YABAN

By papatyakorusu

3.5M 219K 47.4K

- Yaş farkı vardır- Mahalledeki gençler olarak uzak tavırları, suskunluğu, sert mizacı sebebiyle aramızda onu... More

1. Dönüş
2. Şakayık
3.Kavuşma
4.Sarma
5.Güz Yarası
6.Yunus
7. Kor
9. Kırılan Kalp
10. Yürek
11.Yaban
12.Kara Sevda
13. Kaza
14. Gülüş
15. Nefes
16.Takip
17.Kıskançlık
18.İstek
19.Geçmiş
20. Deniz
21. Düş
22.Yalanlar ve Gerçekler
23.Bayram
24.❤️
25.❤️
26.❤️
27.Özlem
28.Sofia
29.❤️
30. Yangın
31. Uyanış
32. ❤️
33. Nehir 💔
34. Kalp Ağrısı
35. Gelenler
36. Yüzleşme
37. Söz
38. Yara
39. Hasret
40. Vuslat
41.Benimsin
42. Sancı
43.❤️
44. Bende Gizli Olduğunu
45.Yağmur
46.Nişan ( Part 1)
47. Part 2
48. Part 1
49.Part 2
50.Doğum Günü
51. Doğum Günü(Part 2)
52. İyi ve Kötü ( Part I)
53.Mezuniyet( Part 2)
54.Mezuniyet ( Part 3)
55.Canmânâ ( Part 1)
56.Düğün (Part 2)
57.Kavuşmak ( Veda 1)
58. FİNAL ( Hoşça Kal)
Bir Kaç Söz ( Bölüm Değil)
ÖZEL BÖLÜM ( HEYECAN)
TANITIM

8.Nişan

85.3K 5.8K 1.1K
By papatyakorusu

" Kamyonlar kavun taşır ve ben boyuna onu düşünürdüm."      Cahit Külebi

                                        *
Canlar,
Bölümler düzenlendiği için yorumlar siliniyor. Okurken yorum yaparsanız ne güzel olur, ne bahar olur, ne çiçek; anlatamam. ♥️

     Eğer buraya kadar geldiyseniz ve hikâyeyi sevdiyseniz lütfen yıldızı hikâyeyi okumaya başlamadan şenlendirelim. Beğenide bulunmak hem emeğe gösterilen saygıdır hem de birkaç saniyenizi bile almaz.⭐️⭐️

Fikirlerinizi önemsediğimi anımsatıyorum. Fikirlerinizi benimle paylaşın lütfen! Bol bol yorum istiyorum sevgili şakayık severler.🌺

Yazar İçin Önemli Bir Açıklama:
Bu bölüm bu hikâyenin ilham aldığı bölümdür. Henüz ortada karakterlerin isimlerinin bile olmadığı hatta bir mahalle hikâyesi yazma fikri bile yokken aklımda bu hikâyede geçen türkü kısmı aniden gözümde canlandı ve " Neden yazmıyorum?" dedim. Ve ani bir kararla hem yazıp hem yayınladım. Hatta Sevda'nın isminin ilhamı da yine bu sahnedir.

Şu ana kadar okumuş, beğenmiş  ve yorumlamış herkese sonsuz teşekkür ederim. Ruhunuz eşini  bulur umarım. ❤️

Adem ile Sevda'yı sahiplenen, akıbetlerini en az benim kadar merak eden, yüreklerine misafir eden herkesin kalbi gök, ruhu çiçek, gözleri yıldız olsun. ❤️🌺

                                       *

      " Artık inecek misin oradan Sevo?"

Elimdeki erikleri kemirirken başımı sağa sola salladım ve önümdeki dallardan birine uzanıp irice olanlardan birkaç erik daha aldım.

   " Annem Serpil teyzelere geçti diyorum kızım niye inanmıyorsun?"

Taylan, burnunun üzerindeki gözlükleri düzeltip çaresizce ellerini beline koydu ve yeniden yukarıya baktı. Güneşli öğlen havası üzerindeki ince tişörte rağmen onu terletmişti. Yüzüne gelen öğlen güneşi sebebiyle gözlerini kısmış, burnunu da kırıştırmıştı.

Evdeki misafirlerden bunalıp buraya kaçmıştım ve henüz görmesem de annem kesinlikle delirmişti.

" İnanıyorum sana niye inanmayayım ama ben eriği dalında yemeyi seviyorum. Sanki bilmiyorsun." dedim sitemli sitemli.

" Düşüp de kolunu kırdığını ne çabuk unuttun? Bu sefer de düşer bir yerini kırarsan annem sadece seni değil beni de öldürür. Ölmek için hem fazla yakışıklı hem fazla ergenim be! "

On altı yaş kesinlikle ergenliğin zirvesiydi ama sivilceli alnı ve diş telleri  ile yakışıklı kısmı bir parça sekteye uğruyordu. Oturduğum dalda, ayaklarımı sallayarak aşağıya bakarken gülüyordum.
" Sen de gel yukarı! Öldüğüne değsin be Taytay. Hem..." dedim avucumdaki yeşil eriği elimdeki tuzlukla tuzlayıp ısırırken
" ... unutmazsan yaşayamazsın."

" Of kızım be Aristo musun Eflatun musun mübarek? Hem  o elindeki tuzluk mu? Maşallah ağzımızın tadına da pek düşkünüz. Ben burada ölümden bahsediyorum sen orada yeşil erik tuzluyorsun. Where ıs the adalet?"

Alnındaki ter damlacıklarını olduğum yerden bile görebiliyordum. Mayıs ayının ortalarındandık ve hava oldukça sıcaktı. Bazen fazlasıyla bunaltıcı olabiliyordu.

Omuz silkip eriği iştahla yemeye devam ettim.
" Korkunun ecele faydası yok be Taytay. Tarih..." dedim tüm ciddiyetimle baş parmağımı havaya kaldırırken" ... sadece cesurları yazar. " Ardından da "Bak eğer yukarı gelmeyeceksen aşağıda haşlama olmana az kaldı ha! Güneş geçecek başına. Ben iyiyim böyle. Biraz daha kalıp gelirim, git sen. " derken göz kırptım.

Taylan, alnındaki teri koluna silerken
" Çekmediğim dertler, çile kalmadıııı" diye sesini incelterek ve başını sallayarak bir şarkı tutturdu. Sonra  da başladığı gibi aniden bitirdi şarkıyı ve " Bak, yukarı gelemem yükseklik korkum var kızım benim. Ama seni de orada bırakamam. Şimdi gidip elimi yüzümü yıkayıp nenemin dil altı haplarını, şeker ilaçlarını, bulabilirsem antidepresanları falan içip bir sabır namazı kılıp hemen geliyorum. "

Gülmeye başladım " Yahu o şükür namazı değil miydi?" dedim.
" Düşün işte ne kadar çaresizim. Bana sabır namazı düştü."

Sesi acıklı ve çaresizdi ama tabii ben bunun gerçek olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordum onu.

Eriğin çekirdeğini ona doğru savururken
" Abart abart . Bir de bayıl istersen Ferihaaa!" diye bağırdım.

Taylan, inanamaz gibi başını sağa sola çevirdi."  Orası biraz yüksek ya oksijen çarptı galiba. Bayat bayat espriler... Sahte artist tavırları falan... Cıks cıks.." dedi yüzünü ekşiterek"... o kadar da ev arkadaşlığı yapmışlığımız var. Dokuz ay... tam dokuz ay boyunca sana bir şeyler öğretmiş olmam lazım. Ama bilim bazen çaresiz kalıyor. " diye omuz silkti ve ardından da alttan alta bakarak "... kızım kendimi Şekspir'in eserlerinden birinde serenat yapıyor gibi hissediyorum. Gelmemekte kararlı mısın cidden?" dedi .
Ardından da elinin birini havaya kaldırıp bana bakarak " Ah Romeo! Neden Romeo'sun sen?" dedi acıklı bir tonda.

