Kaybedilen Zaman

By Dawn-8

1.3M 84K 11.6K

Yıllardır ölü olduğu iddia edilen kızlarının yaşadığını öğrenen bir aile, kızlarını haftanın iki günü evlerin... More

Tanıtım
1.
2.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
73.
Final
Özel bölüm-1
Özel bölüm-2
Özel bölüm-3
Özel bölüm-4
Maral ve Toprak

3.

37.6K 1.7K 302
By Dawn-8

Yarın okul var diye bir bölüm daha atayım dedim.
Hikayeyi okuyup, oy veren herkese tekrardan teşekkür ederim.
Hem iyi günler hem de iyi okumalar...
Umarım okurken keyif alırsınız.
_________

Tamamen içeriye girdiğimizde oda gözüme fena gelmemişti. Mobilyalar beyazdı. Tam bir genç kız odasıydı. Gerçi benim kendi odam daha güzel ama neyse.

"Şey, şu kapı benim odama açılıyor. Kilitli şimdilik. Anahtarı yüzünde, açmak istersen açabilirsin." Dedi Arın çekinerek. Gösterdiği kapıya baktım. Neden iki odayı birbirine bağlı yapmışlardı?

"Burayı genellikle bebek odası olarak kullanmışlar. Benim odam da yatak odasıymış. Sen olmayınca bu odayı kapattılar. İki sene sonra da ben doğdum işte." Diyerek aklımdakileri okumuş gibi açıkladığında başımı salladım.

"15 yaşındasın o zaman?" Sorumla sevinirken başını hevesle salladı. "12 Ağustos’ta da doğdum."

Hevesini kırmamak için sustum. Gözlerimle odayı inceledim. "Ben daha fazla rahatsız etmeyeyim. Bir şey ihtiyacın olursa hemen odam yanda. Diğer yanda da Aral abimin odası var. Evde değil şu an. Akşam tanışırsın."

Her şey o kadar saçmaydı ki. Bir kabusta gibi hissediyordum kendimi. Bir daha uyanmayacağımı, hep o kabusun içinde kalacağımı düşünüyordum.

Sessiz kaldım. Arın odadan çıktığında kapıyı kilitledim ve yatağa oturdum.
Aklım ölen bebekteydi. Eğer yaşasaydı ne olurdu merak ediyordum. Şüphesiz beni en iyi o anlardı.

Neden bebeklere dikkat etmemişlerdi de ben bunu yaşıyordum?

Yine de iyi ki karıştırılmış olduğumu söyleyebilirdim. Çünkü benim hem çok güzel bir annem, hem de babam vardı. Ve en önemlisi her şeyim olan abilerim vardı.

Şimdi ise iki kardeşim ve abilerim olduğunu öğreniyordum. Hayat gerçekten çok tuhaftı.

Pencereye doğru ilerledim. Dışarıya baktım. Neden 3.kattaydı ki oda? Bebek odasını da bu kata koyamazsınız abi ya, bebek ağlasa nereden duyacaklardı? Gerçi bebek telsizi diye bir alet vardı.

Ofladım. Duvarda farklı renklerdeki el izlerini gördüğümde oraya doğru ilerledim. Yere oturdum ve el izlerini inceledim. İki büyük, üçte küçük el vardı. En küçük elin üzerine işaret parmağımla dokundum. Bir bebeğin eli olmalıydı. O kadar minnacıktı.

Derin bir nefes alırken adımlarımı Arın’ın odasına açılan kapıya değil de diğer kapıya çevirdim. Lavabo olduğunu görünce geri kapattım. Bunların hiçbirini istemiyordum. Tek istediğim abilerimdi.

Keşke sabah Şafak abimin öylesine söylediği yurtdışına çıkma fikrini kabul etseydim. Belki de beni kaçırırlardı ve her şey daha iyi giderdi.

Titrek bir nefes verirken küçük kitaplığa ilerledim. Zamanımı kitap okuyarak geçirebilirdim. Daha sonra evin krokisini hazırlardım. Eğer beni eve kilitlemek gibi bir saçmalığa başvurursa o tehditçi, kaçmak için elimde bir şey bulundurmuş olurdum.

Stefan Zweig’in kitaplarını gördüğümde aralarından bir tanesini seçtim. Kafamı en iyi dağıtan şey ders çalışmak ve kitap okumaktı. Tamamen onlara odaklandığım için başka şeyleri düşünemiyordum.

Camın yanındaki tekli koltuğa oturdum. Manzaram da yoktu ki. En azından araba yolu falan görseydim fena olmazdı. Karşımda başka bir villa vardı. Bakışlarımı o villadan çekerek elimdeki kitaba odaklanmaya çalıştım.

