İLKYAZ

By iremmipelin

1.2M 69.6K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. More

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bölüm 20
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20

Bölüm 45 • Final

2.8K 214 234
By iremmipelin


Holaaa,

İlkyaz benim için en özel olan hikayelerden biri çünkü bana çok fazla şey kazandırdı. İlkyaz sayesinde kazandığım en değerli şey ise dostluğumuzun hayatım boyunca devam edeceğine inandığım, hep yanımda olan ve hep yanında olacağım biricik arkadaşım Ata. 

Bugün onun doğum günü ve ben finalin onun doğum gününde gelmesini istiyordum. Bu onun için küçük bir hediye. 

İyi ki doğdun canımın içi, iyi ki doğdun @atagoksoy  🎈💜🌸

Elimden geldiğince toparlamaya, ortalıkta dağınık bir şey bırakmamaya çalıştım ama son cümleler konusunda pek iyi değilim ve bildiğiniz gibi onlarla vedaşlamam oldukça uzun sürdü. Bir yerlerde bir şeyler eksik kalmışsa, aklınıza takılan sorular olursa da buradan ya da başka yerlerden sorun, cevaplarım. 

Kendinize çok iyi bakın ve öpün... Ve hep umduğunuzdan iyi geçsin yazlarınız.

Son olarak, 

Nora, Ege ve şiirler sende kalsın, hikayelerin kapısını ben tutarım💜

İrem Pelin xx

🌸

Ah kaldırımlar biliyor bir devir muhteşemdik.
Güz güneşinden hüzünlü, İlkyazdan şendik.

🌸

4 Yıl Sonra

16 Nisan 2022,Cumartesi

Bacaklarımı biraz daha kendime çektiğimde güçlü bir nefes aldım. Ağlamaktan şişen gözlerimi parmaklarımın tersiyle ovuşturduktan sonra bacaklarıma sarılıp bir kere daha hıçkırdım. Göğsüme dolan ağrı aldığım hiçbir nefeste geçmiyor, aksine her seferinde şişen bir balon gibi büyüyordu. Patladı patlayacaktı ve biliyordum, patlarsa büyük bir fırtına olarak taşacaktı.

Üç saattir yatak odasının zemininde, sırtım yatağa yaslı bir halde hiç durmadan ağlıyor ve ağladıkça içimdeki korkunun toprağını suluyordum. Aslında bugünü hiç böyle planlamıştım. Ege doğum günü için büyük bir parti istememişti. Zaten ikimizin de işleri yeterince yoğundu kendi aramızda bir kutlama yapmak istemesini anlıyordum ama pek bana göre olduğu söylenemezdi. O sürekli şirketin işleriyle ilgilenirken ben de ekibimle birlikte yeni bir koleksiyon üzerine çalışıyordum. Planlarım beklediğim gibi giderse birkaç ay içinde markamı Avrupa pazarına sunacaktım. Her ne kadar o birkaç kişiden oluşan bir kutlama bekliyor olsa da ben akşam için küçükten bir tık büyük bir şey planlamıştım. Arkadaşlarımız gelecekti, ikimizin de hayatına yeni insanlar girmişti, yeni arkadaşlıklar edinmiştik. Sıla, Sıla'nın sanat yönetmeni sevgilisi Bahadır, Tunç, benim ekibim, Ege'nin birlikte iş yaptığı arkadaşları ve onların sevgilileri derken küçük partimiz küçükten bir tık büyük olacaktı. En azından planım bu yöndeydi. Yemek şirketiyle anlaşmış, organizasyonla kendim ilgilenmiş, Sıla'ya özel olarak çizdirdiğim pastanın siparişini günler önceden vermiştim.

Her şey planladığım gibi ilerlemişti. Ege ile birlikte güneşli bir cumartesi sabahına uyanmış, güzel bir kahvaltı eşliğinde doğum gününün iki kişilik ön kutlamasını gerçekleştirmiş, ona ilk hediyesini vermiştim. Ece Ayhan'ın Ege'nin doğduğu yıl basılan kitabı ilk hediyemdi. İkinci hediyemi bugün Ege spordan dönmeden teslim alacaktım. Tabii dünya ayaklarımın altından çekilmemiş olsaydı.

Birinin çıkıp doğru değil demesine, art arda yaptığım testlerde bir yanlışlık olduğunu söylemesine, böyle hataların olabileceğine beni ikna etmesine ihtiyacım vardı. Sonuçta kutunun üzerinde yazıyordu. %99 doğrudur, diyordu. Benim %1'i bulmam gerekiyordu çünkü nefes alamıyordum.

Ardı ardına gelen hıçkırıklar sonucunda yüzümü kollarımın arasına gömmüştüm ki merdivenleri aşarak odaya doğru yaklaşan adım seslerini duydum.

İşte o an, içimdeki korkunun toprağında büyük ve sarsıntılı bir kayma yaşandı. Beni de beraberinde götürsün, hatta içine çeksin isterken kapı açıldı.

"Nora..."

Sesindeki endişe ile hıçkırıklarım büyüdüğünde nefesim kesilmiş, nefes alamadığım için panikle daha çok ağlamaya başlamıştım.

Adımları tam karşımda durduğunda görüş alanımda siyah çorapları vardı ve gözlerimi inatla onlardan çekmiyordum. Çok fazla siyah çorabı vardı. Belki elli çift, belki daha fazla... Çamaşır günlerinin en büyük çıkmazı doğru çorabı doğru eş ile kavuşturmaktı. Funda her seferinde bu duruma alaycı bir sinirle yaklaşıyor ve bizim evimizde çalışması için yetiştirdiği Yasemin'e eşleri nasıl bulacağına dair püf noktalar veriyordu. Eğer o anlarda evdeysem ve uğraştığım bir iş yoksa çorapları ben eşliyordum. Bir şekilde ben yapmaya başladığımda daha kolay oluyordu, belki de ona ait her şeye uzun uzun bakmakla bir sorunum olmamasındandı. Çoraplarını eşlemek ya da bitmeyen toplantılardan dönmesini beklemek benim için zaman kaybı demek değil, ona ait bir şeylerin içinde bulunduğumun somut kanıtıydı.

Onun bir hayatı vardı, benim bir hayatım vardı ve bizim ortak bir hayatımız vardı. Bu üç hayat da kendi rayını bulmuş, kendi ritmini tutturmuş ve tıkırında gidiyordu. Ta ki 3 saat önceye kadar.

O küçük beyaz çubuklardan nefret etmiştim. O küçük beyaz çubukların üzerindeki kırmızı çizgilerden de nefret etmiştim. En çok, o küçük beyaz çubukların üzerindeki kırmızı çizgilerin iki tane olmasından nefret etmiştim.

O iki kırmızı çizgi bana bir şey söylüyordu. Hayır hayır, o iki kırmızı çizgi yüzüme doğru bir şey haykırıyordu.

Bir kelime.

Anne.

Benim yaptığım gibi bacaklarını kendine doğru çekmemiş, dizlerinin üzerinde durmuştu. Kollarını bana doğru uzatmış ve ellerini omuzlarıma yaslamıştı. Başını eğerek yüzüme bakmaya çalışmıştı ama bu çabası yüzümü ondan sakladığım için sonuçsuz kalmıştı.

"Bebeğim..."

Bir kere daha hıçkırdığımda çenemi tutmuş ve başımı kaldırmamı sağlamaya çalışmıştı. Ellerimi yüzüme kapattığımda artık endişesinin kokusunu duyabiliyordum. Korkmaya başlamıştı. Haksız sayılmazdı, ben de korkuyordum.

"Bir yerin mi acıyor," diye sordu, acıyan yere değer de daha çok canım yanar diye korktuğundan yumuşacık bir sesle.

"Sevgilim," dedi bu kez, beni ana çağırırcasına. "Bak bana."

Başımı iki yana salladığımda beni omuzlarımdan tutup kendine çekmeye çalışmıştı ama buna izin vermemiştim. Ona sarılamazdım. Ya sarıldığımda kalp atışını duyarsa? Onu hemen severdi. Onu herkes hemen severdi. Ege sevmemeliydi. Çünkü gidecekti, gitmeliydi.

Giderse, ölmüş mü olurdu?

Daha çok ağlamaya başladığımda nefes alamadığımdan ellerimi yüzümden çekmek zorunda kalmıştım. Ölmesini istemiyordum. Hıçkırıklar nefesimi kesiyordu.

