleri miydi? Burası gördüğüm en ürkütücü yerdi, her türlü ses duyabilirdim.

Gözlerim odağını kaybederken midem bulanmaya başlamıştı. Siyah toprak zemin ayaklarımın altından kayarken birinin adımı seslendiğini duydum, bir kol belimi kavrayarak beni tuttu. Başım geriye doğru düşerken odaksız gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Gözlerim geriye kaymadan, bedenim boşlukta sallanmadan önce son gördüğüm şey ise, gri gökyüzünde parlayan kırmızı bir yıldızdı.

🦂

Karanlık bir koridorda yürürken pelerinimin etekleri zemini süpürüyordu. Koridorda neden sis vardı? Kısık gözlerle etrafı taradım, bir şey arıyormuş gibi hissediyor ama ne aradığımı bilmiyordum.

Önüme çıkan taş merdivenlere baktım. Başımı kaldırarak taş merdivenlerin sonunu görmeye çalıştım fakat yoğun bir sis vardı, göremiyordum.

Çıplak ayaklarımın altındaki taş zemin, bedenime anlık bir ürperti yaymıştı.

Yavaşça o taş merdivenleri tırmanmaya başladım. Ben yürüyordum, merdivenler bitmiyordu. Belki dakikalarca belki de saatlerce bıkmadan o merdivenleri aştım, taşlar ayaklarımın altında ufalanarak dökülüyor, merdivenler bitmiyordu. Yüzlerce merdiven çıkmama rağmen neden soluk soluğa kalmamıştım?

Başımı kaldırıp ileriye baktım. Sisler yavaşça dağılmış olsa da hâlâ bir şey göremiyordum, her şey bulanıktı.

"Geldin." Sese odaklanırken sisin arkasındaki silüete dikkat kesildim. "Neden geldin?"

"Noris," diye fısıldadım, sesim sadece benim duyabileceğim kadar kısık olmasına rağmen sanki o da beni net bir şekilde duyabiliyordu.

"O kızıl kuyruk ve sen, büyük bir hata yaptınız." Kalın sesi kulaklarıma dolarken onun başka biri olduğunu anlamam gerilmeme neden olmuştu.

Sis yavaşça dağıldı, onun kim olduğunu görebileceğimi düşünürken aniden gökyüzünden siyah toprak parçaları düşmeye başlamıştı. Islak toprak parçaları saçlarıma ve yüzüme yapışırken korkuyla bir basamak geri indim, bu dengesiz adım bütün dengemi de bozmuştu. Dudaklarımdan kopan çığlıkla beraber taş merdivenlerden yuvarlanırken onun sesini son kez duydum.

"Bulman gereken o değildi."

Göz kapaklarım titreyerek aralandığında bileğimde hissettiğim parmaklar duraksadı. Yüzümden akan terlerle öksürerek doğrulmaya çalıştım. Bir el omzumu kavrayıp bana yardımcı olurken şiddetli öksürüklerimin durmasını bekliyordum, boğazıma toprak dolmuş gibi hissetmiştim. Bunu hissetmek irkilmeme neden olurken kısık gözlerle beni tutan abime baktım.

"Sakin ol, iyisin," derken eliyle sırtımı okşuyordu.

Üzerimde montum yoktu. Bilmediğim bir odadaydım ve odada taze bir koku vardı. Tedirgince etrafı izlerken Ashton da iyi olup olmadığımı anlamak ister gibi yüzüme bakıyordu.

"Neredeyiz?" diye sorduğumda homurdandığını duydum.

"Bizi tuhaf bir eve getirdi, sanırım onun evi," derken kaşlarını çatarak parlak ahşap kapıya bakıyordu. "Ev demek biraz yanlış olur, kaleye benziyor. Bu binanın altında zindan olduğuna neredeyse eminim."

Ashton gördüğü şeyler hakkında konuşurken kendi bile dediklerine inanamıyormuş gibi başını sallayıp duruyordu. Girişte tuhaf giysili adamlar gördüğünü söylemiş, sonra bununla dalga geçmiş, hâlâ tuhaf bir rüyanın içinde olduğuna kendini inandırmaya çalışmıştı. Bir yanım bunu düşünse de diğer yanım gerçekliğin farkındaydı. Yutkunarak kuruyan boğazımı ıslatmaya çalışırken bulunduğum odayı inceliyordum.

