2. Buz ve Rüzgarın Kızı

By epope_glcn

18.6K 3K 565

Ölümcül Hazineler Serisi 2. Kitabıdır. Seri birbirinden bağımsızdır. Lakin küçük bağlantı noktaları bulunur... More

Başlangıçta
1. BÖLÜM: Av
2. BÖLÜM: Yeniden Yeşermek
3. BÖLÜM: Ortak Kader var mıdır?
4. BÖLÜM: Hayat Her Zaman Yeniden Başlar
5. BÖLÜM: Umuda Tutunmak
6. BÖLÜM: Sabır Güzel Nimettir
7. BÖLÜM: Ani Ziyaretler
8. BÖLÜM: Gerçek Yalanlar 1
9. BÖLÜM: Gerçek Yalanlar 2
10. BÖLÜM: Ne Dilediğine Dikkat Et! 1
11. BÖLÜM: Ne Dilediğine Dikkat Et! 2
12. BÖLÜM: Beklentiler
13. BÖLÜM: Yaşamın Özü
14. BÖLÜM: Gerçekler Bazen Yalanlardan Ağırdır 1
15. BÖLÜM: Gerçekler Bazen Yalanlardan Ağırdır 2
17. BÖLÜM: Hayat zalimdir
18. BÖLÜM: Kristal Tabut
19. BÖLÜM: Karmaşa
20. BÖLÜM: Olması Gereken, Olması Gerektiği Yerde 1
21. BÖLÜM: Olması Gereken, Olması Gerektiği Yerde 2
22. BÖLÜM: Davetsiz Misafirler
23. BÖLÜM: Geride bırak
24. BÖLÜM: Rüzgarın Kızı 1
25. BÖLÜM: Rüzgarın Kızı 2
26. BÖLÜM: Kim?
27. BÖLÜM: Asıl Gerçekler
28. BÖLÜM: Yem
29. BÖLÜM: Kumpas
30. BÖLÜM: Sert Oyunlar
31. BÖLÜM: Hazırlanın!
32. BÖLÜM: Af Yok! Merhamet Yok!
33. BÖLÜM: Aydınlanma Yolculuğu (FİNAL🙊)
Son Söz 😬

16. BÖLÜM: Herkesin Kaderi Kendi Elindedir

505 90 6
By epope_glcn

Lord Fang'ın günün son karşılaşmasını hatırlatmasıyla içine düştüğüm tuhaf durumdan kurtuldum. Toparlanıp yemek salonundan çıkıp aceleyle karşılaşmanın yapılacağı arenaya doğru ilerledik. Platforma yaklaştığımızda seyirci bölümünün dolduğunu, karşılaşmacıların ısınma hareketleri yaptığını gördük. Tarafsız Bölgenin buz güç eli kullanan öğrencisinin oldukça sert bir görünümü vardı. Dağhan ise kararlı gibi göründüğü halde huzursuz gibiydi. Böyle devam edemezdi. Temsilciler yerlerine geçerken geride kalıp Dağhan'ı yanıma çağırdım.

Tedirginliğine rağmen gülümseyerek yaklaştı yanıma ve selamladı beni. Heyecanlı oluşu halinden belliydi. Ama heyecan hata yapmasına yol açardı. "Umay Vadisi'ndeyken seni azarladığım günü hatırlıyor musun?" diye sordum, başını salladı. "Şu an tek fark Umay Vadisi'nde olmayışımız. Yani o günkü gibi çalışırken seni izlediğimi düşün. Diğer her şeyi unutup sakinleş. Ama şunu sakın unutma, burası ateşin kalbi olsa da özü senin içinde. Ve kendi özünü bilmezsen, asıl o zaman beni utandırırsın," dedim. Ve gülümseyip rakibinin yanına gitmesini işaret ettim. Dağhan platforma çıkarken, ben de temsilciler arasında yerini aldım.