"Nora... Hayatım söyle bana, ne oldu?"

Başımı iki yana salladığımda ellerini yanaklarıma yerleştirip ona bakmamı sağladı. Sarı lekeler endişeyle kararmıştı. Korkuyordu gerçekten. Nasıl görünüyordum bilmiyordum ama korkmasını haklı çıkaracak şekilde hissediyordum.

Gözlerine odaklandım. Birkaç saniye nefes almam gerekiyordu. Dudaklarım aralandığında kesik kesik nefes aldım.

"Ne oldu, söyle bana hadi?"

Kesik bir nefes daha aldığımda başparmakları ile yanaklarımdaki yaşları silmeye çalıştı ama sürekli aktığından başa çıkamayacaktı.

Gözlerine bakarken bir kere daha hıçkırdım çünkü çok güzellerdi.

Belki gözleri Ege'nin gözleri gibiydi... Hayır hayır, bunu düşünmemeliydim.

"Olmasın..." dedim, ağlayarak.

"Ne olmasın bebeğim, söyle bana ne olmasın?"

Başımı iki yana sallarken hızla ayağa kalktım. Ellerimi yanaklarıma çarparak yüzümü kuruladım. Odanın içinde bir kapıya bir pencereye yürüyor ve hıçkırıklarımı durdurmaya çalışıyordum. Durmuyorlardı.

"Nora..."

O da yerinden kalkmış, dikkatimi çekmeye çalışarak önüme geçmiş ve bana parçalara ayrılmak üzereymişim gibi değil de beni bir tek o bütün halinde tutabilirmiş gibi uzanmıştı.

Ellerimi karnıma yasladığımda birkaç kesik nefes aldım. Göğsüm sızlıyordu.

"Alsınlar," dedim, arka arkaya hıçkırdığımda. "Alsınlar onu içimden."

Ege önce kaşlarını çatmış hemen sonra gözlerini hayretle açmış ve dudaklarını aralamıştı. Bir şey demek istiyor ama gördüğü görüntü karşısında susmayı daha uygun buluyor gibiydi. Haklıydı. O bir şey derse devam edemez, konuşamazdım.

Burnumu çektiğimde bana yaklaşmıştı. Elimin arkasıyla yanağımı silerken başımı hafifçe yana eğip gözlerinin içine baktım.

"Ölmesin ama... Belki gözleri senin gibidir."

Bu kez yüzünde şaşkın bir gülümseme belirmişti. Güneş açmıştı sanki. Nasıl bu kadar güzel gülebiliyordu? Oda kapkaranlıktı biraz önce, aydınlanmıştı şimdi.

"Nora sen..." dedi ve sustu.

Sustuğunda korkular üzerime üşüştü. Vazgeçtim hemen sonra, susmasın istiyordum. Konuşsun. Asıl o konuşmazsa devam edemezdim ben, yolumu bulamazdım.

"Sen?" dedi, inanamayan ama içten içe haykırmak isteyen bir sesle.

Ben de haykırmak istiyordum ama onun aksine güneşli değildi bu haykırış.

"Alsınlar," dedim, ağlamaklı bir sesle. "Ege onu içimden alsınlar."

Bir adım attı ve hemen önümde durdu. "Nora," dedi, ellerini yanaklarıma koyarak. "Bebeğim... Biraz oturalım mı?"

Oturamazdık. Hemen gitmeliydik. Durursak gözleri olurdu, gözleri olursa Ege'ye benzerdi o zaman gitmesine izin veremezdim. Gitmeliydi.

"Ege," dedim, korkuyla. "Beklersek gözleri sana benzer."

Sarı lekeler ışıl ışıl parladı. Çok güzellerdi. Büyülenmiş gibi bakıyordu. Kaç yıl geçmişti, kaç yıl boyunca bakmıştım o lekelere bilmiyordum ama kaç yıl daha varsa hepsinde o gözlere bakmak istiyordum.

Bu kadardı benim başarım. Ben bir tek onu sevmiştim, bitmişti sevgim. O kadarcık sevgim vardı benim, hepsini Ege'de kullanmıştım. Başka birini sevemezdim ki. Başka birini büyütemezdim. Bilmiyordum ben, öğrenmemiştim. Büyütmek nasıl olur bilmiyordum. Büyütülmemiştim ki, kurallara ve isteklere tabii tutulmuştum. Sonra Ege gelmişti, bana şiirler okumuştu. O zaman öğrenmiştim sevmeyi ama işte o kadarcıktı, Ege kadardı sevgim.

"Saçları da sana benzer," dedi Ege, yanağımı okşarken, içime doluyordu bakışları. "Çok güzel bir kız olur bence."

Başımı iki yana sallamaya başladığımda. Yüzüme doğru eğildi.

"Hayır," dedim korkuyla. "Olmaz."

"Neden?" diye sordu.

Sorgular gibi değil de, cevabı bana buldurmaya çalışıyormuş gibi.

"Baksana bana," dedim, bir elimi karnımdan kaldırıp kendimi göstererek. "Hiçbir şey bilmiyorum ben. Anne ne demek onu bile bilmiyorum. Çok üzülür, ağlar, mutsuz olur. Ben bakamam ki ona. İncinir, acır bir yerleri hep, en çok kalbi. Kocaman dünya burası, çok büyük... Ben hiçbir şey bilmiyorum. Sevgim bitti benim. Hepsini kullandım."

Ege uzanıp yanağıma dudaklarını bastırdı. Kocaman öpmüştü beni, dünya kadar kocaman.

Elini kalbimin üzerine koyduğunda gözlerini gözlerime dikti. "Senin içinde sevginin tohumu var Nora, büyütüyorsun onu kalbinde. Beni her gün bir öncekinden daha çok seviyorsun mesela. Her gün biraz daha büyüyor sevgin. Ekin'i, Mert'i, Sıla'yı, Çisil'i... Hepsini seviyorsun. Göksu'yu da sevdin öyle değil mi? İki ay önce yetiştirmeye başladığın stajyer kızı... Onu da sevdin, sevmedin mi? Dün ona hediye almayı planlıyordun ablasının düğünü için, aklında tutmuşsun işte bak, sevmesen tutar mısın?"

Gözlerimi gözlerinden çekmeden kesik bir nefes aldım. "Baban ile ne kadar düzeldi aranız, neredeyse her hafta bir bahane bulup eve gidiyor, onunla yemek yiyor, sohbet ediyorsun. Babana duyduğun sevgi de büyüdü içinde, her gün daha da çoğaldı. Sevgi miktarı olan bir şey değil ki sevgilim. Çoğalan, sınırları aşan, çatlaklardan taşan bir şey sevgi... Bırak çoğalsın yine, o kocaman dünyaya kafa tutsun büyüklüğü ile."

"Yapamam," dedim başımı iki yana sallayarak. "Ege ben anne olamam."

Yüzüne dingin bir gülümseme yayıldı. İçime sızdı gülümsemesi. Gözümden süzülen bir damla yaşı yavaşça sildi.

"Ekin'i Los Angeles'a götürüp sen yerleştirdin Nora," dedi Ege, hatırlatmak istercesine. "İki ay boyunca her gün başında bekledin. Hastaneye götürdün, geri aldın, evini dizdin. Sıla ile aylarca stüdyo aradın. Ondan çok emlakçı numarası vardır telefonunda. Bulduğunda dekorasyonuna yardım ettin, günlerce kendi işini bıraktın Sıla için koşturdun. Mert ve Çisil'i her hafta Çarşamba günü aynı saatte görüntülü arıyorsun. Bir kere olsun aksatmadın. Sen sevdiğin insanlarla ilgilenmeyi, onları mutlu etmeyi çok iyi biliyorsun sevgilim. İçinde sınırlı sandığın o sevgi var ya, uçsuz bucaksız."

Gözlerim umutla gözlerine kilitlenmişti. Doğru söylüyor olabilir miydi? Ben gerçekten bir bebeği büyütebilir miydim? Onu, o kocaman dünyayla savaşmaya yetecek kadar çok sevgiyle büyütebilir miyim? Sevgi sınırsız mıydı gerçekten? Her anında biraz daha mı çoğalacaktı? Benden anne olur muydu? Anne nasıl olunur bilmeyen benden, gerçekten de anne olur muydu?

Anne nasıl olunurdu?

"Bir şey söyle," dedim, Ege'nin gözlerine yalvararak bakarken. "Benden anne olur mu sahiden, bir şey söyle Ege?"