Duvarlar taş bloklardandı. Kare şeklinde tahta pencereler vardı. Üzerinde olduğum geniş yatak yüksekti, kenarlarındaki demirden direkler tavana sabitlenmişti. Bunun haricinde karşımda geniş bir kanepe, bir masa, duvarda büyük bir ayna vardı. Oda fazla büyüktü, duvarlara ve odanın havasına baktığımda Ashton'a hak verebiliyordum, kaleye benzer bir yerde olmalıydık.

Bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayaklarımı yere bastırdım. Bedenimde bir uyuşukluk vardı, enerjim emilmiş gibiydi.

Pencereye yaklaşırken hareketlerim temkinliydi. Ellerimi pencerenin kenarındaki çıkıntıya bastırdığım sırada gözlerimi göreceğim manzaraya hazırlıyordum.

Yüksek bir yerde olmalıydık. Dar sokaklarda yürüyen insanlar küçücük görünüyordu. Buradan şehre baktığımda her şey normaldi aslında. Sadece başımı kaldırdığımda havada gördüğüm o diğer yerleşim alanı beni ürkütmüştü.

Şehirde sanki sis varmış gibiydi. Bu sis bir an gözlerim kapalıyken gördüğüm şeyi hatırlatınca başımı iki yana salladım. Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Terk edilmiş bir yer gibi ölü görünüyordu şehir. Benim geldiğim yerdeki gibi beton yığını yoktu, zeminde bile yoktu. Daha önce de seyahat ettiğim ülkelerde siyah toprak gördüğüm olmuştu ama bu şehir o toprağın üzerine kuruluydu.

Ahşap kapının açıldığını duyunca omzumun üzerinden kapıya baktım. Adının Noris olduğunu söyleyen adam, kapıyı kapatıp bize doğru döndü. Gözleri gözlerimi bulduğunda elini kumaş pantolonun cebinden çıkardı. Beyaz ipekten bir gömlek giymişti, gömlek biraz uzundu, öndeki üç dört düğmesi açıktı ve göğsünün bir kısmı gömleğin yakasının duruşundan dolayı göz önündeydi. Altındaki kumaş pantolon çok dar değildi ama bacaklarının yapısı uzun olduğundan güzel görünüyordu. Kaşlarım çatıldı. Ashton'ın homurdandığını duyunca dikkatim dağıldı ve bakışlarımı ona çevirdim.

"Ne anlatacaksan anlat," dedi dik dik adama bakarken. "Sonra da bize 'kendi' evimizin yolunu göster."

"O, gidemez," dedi bana bakarak.

"Ne demek o gidemez?" Ashton ayaklanırken çatık kaşlarla ona bakmaya devam ediyordu. "Onu buraya senin getirdiğini ima ettin. Anlat."

Noris derin bir nefes alıp köşedeki kanepeye oturdu. Gözleri ikimiz arasında turlarken ellerini birleştirip yumruk yaptı. Kalçamı pencerenin kenarına yasladım, onu görmek yine tuhaf bir sakinlik getirmişti.

"Burası sizin evreniniz değil," dedi, gözleri üzerimizdeydi. "Burası sizin evreninizin bağlı olduğu diğer evren. Antares."

Bu tanıdık kelimeyle ürperdim, Ashton'ın da bakışları bana dönmüştü. O duvardan geçmeden önce söylediğim şeyi duymuş olmalıydı. Duymadığını düşünmüştüm.

Noris bakışlarımdan ne anlamıştı bilmiyordum ama yavaşça başını sallayarak bana baktı.

"Sen nerede olduğunu biliyorsun," dedi gözlerime bakarak. "Aslında birçok şeyi biliyorsun ama neden bilmiyormuş gibi görünüyorsun bunu ben de anlamadım. Oysa her şeyin bilincinde gelmeliydin Antares'e."

"Neyi bilmeliydim?"

"Tamam," dedi ellerini hafifçe birbirine vurarak. "Sana genel bir anlatım yapmalıyım." Ayaklanıp kanepenin yanındaki ahşap kapakları açtı, duvara gömülü bir dolap gibiydi. Oradan gümüş bir yay ve içinde birkaç okun bulunduğu sadağı eline aldı. Şaşkınlıkla elindekilere bakarken gözlerimin önünden tanıdık, bana ait olan bir sahne geçti.