Karşılaşma Tarafsız Bölge ile yapılıyor gibi görünse de aslında bundan fazlası olduğunu biliyorduk. Dağhan doğrudan bir Fagön öğrencisiyle yüzleşmese de, buz güç eli kullanıcısıyla karşılaşması Fagön'e bir cevap olacaktı. Bu cevap Dağhan'ın hem geçmişi hem de geleceği için önem teşkil edecekti. Bir yıl önceki Dağhan Noyan ile şu an Varis'in tek öğrencisi Dağhan arasında büyük bir fark vardı. Biliyordum, Dağhan bu farkı herkesin gözüne sokacaktı.

Arasteinli hakem başlangıç komutunu vermeden evvel kalkan aktifleştirildi. Evet, kalkanı aşabilecek tek kişi halâ bendim. Bir kez daha kalkanı aşmamı gerektirecek durumla karşılaşacağımı da sanmıyordum. Ve evet, Dağhan rakibi ile kendi baş edebilecek seviyedeydi.

Rakip ilk hamleyi buz bıçaklarını göndererek yaptığında, Dağhan avuçlarında büyüyen alevlerle karşılık verdi. Bıçaklar ve alevler aynı anda çarpışıp yok olurken ortaya çıkan buhar çabucak yok oldu. Farkında olmadan yelpazemi açıp yüzümü yellediğimi burnuma değen kül tanesinin hissiyle anladım. Parmağımın ucuyla külü alırken, Dağhan solundan sağına doğru yarım daire dönüp oluşturduğu alev topunu rakibine fırlattı. Şimdilik durum karşılaşma iyi gidiyordu. Rakibi yana çekilerek alev topundan kaçmayı başarsa da, vücudunun bir kısmı aleve maruz kaldı. Ama pes etmedi. Aksine güç elini kullanıp vücuduna yüklenen ateşin bir kısmını soğuttu. Rakibin akılını kullanması ister istemez hoşuma gitti.

Lakin soğutmayı öyle hızlıca yapıp herkes ayağa kalkamazdı. Öğrenci güç elini kullanıp ateşi soğutmayı düşünecek kadar seri kanlıydı. Ama ne yazık ki hızlı değildi. Dağhan ona ikinci şansı vermeyecekti. Bu kez alev dalgası oluşturup savurduğunda rakibinin acı çığlığı dört bir yanı sardı. O an birilerinin gıcırtı sesi çıkardığını duyup sesin kaynağını aradım. Bu kişi Prens Falcondu. Tarafsız Bölge öğrencisi de, olsa buza ait birisinin acısı hoşuna gitmemiş olmalıydı. Küllerin yağışı artarken Bin Şemsiye, Kaya ağabeyimle beni örtecek şekilde üzerimizde belirdi. Prens Falcon nefesini tutarken başını bana çevirdiğinde, Lord Fang'ın gururlu gülüşü yüzünü buruşturmasına neden oldu.

"Varis, Dağhan'ı iyi eğitmişsiniz," dedi Prens. Övgüden ziyade bastıramadığı öfkesinden kaynaklı sesi tıslıyormuş gibi çıkmıştı. Başka bir yerde olsaydık bu haline gülerdim.

Bakışlarımı rakibinin doğru olmasını bekleyen Dağhan a çevirdim. Rakibinin yerinde kendisi olsaydı, rakibi Dağhan'ın doğrulmasını beklemezdi. Ama Dağhan öyle birisi değildi. Silah Eşleşmesi Ritueli ölümcül bir dövüş etkinliği değildi. Savaşmanın bile bir onur varken ritüelin onuru unutulmamalıydı. Tüm yapılanlara rağmen Dağhan önemli olanın ne olduğunu unutmamıştı.

Dağhan'ın bu haline gülümserken Prens Falcon'a cevap verdim: "O bir hayvan değil ki eğiteyim. Ona öğrettim ama Dağhan zaten olduğu kişi oldu."