Yumuşacık bakan gözlerinde parıl parıl bir gülümseme belirdi. Güneşli ve sarı lekeli...

Ondan çok güzel baba olurdu, emindim bundan. Anne nasıl olunur bilseydim hiç düşünmezdim, bir saniye bile.

"Elini karnından bir an bile çekmedin," dedi, bakışlarıyla elimi işaret ettiğinde. "Ondan vazgeçmek istediğini söylerken bile bir saniye tutmayı bırakmadın. Farkında değilsin belki sevgilim ama senden çoktan anne oldu."

Bakışlarım ellerime inmişti önce hemen sonra hıçkırmıştım. Yaşlar yeniden akarken gözlerimden bu kez onunla tanışmak için eğildim öne.

"Merhaba," dedim, ağlayarak. "Elimden geleni yapacağım, söz veriyorum."

Ege elini elimin üzerine bıraktığında yılgın bir şekilde iç çekmiştim.

"Baba konusunda şanslısın en azından..."

"Sen annene bakma kızım," dedi Ege, eğer erkekse oğlunu şimdiden küstürerek. "Seni pamuklara sararak büyütecek, şüphen olmasın."

Başımı kaldırdığımda gözlerimin içine bakmıştı. Gülümsediğimde gözümden bir damla daha yaş düşmüştü.

Şimdi bizim gerçekten de bir bebeğimiz mi olacaktı?

İçimde Ege'ye ait bir parça vardı ve her saniye biraz daha büyüyordu.

Biraz daha gülümsediğimde kollarımı öne doğru uzatmıştım ve Ege beni kendine doğru çekerek sarıldı.

"Bebeğimiz olacak," dedim, şaşkınlıkla. "İnanabiliyor musun?"

Benden birazcık uzaklaştığında içimi ısıtan, içime güneş doğuran bir gülümsemeyle bakmıştı gözlerime. Sonra beni inandırmak istercesine öpmüştü. Bizim bebeğimiz olacak, evet, dercesine güçlüydü öpücüğü.

Ben seni tutuyorum, diyordu ellerimi tutan elleri. O beni tutarken, benden anne de olurdu sevgili de.

Birkaç saatin ardından, çokça gözyaşı ve endişeli cümlelerin eşliğinde Ege saçlarımı öpmüş, varlığından bir an bile şüphe etmeme müsaade etmeyerek ellerimi tutmuş ve beni banyoya götürmüştü. Küveti suyla doldurup beni için oturtmuş ve ılık suyun kaslarımı gevşetmesini beklerken yıkadığı saçlarımı özenle taramıştı.

Banyodan çıktıktan sonra beni bornoza sarıp bebek olan benmişim gibi yatağa yatırmış ve biraz uzanmamı söylemişti. Gözlerimi kapatmadan önce saatin 14.34 olduğunu kontrol etmiş ve kendime 2 saatlik bir izin vermiştim, sonrasında kalkıp hazırlıklarla ilgilenecektim. Her ne kadar Ege birkaç defa akşamki partiyi iptal edebileceğimizi söylese de bu mümkün değildi. Tamam, bu sürpriz ikimiz için beklenmedik ve benim için oldukça sarsıcıydı ama bu Ege'nin iyi ki doğmuş olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Herhangi bir şey Ege'nin iyi ki doğmuş olduğu gerçeğini değiştiremezdi. Mümkün değildi. En çok Ege iyi ki doğmuştu.

İyi ki doğmuştu ve bilmeden ona 27 yıllık ömrünün ve yeni yaşının en muhteşem hediyesini vermiştim. Her ne kadar o beni daha da panikletmemek için coşkusunu kontrol altında tutmaya çalışsa da ben onun içinden, gözlerinden taşan heyecanı görüyordum. Bir türlü yerine sığamıyordu. Önce annesini aramış, yarın için iyi bir doktordan randevu almak istediğini söylemiş, haberi şimdilik ona vermemişti. Emel Teyze birden çok heyecanlanmış, arka arkaya sorular sormuştu. Ege her bir sorusunu kontrol diye yanıtlamıştı. Nora'nın doktoru da iyi ama biz daha tecrübeli birine görünmek istedik diye de iletmişti. O kadar çok biz demişti ki, o bizlerin hepsinin içinde karnımdaki küçük oluşumun da olduğunu bilmek içimi kıpır kıpır yapmıştı.

Ve biri daha iyi ki doğacak gibi görünüyordu. Yani, sanırım... Onunla tanışmıştım bir kere, Ege de tanışmıştı. Kız olduğunu bile düşünmüştü. Kız mıydı bilmiyordum, daha kaç haftalık olduğunu bile bilmiyordum.

Doktor için sabah erken bir saate randevu almıştı. Bu hafta içinde terapistimle bir görüşme ayarlamamı da eklemişti. Yeni gelişen durumu onun da bilmesi gerektiğini söylemişti. Ayrıca genel bir kontrolden de geçelim demişti ve istersen ben de geçeyim, bir bakarım değerlerimiz ne durumdaymış, diye eklemişti. Her şeyi heyecanla ama sanki hep yaptığımız, rutin bir adımlarmış gibi planlamıştı. Beni hem ürkütmemek istiyor hem de yere göğe haykırmamak için kendini zor tutuyordu, farkındaydım.

Yatağa uzandığımda, yastığımı tam üç kere kontrol etmişti. Onu başımdan savuşturduğumda ise başucumdaki gece lambasını yakıp odanın dışına, koridora çıkmıştı. Koridorun yer ışıkları Ege'nin adımlarıyla yanarken yatakta yan dönmüş ve ellerimi yanağımın altına yaslamıştım. Dudağımın kenarı heyecanlı bir gülümsemeyle kıvrıldığında yapacağı aramayı bekledim.

Telefonuna sarılıp koridora sanki mutfağa su almaya gidiyormuş gibi çıkmış, çıktığı gibi de hemen arama yapmıştı. Bana duyurmamak için odanın önüne kadar uzaklaşabilmişti. Bırakıp gidemiyor oluşuna güldüğüm sırada telefon açıldı.

"Ne oldu bu saatte?" dedi huysuz ve yeni uykudan uyanmış sesiyle. "Fırtına, ne sırıtıyorsun oğlum? Senin burada saatin kaç olduğundan haberin var mı?"

"Nora hamile."

"Ne?"

Öyle çok bağırmıştı ki hemen yanından uykuyla karışık bir ses daha duyulmuştu.

"Dalga geçiyorsa-"

Ege konuşmamıştı ama belli ki Ekin'i görüntülü aramıştı ve her ne tepki verdiyse bunu hareketiyle yansıtmıştı.

Ekin o kadar yüksek perdeden bağırmıştı ki "Ekin?" demişti Göksu.

"Fıstığım uyan."

"Ne oldu, bir şey mi oldu?"

"Uyan İstanbul'a gidiyoruz."

"Dur daha ortalığı ayağa kaldırma. Yarın kontrole gideceğiz, Nora hazır olduğunda arayıp haber verir sana. Şaşırmış gibi yaparsın."

Ekin neşeyle kahkaha attığında başımı yastığa gömüp güldüm.

"Ege..." dedi Göksu, ayılmaya çalıştığı sesinden belliydi. "Tebrik ederim. Gözünüz aydın."

"Teşekkür ederim, ederiz yani... Göksu bak sen de konuştuğunuzda sakın bildiğini belli etme."

"Yok etmem, merak etme. Ekin de etmez..."

"Etmem etmem tamam, o arayınca geleyim ben o zaman? Çabuk arasın o da... Yavrum sen de izin ayarla, hemen gidelim."

"Panikledi biraz, bir alışsın bu fikre de arar seni."

Alışmam, ellerimi tutup gözlerimin içine bakması kadar sürmüştü.

"Ne yapayım peki şimdi? Erkek mi olacak kız mı acaba? Ne alayım ben? Basket topu alınmaz değil mi daha? Sneaker? Yok, onun daha ayakları başparmağım kadardır. Ege! Çok acayip lan, baba olacaksın. Benim güzelim anne mi olacak şimdi?"

Ege, Ekin'in coşkuyla konuşmasını muhtemelen sırıtarak izliyor ve asla bölmüyordu.

"Eyvah!" dedi Ekin birden. "Fırtına, sen şey yap, bak yarın git bir tane mutfak için bir tane evin işleri için bir tane saç için bir tane makyaj için çalışan ilanı ver. 10 kişilik ekip kurmazsan bu 9 ay geçmez. Nora kök söktürür."