Aradan belki beş dakika kadar bir süre geçti ve tekrar ağlamaya başlamam zaman almadı. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

Elimdeki kitabı hırsla fırlattım. Öfkeliydim. Kimeydi bu öfkem bilmiyordum. Kollarımla kendimi sardım. Ağlamak insanı rahatlatır mıydı gerçekten?

Ağlayalı baya zaman geçmişti. Artık sadece iç çekmelerim kalmıştı. Zamanın çabucak geçmesini diliyordum. Burada olmak zorunda mıydım gerçekten?

Gözlerimle dışarıyı izlemeye başladım.  Harelerim, bir çift göze takılı kalırken ağzı açık bir şekilde bana baktığını gördüm. Bu villaları yapan kişilere seslenmek istiyorum. Neden bu kadar yakın ev yaptınız?

Buradan onun ne yaptığını görebiliyordum. Bence o da benimkini görüyordu. Kendine geldiğinde camını açtı. Ağzının oynadığını gördüğümde en azından ses yalıtımını iyi yaptıkları için sövmeyi iptal ettim.

Gözyaşlarımı sildim. Garip hareketler yapmasıyla ağzımdan bir kıkırtı kaçmıştı. Sanırım delirmeye başlıyordum.

Ayağa kalkıp camı araladım. Gelir gelmez komşuyla da tanışmış oluyordum böylelikle. Benden hızlısı anca mezarda olurdu.

"Gerçek misin lan sen?" Dedi hayretle. Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Hayır. Sadece sana görünen bir ruhum." Dedim alayla. Ağladığımdan ötürü sesim çatallı çıkmıştı. Kurumuş boğazımın geçmesi için birkaç kez öksürdüm. Şimdi su içmek için aşağı inmem gerekiyordu. Kimsenin yüzünü görmek istemiyordum.

"Hadi be oradan. Yalan söyleme." Sert çıkışıyla daldığım düşüncelerden çıkıp ona odaklandım. Dediği cümleyle omuz silktim. Sanırım kafayı dağıtmama yardımcı olacak kişiyi bulmuştum.

"Sende düzgün bir soru sorsaydın." Yapmacık bir şekilde kahkaha attı. "Kimsin sen? O odaya nasıl girdin?" Bu sefer yapmacık bir şekilde ben güldüm. O sıra kapımda çalmıştı.

"Ruh, kaçar." Pencereden geri çekilip camı kapattım. Perdeyi iyice çektim. Birde beni dikizler falan uğraşılmazdı.  Yere attığım kitabı alıp yatağın üstüne bıraktım.

Kapıyı açtım. Arın tam önümde durmuştu. Kollarını çiçek yapmış, küskün bir tavır takınıyor gibiydi. Ne olduğunu soracaktım ama o benden önce konuşmuştu.

"Abilerin kapının önünde." dedi tripli bir ifadeyle. Gözlerim büyürken bu kadar erken gelmiş olmaları sevinmemi sağlamıştı. Odamdan çıktığım gibi hızla merdivenlerden indim.

Kalbim hızla çarpıyordu. Bu kadar kısa sürede ikisini de çok özlemiştim. Tabi Korkut abime beni öyle bırakıp gitmesinin hesabını fena soracaktım.

Terlikleri ayağımdan çıkartıp ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Tam giyemesem de umrumda olmamıştı. Beni almaya gelmişlerdi.

Kapıyı açıp koşarak onlara ilerledim. Kollarını açmış bekleyen Şafak abimin kollarının arasına girdim. Dolu gözlerimle omzuna vurdum. "Beni nasıl öylece bırakırsınız?" Dedim kızgınlıkla. Şafak abim belindeki ellerini sıkılaştırdı ama cevap vermedi. Burnunu saçlarıma sürttü. Kokumu içime çekti.

Hâlâ ona sarılırken Korkut abime baktım. Ona kızgındım. Burukça gülümsediğinde bakışlarımı ondan çektim. Şafak abimin kollarından ayrıldım. "Neyse ki beni hemen almaya geldiğiniz için kızgınlığım biraz azaldı."

Şafak abim bakışlarını kaçırdığında kaşlarım çatıldı. "Alacaksınız değil mi beni?"

Cevap vermemelerine karşı Korkut abimin karşısına dikildim. "Seni bırakmam demiştin bana!" Ağlamaya başlarken aynı zamanda kalbim de ağrımaya başlamıştı. Beni bırakamazlardı.

"Maral, abim. Bırakmam dediysem bırakmam. Ne zaman sözlerini tutmadığını gördün abinin?" Yanaklarımdaki yaşları silerken ona vurmaya başladım. Öfkemi bu şekilde çıkartıyordum.

"Bırakıyorsun işte." Ellerimi tuttu. Beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Saçlarımı okşadı.