Dağhan bana çek başını çevirdiğinde önüne dönmesine İşaret ettim. Bir anlık dalgınlık büyük bir hataya neden olabilirdi. Oldu da. Rakibi acısını yok edecek kadar kendini iyileştirmiş, yetmezmiş gibi vücudunda kristalleştirme oluşurken tamamen şans eseri sis oluşmasına neden olmuştu. Eğer Dağhan acele etmezse, rakibi sis oluşumundan faydalanıp silaha sahip olamadan onu büyük bir hezimete uğratacaktı. Çünkü rakip sis oluşumunun ne denli önemli olduğunu biliyordu. Sisi şans eseri oluşan sis için büyük bir ustalık gerekirdi. Ve bu seviyeye yalnızca kraliyet ailesinin en tepesindekiler ulaşabilirdi.

"Vay canına!" dedi Prens Falcon. Neşesi aniden yerine gelivermişti. "Haklıydınız, bu yıl Tarafsız Bölge öğrencileri çok iyi hazırlanmış."

"Bu durum hem çok iyi hem de çok kötü. Kaynak bölgelerinde yetişen öğrencilerin yetersizliğini ortaya seriyor," diye cevap verdi Lord Fang.

"Aynı zamanda de herkesin eşit ya da yeterli düzeyde güç kazanabileceğini gösteriyor," diyerek sözlerine ekleme yaptığımda birbirimize gülümsedik.

"Öğrencinizin neredeyse kaybetmek üzere oluşundan rahatsız olmuş gibi görünüyorsunuz," diyerek araya girdi Bars Poyraz.

Yelpaze ile yüzümü gizleyerek kahkaha attım. "Neden rahatsız olayım ki? Unutuyorsunuz sanırım, ben Rüzgârı kullanabiliyorum kolaylıkla. Hem de Arastein'in o muhteşem dağlarına ihtiyaç duymadan."

Bars Poyraz gülümsedi ama bu öylesine bir gülüş değildi. "O halde sizi Kraliyet Akademisine davet ediyorum, Varis. Ne kadar iyi olduğunuzu ustalarımız da görmek isteyecektir."

Bars'ın fırsatçı gülüşünü taklit ederek cevap verdim: "Ustalardan kastınız, Âsi (kral) Sigrun olmalı. Kabul! Annemin doğduğu toprakları görmeyi elbette isterim."

Bars şaşırdığı herhalde memnundu. Dağhan ile rakibinin karşılaşması devam ediyordu. İkisi de yorgun görünüyordu. Ama aynı zamanda güç seviyelerinin eşit olduğu anlaşılmıştı. Bununla birlikte ikisinden biri için ortaya çıkan bir silah yoktu. Boğazını temizleyen Prens Falcon'un söyleyeceklerini tahmin ettiğim halde başımı ona çevirdim.

"Majesteleri Kral Maoetis'e de verilmiş bir sözünüz vardı, Varis," dedi.

Tam o sırada Dağhan'ın acı içinde inleyişini duyup başımı ona çevirdim. Rakibi başa çıkamayacağını anlayınca Dağhan'ın vücudunu buzla kaplamaya başlamıştı. Bu çok kötüydü, rakibi ne kadar güçlüyse buz o kadar iyi katılaşırdı. Bu katılaşma ve kaplama işlemi kalbini kapsadığında Dağhan'ın komaya girmesine neden olabilirdi. Bu duruma gelmemesi için hakemin müdahale etmesi ya da Dağhan'ın buzuldan bir an önce kurtulması gerekiyordu. Endişe yüzünden kalp atışlarım yükselmiş, farkında olmadan yelpazenin yeşim taşından olan sapını sıkan parmaklarım beyazlamıştı.