Ege bu kez kahkaha atmıştı.

"Bittin oğlum sen, bittin. Gül gül bunlar son gülmelerin zaten. Vah benim arkadaşıma vah ki ne vah. Saçı dökülse dert, gürleşse dert, yüzü şişse dert şişmese dert... Bittin sen."

"İkisi de sağlıklı, huzurlu olsun da... Gerisi önemli değil."

"Bak bak, nasıl da baba moduna girmiş hemen. Emekli amca seni... Sen göbek de salarsın şimdi."

Ege bir kere daha güldüğünde "Sus tamam," demişti. "Kapatıyorum şimdi. Nora uyuyacaktı, sesim gitmesin."

"Nasıl dize getirdi ama seni? İyi yaptı, helal olsun benim canıma."

"Seni aradığında bilmiyorsun ona göre."

"Tamam tamam, hadi git, iyi bak yeğenime. İşe de asıl, çok para kazanman lazım. Ben de burada fon falan araştırayım, para yatırayım."

"Yuh Ekin... Eğitimini düşünmek için biraz var sanki."

"Ne eğitimi lan, ben gelecekteki arabaları için fon oluşturacağım," dedi Ekin, "Zaman çabuk geçiyor."

Ege bir şey dememiş ama gülmeye devam etmişti. Telefonu kapattıktan sonra mutfağa ilerleyip gerçekten de su almış, odaya döndüğünde bardağı başucuma bırakmıştı.

"Hayatım?"

Yatakta ona doğru döndüğümde, henüz öğlen olmasına rağmen Ege'nin bana ısrar kıyamet aldırdığı karartma perdeler sayesinde gece gibi görünen odada gözlerini seçip odaklandım.

"Uykun yoksa izleyecek bir şeyler açayım?"

Yüzüne baktığımda şapşal ifadesine aldırmadan gülmüştüm. "Yok tabii, nasıl olsun, tamam şey ben film açayım."

Kendi tarafındaki komodinden kumandayı alıp yatağın karşısındaki duvarda asılı duran televizyonu açtı.

Birkaç platform geçtikten sonra bir anne-bebek programında durmuştu. Bakışlarını yavaşça bana çevirdiğinde kendimi tutmaya fırsat bulamadan güldüm.

"Ege..." dedim, sakince. "Sevgilim sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz?"

Dudaklarını bükmüş ama hemen sonra yana geçerek bir film açmıştı. Zombi filmi açmıştı.

"Ege..." dedim, yüzümü buruşturarak. Ekrana vahşi görüntüler yansımamıştı bile henüz, ben gelecek olanları bildiğimden anında tepki vermiştim. "Kapat şunu ne olursun."

Filmi kapattıktan sonra aramayı bırakıp toptan ekranı karartmıştı. Kumandayı yana bırakıp yatağın içine girdi. Bir kolunu belime sarıp beni yavaşça yanına çekti. Yüzüm yüzüne dönük, kollarının arasında kaldığımda burnunu burnuma sürtüp gülümsedi.

"Çok seviyorum seni..."

"Çok diyorsun..." dedim, dudağımı büküp başımı sallarken. "Benim de sana karşı hislerim var tabii şimdi inkâr edemem. Güzel çocuksun, gözlerin falan... İyisin yani."

Dudağının kenarı kıvrıldığında yazdan kalmaydı gülüşü. İçim yine çiçek açmıştı. O bana dokunurken ben hep ilkyaz oluyordum.

"Eh işte," dedi, "Senin yanında idare ederim ancak."

Yanaklarını iki yandan sıkıp "Haksızlık etme kendine o kadar da," dedim ve sıktığım için büzüşen dudaklarına uzun bir öpücük bıraktım.

Beni iyice göğsüne çekince aklındaki soruları sıralamaya başlamıştı bile. Kendini tutmaya çalışması bu kadardı, heyecanına kapılıp gitmişti bile çoktan ve inatla "kızımız" diyordu. Erkek olursa, oğluna bir özür borcu olacaktı.

"Ege..." dediğimde bakışlarını üzerime çevirdi ve bir süre yazdan ışıltı çalan ela gözlerine baktım. "İyi ki doğdun!"

Ege uzanıp dudaklarımı öpmüş hemen sonra gözlerimin içine dolan gözleriyle bakmıştı.

"Bu hayatımda aldığım en güzel doğum günü hediyesi."

Dudak büktüğümde kısa bir an yanlış bir şey söylediğini düşmesine sebep olsam da dayanamayıp gülmüştüm.

"Ece Ayhan'a biraz ayıp olacak..."

Ege de benimle birlikte gülmüş ve gülüşünün arasında "Onun yeri ayrı," demişti.

Kollarının arasına girip bana sıkıca sarılmasının tadını çıkarırken bir kez daha "İyi ki doğdun," dedim. "İyi ki doğdun dünyanın en güzel Ege Fırtına'sı."

"Seni seviyorum," dedi şakağıma uzun bir öpücük bıraktıktan hemen sonra. "Seni çok seviyorum bir tanem."

🌸

13 Haziran, 2022

Henüz uyuyalı birkaç saat olmuştu ki yanımdaki kıpırtıyla uyanmış ama gözlerimi henüz açamamıştım.

"Sevgilim..."

Ege'nin uykulu sesi biraz daha ayılmama sebep olsa da gözlerim açılmıyordu.

"Bir tanem," dedi Ege saçlarımı yüzümden çeker. "Nora."

"Hı..." dedim. Uykum vardı.

"Evlenelim mi?"

"Hı?"

"Evlenelim..."

"Evlenemeyiz," dedim, "Uykum var."

"Uykun açılınca evlenelim."

Yattığım yerde biraz kıpırdanıp hemen yanımda olan Ege'ye uzanıp koluna sarıldım.

"I-ıh," diye mırıldandım bu kez. "Sonra evleniriz."

Ege'nin dudakları saçlarıma, şakağıma, yanağıma değerken "Sonra evlenelim ama değil mi? Kabul ediyorsun?"

"Hı, hı..."

Ege beni bir kez daha öptüğünde "17 haftalık daha..." dedim, "Doğunca evleniriz. Aldığım kiloları bir vereyim de..."

"Kızımızın birinci yaşını kutlamadan evlenir miyiz bu hesapla, ne diyorsun?"

Gözümü açmadan elimi ona doğru savurdum. Koluna vuracaktım ama göğsüne denk gelmişti. Güldüğünde bir kere daha vurdum.

"Çok kilo almadım ben bi' kere," dedim gözümü açarak. "Sağlıklı kilo aldım, olması gerektiği kadar."

Ege güzel gözlerine tezat olacak şekilde sinir bozucu bir bakış atarak başını salladığında onu ittim.

"Git başka yerde yat. Evlenmiyorum seninle. Evlenmiş olsaydım bugün boşanırdım. Git."

Ege kahkaha attığında onu bir kere daha ittim. "Git, sarılma bana. Çirkin burunlu ne olacak, git."

"Çok güzel bir kere benim burnum."

"Aynen," dedim kollarının arasına yerleştiğimde. "Alem hastaydı değil mi senin burnuna?" Ege bir kez daha kahkaha attığında "Koparırım o burnunu," dedim.

"Şekerin mi düştü senin ya," dedi muzip bir tonla. "Tatlı falan mı sipariş versek?"

Aklı sıra benim gece acıkmalarıma laf atıyordu. Sevimsiz, ne olacak.

"Ege bak doğurmam bu çocuğu görürsün. Tutarım içimde, bırakmam."

Başını geriye atarak büyük bir kahkaha attı. "Sıkılır benim kızım kalamaz o kadar içeride, hemen çıkmak ve hayatın tadını çıkarmak ister."

"Doktor bugün ne dedi Ege?"

Son birkaç kontroldür doktor cinsiyeti göremiyordu. Bir türlü öğrenememiştik bu yüzden. Aslında, bu Ege'nin bildiği kısımdı. Ben ise bebeğimizin cinsiyetini bu sabah öğrenmiştim çünkü tüm ailem buradayken, sürpriz yapmak istiyordum. Bu şimdilik Ege'den sakladığım bir sırdı.

"Doktor görememiş olabilir o onun sorunu. Benim onun onayına ihtiyacım yok. Kızımla aramıza girmeye çalışıyorlar." Güldüğümde karnıma doğru eğilip fısıltıyla konuştu. "Değil mi kızım?"