Bu hâli bayağı komik olduğu için istemsizce güldüm ve elimdeki eriği ona fırlattım
" Şapşal!"
Ardından da derin bir soluk alıp stoğum bittiği için alt dallardan birine uzandım.
" Taylan, bak cidden ben iyiyim burada. İlk kez mi tırmanıyorum sanki? Rahat ol. Gelirim beş on dakikaya. Sıcağın altında bekleme beni. Buket, kararmış hâlini görüp şok geçirecek pazartesi günü. Benim yüzümden ayrılmanızı istemem." dedim gülerek.

Omuzları düştü. Kıstığı gözleriyle beni ve sanki bizden önce de hatta babam çocukken de burada olan erik ağacını ilk kez görüyor gibi süzdü.
" Peki." dedi kabullenmişlikle. " Ama bak sadece on dakika. Yoksa ben de oraya çıkarım ve yükseklik korkum sebebiyle çıktığım gibi paldır küldür ineceğimden beraber düşeriz artık."

Elimi yumruk yapıp baş parmağımı tamam şeklinde havaya kaldırdım.
" Anlaştık kaptan!"

Taylan, arkasını dönüp giderken birkaç kez daha ardına dönüp baktı ve evin ön bahçeye dönen köşesini geçmeden son bir kez bakıp
" On dakika !" diye bağırdı.

Mutfaktan aşırdığım tuzluğu ağacın küçük oyuntusuna bıraktım ve gözlerimi kapatıp ellerimle dalları kavradım. Ayaklarımı da keyifle sallamaya başladım. Dudağımda minik bir şarkı vardı. Ben kolay kolay kimsenin yanında şarkı söylemezdim. Müzik Öğretmenim Rauf Bey, sesimin çok güzel bir rengi olduğunu söylerdi ama ben birilerine şarkı söylerken çok utandığımdan bir türlü liseler arası şarkı yarışması için beni ikna edememişti. Hiçbir şeyden utanmayan ben şarkı söylerken utanıveriyordum işte.

Fikrimin ince gülü,
Kalbimin şen bülbülü.
O günki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni!

Aşağıda hava çok sıcak olabilirdi ama benim bulunduğum üst dallarda hafif bir esinti vardı ve yapraklar tatlı bir hışırtıyla kulaklarımı ve ruhumu dinlendiriyorlardı. Bir yandan bir deniz kıyısında suya ayaklarımı sokmuş gibi bir keyifle usul usul ayaklarımı sallarken diğer yandan da kimsenin olmamasını fırsat bilip gözlerimin kapalı kapılarının ardında hayal dünyalarında gezerken şarkıyı söylemeye devam ediyordum. Bedenim hafif hafif sallanırken gözlerimin ardında  puslu bir sahne canlandı. Gece yarısını geçmişken bahçede oturduğum bir anda kapı çalmıştı. Kulaklarımda bir ses " İyi ki açtın Şakayık!" diyordu. Söyleyenin sesi tanıdık olsa da yüzü bir sis perdesinin ardına sığınmıştı. Onca anının içinden gele gele bu anı mı gelmişti? Neden?

Ellerin ellerimde,
Gözlerin gözlerimde...
Ellerin ellerimde,
Gözlerin gözlerimde...

Türk Sanat Müziğine karşı garip bir alakam, yakın bir ilgim vardı. Belki de babamın plak merakı sayesinde kulağım gelişmiş, ruhum da bu müziğe aşinalık hissettiğinden farkında olmadan yaşıtlarımın arasında müzik zevki olarak sıyrılmıştım, bilemiyordum.

Babam, zaman zaman eski, orijinal plaklarından birini gramafona koyar annem oradaysa annemi güldürerek yoksa benim elimden tutarak dansa kaldırırdı.

O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni!
O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni!
Yaktın ah yaktın beni!
Yaktın...

Sesim yavaş yavaş azalırken gözlerimi de ağır ağır açtım. Yüzüme düşen yaprakların gölgelerinin arasından güneş ışıkları tenimi yaladı.
Ağır ağır aşağıya doğru kayan bakışlarım gördüğü şeyle kalakaldı.

Öğle güneşinin oynaştığı bahçede , az evvel Taylan'ın dil döktüğü serenad yaptığı yerde  ezeli düşmanım, mavi gözlerinin tüm parlaklığı ile beni izliyordu ve yüzündeki dingin ifadeye bakılırsa sadece izlememiş, dinlemişti de. Bakışları oldukça yoğun, derin ve insanın içini görebilecek kadar dikkatliydi.

Üzerinde, krem rengi bir tişört , altında açık renk olsa da tişörtünden daha koyu galiba gri tonlarda bir pantolon vardı. Askerden geldikten sonra kilo almış, bir parça yüzüne gözüne kan gelmiş; kendini toparlamıştı.
Geniş göğsünde birleştirdiği kollarındaki pazular iri birer taş gibi duruyordu. Adem, iri, yapılı ve boylu bir adamdı. Abim bizim evdeki en boylu insan olmasına rağmen, ondan da uzundu.
Saçları, asker dönüşündeki kısa hâllerinden uzaktı artık. Alnına düşen yaramaz bir perçem onu olduğundan daha genç gösteriyordu. Yüzünden bir şeyi okumak mümkün değildi. Şarkıyı duymuş gelmiş olamazdı çünkü mırıltı şeklinde söylemiştim. Acaba dalga geçmeye mi gelmişti? Ama sanmıyordum. O tarz davranışlar bana daha uygundu.

" Taylan..." dedi kısık bakışları yüzümü yoklarken durgun bir sesle"... söylene söylene eve gidiyordu."

Şimdi anlaşılmıştı kim sayesinde burada yakalandığım. Ulan Tayo!

" Serenad yaptı ama beğenmedim." dedim gülerek. " Sonunda pes etti. Ondandır o siniri."

Dudağı yukarı kıvrılacak gibi kararsız kaldı bir müddet. Kısa sakalları, keskin çene hattını süslerken tıraşsız hâlinden daha farklı ve hoş bir hâli olduğu bir gerçekti.

"  Neden oradasın?" dedi düz bir sesle. Önümdeki dallardan birine uzanıp birkaç tane erik aldım ve oyuntuya bıraktığım tuzluğu çıkarıp göstere göstere tuzladım. Ardından da bir ısırık aldım. Ekşi hâli , ağzımı buruştursa da parmaklarımı ortada buluşturup aşağı yukarı yaptım.
Mis mis.

" İster misin?" dedim dudaklarımda kalan tuzları yalarken erikleri uzatarak.
Göğsü inip kalktı ve derin bir soluk aldığını düşündüm. Gözleri, evvela avucumda güneş vurduğu için yeşil yeşil parıldayan eriklerde ardından dudaklarımda bir müddet kaldı
" İsterim." dedi boğuk bir sesle .

Bedenimden yükselen bir ateş topu yüzüme doğru ilerlerken neden birden havanın ısındığını anlamaya çalışıyordum.
" Ama atarsan kirlenir." dedi. " Aşağıya gel."

Düşündüm. Yeterince kalmıştım zaten yukarıda ve Taylan da on dakika demişti. Omuz silktim ve benden beklenmeyecek bir uysallıkla" Tamam, geliyorum." dedim.

Tuzluğu, pantolonumun cebine tıkıştırırken ellerimden destek alarak ayaklandım ve alt dallara doğru inmeye başlamadan evvel elimdeki erikleri de diğer cebime koydum ama dudaklarımın arasına bir tane sıkıştırmayı da ihmal etmedim. Ön dişlerimle onu sabitledim. Önce tuzunu emip sonra yiyecektim. Başka da erik yoktu bugün, çünkü dişlerim kamaşmaya başlamıştı.

En alt dala vardığımda Adem'in de ağacın dibine geldiğini gördüm. Ağaca tırmanmak iyi güzeldi de inmesi biraz zorluyordu insanı.
Ama bu kaygımı belli etmedim ya da etmediğimi sandım.
" Bırak kendini. Tutarım ben seni." dedi ağacın dibinden Adem uzak bir sesle.