Herkes nefesini tutmuş olacakları beklerken, Arastein insanları yükselen kalp atışlarım yüzünden bakışlarını bana çevirmişlerdi. Onlara zayıflığımı gösteremezdim. Gözlerimi kapatıp sakinleştirdim kendimi. Ama dudaklarımdan çıkan kelimelere mani olamadım: "Buraya geliş sebebin neydi, Dağhan?" Eş zamanlı olarak gözlerimi açtığımda, Dağhan beni duymuş gibi kıpırdandı. Ardından buzul büyük bir güçle patladığında, Dağhan elinde büyük bir çekiçle ayakta duruyordu. Rakibi ise kalkanın bozulmasıyla birlikte platformunun dışına savrulmuştu.

Gülümseyerek arkama yaslanırken Prens Falcon'a ona cevap verdim: "Kış dönümü için henüz çok erken."

Dağhan, rakibini ve seyircileri selamladıktan sonra bedenini bana çevirince gelmesini işaret ettim. Temsilciler beni tebrik ederken gözlerim Dağhan'ın yüzüne yayılan çocuksun mutluluktaydı. Oturduğum koltuğun önüne geldiğinde önce temsilcileri selamladı. Sonra dizlerinin üzerine çöküp iki eliyle çekici bana uzattı.

"Beni, herkesin çöpmüşüm gibi davrandığı beni, öğrencin olarak kabul ettiğin için teşekkür ederim Usta," dedi.

Gözlerimin dolmasına mani olamadım. Dağhan'ı benden iyi kimse anlayamazdı. "Sen hiçbir zaman çöp olmadın, Dağhan. Ayağa kalk, öğrencim olduğum için onur duyuyorum!" dedim.

Dağhan mutlulukla ayağa kalkarken derinlerden gelen fısıltı duydum. O kadar derindi ki, nereden geldiğini anlayabilmek için kendimi zorlamak zorunda kaldım. Bakışlarımı çekice çevirdiğimde ruh güç elimin kalbimi sıktı. Çekiç iletişime geçmek isteyen güçlü bir ruha sahipti. Ama pek çok güç eli kullanıcısı gibi Dağhan'ın da iletişim kurabilecek yeterli gücü yoktu.

"Gözlerini kapat, çekici sıkıca tut" deyince, Dağhan beni sorgulamadan söylediğimi yaptı. Ayağa kalktım. "Ona en iyi ismi verirken en samimi duygularını aktar. Neden onu istediğini hatırla." Diye ekledim. Dağhan içinden söylediklerimi yaparken sağ elimi kalbinin üzerine, sol elimin işaret parmağını ise aynı anda iki kaşının ortasına bastırdım. Ruh güç elim aktifleşip Dağhan'ın Sessizlik Boyutu kanalını aralaması sağladığım sıra etrafımızda mor renkli ışıltılar dönmeye başladı. Dağhan aniden gözlerini açtı, geri çekildim.

"Beni duydu! Bana cevap verdi, Usta!" dedi büyük bir şaşkınlıkla. Tek şaşkın olan Dağhan değildi. Etrafımızdaki herkes hatta Kaya ağabeyim bile şaşkındı.

"Ruh güç eli!" dedi Lord Fang.

Ona gülümsemekle yetindim. Biliyordum, bu yaptığım riskli bir hareketti. Güç ellerimi açığa çıkarmak, yeni düşmanlara daveti vermek demekti. Ama yalnız değildim ve bu kaotik dünyaya güç ellerimi kendime saklamak için gelmemiştim.

"Adın nedir?" diye sordum çekice seslice.

"Adım Yenilgidir, Büyük Usta!" dedi.

Dağhan'a bakıp "Yenilgi, güzel bir isimdir," dedim. Ardından "Efendine öğret, yoldaşı ve de sırdaş ol. Aklıyla bir ama onu dizginleyecek kadar da sağduyulu ol, Yenilgi. Yoksa seni cezalandırırım, kendini Kılıç Mezarlığı'nda bulursun!" diye ekledim.