Başımı iki yana salladım.

"Oğlun olursa üzülecek misin?"

Bunu her sorduğumda bana onu incitmişim gibi bakıyordu ama o kadar kızı olacağı fikrine adapteydi ki, gerçekten oğlu olacak olsa ne düşüneceğini merak ediyordum.

"Bu sorunun cevabını biliyorsun. Hem hiç sorun değil, hemen bir tane daha çocuk yaparız."

"Yaa," dedim sorarcasına. "Peki o da erkek olursa?"

"Bebeğim sorun değil," dedi. "Hemen sonra bir tane daha yaparız."

Kaşlarım hayretle havalandığında ellerini yanağıma yaslamış ve üzerime doğru eğilmişti. Dudakları dudaklarıma uzandığında onu keyfini çıkararak öptüm.

Geri çekildiğinde "Kız olana kadar sürekli çocuk yapma gibi bir hayalin varsa unut bunu," dedim.

Burnunu burnuma sürtüp "Neden?" diye sordu.

"Ege!" dedim ciddiyetle. "Bir çocuğa yetelim, yeter."

"Nora!" dedi aynı ciddiyetle. "Sanırım artık evlenmemiz lazım."

Küçük bir kahkaha attığımda başımı uzatıp çenesini öptüm.

"Bunun aklına üçüncü çocuk fikrinden sonra gelmesi harika."

"Yanlışın var bir kere konuşmanın başına dönersen..."

"Uyuduğum kısma mı?"

"Evet, seni uyandırıp önce evlenelim dedim, konu üçüncü çocuğa sonra geldi."

"Rahatladım şu an," dedim, abartılı bir "oh" çekerek. "Ben de benimle gönül eğlendiriyorsun sanmıştım. Tamam o zaman yani, sen ben uyurken sorduysan, tamam."

"Sen de kabul ettin?" dedi, muzipçe kaş çatarken.

"Ettim mi? Hiç hatırlamıyorum. Ben başka bir şeye onay vermişimdir mesela yarın kahvaltıya kruvasan söylemeye..."

Gözlerini yüzüme diktiğinde bakışlarındaki çocuksu masumluğa dayanmadığımdan güldüm.

"Evlenmeyecek misin benimle?"

Dudaklarını sarkıtıp sorduğu soruyla o kadar sevimli görünüyordu ki yattığım yerde yükselip üzerine atıldım. Önce o sarkıttığı dudağını, sonra dudağının kenarını, çenesini, yanağını, şakağını abartılı sesler çıkararak öptüm. "Oh," dedim bir kez daha öperken. "Oh!"

Öpücüklerimle boğuşurken kahkaha atıyordu. Yatakta sırt üstü yatmıştı ve uyurken dağılan saçlarım yüzüne doğru dökülüyordu. Gözleri, gözlerime öyle bakıyordu... İlkbaharın gelişini fısıldayan çiçekler gibi. İlkyaz gibi.

"Evlenirim," dedim, "Seninle evlenirim."

Kaşları havalandığında "Bu bir evet mi?" diye sordu.

Başımı geriye iterek tüm gücümle "Evet!" diye bağırdım.

Belimden tutarak beni çevirmiş ve yatağa uzandığımda bu kez o üzerime eğilmişti.

"Tahminen ne zaman evleniriz?"

Dudağımı bilmiyorum dercesine büktüm.

"Bir zaman..."

Derin bir nefes aldı. "Niye şimdi evlenmiyoruz?"

Yüzümü buruşturdum. "Hamileyim çünkü Ege!" dedim, hatırlatmak istercesine. "Karnımda bir canlı büyürken nasıl düğün planlayabilirim?"

"Tamam, sonra evleniriz."

Kalbim eriyordu ona bakarken. Hâlâ, ilk günkü gibi içim kıpır kıpır oluyor, karnım kasılıyor ve göğsüme doluyordu onunla ilgili her şey.

Kendi tarafıma yerleşip yastığımı düzelttim. Ege kendi tarafına geçmek yerine hemen yanıma yatmış ve bir kolunu belime sararak beni göğsüne çekmişti.

"Şimdi uyuyacağım," dedim elini tutup iki elimin arasına aldığımda. "Sen de düşün bakalım kızının adı ne olsun?"

"Hep düşünüyorum..." dediğinde henüz ne demek istediğimi anlamamıştı.

"Nora..." dedi belli belirsiz bir farkındalıkla. "Sen biraz önce kızının mı dedin?"

Başımı yastığa bastırıp güldüğümde birden ayaklandı.

"Öğrendin mi?"

Başımı salladığımda önce gözlerini kocaman açmış hemen sonra büyük bir sevinç nidası atmıştı. Ege üç yaşında bir çocuk gibi yatakta zıpladığında gülüşüm kahkahaya dönüştü.

"Evet anneciğim," dedim karnıma doğru. "Baban anaokuluna geri döndü. Ne yapalım dersin, Ekin dayını arayalım mı, legolarını getirsin de birlikte oynasınlar mı?"

"Amcası," dedi Ege sevinç sloganlarının arasında ve hemen sonra telefona sarıldı.

Yataktan inmiş olsa da odanın içinde dönüp duruyordu ve gerçekten de en sevdiği takım dünya şampiyonu olmuşçasına bağırıyordu. Söylediklerinin bir kısmını anlamıyordum ama anladığım bir şey vardı, bu gece Ege beni uyutmayacaktı.

🌸

4 Ağustos, 2022

Yemek standının yanına yaklaştığımda, tabakların düzenini son bir kez kontrol ettim.

"Nora Hanım," dedi, Selin. "Her şey hazır, merak etmeyin."

Bahçesinin ortasına yerleştirilen uzun masanın beyaz örtüsünden, tepesindeki güneş lambalarına kadar her detayıyla ilgilenmiştim. Yemek şirketi her şeyi kusursuz bir şekilde hazırlamış olsa da yine de içim içime sığmıyordu. Heyecandan ve biraz da hormonların beni kontrole geçirmesinden durup durup duygulanıyordum.

Yıllar sonra herkes yine aynı masada olacaktı. Tüm ailem...

Saçlarımı omzumun gerisine atıp düzelttiğimde gözlerim salonun bahçeye açılan tarafındaydı. Herkes işlerini ancak ayarlayabildiğinden ne Ekin ne Mert ne de Çisil ile önden görüşememiştim. Ekin maçlardan fırsat bulamadığından çok uzun aralıklarla Türkiye'ye gelebiliyordu. Göksu'nun iş yoğunluğu da hesaba katıldığında ikisini de görmeyeli aylar olmuştu. Mert ve Çisil ise dünyayı keşfediyorlardı. Mert kısa filmler çekiyordu ve hem belgesel hem de kısa metraj dramalarda oldukça başarılı ilerliyordu. Ödül aldığı filmleri giderek çoğalıyordu ve kariyerinde emin adımlarla ilerliyordu. Çisil dünyanın birçok yerinde çello resitali veriyordu. Ve tüm bunların yanında gezgin hayatı yaşıyorlardı. Onları çok daha uzun zamandır görmüyordum.

Beş buçuk aylık olması sebebiyle kontrolü tamamen ele alan sevgili bebeğim sağ olsun Mert ve Çisil'i bulundukları ülkelerde de yakalayamıyorduk artık. Ege'nin şirketteki işleri de buna eskisi kadar müsade etmiyordu. Hepsini çok özlemiştim.

Ege, salonun yere kadar uzanan ve tam da istediğim gibi içimin şenliğini yansıtarak uçuş uçuş uçuşan perdelerinin arasından geçerek bahçeye girdiğinde dudaklarım hoşnut bir gülümsemeyle kıvrıldı.

Siyah keten pantolonunun üzerine giydiği önü açık haki keten gömleği ve içindeki beyaz tişörtü gösteriyordu ki yukarı çıkıp üzerini değiştirmişti. Bugün yapması gereken birkaç toplantı olduğundan kahvaltının ardından şirkete gitmişti. Kız babası olacağını öğrendiğinden beri işlere daha da asılmış olsa da hamileliğimin başından itibaren evden yönetebileceği her şeyi evden yürütüyordu. Ekin'in haberi aldığı gece yaptığı uyarıyı fazlasıyla ciddiye almış ve beni konforlu hissettirmek için her detayı düşünmüştü. Asıl istediğimin kendisi olduğunu bildiğinden de yanımdan olabildiğince az ayrılmıştı.