"Bunlar bana ait," dedim sertçe. "Neden sende?"

"Senin için getirdim," deyip elindekileri kanepeye bıraktı. "Bunları sana Regina vermişti, değil mi?"

Duyduğum isimle donup kalırken Ashton'ın da gerildiğini biliyordum. Gözlerimi ona çevirdim, çatık kaşlarla yay ve oklara bakıyordu.

"Annemi tanıyor musun?" diye sordu Ashton. Noris başını sallarken tekrar eski yerine oturdu.

"Bunlar ona aitti. Ölmeden önce kızına bırakacağını biliyordum," dedi dalgın bir sesle. "Çünkü sana bıraktığı tek şey bunlar değil."

Annemi hatırlamak bedenimin boşlukta sallanıyormuş gibi hissetmesine neden olunca elimi yatağa bastırıp yatağın kenarına oturdum.

Bana bunları o vermişti, ona ait olduklarını biliyordum çünkü bu onun hobisiydi. Yirmi seneden fazla bir süredir okçuluğa duyduğu bir ilgisi vardı, bunu bana anlatmaktan hiç sıkılmazdı. Durgun bir şekilde yatağın üzerindeki örtüye bakarken Ashton da sessizdi. Konu ne zaman annem olsa en sessiz o oluyordu.

"Annenizden çok onun dostunu tanıyordum," derken o da sakinleşmişti. "Regina, Antares'in gardiyanıydı." Başımı hızla kaldırıp ona baktım. "Yirmi sekiz yıl bu görevi sırtlandı. O buraya getirildiğinde senden küçükmüş." Gözlerimin içine dikkatle baktı. "Sana bıraktığı bir diğer şey de bu, Astrid."

Adımı biliyor olmasına şaşıramamıştım bile. Söylediği şeyleri idrak etmeye çalışırken abim kısık sesle bir küfür savurdu. Boş bir ifadeyle Noris'e bakmaya devam ediyordum. Ne gardiyanlığından bahsediyordu bu adam? Birkaç saattir olan hiçbir şey bana mantıklı gelmiyordu.

"Gardiyan mı? Annem mi?"

"Evet. Buraya gelmeden önce bir köprüden geçtiniz, hatırlıyor musun?" diye sorduğunda başımı salladım. "O köprü, sizin evreninizle Antares'i birbirine bağlayan bir geçit. Her güneş tutulması olduğunda evrenler arasındaki duvarlar görünür hâle gelir. Eğer o köprüde bir gardiyan olmazsa, evrenini korumaya almazsa duvarlardan geçen kötü enerjiler her şeyi yok edebilir." Söylediklerini mantık çerçevesinde düşünerek algılamaya çalışıyordum ama hiçbir sonuca varamıyor, sadece ona düz bir ifadeyle bakıyordum. "Güneş tutulması yılda iki kez olur. Her tutulmada gardiyan ve erk hayvanı o köprüde durmalı, iki evren arasındaki duvarları kendi enerjileri ile kontrol altına almalı ve geçişleri engellemeli. Ta ki tutulma bitene kadar."

Gardiyan. Tutulma. Erk hayvanı. Gözlerim bu karmaşıklıkla kısılırken kelimelerimi toparlayamıyordum. Bu olağanüstü olayı kabullenmem kesinlikle zordu. Ama annemi tanıyordu. Onunla ilgili bilgilere sahipti. Bunların kurmacadan ibaret olmayacağını bilecek kadar da aklımı yitirmemiştim.

Noris dudaklarını aralıyor, tek kelime edemeden tekrar kapatıyordu. Söylemesi gereken başka şeyler olduğunun da farkındaydım, tüm hikâye bu kadar olamazdı. Ashton'a baktım. Ellerini birbirine kenetlemiş, karşısındaki duvara bakıyordu. Bir şeyleri sorgulamaması dikkatimden kaçmamıştı.

"Neden ben?" diye fısıldarken Noris'e baktım. "Söylediğin şeyleri benim yapmamı mı istiyorsun? Ben daha ne yapacağımı bile tam olarak bilmiyorum. Ki anlattıkların bana gerçek dışı geliyor. Şu an bile farklı bir evrende olduğumu kabul edemiyorum." Başımı ellerimin arasına aldım. "Her şey çok karmaşık. Hiç böyle düşünmemiştim."