" İnerim ben. Hallederim şimdi." Dudaklarımın arasındaki erik sebebiyle sesim bir parça bulanık çıkmıştı. Hemen sonra derin bir soluk alıp ayağımı ağacın gövdesindeki budaklardan birine yerleştirdim.
" İnatçı!" gibi bir şey söyledi ama tam duyamadım.
Ben, beklemez uzaklaşır sansam da ağacın dibinde beklemeyi sürdürdü.
Diğer ayağımı alışkanlıkla aşağılardaki budaklardan birine koyarken birden ayağım kaydı ve kendimi ani bir refleksle beni yakalayan Adem'in kollarında buldum. O panikle gözlerimi sımsıkı  kapatmış ve düşmeyi beklemiştim ama öyle olmamıştı.

Gözlerimi açtığımda karşımda Adem'in geniş göğsü vardı. Oldukça ferah olan, Serpil teyzelere gittiğimde hissettiğim o koku ile hafif bir sigara kokusu, birden genzime doldu. Çıplak kollarımı tutan sıcak ve nemli ellerinden bedenime bir ateş verildi sanki. Elimi ayağımı titreten bir şeyler karıştı içimde.

" İyi misin?"
Sese doğru yüzümü kaldırdığımda tutuk bir gülümseme gönderdim çünkü dudaklarımın arasındaki eriği panikle kuvvetle dişlediğimden düşmemişti ya da boğazıma kaçıp beni öldürmemişti.

Gözlerimi ona kaldırmadan başımı aşağı yukarı salladım ve bir adım uzaklaşmak istedim ama ağacın gövdesine çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım.
Adem, tuttuğu kollarımı bıraktı sakince ve birkaç adım uzaklaştı geriye doğru.

Hiçbir şey olmamış gibi dişlediğim eriği bir elime aldım ve cebimdeki erikleri çıkardım. Diğer elimle de tuzluğu çıkardım. Çünkü erik tuzlanmadan yenir miydi hiç?
Benim ısırdığım erikle diğerleri temas etmesin diye çok dikkat ederek avucumdaki erikleri ona doğru uzattım ve gözlerimi de gözlerine kaldırdım artık. Yanaklarımdaki yanmanın sebebini bilmiyordum ama geçmemiş daha da artmıştı.

Adem, ne düşündüğü belli olmayan bulanık bakışlarla gözlerime bakıyordu.
" Al bakalım!" dedim " Madem istedin."

Sesim bir parça titrek çıkmıştı ve göğsüm uzun yol koşmuşum gibi inip kalkıyordu.
Birkaç adım atıp yanıma geldi.
İnce uzun parmaklarının süslediği eli, avucuma doğru uzanırken üzerinde dişlerimin izi olanı çenemle göstererek " Şu benim. Diğerleri senin." dedim.
Aniden Adem avucumdaki tüm erikleri aldı ve " Sen yeterince yemişsindir. Bunların hepsi benim." dedi.
" Ama ben ağzıma vurdum onu." dedim şaşkınlıkla. Tiksinmesinden çekinmiştim.

Gözleri dudaklarımın tuzlu ıslaklığında gezindi bir süre. Bakışlarında daha evvel rastlamadığım tuhaf bir ifade, koyu bir gölge vardı. Gözlerini gözlerime kaldırdı. Bir şey diyecek diye bekledim ama demedi.
Avucundaki diş izim olan eriği diğerlerinden seçip aldı.
Ağzına atmadan evvel, zorlukla duyduğum bir iç çekiçle önce eriğe sonra bana baktı. Ağır ağır dudaklarına yerleştirdiği erik ağzında kaybolurken âdemelması yukarı aşağı hareketlendi ve gözleri kısa bir an kapanıp açıldı.

Ağır bir kütürtüyle eriği yerken " Tadı..." dedi tekrar yüzümde gezen bakışlarının yoğunluğunda " ... çok güzelmiş Şakayık."

Tiksinmemiş olması midemde bir şeyleri havalandırdı.
Bedenimden geçen ürperti dişlerimi birbirine vuracak kadar şiddetliydi. Kalbimdeki son zamanlarda ayyuka çıkan huzursuzluğu yine elimle tutup bastırmak, mümkünse yok etmek istedim. Dudaklarımı birbirine bastırırken gözlerimi kaçırdım.
O sırada Adem'in telefonu tanıdık melodiyle  çalmaya başladı.

Fikrimin ince gülü,
Kalbimin şen bülbülü.
O günki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni!

Telefonunu cebinden çıkartıp bana göstererek ağzında artık bitmiş ve çekirdeği kalmış eriğin de etkisiyle boğuk çıkan bir tonda
" En sevdiğim türküdür ama bunu bir şakayıktan dinlemeyi daha çok sevdim." dedi.

                          *

" Bence kırmızıyı giy." dedi Taylan. Odamdaydık ve Taylan yatağa boylu boyunca yan uzanmış, bir elini de kulağının altına koymuştu. Akşamki nişan için hazırlık başlamıştı. Aslında anneme " Ben gelmesem olmaz mı ya?" demiştim ama acıklı bir sesle yapılan güzel bir fırça fikrimi değiştirmişti. Mecburen!

Aman çocuğum, sakın gelmeyin. Ben bekarım, bir daha evleneceğim ya siz gelmeyin!

Şu anacığımızın da bir koltukları kabarsın, demeyin.

Ben zaten tek başıma giderim çocuğum, giderim ne olacak ki... Kimim kimsem yok gibi kalkar giderim. Konu komşu da ananınızın arkasından konuşsun zaten. Doğurdu, büyüttü, saçını süpürge etti , boyunca evlatları var ama hâlâ yalnız geliyor, desinler.

Olur çocuğum, olur. Benim de güzeller güzeli bir kızım var diye düşman çatlatmayayım ben zaten.

"Sence?" diye Nur'a döndüm. Makyaj masasının önündeki yuvarlak, dönen sandalyeye oturmuş, dönerek eğleniyordu.
" Kırmızı iyi. Taytay haklı. Hem siyah ne öyle? Matem mi var yasta mısın yoksa cenazeye mi gidiyorsun?"

Kırmızı elbiseyi boy aynasından kendime tutup baktım " Ama ... " dedim tereddütle "... sonuçta yakın arkadaşım değil ki ! Kızı pek tanımıyorum bile. Yani zaten masadan da kalkamayacağız. Kırmızı iddialı değil mi biraz? Gelinden rol çalmış olmayalım?"

Taylan " Bak böyle diyince de bilemedim" dedi ve ani bir kararla "Bir daha tut bakayım ikisini de." dedi tereddütle. Bir siyah elbiseyi bir kırmızı elbiseyi bedenime tutup hevesle baktım.
" Net kırmızı abi!" dedi Taylan. Ben ısrarla siyah giymek istediğim için omuzlarım hayal kırıklığı ile çöktü.
" Bir şey olmaz." dedi Nur. " Gelin zaten abartacaktır. Hem bu elbise de tam bir kırmızı değil ki. Rengi koyu bir kere. Böyle alev alev değil. Bordoya yakın. Üstelik dümdüz elbise. Giy gitsin."

Tam bu sırada odamın açık kapısında babaannem belirdi " Alt banyo dolu da ..." dedi nefes nefese " ...buradakine çıktım abdest almaya. Siz n'apıyorsunuz?"

Hemen elimdeki iki elbiseyi gösterip " Hangisi sence Safiş?" dedim hevesle.
Babaannem elindeki bastonu havaya kaldırıp siyahı gösterince bir an gözlerim parladı.
" Bunu... " dedi memnuniyetsizce "... ben ölünce cenazemde giyersin. Şunu giy şunu."

Taylan ile Nur bir kahkaha patlatırken dudaklarım büzüldü. " Aman Safiş ya!" dedim.
" Ne Safiş?" dedi " Ah yirmi yaşında ben olacaktım ki! " diye söylene söylene banyoya giderken " Kırmızıyı giy!" dedi.

Omuzlarım kabullenmişlikle çökerken
" Tamam, giyiyorum o zaman kırmızıyı." dedikten sonra elbiseye alıcı gözle baktım. Tek dekoltesi sırtı olan bir elbiseydi. Sırtında da çapraz kalın bandı vardı. Ön tarafı kapalı, etek uçlarında ince dantel detayı olan, bele oturup vücudu sararak dize kadar inen, balık tarzı sade bir elbiseydi.