"Söz veriyorum, Büyük Usta" dedikten sonra Dağhan'ın kemerine ağırlığı yokmuş gibi takıldı.

"Usta, siz gerçekten de Büyük Ustasınız," dedi Dağhan hayranlıkla.

Övgülerin benim için bir anlamı yoktu. "Git ve dinlen. ve Yenilgi ile bağınızı sağlamlaştır," deyip ona arkamı döndüm.

Gözlerim hayretler içerisinde kalmış Prens Falcon'a takıldığında gülümsedim. Şimdi cevap verme sırası yıllar sonra bana gelmişti. "Fagön'de bir zamanlar Aysera Aras bir çöptür, denilmişti." Prensin bakışları değişti, Âdem elması hareket etti. "Ama Varis Aysera Doyle geleceğin Büyük Ustasıdır, değil mi?" Umursamaz ifadeyle başımı Lord Fang'a çevirdim. "Neredeyse unutuyordum Fang amca. Ne dersiniz, uzun sohbet sözümün vakti gelmiş midir?"

Amacımı anlayan Fang Chan kahkaha attı. Bu durumdan fazlasıyla zevk aldığı ortadaydı. "Kesinlikle tam vaktidir, yeğenim" diyerek oyunuma eşlik etti.

Fazla mı ileri gitmiştim?

Bin Şemsiye o sıra cevap verdi. "Aksine, Büyük Usta cevap vermenizin zamanı gelmişti."

*****

"Kadınım inanılmaz derecede güçlü," diye düşündü Han. "Gücünün yakınında bile değilim. Nasıl koruyacağım onu, Yıkım?" diye sordu mızrağına.

"Yanılıyorsunuz, Efendim," diye cevap verdi mızrak Yıkım. "Silahı ile bağ kurabilen yalnızca Varis değil."

" Haklısın, seninle ilk anda bağ kura bilmiştim. Ama bu yine de yeterli olduğum anlamına gelmiyor," diye cevap verdi Han.

"Yetersiz olduğunuzu size düşündüren nedir? Güç seviyenizin şu anki durumu neredeyse Lord Fang'ın gücüne eş. Bu demektir ki daha fazlası olabilir, Prenses Aysera'yı koruyabilirsiniz."

İyi de nasıl güçlenecekti? Kadınının gücünü kıskanmıyordu, ona hayrandı. Ama hayranlıkla kalamazdı. Onun kadar güçlü olmasa da sahip olduğu gücü kuvvetlendirmeliydi. Akıllıca planlar yapıp kadınını desteklemeliydi. Üstelik bugün Arastein'e gideceğini öğrenmişti. Gitmesini istemiyordu. Ya ona zarar verirlerseydi?

Aklındaki düşüncelerle yoğrulurken, babasının özel misafirlerini karşıladığı Hanımeli bahçesine geçtiler. Üçü bahçeye varmadan önce hizmetçiler koşturarak masayı donatmışlardı. Bu durumdan Lord Fang memnun görünüyordu. Aysera ise ortamın güzelliğinden ötürü sadece gülümsüyordu. Lord Fang, Aysera bahçeyi daha iyi görebilsin diye onun baş köşeye geçmesini istemişti. Ardından kendi ve oğlu masada yerlerini almıştı.

Küller hala havada süzülmeye devam ediyor, sıcak esintisini Aysera'nın yüzünü yalıyordu. Bu durumdan rahatsız değildi Aysera. Sıcağı seviyordu ama özellikle onun sıcacık bakışlarını seviyordu. Bakışları Han ile kesişiyor, kendini ona gülümsemekten alamıyordu.

Lord Fang "Şimdi iyi misin, Aysera?" diye sordu ansızın. Aysera gözlerini kehribar gözlerinden zorla ayırıp ona çevirdi. "Henüz küçük bir çocukken Fagön'ün soğuğuna dayanamazdın. Soğuk zamanla kemiklerine kadar işlemiş, annen çok endişelenmeşti." Diye devam etti Lord.