"Astrid," dedi Noris, oturduğu yerden kalktığını hissettim. Başım ellerimin arasında öylece dururken omzuma konan elle irkilerek ellerimi kucağıma indirdim. "O köprü sana ait. O duvarlar senin. Oturduğun bu yatak, içinde olduğun kale, hepsi senin." Gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken Ashton'ın hareketlendiğini göz ucuyla da olsa görebilmiştim. "Antares, dışarıdaki insanlara ait. Onların evi, onların evreni." Tek dizini yere bastırıp eğildi, gözlerimin içine baktı. "Antares senin ve benim. İçindeki milyonlarca insanla beraber bu evreni korumalıyız."

"Sen de gar-" Elini kaldırıp iki yana sallayarak sözümü kesti. "Hayır, ben bir gardiyan değilim." Yutkunurken beyaz, ince boynundaki belirgin âdem elması sertçe hareket etmişti. "Her şey gibi ben de seninim. Senin erk hayvanınım."

"Ne?" Gözlerim irileşti, şaşkınca ona baktım. Gözlerim bedeninde gezindikten sonra tekrar gözlerine baktım, bu hareketim onu güldürmüştü. "Sen. Nasıl?"

"Bunu zamanla öğrenirsin," derken dudakları yukarı kıvrılmıştı. "Sadece ölmemek için elinden geleni yap." Korkuyla ona baktığımı görünce bakışlarını Ashton'a çevirdi, daha sonra tekrar bana baktı. "Sen ölürsen ben de ölürüm. Sana ait olduğumu söylerken romantik olma niyetinde değildim." Yavaşça gülerken kızıl gözleri parlamıştı. "Annen öldüğünde..." Gözlerimi ellerime indirdim. "Onun erk hayvanı da öldü. Ben ölürsem sana hiçbir şey olmaz ama eğer sen ölürsen, yaşam benim için de biter."

"Ne yapmam gerekiyor," dedim, durgun bakışlarım hâlâ ellerimdeydi. Yalan söyleyen birine benzemiyordu. "Benden ne istediğini hâlâ tam olarak anlayamadım."

Derin bir nefes alıp elini dizime bastırdı. Ondan bana geçen tuhaf bir duygu vardı. O mağarada bana dokunduğunda da bunu hissetmiştim. Tuhaf bir bağ aramızda geriliyordu. Gözlerimi kıstım. Göğsüme bağlı olan, buraya gelmeden önce durmadan çekiştirilen o ip bu bağ mıydı?

"Annenin olması gereken yer burasıyken burada kalmıyordu. Onu sizin evreninize bağlayan birileri vardı. Özellikle siz doğduktan sonra sadece tutulmalardan önce geliyor, daha sonra da gidiyordu," dedi, dizimdeki elini yavaşça geri çekti. "Onu sadece birkaç kez gördüm. Ama onun dostu benim annemdi. Yani erk hayvanı." Bunu söylerken kızıl gözleri gölgelenmişti.

"Annen..." Dişlerimi sıktım. Annesi de benim annemle birlikte mi ölmüştü?

"Evet," dedi aklımdakileri okuyormuş gibi, sesi sert çıkmıştı. "Burada kalman gerekiyor, Astrid. Artık burada olman gerekiyor."

"Yeter." Ashton'un sert çıkan sesini duyunca ona baktım. Bütün konuşma boyunca susmuştu, ne düşünüyordu? "O, burada kalamaz. Söylediklerinin hiçbirini yapamaz." Sinirle kararan gözlerini Noris'in gözlerine dikti. "Buradan gideceğiz ve artık onu aramaktan vazgeçeceksin. Gardiyan ya da her ne haltsa, kendin hallet. Gidiyoruz, Astrid."

Oturduğu yerden kalkıp gözlerini yüzüme dikti. Başımı kaldırıp ona bakarken yüzünün neden bu kadar gerildiğini anlayamıyordum. Yüzünde boş bir ifade vardı. Arkasını dönüp ahşap kapıyı açtı, çıkmadan önce bana itiraz istemediğini belirten bir ifadeyle bakmıştı. O odadan çıktıktan sonra Noris'in sesli bir nefes verdiğini duydum.