Geçen ay, gittiğimiz bir Avm'de kızların aşırıya kaçan beğeni nidaları ve şiddetli ısrarıyla almıştım. İç çekip kabullendim.
" Sen ne giyeceksin?" dedim Nur'a elbiseyi dolabın kapağına asarken.

" Koyu mavi bir elbise. Belden aşağısı tül ve kabarık." Gözlerini kısıp detaylarını anımsamaya çalışsa da söyleyecekleri bu kadarla kaldı.
" Abimin yakın arkadaşı ya Oğuz abi biraz özen göstereyim, dedim."

Doğru. Bir ara Oğuz, abim ve Yaban'ın yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi ama sonra Oğuz abi iki seneliğine iş için İngiltere'ye gitmiş, sonra da evlilik için gelmişti. Pek görüşememişlerdi şu süreçte. Malum herkes işinin gücünün başındaydı. Abimin hukuk bürosu bu ara çok yoğundu. Yaban Efendi ise üniversite de abim gibi hukuk okusa da abimin ısrarlarına rağmen eğitimini aldığı alanı tercih etmemişti. Zaten oldukça varlıklı bir ailesi vardı. Bizim durumumuz da dedelerin ikisinin de maddi durumunun iyi olması sebebiyle iyiydi ama Yabanlar bayağı zengindiler. Gerçi yaşam tarzlarında hiçbir değişiklik olmamış, bunu bize hiç hissettirmemişlerdi ama yine de paraya ihtiyaçları yoktu. Yaban da bi yandan taksi durağı işletmeye başlamıştı. Daha doğrusu zaten taksi durakları vardı, Almanya dönüşü başına geçmişti. Ara ara işletmelerin kontrolünü yapıyor, sık sık da uğruyordu başına geçti dediysem de sabahtan akşama kadar beklemiyordu öyle.

" Ve senin de abinin arkadaşı olduğu için sen de göstermelisin..." diye tamamladı cümlesini bilmiş bilmiş.

"Tamam" dedim ellerimi kaldırarak "... pes ediyorum. Kırmızı elbise giyilecek. "

" Keşke hep böyle uslu olsan." dedi Taylan uzandığı yerde yastığıma sarılmış, uyudu uyuyacak hâlleri ile.

Kenarda duran ikinci yastığı alıp ona attım
" Kınıyorum seni." dedim gülerek.

" Al işte!" dedi Taylan göğsüne gelen yastığı burnuyla Nur'a göstererek uykulu bir sesle
" Resmen şiddete uğruyorum. İmdat! Şiddet bu. İmdat!"

Nur ile birbirimize bakarak güldük. " Şapşal!" dedim dolabın kapısındaki elbiseye son bir kez bakarken.
Aklıma gelen anı ile iç çektim.

                                        *

     Hava sıcak, günler uzun ve sıkıcıydı. Doğum günümüz bu sefer bir kafede herkesin katılımı ile kutlanmıştı. Ancak o gece Adem gelmemişti. Gönlüm bir dal gibi kırılmış, beklentiye giren kalbim sızlamıştı. Beni yok sayması... bunca sene sonra... yine aynı noktayı sızlatmıştı. İnadımdan sormamıştım Adem'i ne Nur'a ne de Kenan amcalara. Gelmemişti sonuçta ve neredeyse neredeydi?

O kalabalıkta bir ara Serpil teyzeden Adem ismini duymuştum ama devamını dinlememek için uzaklaşmıştım.
Askerden gelip de bahçe kapısını çaldığı gece gelip kalbimdeki bir yeri titretmişti. Ama burada olmasına rağmen gelmemişti işte.

Üç gündür de onu görmemiştim. Annem, mahalledeki komşulardan birine taziyeye gitmişti. Babam işte, abim üniversitede Taylan da sabah Buket ile buluşmak için çıkmıştı.
Ben de evde durmaktan sıkılınca Yasemin'e yazmış ve aşağıdaki çay bahçesinde birer çay içelim, muhabbet edelim istemiştim.
Üzerime, beyaz göğüs kısmından aşağıya kadar  küçük düğmeleri olan hırkayı andıran kısa kollu bir tişört giymiş, altında da lacivert tonlarda bir kapri geçirmiştim.
Odadaki cam ve perdeler açık olmasına rağmen yaprak kımıldamıyordu.

Bu sıcak havada yüzümde fazladan bir tabaka olmasını istemediğim için yüzüme hiçbir şey sürmemiş, sadece kirpiklerimi rimelle biraz hareketlendirmiştim. Ama çıkmadan evvel dudaklarımda bir şey olmayınca kemirip kanattığımı bildiğimden nar çiçeği tonlarında kırmızıya yakın parlak bir ruj sürmüştüm.

Evden çıkmadan o kadar bunaldım ki banyoya geçip ellerimi ıslattım ve tepede topladığım saçlarımın ulaşmadığı enseme, boynuma, boğazıma ıslak ellerimi dokundurarak ferahlamaya çalışmıştım. Hatta çıplak ayakalarımı da serin suyla yıkamıştım da ancak biraz serinlemişti bedenim. Ellerimi bir kez daha musluğun altına sokmuştum ki kapının çaldığını duydum.
Annem, nasılsa ben evdeyim diye yine anahtarını almamıştı kesin.
Islak ellerimi boynumda gezdirirken söylene söylene kapıya gidip sormadan açtığımda karşımda hiç görmeyi ummadığım biriyle karşılaştım.

Elinde bir hediye paketiyle karşımda duran ve güneş gözlüklerinin ardından beni izleyen kişi Yaban'dan başkası değildi. Güneş gözlüklerine uzanıp çıkardı ve beyaz yakalı tişörtünün göğüs kısmına taktı.
Bir an ıslak ellerim boynumda kalakaladım.

Bakışları, yüzümde uzun uzun dolaştıktan sonra boğazımdaki elime kaydığında parmağımın arasından bir damla suyun boynumdan göğsüme doğru süzüldüğünü, daha da fenası Adem'in yoğun bakışlarla onu kısa bir süre takip ettiğini fark ettim. Âdemelması yukarı aşağı hareket etti.
Bedenime bir ateş topu bırakılmış gibi hissettim ve hemen elimi boğazımdan çektim.

Benimse içimde ona karşı yükselen bir kızgınlık vardı. O, içinde gölgeler oynaşan, güneşten dolayı birini kıstığı laciverde yakın koyu mavi gözlerini tırmalamak, canını yakmak istiyordum.

" Şakayık!" dedi elindeki kutuyu uzatırken. Soru dolu bakışlarla yüzüne baktım.
Ama uzanmadım.

" Bu senin için." dedi yumuşak bir sesle.

Bir, elindeki kutuya bir Adem'in gözlerine baktım. Sert çehresinin aksine sesini nasıl bu kadar yumuşak kullanabiliyordu?

" Ne için?" dedim durgun ve bir parça kırgın bir sesle.
" Geçen gün..." dedi sesine yansıyan bir üzüntüyle"... doğum gününüze gelemedim. Hediyen hazırdı ama gelemediğim için veremedim. Başka biriyle de göndermek de istemedim, kendim vermek istedim."

İçim sanki onu affetmek için bahaneler arıyordu. Az evvel  yükselen öfkem yatışsa da merakım beni tırmalıyordu.

" Neden gelemedin?" dedim düşmüş bir sesle.

Bakışları derinleşti. Gözlerime baktı. " Taksi durağındaki Ali abi, kaza yapmış. Durumu ağırdı. Hastanedeydim. Ailesi de Kocaeli'ndeydi. Dün onları almaya gittim hastaneden direkt. Kaç gündür eve de gelemiyordum."

Bir anda içimde koca bir bilye kutusu devrildi sanki ve tüm bilyeler etrafa saçıldı. Büyük... çok büyük bir suçluluk duygusu geldi boğazıma yumru olarak oturdu. Çok üzülmüştüm. Oysa ben neler... neler düşünmüştüm. Utançla başımı eğdim.