Bebeğin kız olması herkesi memnun etmişti. Aslında, Ekin hariç herkesi. Kendisi tam olarak basketbol oynamayı sıfırdan öğretebileceği ve bir şekilde arkadaş olabileceği bir erkek yeğen istiyordu. Her konuşmamızda doktorun hata yaptığını ve eğer hata yoksa hemen sonra bir tane de erkek yeğen istediğini söylüyordu. En az Ege'nin kız bebek ısrarı kadar inatçıydı bu istediğinde. Her ne kadar erkek olmasını istese de doğduktan sonra kızımın favorisi haline geleceğini çünkü onu en çok Ekin'in şımartacağını hepimiz biliyorduk.

Ege yanıma yaklaştığında gülümsemem büyüdü. Bir insan nasıl ilk günkü kadar büyüleyici ve zaman geçtikçe daha da muhteşem görünebilirdi?

"Bebeğim..."

Bir elini belime sarmış, beni zarifçe kendine çekmiş ve boynuma dudaklarını bastırarak bir süre öylece durmuştu. Ona karnımın izin verdiği ölçüde sarılmak hamileliğin en zor kısmıydı. Ve bu konuda da çeşitli formüller geliştirmiştik çünkü içim EgeEgeEge olmaya alışkındı ve bedenim ondan mahrum kalamazdı. Elim ensesine oradan da saçlarına kaydığında, diğer kolunu da belime sararak olabildiğince sıkı sarıldı.

Boynumu bir kere daha öpüp geri çekildiğinde, dudaklarıma uzanmış ve rujumu bozmayacak kadar minik bir öpücük bırakmıştı.

"Mert ile konuştum. Uçakları 2 saat önce inmiş, eve geçmişlerdi, duş alıp geliyoruz dedi."

Kızgınlıkla nefes verdiğimde Ege parmaklarının sırtıyla yanağımın üzerini sevmişti. "Ona bileti bir önceki güne al dedim, dinlemedi."

"Bebeğim çocuk anlattı ya. Film için çekmesi gereken birkaç görüntü olduğunu kaç kere söyledi. Söylenme artık."

"Söylenirim," dedim. "Ben bir aydır her gün bu yemeği düşünüyorum. Onlar son dakikaya bırakıyor... Doğuma da gelmesinler de göreyim." Yanaklarımı sarkıttığımda uzanıp beni tekrar öpmüştü.

Elini karnıma uzattığında "Kızım, sen annene bakma. Herkes seninle tanışmak için orada olacak," dedi. Haklıydı. Hepsi bizim kadar heyecanlıydı ve Mert videolarını, fotoğraflarını çekmek için hazırda bekliyordu.

Ege'nin telefonu çaldığında ben de son hazırlıkları kontrol etmek için etrafta gezinmeye başladım. Ortaya kurulan uzun yemek masasının arkasında kalan yerde, duvara yakın küçük bir sahne vardı. Ege ve Ekin gecenin ilerleyen saatlerinde çalmak isterlerse diye bateri ve gitar koyulmuştu. Ve elbette belki şarkı söylerim diye mikrofon.

"Tiramisu dolapta," dedi bahçeden içeri giren Sıla.

"Harikasın, teşekkür ederim!"

Sıla ile daha dün gece film gecesinde birlikte değilmişçesine sarıldığımda Bahadır yanımıza gelmişti.

"Bahçe harika görünüyor," dedi, profesyonel bir beğeni sunduğunu belli edercesine.

"Bunu işi sanat olan birinden duymak gurur verici," dedim, muzipçe.

"Her zamanki gibi estetik gözün şahane."

Küçük bir reverans ile karşılık verdiğimde birlikte gülmüşlerdi.

Bahadır ortak bir arkadaşları sebebiyle Sıla'nın açtığı ikinci sergiye gelmişti ve bazı resimleri o kadar çok beğenmişti ki çalıştığı filmlerin dekorasyonunda kullanmak için bazılarını satın almıştı. Bir süre sonra Sıla'nın yaptığı resimlerin bazılarını ilk o görmeye başlamıştı ve kısa sürede kurdukları bu iş ilişkisi önce arkadaşlığa hemen sonra da sevgililiğe dönüşmüştü. Bahadır aşık mıydı bilmiyordum ama Sıla'yı gerçekten sevdiğini hissediyordum. Ona değer veriyordu, hem kendisine hem de işine hayranlık ve saygı duyuyordu. İlk andan itibaren iletişimleri öyle kolay akmıştı ki aralarında bir şey olacağını etraflarındaki herkes sezmişti. Sıla'nın tarafında ise durum biraz daha farklıydı. Sevgi ve saygı kısmı onda da aynı şekilde olsa da onun önceliği sağlıklı iletişim ve huzurdu. Bahadır birçok açıdan Sıla için uygun olandı ve Sıla da bunun farkındaydı. İstediği aşk değildi, mutlu bir ilişkiydi. Annesini kaybetmesinin ardından uğradığı değişim onu yeterince yıpratmıştı, artık sadece huzur istiyordu ve ona sahipti. Hep de sahip olmasını diliyordum.

Bahadır ve Sıla onlar için ayırdığım yerlere geçtiklerinde Ege de telefonu kapatarak onların yanına geçmiş ve selamlaşmıştı.

Birkaç dakika sonra bahçeden içeri önce Çisil, hemen sonra da Mert girmişti. Çisil'e sımsıkı sarılmış, yetmemiş şöyle bir kendi etrafında çevirerek süzmüş ve bir kez daha sarılmıştım.

Mert "Hadi ama sıra bana gelsin artık," diye huysuzlandığında, Çisil'in omuzlarına dökülen kıvırcık saçlarını sevmeyi bırakıp ona sarıldım.

"Canım," dedi Mert sarılırken. "Çok özledim."

"Ben de," dedim dolan gözlerimdeki yaşları bastırmaya çalışırken. "Ben de çok özledim!"

Ege önce Çisil'e hemen sonra kollarımın arasından zorlukla ayırdığım Mert'e sarılmıştı. Mert bir kolunu omzuma atıp beni kendine çekmiş ve gözlerini karnıma dikmişti.

"Kameradan daha küçük görünüyordu karnın," dedi hayretle. "Nora bu kocaman olmuş."

Sulanan gözlerimi makyajımı bozmasına fırsat vermeden kurulayıp başımı salladım.

"5 kilo doğacak benim kızım belli oldu. Ama hep Sıla teyzesi yüzünden, hiç eli boş gelmiyor ki."

Sıla bize doğru yaklaşırken kahkaha atmış hemen sonra o da Mert ve Çisil'e sıkıca sarılmıştı.

"At suçu bana at," dedi Sıla, gülerek. "Her seferinde Sıla tatlı mı yesek, Sıla bir de üstüne tuzlu mu yesek, Sıla canım turşu istedi, Sıla erik bulabilir miyiz diyen benim sanki."

Suçumu kabul ederek güldüğümde omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ben mi söylüyorum onları sanki, bu küçük hanımefendi söylüyor."

"Bir adı olacak mı artık bu küçük hanımefendinin?"

"Sürpriz," dediğimde Ege heyecanlı gözlerle bana bakmıştı. "Ama önce herkesten bir tahmin alacağım."

Mert bir şey söyleyecekti ki onu durdurdum. "Şimdi değil, tamamlanalım önce sonra."

Mert beni onaylamış ve masaya ilerlemişti. Çisil de hemen yanına oturduğunda sadece iki kişi eksiktik. Tam bu sırada bahçeden içeri dünyanın en şapşal sarışını girmiş ve "Nora!" diye bağırmıştı.

"Ekin!"

Bana doğru kollarını açarak geliyordu. Sevinçle çığlık atarak ona doğru koşmuştum. Ekin beni olabildiğince sıkı kucaklayarak yavaşça çevirmişti.

"Yavaş... Yavaş."

Ege'nin uyarı dolu sesiyle beni yere bıraktı ve beklemeden ona sarıldı. Öyle kuvvetli sarılmış ve hırpalamıştı ki Ege'nin sırtındaki kemiklerin acısını hissedebilmiştim.

"Fırtına!" diye bağırarak Ege'yi bir kere daha sarstığında kahkaha attım.

Ege, Ekin'in elinden kendini kurtardığında Ekin bana yaklaştı ve eğilerek karnıma baktı.

"Burada benim yeğenim mi var şimdi?"