"Gidemeyeceğini ona bir türlü anlatamayacağım değil mi?" Dişlerini sıktığında çenesi gerilmişti. "Annen geri dönüp orada kalabiliyordu çünkü onu o evrene bağlayan birileri vardı. Baban ve abin. Daha sonra da sen." Elini kumaş pantolonuna sürttükten sonra ayağa kalktı. "Seni bağlayan hiçbir şey yok. Abin yanında. Normal şartlarda o burada nefes bile alamayacakken senin varlığınla hayatta. Şu an ikiniz de buradan çıkamazsınız."

Başını iki yana sallarken kapıya yöneldi. Karmaşık bir ifadeyle sırtına baktım, o ise bir cevap vermemi beklemeden odadan çıktı.

Buradan çıkamazsınız mı dedi? Gözlerim büyürken hızla ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Benim kendi hayatım varken burada kalmamı isteyemezdi. Odadan çıkıp hızlı adımlarla arkasından ilerledim. Odadaki duvarlar gibi her yer taştandı. Zemin, merdivenler, kolonlar, tırabzanlar. Kapıdan çıktığımda beni bir koridor karşıladı. Koridordan ziyade balkona benziyordu. Kenardaki korkuluklardan aşağı baktığımda yükseklik karşısında başım döner gibi oldu. Noris'in merdivenlerden indiğini gördüğümde adımlarımı hızlandırdım.

"Ne demek buradan çıkamazsınız?" Bağırarak arkasından ilerlerken o beni duymazdan gelerek merdivenleri inmeye devam etti. "Ben sizi koruyamam. Bunu nasıl yapabilirim? Hayatıma geri dönmek istiyorum!"

Noris bir basamak daha inmeden durdu, o durunca ben de durdum. Arkasını dönüp başını kaldırarak ondan birkaç basamak yukarıda duran bana baktı. Gözlerinde bir karartı görür gibi oldum.

"Sen ve ben bu iki evreni korumazsak ne olur biliyor musun?" Parmağını bana doğru sallarken o yumuşak yüz ifadesi yüzünden silinmişti. "O çok gitmek istediğin hayatından geriye hiçbir şey kalmaz." Bir iki basamak çıkıp bana yaklaştı. Yüzündeki kaslar geriliyordu. "O köprü neden o kadar karanlık bunu merak etmiyor musun, Astrid?" Hiçbir şey söyleyemeden öylece ona baktım, başını sinirle iki yana salladı. "O karanlıkta gizlenmiş binlerce kötü ruh, binlerce kötü enerji var." Bir basamak daha çıktığında benden iki basamak aşağıda olmasına rağmen yüzü yüzüme yakındı. "Ve biz olmazsak, ne senin geldiğin o evren ne de Antares eskisi gibi olmaz. Yaşayan tek bir canlı bile bırakmazlar."

Yüzü yüzüme yakınken gözlerimi kızıl gözlerinden ayıramıyordum, gözlerimizin arasında bir iplik gerildi, ikimiz de bir ucundan çekiştiriyorduk. Söylediği şeyler göğsüme bir yük gibi oturmuştu. Gerçekten dünyayı tehlikeye mi atardım? Çok ciddi bakıyordu, onu son birkaç saattir ilk kez bu kadar gergin görüyordum. Gerçekten tedirgin olmalıydı. Benden istediği şey çok büyük bir şeydi. Ben daha başka bir evrende olmanın şokunu atlatamamışken bir de yaşayacağımız tehlikeyi omuzlarıma bırakmıştı.

Bir şeyler parça parça da olsa yerine oturuyordu.

Gözlerini gözlerimden ayırıp arkasını döndü, o iplik gerginleşip incelmişti. Merdivenleri ağır ağır inmeye başladığında bakışlarım sırtına sabitlendi.

Uzun bir süredir annemin avuçlarıma bir sır gibi bıraktığı cümleleri düşünmüştüm. Benden istediği şeyi bulmak için, o şeyin ne olduğunu öğrenmek için düşünüp durmuş, uğraşmıştım. Elimde somut hiçbir şey yokken bir yola çıkmıştım. Bu tamamen hislerimle masaya oturduğum bir oyundu. Bu yolun sonunun böyle bir yere çıkacağını nereden bilebilirdim ki? Dalgın adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Annemin benden istediği şey onun yarım bıraktığı işi devam ettirmek miydi? Bana neden daha önce hiçbir şey söylememişti?

Başımı iki yana sallarken gözlerimi tavandan sarkan dev avizeye çevirdim. Üzerinde uzun ve ince mumlar vardı, hepsi alev alevdi. Annem neden bana bunlardan bahsetmemişti?