" Çok üzüldüm. Durumu nasıl?" dedim gerçekten dağılmış bir sesle. Gözlerimi göğsünden yukarıya doğru güçlükle kaldırıp mahçup bir ifade ile ona baktım.
" Normal odaya aldılar bugün. İyi çok şükür. Üzülme."

Farkında olmadan tutmuş olduğum nefesi verdim ve inanılmaz rahatlamış hissettim kendimi.
" Çok şükür."

" Ee almayacak mısın?" dedi birden ve ben elindeki kutunun hâlâ aramızda asılı olduğunu fark ettim.
Uzanıp alırken parmaklarım parmaklarına tüy gibi dokundu. Bedenim titrerken başımı kutuya eğdim.
Bu kan kırmızısı renginde bir kutuydu. Üzerindeki  güzel bir düğüm yapılmış sicimi  tek elimle açtım ve kapağını kaldırdım.

İçine bakmadan evvel , Adem'e baktığımda kollarını göğsünde kavuşturmuş  keskin bakışlarla beni izliyordu.

Kutunun içerisinde bir kitap vardı. Çalıkuşu'nun oldukça eski bir basımı. Yanında ise güzelce katlanmış üzerinde minik minik beyaz noktaların olduğu kırmızı bir fular. Kitabı diğer tarafında da çok sevdiğim bol fındıklı bir çikolata... En sevdiğim kitap, en sevdiğim çikolata ve çok hoş bir fular...Bunlardan daha değerli olansa unutmamış olmasıydı.

" En sevdiğin rengin mor olduğunu biliyorum." deyince şaşkınca gözlerimi kutudan kaldırdım. En sevdiğim rengi bilmesine gerçekten şaşırmıştım. " Ama ben sana en çok yakışan renkte bir şey hediye etmek istedim."

Gözlerinden geçen parıltılar yıldızlar gibi içime dökülürken " Teşekkür ederim." dedim utangaç bir gülümsemeyle. " Çok beğendim."
Ellerim fuların üzerinde gezinirken fısıltısı bana ulaştı " İyi ki açtın Şakayık."

Gözlerim gözleriyle buluştuğunda gözlerinde koyu gölgeler, keskin bakışlar, yoğunlaşmış duygular vardı. Güldüm.

Sonra birden aklıma gelenle gözlerimi irice açtım " Peki..." dedim merakla " ... senin en sevdiğin renk ne?"

Esasında biliyordum ama yine de teyit etmek istiyordum. En çok beyazı severdi o. Kıyafetleri bile ya beyazdı ya beyaza yakın tonlar.

Ancak verdiği cevapla yanıldığımı anladım.
Gözlerimden çekip dudaklarımda gezdirdiği bakışlarının yoğunluğunda mırıldandı.

" Kırmızı..." dedi " Şakayık kırmızısı..."

                                    *
Mahalledeki ufak düğün salondan içeriye adımladığımızda henüz ortamın tenha olduğunu görmüştük. Annem o kadar tez canlıydı ki nişan merasimine daha iki saat varken kendimizi salonda bulmuştuk.

Sade ama şık bir şekilde yapılmış hazırlıklara ve süslemelere baktım. Muzaffer amcanın eşi Kumru teyze bize ayırdıkları masayı gösterdi ve
iki hoş beşten sonra gelen misafirleri karşılamak için yanımızdan uzaklaştı.
Serpil teyzeler ile biz aynı masayı paylaşacağımız için bize geniş bir masa ayrılmıştı.

Serpil teyze Kenan amca ve Nur da bizimle gelmişti ama Yaban henüz görünürde yoktu.

" Kendi arkadaşı ya katılır, ihmal etmez yoksa gelmeyebilir. Sevmiyor Adem böyle ortamları." diye hayıflanmıştı Serpil teyze. Abim, Taylan ve Yaban sonra katılacaklardı. Hemen erkenden gelip n'apayım, demişti Taylan. Abim zaten işteydi. Babaannem ise ben o gürültüyü kaldıramam, zaten programım var, deyip evde kalmıştı. Nilüfer de okuldan birkaç arkadaşını bulmuş, salonda koşturup duruyorlardı.

Babamla Kenan amca kenarda neyin muhabbetini yapıyorlarsa gevrek gevrek gülüyorlar, babam arada Kenan amcanın omuzuna Allah iyiliğini versin der gibi dokunuyordu. Oldukça keyiflilerdi. Kenan amcanın iyileşmesi hepimizi çok sevindirmişti.

Annem ile Serpil teyze de gelen konuklar hakkında, mekan hakkında, nişan için kullanılan ışıklı dekor, cam sehpalar ve üzerinde iri mumlar hakkında konuşup değerlendirme yapıyorlardı.

Nur'un etrafı araştıran bakışları dikkatimi çekince ona doğru eğildim. Çünkü ortamda şu anlık öyle aşırı gürültülü bir müzik yoktu ve konuştuklarımız duyulabilirdi.
" Hayırdır? Atmaca gibi salonu tarıyorsun? Kime baktınız hanfendi?" dedim fısıltıyla ama gülmeme engel olamadan.
" Sanki bilmiyorsun." diye güldü Nur. " Alper'e bakıyorum."

" Beş sene Almanya'daydın hâlâ mı Alper be kızım?" dedim. Alper Nur'un lise aşkıydı. Lise son sınıfta birkaç ay görüşmüşler ama sonra bu Alper Nur'u başka bir kızla aldatınca ayrılmışlardı. Nur'un ona geri dönmek gibi bir niyeti yoktu ama nedense ondan vazgeçemiyordu da.
" Hâlâ Alper Sevo... Maalesef." dedi hüzünlü bir sesle. " Onu artık hatırlamak dahi istemiyorum. İçimden atmak, yüzünü, adını, sesini hatırlamamak istiyorum. Onu bunca sene taşımaktan ben çok yoruldum. Takıntı galiba. Sevgi böyle bir şey olmamalı. Nasıl olacak, bilmem." dedi çaresizliğin bıçak gibi kestiği bir sesle.

" Anlıyorum. Belki de henüz gerçek aşkı tatmamışsındır. Takıntıdır umarım. Çünkü Alper gibi biri için sevgini ziyan etmeni hiç istemem canım." dediğimde anlayışla başını salladı. Hiç sevmezdim Alper'i. Güvensiz bir karakterdi.
" Gelmeyebilir o bu akşam." diye ekledim iç çekerek.
Nur, kısa küt saçlarını kulağının arkasına alarak kaşlarını çattı ve bana baktı.

" Neden öyle dedin ki?"

" Tahsin amca var ya şu aşağı mahallede. Onun oğlu vardı hani..." biraz durup nasıl hatırlatsam diye düşündüm " ... biz lisedeyken bir yaralamaya karışmıştı. Hatırladın mı?"
" Evet? Hatırladım." dedi tereddütlü bir sesle.

"  Onunla , burada bir dükkan açtı bunlar sizden sonra. İkinci el beyaz eşya falan satmak için. Fakat geçen ay  galiba Bursa'dan biri gelip mal yüklemiş  dükkândan. Sonra da sırra kadem basmış. Bunlar işte sormuş soruşturmuşlar. Artık illegal yoldan mı bilmem bir şekilde adamın yerini bulmuşlar. Kalkmış peşine düşmüşler. Alper'in annesi ağlayıp duruyor diyordu geçen annem, çocuğumun başı yanacak falan diye."

Düşünceli bir hâlde başını salladı Nur. Keyfi kaçtığı belliydi " Kimseninkini yakmasın da onun başı kıymetlidir kolaya yakmaz." dedi düşmüş bir sesle.
Konuyu uzatmadan kapattık. Hem bazı meseleler açılmamalı, kurcalanmadan üstü örtülmeliydi.