Aysera'nın gözleri daldığında yüzünde mahsun tebessüm oluştu. İstemsizce dudağını ısırırken bir yandan da parmağını çay fincanının sapında gezindirdi. "Hepsi benim suçumdu, Fang amca." Zorlukla yutkundu ama hain gözyaşına mani olamadı.

"Aysera" diye fısıldadı Ha. Aysera kendi adını onun dudaklarından ilk duymuştu. Ama yine de suçluluk duygusunu atamadı Aysera üzerinden. Han dayanamayıp babasını hiçe sayarak Aysera'nın fincanın üzerindeki eline alıp avuçlarının arasına hapsetti. Aysera başını kaldırdığında onunla göz göze geldi. "Ağlama menekşe gözlüm."

Aysera utana sıkıla gülümsemeye çalışırken, Lord Fang orada olduğunu hatırlatmaya gerek duyup boğazını temizledi. Han istemeyerek de olsa ellerini geri çekmek zorunda kaldı. Elbisenin kol kısmı ile nazikçe sildi yaşlarını Aysera.

"Aslında buz ve rüzgâr güç ellerim iki yaşıma gelmeden ortaya çıkmıştı," dedi ansızın.

"Buzu da kullanabiliyor musun?" dediler aynı anda baba oğul.

Aysera başını sallayıp devam etti: "Annem saklamak için büyük çaba harcadı, başardı da. Herkes beni çöp bildi. Ama uyumlu güç elleri olmaları aynı zamanda dezavantajım oldu. Gücü kontrol edemeyecek, kendi ısımı sağlayamayacak kadar küçüktüm." Lord Fang'a gülümsedikten sonra bakışlarını Han'a çevirdi. "Anneme çok sorun çıkardım ve o da çareyi babana haber göndermekte buldu. Çünkü beni yalnızca Alaskış'ın lordunun ateş güç eli hayatta tutabilirdi. O zamanları zar zor hatırlıyorum. Hatta ne olup bittiğinden habersizdim, çocuktum çünkü. Büyüdükçe her şeyi daha iyi anladım." Lord Fang'a tekrar dönüp "Özür dilerim, Fang amca. Benim yüzümden gizlice Fagön'e gelmemiş olsaydın, Leydi Fang ile aran açılmazdı."

Babasından evvel "Senin hiçbir suçun yok Aysera," dedi Han.

"Han haklı, yeğenim. Arada düşmanlık olmasaydı, dedikoduları çıkaranlar olmasaydı, Fagön'e gizlice girmek zorunda kalmazdım. Üstelik dedikoduların bir kısmı da doğruydu," diyerek şaşırttı Aysera'yı. Yaşlı lord gülümsedi iki genç aşığa. "Arastein ile ezelden beri dosttur Alazkış. Annen ile çocukken arkadaş olduğumuzdan sıkça bölgeler arası seyahat ederdik." Eski günlerin anısıyla iç çekti yaşlı lord.

"Zamanla rüzgârın büyüsüne kapılıp annene âşık oldum. Lakin Annen hariç herkes bunun farkındaydı ve ona açılmaya cesaret edemedim. Leydi Fang ile babamın isteği üzerine konumumu sağlamlaştırmak adına evlendim. O sırada zaten annen Kral Maoetis ile nişanlanmıştı. Her şey çabucak gelişmiş gibiydi. Sonra senin doğduğunu duydum. Aradan bir süre geçti ve annen bana yıllar sonra ilk kez bir haber gönderdi, minik rüzgâr." Aysera gülümsedi. "Şimdi de haylaz oğlum rüzgârın büyüsüne kapılmış," deyip kahkaha attı yaşlı lord.

Aysel utançla başını eğdi. "Lord Fang gerçekten pervasız," dedi Bin Şemsiye kıkırdayarak. Aysera da ona katılmadan kendini alamadı.