"Çantanı almadın mı?" Son basamağa indiğim sırada Ashton'un sesiyle düşüncelerimin arasından sıyrıldım.

"Abi," dediğimde gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Geri dönemeyiz. En azından şu an için."

Ashton kaskatı bir çeneyle yüzüme baktı. "Bu saçmalığa bir son vermemiz gerekiyor, Astrid." Dudaklarını yalayarak ıslatırken bana yaklaştı. "Konu inanıp inanmamam değil. Annemle... Onunla ilgili bahsettiği şeylerden sonra bir şeylerin gerçekliğini kavradım." Kaşlarım çatılırken gözlerinin içine baktım. Benim bilmediğim bir şeyi mi biliyordu?

"Bildiğin bir şeyler mi var?"

Başını iki yana salladı. "Hayır. Sadece küçükken onun belli zamanlar seyahate çıktığını, bizi babamla bıraktığını hatırlıyorum. Bazı şeyleri düşününce mantıklı geliyor ama anlattıkları tamamen doğruysa bile seni böyle bir durumun içinde bırakamam. Gitmemiz ve bir daha bu konuyu kurcalamamamız gerekiyor."

"O, gidemeyeceğimizi söylüyor," diye fısıldadım. "O duvarın kaybolduğunu gözlerimizle gördük, nasıl döneceğiz ki?"

"Eğer dediği gibi sen bir gardiyansan, oradan tekrar geçebilmen gerekmez mi?" diye sorduğunda bu bana mantıklı gelmişti. "Geldiğimiz noktaya dönersek bir yolunu buluruz."

Tam dudaklarımı aralayıp bir şey söyleyecekken Ashton'ın birkaç metre arkasında dikilmiş, elleri ceplerinde bizi izleyen Noris'i fark ettim. Kaşları havada bir şekilde abime bakıyordu.

"Tutulma bitti, giriş ve çıkışlar kapandı," dediğinde Ashton gözlerini kısarak arkasına dönüp ona baktı. "Kardeşini oraya bağlayan tek şey sendin," deyip kollarını iki yana açtı. "Ama sen de onunla buradasın."

"Bu hiçbir şeyi değiştirmez." Resmen hırlar gibi konuşmuştu.

"Değiştirir," dedi ellerini tekrar ceplerine yerleştirirken. "Bir dahaki tutulmaya saniyeler kalana kadar o girişler açılmayacak. Diyelim ki hâlâ bir yolu olduğunu düşünüyorsun ve oraya gidip bir yolunu buldun, ki bulamazsın..." Başını omzuna doğru eğerken abime dikkatle bakmaya devam ediyordu. "O buzdağına döndüğünüzde kimseyi bulmazsınız. Herkes gitmiş olacak. Üstelik şu an oradaki kimse sizi tanımıyor, hepsinin hafızasından silindiniz. Ne sizi gördüler ne de o gemi kayıtlarında sizin adınız geçiyor. Orada donarak ölmeyi mi bekleyeceksin? Bir dahaki tur ne zaman? Aylar sonra mı?"

Yaşadığım şokla bir Ashton'a bir de Noris'e baktım. Bizi hiç görmemiş gibi devam mı edeceklerdi? Elimi dudaklarımın üzerine kapatırken abimin sırtı gerildi. Duyduklarından hiç hoşlanmamıştı, köşeye sıkışmış olmak canını bayağı sıkmış olmalıydı.

"Seni gerçekten öldüreceğim," diyerek Noris'e doğru atılacağı anda panikle kolunu tuttum. "Onu bir hayvan gibi kafese kapatmak için bunca planın altına mı yattın?"

"Bu benim yaptığım bir plan değil," diyerek parmağını havada salladı. "Bu plan benim bile boyumu aşar. Onların planı."

Ashton sinirle hırıltılı nefesler verirken ben de dikkatle Noris'e bakıyordum. Sanırım gerçekten burada sıkışıp kalmıştık. Elimin altındaki kol kasılmaya devam ederken hislerimi kontrol edemiyordum. Şu an herkesten ve her şeyden uzaklaşıp bir yere uzanmak, bütün bu saçmalıkların ne olduğunu kafamda tartmak istiyordum. Öğrendiğim şeylerden sonra içimi kemirmeye, kafamın içini deşmeye başlayan bir his oluşmuştu.