Bir saatin sonunda düğün salonunda iğne atsan yere düşmeyecek kadar bir kalabalık oluşmuştu. Canlı müzik yapan orkestra bangır bangır oyun havası çalıyor, bu sebeple de birbirimizi duymakta zorlanıyorduk. Az önce abimle Taylan, iki dirhem bir çekirdek katılmışlardı aramıza. Abim beni görünce kulağıma eğilmiş " Kız Çitlembik bu ne güzellik?" demişti takılarak. Sonra da saçıma ufak bir buse kondurmuş, babamların oradaki boşluğa oturmuştu. Gözüm sürekli tam karşımdaki  annemle abimin arasındaki boş sandalyeye takılıyordu.

Yaban hâlâ gelmemişti.

Gelin ve damadın girişlerine çok az bir vakit kalmıştı ki ortamda akrabalardan dolayı bir hareketlilik vardı. Tam bu esnada karşımdaki sandalye aniden çekildi ve Yaban, siyah takım elbisesini giymiş olarak tüm heybetiyle oturuverdi. Gelişini görmediğim için afallamıştım. Abim, Adem'e eğilip bir şeyler söyledi ama Adem'in kulağı onda olsa da gözü bendeydi. Başını hafifçe eğip selam verince ben de hafif bir tebessümle başımı eğdim.
Gözleri üzerimdeki kırmızı elbisede kısa süre dolandı. Beğenip beğenmediğine dair bir şeyler aradım bakışlarında ama duygularını belli etmeyecek kadar düz bakıyordu.

Kırmızı... Şakayık kırmızısı...

Saçlarımı açık bırakmış ve hafif dalgalandırmıştım. Yüzümde de normalden biraz daha ağır bir makyaj vardı. Gözlerime ince bir eyeliner çekmiş, kirpiklerimi de rimelle hareketlendirmiştim. Yanaklarıma hafif bir allık sürmüştüm Nur'un ısrarıyla. Dudaklarıma da mat, kırmızı bir ruj...

Gelinle damat salınarak içeri girdiğinde Adem'in yüzünde ilk kez bir aydınlanma hissettim. Oğuz abi, parlament mavisi bir takım elbise giymiş, benim hep tuhafıma giden o garip boyun bağlarından takmış, yakasına da mendil yerine ufak bir çiçek demeti koymuştu.
Muzaffer amcanın kızı Nesrin abla ise maviye kayan grilikte kuyruklu, bol dantelli , askılı bir elbise giymişti ve elinde de hoş bir çiçek demeti tutuyordu. Saçlarını tepesinde güzel, dağınık bir topuz yapmışlardı ve makyajı da ağır değildi, ona oldukça yakışmıştı. Yüzlerinde gergin ama oldukça mutlu bir ifade vardı.

Sonraki yarım saat, su gibi akıp geçti. Takılar aile büyükleri tarafından takıldı, kurdele kesmeden evvel Muzaffer amca ufak bir konuşma yaptı.
İşte bu aşamadan sonra müzik biraz kesildi, birbirimizi duyar hâle gelmiştik ki abimin Adem'e eğilip " N'apcaksın? Söyleyecek misin?" dediğini duyar gibi oldum ama neyden bahsettiklerini bilemedim.
" Ta liseden verilmiş sözüm var. Söyleyeceğiz mecbur." dedi gergin bir ifade ile Adem.
Abim, Adem'in sırtına anlayışla vururken
" Hadi bakalım." dediğini duydum. " Senden daha iyi kim yapabilir bunu zaten?"

Ben, ne hakkında konuştuklarını anlamaya çalışıyordum ki Oğuz abi mikrofonu eline aldı. Önce gelen misafirlere bu mutlu günlerinde yanlarında oldukları için teşekkür etti. Ortada koşturan Nilüfer'e kaysa da gözüm tekrar Oğuz abiye baktım .
Ardından  beni şaşkınlığa sürükleyecek o cümleleri söyledi.
" Biz lisede üç yakın arkadaştık. Hem aynı mahalleliydik hem komşuyduk hem birbirimizin her şeyiydik. Dosttuk. Hâlâ da öyleyiz.  Teoman ve Adem'e özellikle teşekkür etmek istiyorum. Beni bu günümde yalnız bırakmadıkları için. Ve son olarak lisedeyken sözleştiğimiz bir konu vardı. Adem'i... kan kardeşimi... dostumu... adam gibi adamı sahneye davet ediyorum. Benim için bu gece hem çalıp hem söyleyecek."

Şaşkınlık içerisindeydim. Adem, muhteşem derecede güzel bağlama çalardı ama çok senelerdir elinde görmemiştim. Zaman zaman odalarımız birbirine baktığı için sazının sesini duymuşluğum olsa da türkü söylediği nadirdi. Özellikle de böyle bir kalabalıkta... Pek Adem'lik bir durum değildi.

Adem, oldukça sakin bir şekilde ayaklanırken ortamdaki alkış sesleri de zayıfladı. Adem'i mahallede bilmeyen, tanımayan yoktu. Daha doğrusu Söğütlüler dendi mi, akan su dururdu.

Ceketinin önünü ilikledi. Bembeyaz  gömleğinin yakalarını düzeltti. Kravat takmamıştı. Gözlerini kısa bir an bana değdirdi. O bakışlarda garip, yoğun, bir şeyler anlatmaya çalışır gibi bir ifade vardı ama me olduğunu anlayamadım.
Adem, sahnede bağlamasını ayarlayanların olduğu alana doğru yürürken heybeti salonu doldurmuştu.

Etraftaki genç kızların, tanıdık tanımadık simaların gözleri hep onun üzerindeydi.
Gülcihan'ın oturduğu bizden oldukça uzak masaya baktığımda gözlerini bir saniye bile ayırmadan Adem'i izlediğini gördüm. Siyah saçları, askılı siyah elbisesine ve çıplak omuzlarına dağılmıştı. Bu mesafeden bile dekoltesi gözle görülür boyutta genişti ve mesafeye rağmen bir içim su olduğunu görebiliyordum. Şuh ve cilveli bir yapısı vardı. Öyle çok bir araya gelmezdik ama farklı bir havası olduğunu senelerin verdiği aşinalıkla söyleyebilirdim.
Kalbime bir garip sızı geldi yerleşti.

Adem, kendisine ayrılan sandalyeye oturdu. Ceketinin düğmesini açtı. Sazını eline alıp son ayarlamaları yaptı. Nur kulağımın dibine eğilerek " Abimin sesi efsanedir ama kolaya söylemez. İyice efkarlanacak ki az bir şeyler mırıldansın. Öyle heyecan yaptım ki Sevda." dedi " Oğuz sni sayesinde dinleyebileceğiz."

Bunca yıldır dip dibe büyümemize rağmen benim bu kadarından haberim yoktu. Konusu geçmişliği vardı muhakkak ama çok içime almamışım demek ki. İçimi tuhaf, kıpırtılı, midemi ağzıma getirecek ölçüde bir heyecan sardı. Nur'a dönüp " Ben de merak ettim şimdi." dedim gülümserken. Gergindim. Neden bilmiyorum ama ellerim terliyor, içimde adeta bir ordu yürüyordu.

Tekrar kulağıma eğildi " Bak, şuraya yazıyorum Kesin Fatih Kısaparmak'tan bir şey seçmiştir."
Şaşkınlıkla Nur'a döndüm. " Neden?" diye sordum.
Dudaklarını büzdü, gözü sahnedeki abisinde
" Çok sever de ondan." dedi sanki herkesin bildiği bir şeyi söyler gibi. Ama ben bilmiyordum. Bu, beni sebepsizce yaraladı Derin bir soluk alıp tekrar sahneye baktım.

Adem, mikrofonun sesini de gayet rahat hareketlerle kontrol ettikten sonra gelen misafirlere teşekkür etti kısaca.
Oturuşundan, duruşundan, konuşmasından oldukça doğal bir şekilde özgüven akıyordu. Sanki senelerdir sahnelerdeydi. İnsanda bir parça da olsa heyecan olmaz mıydı? Yoktu.