Han'ın bakışları babası ve sevdiği kadın arasında ciddiyetle gidip gelirken sonunda pes etti. "Babamın huyuna sahibim ama ondan çok daha şanslıyım. Çünkü benim rüzgâr kızım bana karşı boş değil," dedi. Aysera kıpkırmızı kesilirken bu kez kahkaha atan Han'dı.

"Sözümü değiştiriyorum, Büyük Usta. Oğlu da en az babası kadar pervasız," dedi Bin Şemsiye. Aysera kesinlikle ona hak verdi.

Onu utançtan kurtaran Lord Fang'ın seslenişi oldu. Aysera merakla lorda döndü. "Tüm güç ellerine sahip misin?"

Aysera Han'a baktı sonra Rüzgârı bir kez daha dinledi. Yakınlarda onları duyabilecek kimse yoktu. "Eksik olan güç elim sadece ateş, Fang amca. Büyükbabam beni aslında sırf bu yüzden Cehennem Kayalıkları'na gönderdi. Çok yakında büyük bir olay burada gerçekleşecek ve bu olay her şeyin ve herkesin dönüm noktası olacak."

"Bunu nereden biliyorsun? Ne olacak?" diye sordu Han. Lord Fang ise sadece başını sallamakla yetinmişti.

"Ne olacak bilmiyorum. Ama hissediyorum. Çünkü ruh güç eli asla yanılmaz."

*****

Prenses Aysera da ortaya çıktığına göre artık her şey daha kolay olacak, hakkı olana sahip olacaktı. Yaşadığı hayatın hesabını onlara soracaktı. Olacak olan şeyleri kimse önlemeyecekti.

"Her şey hazır, Efendim" dedi adamı.

Adamın ismini bilmiyordu. Uzun zamandır isimleri hafızasında tutmaktan vazgeçmişti. "Güzel" diye fısıldadı. "Bu gece ve yarın sabah" diye ekledi anlamsızca.

Arkasında emrini bekleyen adam Efendisi'nin neden bahsettiğini anlamamıştı. Önemli değildi. Bu işin sonunda Efendi'nin boyunduruğundan kurtulacak, zengin bir adam olarak iki gün sonra hayatına yeniden başlayacaktı. Bu yüzden hevesle "Varis, Lord Fang'ın yanından ayrıldı," diye ekledi.

Efendi kahkaha attı. "Önemli değil. Nerede olursa olsun sahip olduğu basit iki güç eli de kurtulması için yetersiz kalacak" dedikten sonra keyfi derin nefes aldı. "Böylece Kraliçe Leila'ya verdiğim sözü de tutmuş olacağım," diye ekledi.

Adam kendini tutamayıp "Ya Prens Falcon ve Bars Poyraz?" diye sordu.

Efendi rahat koltuğuna oturup arkasına yaslandı. "Prens Falcon'a eşlik edecek en güçlü savaşçıları çoktan yanına yerleştirdim. Kraliçenin küstahlığı ile uğraşamam," dediğinde adam anlamsızca mırıldandı. "Bars Poyraz'a sıra gelince, yaşayıp yaşamayacağı kendi kaderinin kontrolünde," diye ekledi Efendi.

*****

"İyi ki yemek yedim," dedi kendine.

Fang ailesi ile konuşurken zamanın nasıl da çabuk geçip gittiğinin farkına varamamıştı. Lord Fang onun bunca zaman nasıl yaşadığını, nasıl saklandığını merak ettiği için konuşmaları da haliyle uzun sürmüştü. Han ile baş başa konuşmaya fırsatları da yalnızca odasına giderken ona eşlik ettiği sıra gerçekleşebilmişti. İsminin her söyleyişin de ki o sıcaklığı iliklerine kadar hissetmişti Aysera. Konuşacakları çok şey vardı onunla. Ama Alazkış'da gözler ve kulaklar çok fazlaydı. Elbette birlikte zaman geçirme fırsatını bulacaklardı, biliyordu Aysera.