"Dayımız durumu öğrenmiş. Ankara’ya gitmemiz gerekiyor. Halledince geri gelip alacağız seni. Dayımızın nasıl bir şerefsiz olduğunu biliyorsun bebeğim. Kızma bize." dedi yumuşak bir sesle.

Başımı göğsünden kaldırıp ona baktım. "Ben tek başıma kendi evimizde kalabilirim. Burada kalmayayım lütfen." Alnıma bir buse kondurdu. Alnını alnıma yasladı.

"Dayımızın sağı solu belli değil. Seni evde tek bırakamayız. Ben de istemiyorum seni burada bırakmak." dedi fısıltıyla. Burnumu çektim. Dayımın ne kadar kötü biri olduğunu biliyordum.

Annem öldüğünde Korkut abimle çok uğraşmıştı. Annemin bize bıraktığı hisseleri almaya çalışmıştı. Şimdi de benim mal varlığımdan çekilip ona hisse verilmesini talep edecek olabilirdi. Mal falan umrumda değildi benim. Yalnızca eskisi gibi olalım istiyordum.

Çaresizce başımı salladım. "Çabuk gelin ama." dedim kısık sesle. Korkut abim gözyaşlarımdan öptü. "Geleceğiz."

Eşyalarımı koydukları çantayı bana verdiklerinde tırnaklarımı avucumun içine bastırdım. Şafak abim sulanmış gözleriyle son kez bana sarılıp arabaya bindi.

Araba görüş açımdan çıktığında daha fazla ayakta kalamayarak yere çöktüm. Birisi gelip beni tutmuştu. "İyi misin? Hey ruh, bana bak." Gözlerimin önünde elini sallamasıyla başımı hafifçe ona çevirdim.

"İyi misin?" dedi endişeyle biraz önce konuştuğum komşu. Değildim. Kendimi terk edilmiş gibi hissediyordum.

Gözlerimi ondan çekerek yerden kalkmaya çalıştım. Kalkmama yardım etti. İki çantayı da eline aldı. Eve doğru birlikte yürüdük. Heyecanla çıktığım kapıya ağlayarak geri giriyordum.

İkimizde eve girdiğimizde Arın biraz ilerde volta atıyordu. "Arın." dedi komşu. Arın'ın bakışları beni bulduğunda endişeyle yanıma geldi.

"Abla ne oldu? Kötü bir şey mi dediler sana?" Yanımdaki çocuk bir anda, "Abla derken?" diye adeta çığırdığında elinden çantaları alarak merdivene yöneldim. Kimseyle konuşmak istemiyordum.

"Evet ablam olur kendisi. Maral Orbay." Arın'ın bunu demesiyle gürültülü adımlarla yanına gelmesi bir oldu. Elimden çantaları aldı. "Canım kuzenim sen hiç taşıma. Ben taşırım. Bu arada ben Giray. Giray Orbay."

Ona cevap vermeden merdivenlerden çıkmaya başladım. Arkadan çantaları ben taşırım kavgası yapıyorlardı. Bana verdikleri odaya girdiğimde kapıyı kapatmadan ikisi de içeriye damlamıştı.

Çantaları kenara koydular. "Odadan rica etsem çıkar mısınız? Dinlenmek istiyorum." İtiraz etmeden odadan çıktıklarında çantaların içini açtım. Büyük ihtimal fotoğrafımızı koymuş olmalılardı. Onları özleyeceğimi iyi biliyorlardı. Fotoğrafımızı gördüğümde aldım ve yatağa girdim. Yorganın altına girip fotoğrafa iyice sarıldım. Uyursam geçerdi belki de. Gözlerim kabus gibi günün yorgunluğuyla kapandığında bu duruma itiraz etmedim.

Kolumdan sertçe dürtüklenmemle gözlerimi araladım. Yorganın altından çıkıp omuz katiline baktım. Gözlerim karanlığa alıştığı için odadaki ışık gözümü alıyordu. Akşam olmuştu demek.

"Yemek yiyeceğiz, geliyorsan gel. Uğraştırma beni."

Acıkmıştım. Her ne kadar inmek istemesem de açlıkla başa çıkan biri değildim. Başımı belli belirsiz sallarken o odadan çıktı. Gözlerimi ovuşturdum ve lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Odamdan çıkıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladım.

İster istemez gerilmiştim. Bu yüzden sweatin kollarını elimin içine kadar çekmiştim. Korkut abim yanımdaymış gibi hissettiriyordu. Kahvaltı yaptığımız odaya doğru adımlarımı ilerlettim. Ses kirliliği vardı. Bizim evde olsa bu kadar ses olmazdı. Sanırım bu yüzden beni rahatsız etmişti.