"Yok yastık var, ucuz pembe dizi ya bu sizi kandırıyoruz."

Ekin gülerek doğrulmuş ve yanaklarımı sıkmıştı. "Komik misin sen? Ha? Komik misin?"

Ellerine vurup onu uzaklaştırdım.

"Gerçekten kız mı?"

Numaracı bir tavırla suratını astığında güldüm. "Ekin bak bunu artık cinsiyetçi bir yerden anlayacağım."

"Sen ona bakma," dedi Göksu bahçeye girdiğinde. "Erkek olmasından daha iyi, onu tarihin en iyi kadın basketbolcusu yapacağım diyordu en son."

Ekin oyunu bozulmuş gibi gözlerini kısıp Göksu'ya döndüğünde Göksu elindeki anahtarı havaya attı ve Ekin bir çırpıda tuttu.

"Tek seferde park ettim," dedi, zafer kazanmış bir edayla.

"Ben seni denedim," dedi Ekin oyunbaz bir gülümsemeyle. "Bakalım spor arabalarda İstanbul sokaklarında da iyi misin diye."

Göksu başını iki yana sallarken güldü ve Ekin'den çektiği bakışlarını bana çevirdi. Kollarını açarak bana uzandığında ona kocaman sarıldım.

Ekin ve Göksu da yerini aldığında yemek servisi yapılmış ve Ege şarapları kadehlere doldurmaya başlamıştı. "Bunlar son üretim," dedi gururla. "Güz serisi... Tadın bakalım beğenecek misiniz?"

Ekin hariç herkes şaraplarından birer yudum almış ve görüşlerini, daha çok beğenilerini Ege'ye iletmeye başlamışlardı. Göksu, Ege'yi kırmamak için birkaç yudum aldığı kadehini kenara bırakmıştı. Ekin'in alkol hassasiyeti çoktan geçmiş olsa da o eski alışkanlıklarını devam ettirerek dikkat ediyordu.

Göksu aramıza en son katılan kişi olmasına rağmen çok büyük bir ortak noktamız vardı. Los Angeles'a gittikten sonra birlikte günlerce gecelerce Ekin'in başında beklemiş, o iyileşene kadar birbirimize öyle kenetlenmiştik ki çok çabuk bağ kurabilmiştik. Ben onlarla yaz dönemi boyunca kalmış, sonra kısa süreliğine İstanbul'a dönmüştüm. İki ay sonra tasarım eğitimi için Los Angeles'a döndüğümde Ekin kendini iyice toparlamış, okula başlamış ve basketbola dönmüştü.

Ekin'e tek kişiye oldukça büyük gelecek ama yine de Kaliforniya'da böyle bir evde kalmanın hayalini kurduğunu bildiğimden karşı koyamadığım bir ev bulmuştum ve her ne kadar yaz boyunca birlikte kalmış olsak da iki kişi için de fazla büyüktü. İkinci gelişimde Ege de benimle gelmiş ve yaklaşık bir ay kalmıştı ve evet ev üç kişi için de fazla büyüktü. Ekin'i o kocaman evin içinde tek bırakmak istemiyordum ve iyi ki Göksu vardı. Göksu etrafta olduğunda ev olduğundan daha kalabalık görünüyordu çünkü Ekin, Göksu ile hiç durmadan konuşuyordu. Onunla konuşurken çocuk neşesi geri dönmüştü. İlk başlarda bu konuşmalar oldukça arkadaşçaydı. Göksu'nun kalbini sakınmak için kendini korunaklı bir yerde tuttuğunu biliyordum. Ekin ise ilk kez liseden beri tanıdığı ve zaten hali hazırla onu tanıyan değil de sıfırdan tanıştığı biriyle arkadaş oluyordu. Bu onun için bambaşka bir tecrübeydi çünkü bir akşam sohbet ederken onun da itiraf ettiği gibi kendini yeniden tanıyordu.

Göksu o sıra kaldığı yurttan çok Ekin'de kalmak zorunda kalıyordu çünkü ben onu sürekli bir bahaneyle eve çağırıyordum. Arkadaşlıkları öyle güzel ilerliyordu ki bu beni kısa bir süreliğine şüpheye düşürmüştü. Ekin'in bazı anlarda flörtleştiğine emin olmama rağmen bir türlü ikisinin de bir adım gelmiyordu ve benim kursum bitmek üzereydi. İçten içe birbirlerine bağlandıklarından emin olsam da gitmeden Göksu'yu Ekin ile birlikte kalmaya ikna etmek istiyordum. Ve bir gece Ekin takımdan arkadaşlarıyla dışarı çıktığında ki bu ayık olduğu 6. ayın kutlamasıydı aynı zamanda, Göksu ile konuşmuş onun hislerini öğrenmiştim. Önce benden çekinmiş ama sonra açılıp içini dökmüştü. Ekin'e tahmin ettiğimden daha çok aşıktı ve Ekin'de bir ışık görmesem asla onun kalbini riske atmazdım. O gece eve taşınmasını söylesem de kabul etmemiş ama sıklıkla gelmeye devam edeceğini zaten istese de aksini yapamayacağını söylemişti.

Ben döndükten birkaç ay sonra bir gece Ekin beni bir krizin ardından kıyıya vurmuş bir halde aramış, ağlama krizi eşliğinde ne kadar zor dayandığını anlatmıştı. Nasıl diye sormuştum o gece, nasıl dayanıyorsun? Göksu var, demişti. Göksu, benim bu dünyada en çok sevdiğim insanlardan birini yeniden hayata bağlamıştı. İlk gün hissettiğim gibi bana da gerçekten dost olmuştu.

Şimdi hepimiz bir masanın etrafında otururken ve herkes bazı sayfaları kapatıp başka hikayelere kapı aralarken tatsız günlerin gölgesi silinip gitmişti hafızalarımızdan. Buradaydık. Bu masanın etrafında ve aramıza yakın zamanda katılacak olan biri daha vardı.

"Tahminleri alayım," dedim neşeli konuşmaları bölerek. "Hadi herkes bir isim söylesin."

"Bahar," dedi Mert ve bana kocaman gülümsedi.

Yaklaşmıştı ama değildi. Başımı iki yana salladım.

Sıla çoktan tahmin ettiği için gülümseyerek şarabından bir yudum almıştı. Ekin öne doğru eğilerek lafa atıldığında ise bakışları ona dönmüş ve ne düşündüğünü bilmesem de ne hissettiğini anlayabileceğim kadar uzun bakmıştı. Bana söylediğine göre bir keşkesi yoktu ki Sıla zaten pek keşke insanı değildi ama bazen, çok nadiren nasıl olurdu diye düşündüğünü hissediyordum. Bu bakışta da o vardı, eski bir hatıraya bakıyordu Sıla, yarım kalmış bir hikayeye.

"Fırtına kesin abuk subuk bir şey bulmuştur," dediğinde Ege uzanıp Ekin'in başına vurdu. "Ne?" dedi Ekin itiraz ederek ve Göksu'ya döndü "Yavrum sen söyle, şu şahsiyetten benim biricik yeğenime güzel bir isim çıkması mümkün mü?"

Göksu, Ekin'in Ege ile didişmesine gülmüş ve Ekin bu gülüş onu daha da neşelendirmiş gibi göz kırpmıştı.

"Doğru söyle isim bulmak için şiir kitaplarını karıştırdın mı karıştırmadın mı? Aaa bak, doğru. Sen kesin çocuğun adını Şiir koyalım demişsindir."

Ege istediğim tonda yumuşak bir pembe olması için günlerce uğraştığım kumaş peçeteyi Ekin'e doğru fırlattığında Ekin keyifli bir kahkaha atmıştı.

Sıla kendini birkaç saniye ortamın neşesinden soyutlarak ayağa kalkmış ve masadan olabildiğince uzaklaşarak sigarasını yakmıştı. Yanına gitmek istesem de şu an bu bahçedeki herkes o dumanın bana gelme ihtimaliyle birer doktor kesilecekti, en çok da haberi aldığımız günün ertesi günü sigara içmeyi bırakan Ege.

Ekin minicik bir an masadan kalkıp Sıla'nın yanına giden Bahadır'a bakmış ama bu görüntünün üzerinde pek durmadan bakışlarını bana çevirmişti.

"Benim biricik yeğenimin adını Şiir koymadınız değil mi?"

Ekin bu gerçeği kaldıramayacak gibi göründüğünden gülmüştüm.