O köprüde bilinçsizce konuşmuştum, bu evrenin adını nasıl bilebilirdim? Acaba başka bildiğim şeyler de var mıydı? Abim sinirle ona bir şeyler söylerken Noris fazla umursamaz görünüyordu. Galiba abime katlanma sınırını aşmıştı...

"Burası kardeşine ait. Senin için de kalacak bir oda ayarlarız," diyerek normal bir şeyden bahseder gibi konuşunca Ashton'ın gözleri iyice kararmıştı. Bir şey söylemesine izin vermeden abimin kolunu daha sıkı tutup onu durdurdum.

"Biraz dinlenelim," dediğimde başını indirerek yüzüme baktı. Gözlerime dikkatle bakarken bedeni gevşemişti. Kaşlarını çatıp derin bir nefes alıp hiçbir şey söylemeden merdivenlere yöneldi. Sertçe yutkundum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Başımı kaldırıp tavandan sarkan dev avizeye baktım. Oradaki mumlar hiç bitmiyor muydu? Tavan yükseldikçe sivrileşiyordu. Noris, yiyecek bir şeyler getireceğini söyleyip yanımdan ayrıldığında ben hâlâ avizeye bakıyordum. Sindirmem gereken çok fazla şey vardı.

"Anne," diye fısıldadım. Avize yavaşça sallanıp gıcırdadı. "Sen nasıl bir şeyin içindeydin böyle?"

Avize hafifçe sallanmaya devam ederken mumlardaki alevler titriyor. Kalenin içinde uğuldayan bir rüzgâr vardı sanki. İçli bir nefes alıp başımı indirdim. Öğrendiğim şeyler hayatımın temelini sarsan şeylerdi.

Merdivenlere doğru yöneldim. Başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Merdivenleri yavaşça çıkmaya başladığımda avize hafifçe sallanmaya devam ediyordu.

Öğrendiklerim sarsıcıydı, bunun farkındaydım. Asıl bundan sonrası sarsıcı olacaktı, bunun da farkına varmıştım. Beni bekleyen şeyler nelerdi bilmiyordum ama annemin içimde bıraktığı hissin peşinden gidecektim. Yolum her nereye çıkacak olursa olsun.

🦂

Bu bölüm bir şeylerin biraz daha ortaya çıktığı bir bölümdü. Umarım keyifle okumuşsunuzdur❤️

Noris karakterini nasıl bulduğunuzu, gardiyan ve erk hayvanı hakkında ne düşündüğünü yazarsanız çok sevinirim.

Günlük hayatımızda da erk hayvanına, ruh hayvanına inanan büyük bir kesim var. Benim de merak ettiğim, araştırdığım bir konuydu. Hatta kendi erk hayvanımı bulmak için çok uğraştım ama tam bulamadım, göstermedi kendini ansnmsmsms İlgi duyduğum bir konu olduğu için de kullanmak istedim.

Bir sonraki bölümde başka bir gardiyan ve erk hayvanını da göreceğiz. Aynı zamanda Noris'in nasıl bir erk hayvanı olduğunu da...

21 Nisan'da, saat 21:00'da üçüncü bölümü yayımlayacağım.

Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere❤️✨

Continue Reading

You'll Also Like

175K 12.5K 38
Bir şehir düşünün. Kendi tırnakları ile bir kadının yarattığı bir şehir; çocukları kötülükten uzak tutmaya and içmiş bir kadının, karanlık şehri. Bu...
RUSALKA By ARTEMİSİA

General Fiction

706K 76.5K 42
Düşmüş Melekler Serisi / İkinci Kitap Kitaplar tek başına da okunabiliyor ama keyfini çıkarmak adına sırayla okunması tavsiye edilir. & Lara Altun...
7.3K 1K 10
Zihnimin iki ucu var. Bir ucu delilik bir ucu ise uçurum," dediğimde yüzünde dehşet verici bir ifade belirdi. "Ben bir sınırı geçeli çok oldu, kimse...
VÂYE By biliyoruzki

Mystery / Thriller

40K 4.2K 15
*BU KİTAPTA BULUNANLAR SADECE KURGUDAN İBARET, HİÇBİR KURUMLA BAĞLANTISI YOKTUR* "Hiçbir sokak..."diye mırıldandı ve parmakları arasına çenemi alarak...