Birkaç saniye sonra, sazını konuşturmaya başladı. O kadar kendinden emin, o kadar içli vuruyordu ki sazın teline... insanın içine işliyordu.  Ara ara gözlerini kapatıp kaşlarını çatıyor, ardından dalgın bakışlarla salonda bir yerlere bakıyordu. Biraz sonra nağmeler yavaşladı ve Yaban, dudaklarını önündeki mikrofona koyarken koskoca salonda hiç aramadan direkt beni buldu. Binbir mana barındıran gözleri gözlerimde türküye giriş yaptığında berrak ve tok sesi içime karıştı.

Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.

Kulaklarım uğuldarken midemden ağzıma doğru yükselen ateş, yüzümü cayır cayır yakmaya başladı.  Tam bu esnada yüzümde bir şey geziyor gibi hissedince gayriihtiyari Gülcihan'ın masasına baktım. Alev saçan kıskanç bakışlarla direkt bana bakıyordu. Ardından gözlerini kapatarak devam ederken kulağımın dibinde Nur'un sesini duydum
" Demiştim. Bak, Fatih'ten söyledi."

Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir?

Sesi farklı bir güzelliğe; tok, bir parça boğuk ama insanın içine değen bir ahenge sahipti.

Dünya bir yana, o hayal bir yana;
Bir meşaledir pervaneyim ona.
Altında bir ömür döne dolana
Ağladığım yer penceresi midir?

Gözlerini açsa da tekrar bana bakmadığı için içimi karıştıran şeyin bir yanılsama olduğunu düşünmüş ve garip bir şekilde utanmıştım. Saçma sapan anlamlar yüklemeye ne gerek vardı? Bizim Yaban'ın şarkıya girerken gözü kazara bana değmişti belli ki...İçimde sebepsiz bir boşluk oluşurken enerjim düşer gibi oldu.

Bir köşeye mahzun çekilen için,
Yemekten içmekten kesilen için,
Sensiz uykuyu haram bilen için,
Ayrılık ölümün diğer ismidir.

Abim, hiç yapmayacağı bir şey yaparak ağzına iki parmağını koyup bir ıslık çaldı ve bağırdı " Helal be! Koçum benim!"

Etraftan gülüşmelere eşlik eden alkış sesleri duyuldu.
Araya giren uzun bir nağmeden sonra yoğun ve dikkatli bakışları içimi karmakarışık edecek şekilde bir kez daha beni bulurken sazını durdurdu ve gözleri gözlerimden çekilmeden daha ağır bir havada  türküyü başladığı gibi bitirdi.

Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.

Bedenimde binlerce toplu iğne dolaşırken vücudum garip bir akımın içine düşmüş gibi titriyordu. Salonda deli bir alkış koparken gözlerini usul usul gözlerimden çekti ve yanına gelen Oğuz'a sarılmak için ayağı kalktı.

Gülcihan'ın olduğu tarafa gözüm kaydığında kollarını göğsünde birleştirmiş, öfkeli bir şekilde bana bakıyordu. Bakışlarımın yönünü hızla değiştirdim.

Adem masaya geldiğinde sakince oturdu ve evvela etrafındaki insanlarla konuştu. Ara ara bakışlarını üzerimde hissetsem de çok tuhaf hisler içerisinde olduğumdan bakmamayı tercih ettim.

Pasta merasiminden sonra takı töreni başladı. Biz bu arada Nur ile bol kahkahalı mahale dedikodusuna daldık. Birilerini gösterip bana soruyor, sonra benim muzipçe söylediğim şeylere ya da verdiğim havadislere, en fenası uyduruklarıma kahkahalarla gülüyor; dahası beni de güldürüyordu. Adem, sohbete pek katılmadan sıkkın bakışlarla etrafı izlese de daha çok gözü kulağı bizdeydi. Bizi izliyor, attığımız kahkahalara hafif bir tebessümle bakıyordu. Kız kardeşinin bunca sene sonra mutluluğu onu da mutlu ediyordu demek ki.

Annem takısını takıp gelirken yanında gözümün bir yerden ısırdığı biri vardı. Ortamda hafif bir müzik çalıyor, insanlar takılarını takıp yerlerine geçip sohbet ediyorlardı. Bir ara ben de bizim kızların masasına geçmiş, biraz muhabbet edip geri dönmüştüm. Hepimiz henüz nişan takılmadan açılan oyun havalarında biraz oynamıştık ama tadını tam alamadığımız için takıdan sonra pistte kurtlarımızı dökmek için sabırsızlanıyorduk. Oynamaya bayılırdım. Ve belki de düğünleri sadece bu sebepten seviyor olabilirdim. Pistten dönerken elimle yüzümü yelpazelerken Adem'in kararmış bakışlarıyla karşılaştım. Çenesi sıkılmaktan seğiriyordu.

Ben yokken acaba bir şey mi olmuştu?
Yanından geçip sandalyeme otururken " Ya sabır!" gibi bir şey dediğini duydum ama neye kızdığını çözemedim.

Karşısına oturunca yükselen vücut ısım sebebiyle ellerimin tersini yanaklarıma koyup serinlemeye çalıştım.
" Yoruldun tabii." diye laf adan koyu lacivertlere döndüğümde yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Kızgınlık sandığım ifade kızgınlık değildi.
Şey gibi... acı çekermiş gibi bir ifadeydi. Masadaki sulardan birini alıp açarken "Böyle yorgunlukları severiz." dedim hafif alayla. Suyu içerken yanmış içim serinledi bir parça.
" Bilmez miyim?" derken canı sıkkın gibiydi. " Üşüme de. Terlemişsindir şimdi."

" Sıcak içerisi. Bir şey olmaz. Hem beni kendi narin bünyenle mi karıştırdım Adem abi? "

Elimdeki şişeyi kapağını kapatmandan koydum masaya. Kesmemişti ama birden içmek istemedim terli terli. Az soluklanıp devam ederdim nasılsa.
Durdu, baktı yüzüme. Onun gözlerinde daha evvel bu bakışın bir benzerini gördüğümü anımsıyordum ama nerede, nasıl çıkaramadım o an. Dudağı hafifçe kenara kıvrılmış, göz bebeklerinde oynaşan bir ateşle bakıyordu. O ateşin bir tarifi yoktu. Hafifçe eğildi masanın üzerinden. Az evvel benim bıraktığım suyu kavrayıp çekti kendine doğru. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken sadece benim duyacağım şekilde konuştuğunda üşüdüğümü hissettim.
" Seni kimseyle karıştırmam mümkün mü sence Şakayık?"

Ardından benim şaşkınlığımdan yararlanıp yarısında olan suyu bir dikişte içti gözlerini gözlerimden ayırmadan. Tam ağzımı açıp onu paylayacaktım ki annem masaya geldi. Mecburen sustum ama sözlerinden mi su şişemi elinde çevirirken yüzümde olan gözlerinin efsunlu nazarından mı bilinmez, yutkundum ve ona bakmamaya çalıştım.

Annem masaya gelince önce babamla konuştu. Annemin yanındaki kadına kaydı benim de bakışlarım. Bir yerlerden tanıdıktı ama nereden?
Babam annemin yanındaki kadını görünce birden yüzü aydınlandı. Biraz babamla biraz Serpil teyzeyle muhabbet ettikten sonra küt sarı saçlarına beyazlar karışmış orta yaşlardaki kadın gülen gözlerini üzerimize çevirdi. Taylan ile abimi aradı gözlerim ama kim bilir nereye kaybolmuşlardı? Annem, önce Nur'u sonra Adem'i tanıttı en sonunda da beni göstererek
" Benim kız..." dedi. " Taylan'ın ikizi. "

Gözlerini kısıp yüzüme baktı kadın. Keskin bakışlı, bilmiş bir ifadesi vardı.
" Hani benim sulusepken...." diye devam etti annem.

Annem... Canım annem... Neden?

Kadın gözlerinin içine ulaşan gülümseme ile
" Ben de Mualla. Sen beni hatırlamazsın da ben seni hatırladım." dedi  başını aşağı yukarı sallarken. Sonra da anneme dönüp kaşını kaldırarak ve gülerek " Hatırladın mı Asuman? Sizdeyken tutturmuştu bu ben büyüyünce Adem'le evleneceğim de Adem'le evleneceğim diye." dedi.

Valla dedi.