Ayağa kalktım ve elime su dolu kadehimi aldım. Bıçağı kadehime vurduğumda Sıla ve Bahadır tekrar masaya dönmüştü.

"Bebeğimizin adını açıklamadan önce..." dedim, masanın etrafındaki arkadaşlarıma bakarak. "Burada olduğunuz için çok mutluyum."

Masadan mutluluğuma eşlik eden cümleler yayılırken dolan gözlerime aldırmadan konuşmaya devam ettim.

"İyi ki hayatımdasınız, iyi ki ailemsiniz ve iyi ki kızım büyürken ona bilmediklerini siz öğreteceksiniz. Her birinizin ona öğreteceklerini düşündükçe kendimi çok şanslı hissediyorum. Ama siz yine de iyilerden başlayın öğretmeye, kötü ne varsa geç öğrensin."

Ege elimi tuttuğunda bakışlarımı ona çevirdim.

"Sizinle tanıştığım gün..." Bir süre daha Ege'nin gözlerine bakıp bakışlarımı sırayla Sıla, Ekin ve Mert'e çevirdim. "Ben tamamlandım. Onun bir an bile eksik kalmasına müsaade etmeyeceğim ama biliyorum, siz de etmeyeceksiniz. Üstelik artık daha kalabalığız." Bu kez Çisil ve Göksu'ya bakmıştım.

Çisil aynı benim yaptığım gibi gözlerini kurularken birbirimize yakalanıp gülüşmüştük.

"Kızım," dedim, "Çok şanslı."

"Şanslı olan biziz güzellik," dedi Ekin. "Sen olmasan bu masanın etrafında kimse olmazdı çünkü bu masa olmazdı."

"Mümkün değil," dedi Mert, Ekin'i desteklercesine.

"Yaşayıp gördük..." dedi Sıla. "Bu grubun tutkalı sensin."

Ege avcumun içine bir öpücük kondurdu. "Söylemiştim."

Bu kez gözümden akan yaşa mani olmamıştım. Ege ayağa kalktı ve bana sıkıca sarıldı. Başımı onun göğsüne yasladığımda bir kere daha arkadaşlarıma baktım ve "Yaz," dedim. "Kızımızın adı Yaz."

Ve o an, gerçek bir kutlama başladı. Herkes oturduğu sandalyelerden kalkıp bana ve Ege'ye tekrar tekrar sarıldı. Kadehler doldu, kahkahalar atıldı, bir şarkı söylendi hep bir ağızdan, bir dilek dilendi... Saatler uçup giderken alkol Ekin ve benim dışımda kalan herkesin kanına yavaş yavaş karıştı. Ekin elimi tutup beni sahneye çıkardı, eline gitarı aldı ve Ege'nin bateriye yerleşmesini bekledi.

"Hamileyim," dedim bir ağlayıp bir gülmekten yaşaran gözlerimin kenarlarını silerken. "Nefesim yetmiyor tek seferde şarkı söylemeye."

"Sen başla," dedi Ekin. "Biz eşlik ederiz."

Başladım...

"Aşkım "Günaydın." de yeni güne.
Yay gibi gerginsin, çözül biraz.
Bitmez dünyanın derdi, ertele.
Kurulmanın hiçbir faydası yok, relax."

Sahnenin etrafında minik bir konser kalabalığı oluştuğunda gerçekten de şarkının sözlerine biraz bilerek biraz da sallayarak eşlik etmeye başlamışlardı.

"Bırak güneş ısıtsın içini.
Bak baharlar açmış beyaz beyaz.
Öyle olmasa da sen öyle farzet.
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz."

Ekin şarkının bir yerinde gitarı bırakmış ve sahnenin önünden Göksu'yu çekerek dans etmeye başlamıştı. Göksu'yu kendi etrafında çevirmiş ve elinden tutup kendine çekerek öpmüştü. Mert ve Çisil de dans etmeye başladıklarında şarkı gerçekten de vadettiğini vermişti ve içimizin şenliği bahçeden taşmıştı.

Başımı çevirdim ve omzunun üzerinden bagetleri parmaklarının arasında çeviren Ege'ye baktım. Ege'nin gözleri çoktan benim üzerimdeydi ve ona baktığımı gördüğü ilk an bana göz kırpmıştı. Karşılık olarak öpücük atıp gözlerimi ondan ayırmadan mikrofona eğildim.

"Sıkıldım, sıkıldım, uçmak istiyorum.
Yalınayak yere basmak istiyorum.
Ne eksiğimiz var çiçekten, böcekten?
Tabiat misali coşmak istiyorum."

Bahadır Sıla'nın beline sarılmış Sıla elindeki kadehi bırakmadan sırtını onun göğsüne yaslamıştı. Çisil ve Mert hala birbirlerinin etrafında dans ediyorlardı. Ekin ise Göksu ile hem dans ediyor hem de gülüşüp duruyordu.

"Bırak güneş ısıtsın içini.
Bak baharlar açmış beyaz beyaz.
Öyle olmasa da, sen öyle farzet.
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz."

Mutluluk buydu, bu kadardı.

Mikrofonu bıraktığımda Ege son bir kez bagetleri parmakları arasında çevirmiş ve tekini kuvvetle zile vurarak kapanış selamı vermişti. Onun kalkmasını beklemeden yanına ilerledim ve "Şarkımı beğendin mi?" diye sordum.

Ayağa kalkıp kollarını belime sardı ve beni öptü.

"Çok," dedi öpücükleri arasında, "Çok beğendim."

"Güzel..." dedim.

Başını usulca sallarken "Umduğundan iyi geçiyor mu yaz?" diye sordu.

Onun yaptığı gibi başımı salladım. "Sarı ve neşeli..." dedim. "Gözlerin gibi."

"Bak sen," dedi, keyifle. "Pembe ve neşeliye ne oldu?"

"Onu başka bir Yaz'a bıraktım."

"Makul bir bölüşme olmuş."

Onu onayladığımda dudaklarına uzanmak için yükselmiştim ki bir ses, canımın içi olan birine ait bir ses, "Fırtına!" diye bağırdı.

"Yok," dedim Ekin'e dönerek. "Yok senin gerçekten radarın var."

Ekin hem Ege'yi hem de beni çekiştirerek pist olarak belirledikleri kısma çekmişti.

"Dans edin," dedi çalmaya başlayan şarkıya eşlik ederken. "Her zaman öpüşürsünüz ama her zaman hep birlikte dans edemeyiz."

Güldüğümde ellerimi tutarak beni kalabalığın ortasına çekti ve şarkının tadını çıkararak dans etmeye başladı. Hep birlikte ona eşlik ettik ve evet haklıydı, her zaman bu kadar keyifli bir anın için olmamız mümkün değildi ama işte insanın canı, en azından benim canım, her an Ege'yi öpmek istiyordu.

Ege ellerini karnıma sarmış ve beni göğsüne çekmişti. Önce boynumu hemen sonra omzumu öpmüştü.

"Ayakların ağrıdı mı?" diye sordu. "İstersen ayaklarıma basabilirsin."

Ege öylesine bir soru sorduğunu düşünüyordu ama değildi. 16 yaşımda onu gördüğüm ilk günden beri onunla ilgili hiçbir şeyin öylesine olmadığı gibi bu da değildi. O Ege'ydi ve sadece Ege dans etmeye devam etmek istediğimi bildiği için ayaklarına basmamı teklif ederdi. Çünkü sadece o bütün köşelerimi ezbere bilirdi ve sadece ben onun bütün köşelerine ezbere bilirdim.

Söylemiştim. Hep söyleyecektim. Benim sabitim oydu ve nefes aldığım sürece bu değişmeyecekti. 

Continue Reading

You'll Also Like

12.9K 449 2
BERCESTE - Pinhan - (DÜZENLENİYOR) (1. KİTAP) Fırtınanın gül dikenine olan aşkı rüzgarının araya girmesi ile boynunu bükmesine sebep olurken... Dem...
11.8K 930 10
Herkes de olduğu gibi benim içimde de umut kırıntısı vardı ama bende sabır yoktu. Her sabrın sonu selamet derlerdi,bazı sabırların sonu kıyametti,hab...
451K 26K 30
Şafak aydınlığa çok yakın! Şafak gökyüzünü sarıyor. Şafağın sardığı gökyüzüne kimse engel olamazdı. Babamdan, bana kalan bu kutsal aşkı tek bildim...
32.2M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...