İçeriye girdiğimde beni daha önce görmediğim iki erkek karşıladı. Kendimi onları incelerken buluvermiştim bir anda. Birinin dalgalı kumral saçları vardı, gözlerini buradan seçemiyordum. Ama diğer erkek  benim gibi yeşil gözlüydü ve onun da saçları düz siyahtı.

Terliğin lanet sesiyle bakışlar beni bulurken avucumun içindeki sweatin parçasını daha çok sıktım. "Maral da geldiğine göre yemeğe başlayabiliriz." Diyen tehditçiye içimden beni bu bakışlardan kurtardığı için teşekkür ettim. Ona teşekkür ettiğimi bilmese de olurdu.

Arın eliyle yanını pat patlarken adımlarımı oraya yönlendirdim. Abla demese daha iyi anlaşabilirdik bu çocukla. Sandalyeye oturduğumda karşımdaki iki adam da dümdüz bana bakıyorlardı. Bu eve geldiğimden beri herkesin neden benim nereden düştüğümü merak eder gibi baktığına anlam veremiyordum.

Hadi ben bir ay sonra öğreniyorum da anne ve babaları onlara durumu anlatmamış mıydı?

"Maral abilerin ve en küçük kardeşin. Odadan bir anda çıktığı için onunla tanışamamıştın adı Aren. Evin ufaklığı." Bu uyumlu isim takıntısı çocukların isminin karışmasına neden olmuyor muydu? Şahsen ben çocuklarıma böyle neredeyse aynı isimler koymazdım.

"Bu ortanca abin Uraz." Diyerek dalgalı kumral saçlı adamı işaret etti. Nezaketten başımla selam verdiğimde o bakışlarını yanımdaki Arın’a çevirmişti.  Yüzünde bir gülümseme vardı.

"En küçük ab-" Cümlesini küçük abi kesmişti. "Beni tanıtmana gerek yok baba. Gereksiz." Diye mırıldandı. Gözlerini gözlerimden ayırıp önündeki yemeği yemeye başladığında ben konuştum. "Adını öğrenmek gibi bir amacım yoktu zaten."

Gözlerimi önümdeki ezogelin diye tahmin ettiğim çorbaya çevirdim. Anlaşılan konuşma böyle sona ermişti. Benim için daha iyiydi. Çünkü cidden sese gelemiyordum.

Okuldan eve geldiğim de yorgun değilsem ilk yemeği yapar, kişisel ihtiyaçlarımı giderir ardından dershaneye giderdim. Sonra Korkut abim veya Şafak abim beni okuldan alırdı. Birlikte eve dönerdik. Yemekler yendikten sonra ben tekrar derse otururdum ve ders bitince uyuyana kadar birlikte vakit geçirirdik.
Önümdeki çorbadan bir kaşık aldım. Korkut abimin yaptığı kadar güzel olmamıştı.

"Bizimle kalacak değil mi?"

Tek kaşım havaya kalkarken bunu sorana baktım. Uraz’dı. Tehditçi büyük bir gülümsemeyle başını salladı. "Bize alışana kadar hafta sonları kalacak. Sonra buraya yerleşeceğine eminim." İçimden sabır çektim. "Baban koşullarına uyana kadar." Dedim düz bir sesle. Dik dik de biyolojik babaya bakıyordum.

Biyolojik baba zorlukla gülümsedi. "Sen de koşullarıma uyana kadar."

__________

Bu bölümde bitti sonunda. Baya uğraştırdı nedensizce.

Bir kuzenle de şans eseri tanıştık. Kafa dağıtmak için ideal bir arkadaş olabilir gibi.

Bir de dayı faktörü var. Korkutları epey uğraştıracağa benziyor. Sizce Korkutlar erken dönüp Maral'ı alırlar mı yoksa Ankara'da işler karışır ve Maral bir süre daha ailesiyle kalır mı?

"Ben söylediklerimden sorumluyum, anladıklarınızdan değil."  -Stefan Zweig

Continue Reading

You'll Also Like

2M 159K 192
Anka, 21 yaşında abisiyle küçük dünyasında yaşayan bir kızdır. Abisinin eski defterini büyük çabalarla yakmasıyla hayatında yeni bir sayfa açılmıştır...
1M 43.9K 70
Sıradanlaşmış olan Gerçek Aile kurgularının en SIRADIŞI olanını okumak istiyorsanız, ee buyurun o zaman! 06.04.2024 1M❤️
851K 52K 34
"Bunu benden nasıl saklarsın ya? Senelerce hem de. Babamı, abilerimi benden gizleme hakkını kimden aldın sen?" annem yüzüme dahi bakmazken daha çok s...
107K 3.9K 39
Ceylan Su Taşkın, öğretmenlik görevini yapmak için Şırnak'a atanan genç bir kadındır. Sırf görevini yapmak için geldiği bu yerde hiç beklemediği gari...