Odasına gelip yatağını uzandığında aklında halâ Han'ın görüntüsü, kulağında kalbinin titreten sesi vardı. "Aptal âşık kızlar gibi gülümsüyorsunuz Usta" dedi Bin Şemsiye.

Aysera gözlerini devirip "Bir düşün bakalım normal değil mi bu? Ben bir kızım, Bin Şemsiye. Benim de diğer kızlar gibi hayal kurmaya ihtiyacım vardı her zaman."

"Özür dilerim, Büyük Usta. Haklısınız," dedi Bin Şemsiye.

Sesi üzgün çıkmıştın. Bu Ayseray'ı kendine getirdi. Yataktan doğruldu. "Söylesene Han'ın mızrağıyla konuştun mu? Sanki sesini duyar gibi oldum bir ara."

Şey, Evet." Utanmış gibiydi Bin Şemsiye. Aysera kıkırdadı, bunun üzerine Bin Şemsiye anlamsız şeyler söylendi. "Biz Yıkım ile eşi mızrağız, Büyük Usta. Efendi Han, sizin gibi genç yaşta silahı Yıkım ile eşleşmişti. Üstelik onlar da bizim gibi bağ kurabildiler."

"Ya..." dedi hayretle Aysera. "Yani Yıkım eril bir ruh." Bin Şemsiye onu onayladı. "Senin gibi güçlere sahip mi peki?" diye sordu bu kez de.

"Hayır, Büyük Usta. Benim gibi şekil değiştiremez. Benden farklı güce sahip. Gücü bana denk değil ama kesinlikle hafife alınmayacak güçte. O yüzden Yıkım adı. Ve sormadan söyleyeyim eşit olmamamızın sebebini bilmiyorum."

Aysera keyifli nefes alıp seslice iç geçirdi. Ardından bir şey söylemeyip yatağına uzandı. Kıyafetleriyle uyuyacak kadar yorgun ve de şapşal bir ruh hali vardı. Ve Bin Şemsiye ona hatırlatacak falan değildi. Nasılsa sabaha elbisem karıştı, diye veryansın edecekti. Bin Şemsiye de haline kıkır kıkır gülecekti. Aysera birkaç esnemenin ardından saniyeler içerisinde uykuya daldı.

"Uyan! Uyan! Uyan buz ve rüzgârın kızı!"

Aysera yine hiçliğin ortasındaydı. Buraya sürekli dönmesini sağlayan durum güç ellerinin bağı olmalıydı. Ama seslenen kimdi?

"Uyan geçmiş ve geleceğin en güçlü Büyük Ustası!"

Ne demekti bu? Etrafına bakındı, hiçbir şey yoktu. Rüya dışı bir uyandırma değildi bu. Hayır, başka tanıdık bir şeydi.

"Uyan beş güç elinin Büyük Ustası! Şimdi vakit geldi. Uyan ve beni kabullen!"

Ve Aysera, gecenin karanlığına karışan acı çığlıklar eşliğinde gözlerini açtı. 

Continue Reading

You'll Also Like

277K 24K 85
Dost uzaylılar ve düşman uzaylılar arasında kalan bir doktor. Tırtıllar üzerinde deney yaparken gizli bir askeri tesise davet edilir. Muhteşem güzell...
282K 24.7K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
60K 5.8K 91
Kerem isimli 18 yaşında bir genç lise son sınıf öncesi Sahaflar Semti isimli güzel bir yere taşınır ve yeni bir liseye başlar.Ama bu lisede diğer lis...
A.D.K By Seda_nur

Teen Fiction

3K 637 81
"Yeni bir gün... İnsanlardan nefret etmeme neden olan kâbustan uyanmaya çalıştığım, acıyan bakışların hapsinde yepyeni bir gün..." ...