Bedenimden geçen o buz gibi ürpertiyi anlatmam mümkün değil tabii. Ağzım dilim kupkuru oldu garip bir heyecanla. Gözlerim şaşkınlıkla aniden Adem'in gözleriyle çarpıştı o an.

Adem'in kaşları hızla çatılıp tuhaf parıltılarla bana bakarken annem mi daha zor durumda kaldı ben mi , emin değildim.

Loş ışıklar altında rengim belli oluyor muydu bilmem ama kıpkırmızı olmuştum. Nur'un yanımda kıkırdaması da bana pek yardımcı olmuyordu tabii. Dirseğimi boşluğuna geçirince susar sandım ama gülmesi daha da arttı. Eğilip " Kız, az kaldı sana görümce mi oluyordum?" dediğinde ve maalesef bunu Adem de duyduğunda elimi kana bulamamam için hiçbir sebep kalmamıştı. Bir hışım Nur'a döndüğümde gözleri iri iri açıldı ve  gülerken " Ben bir Tuna'ya bakayım." diye liseden arkadaşını arama bahanesiyle fırladı gitti. Yakalayamadım tabii. Ama elbet elime düşerdi.
Derin bir soluk alıp idam hükmümün az evvel sözleriyle imzalayan Mualla teyzeye bir parça ters ters baktım.

Yani canım teyzem nişana gölge düşürecek şu dedikoduyu şimdi neden veriyorsun? A benim sarı saçlım...

Yüzümde gezinen gözleri ısrarla görmezden gelerek gergince gülümsedim ve annemin yanında durup ara ara bana bakan kadına sevimli sevimli bakmayı sürdürdüm. Ama içimde yedi köy yanıyordu.

Annem kızara bozara " Ay Mualla, ufacık bir şeydi o zaman. Çocuk işte! Kız sende de ne hafıza var? Hatırlaya hatırlaya bunu mu hatırladın? Allah iyiliğini versin." derken tedirgindi.

Kadın göbeğini hoplatarak güldü " Ay öyle deme Asuman. Ne var sanki! Bekarlar böyle böyle evlenip yurt yuva sahibi olmuyor mu? Büyümüşler işte. Kızın olmuş..." Baştan aşağı beni bir güzel süzüp gerdan kırdı "...bir içim su. Valla kaparlar bunu. Bak ben sana diyeyim. Acayip bir şey olmuş. Ama Asuman çocukluktan belliydi böyle yaman bir şey olacağı. Kaşa göze bak, maşallah. Oğlum olsa bir saniye durmam" Bir kahkaha attı " Ama yok."

Kızarıp bozarmaktan bir hâl olmuştum ki o tarafa asla bakmama sözümü bir anlığına unutunca Adem'le göz göze geldim. Kadın bana methiyeler dizdikçe Adem, yüzünde ciddi bir ifade ama gözlerinde alaz alaz bir bakışla beni izliyordu.

"Ama şimdi Asuman şu da bir gerçek. Demeden geçemem. Adem Adem diye boşuna daha o yaşta tutuşmamış senin kız." derken bakışları Adem'e kaydı. Şöyle iyice bir beğeni ile süzdü. "...çocuk da dalyan gibi, pek de yakışıklı maşallah. Elinizde büyüdü. Huyu suyu belli. Namı taa nerelere geliyor, bir bilsen!

Nerelere geliyormuş Mualla teyze? Bir anlat hele!

Adem ile gözlerimiz bir kez daha kesiştiğinde dudağı sanki kenara doğru hafifçe kıvrıldı, koyu gözlerine de keyifli bir ifade yerleşmeye başladı. Eğleniyor muydu bu?

Az sonra bizi dumura uğratacak söz ile gözlerim irice açıldığında Adem'in eğlenmesini unutmuşum.

"Baş göz edin. Olsun bitsin." dedi bir çırpıda.

Her şeye verecek cevabı olan ben dudaklarımı açıp kapamak dışında bir şey yapmadım. Gerçek manada bir şok yaşıyordum o ana ama gözleri yüzümde olan Adem benim kadar afallamamıştı.

Allah'tan Serpil teyze yanına gelen bir komşu sebebiyle ayaklanmış biraz ötede onunla muhabbet ediyordu da bunları duymadı. Yoksa bu utançla ne yapardım, bilmiyorum.

Ben ve Yaban mı? Yanaklarımda yanan ateş içime düşmüştü.
Ay, ne alakası var, dedim içten içe. Aman Mualla teyze sen de...

Annem, elini Mualla teyzenin elinin üzerine koydu. Çok gergin görünüyordu. Gözü kısa bir an sırtı dönük Serpil teyzeye kaydı.
" Kısmet bu işler komşum. " dedikten sonra
" Ya bu şey vardı sizin Remzi abi. Kanser diye duydum. " diye farklı bir konu açtı. Açtı açmasına da kadının insanın içini gören bakışları önce bende biraz oyalandı sonra da Adem'in üzerinde. Yüzünde tatlı ve memnun bir ifade vardı.

Bense masadaki örtünün desenlerini izliyor, tenimi basan sıcaklığın bedenimde gezmesini anbean hissediyordum. Sonunda kaçamayacağımı anlayınca sanki öylesine etrafa bakıyor gibi etrafta gezdirdiğim bakışlarım bir kez daha Adem'in, pürdikkat yüzümde olan bakışlarına çarptı. Yüzünde pek görmediğim keyifli bir gülümseme vardı. Gözleri, bir saniye bile yüzümden ayrılmadığı için nefes alışverişlerim hızlanmıştı.
Ne öyle iç deşer gibi bakıyorsun, diye haykırmak istedim. Ama sesim soluğum kesilmişti tabii.

Biraz sonra ortamda slow müzik çalmaya başlayınca, ortamın ışıkları iyice kısıldı. Adem'in yüzü gölgeler içerisinde kaldı. Üzerimize inen karanlık tarafından örtüldük.

Önce gelinle damat çıktı piste, ardından da yavaş yavaş diğer çiftler. Bu sırada da Mualla teyze ile annem sandalyelerini birbirlerine çevirmişler fısır fısır ciddiyetle bir şeyler konuşuyorlardı.

Karşımdaki sandalyedeki gölge hareketlendi. İçimde karmakarışık bir şeyler vardı. Hem ağlamak hem gülmek arası tuhaf bir ruh hâline bürünmüştüm.
Kesin Gülcihan'ı dansa kaldıracak aralarındaki ilişkiyi de dosta düşmana ilan edecekti. Zihnimi iğneleyen düşüncelerle debeleniyordum o sırada. Gözüm karanlıkta kalan kısımda Gülcihan'ın silüetini aradı beyhude bir çabayla.

Ama öyle olmadı. Yanımdaki sandalyeyi kenara çekip bana doğru eğildi ve beni şaşkınlığa sürükleyen o soruyu sordu.
" Benimle dans eder misin Şakayık?"

Bu, hiç beklemediğim bir şey olduğundan olsa gerek biraz afalladım ama kendimi topladım.  Yüzü yüzüme oldukça yakındı. Soluk alışverişlerini hissediyordum.
Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda loş ışığın altında gözleri... gözleri kalbimdeki huzursuzluğu boğazıma tırmandıracak kadar derin bakıyordu.

Kısa, çok kısa bir tereddüt yaşadım. Mualla teyzenin o söyleminin üzerine kalkmamın doğru olup olmayacağı üzerine bir tereddüttü bu ama o önümde hafifçe eğilmiş, gözlerime böyle bakarken bunu reddetmeyecektim. O cesaret şu an bende yoktu.

Bana uzattığı elini tutarken titreyen bedenimi sakinleştirmeye çalıştım. Ya bana Mualla teyzenin dediklerini sorarsa ne cevap verirdim? Elim sıcak avucunun içerisinde bir kıskaçtayken bayılacak kadar heyecanlı hissediyordum kendimi.

Biraz sonra pistin karanlığa kalan bir köşesinde elini belime attığında ürperdim. Ben de bir elimi omuzuna bırakırken içimden beni bu kadar garip hissettirdiği için bir yandan da Mualla teyzeye sayıştırıyordum.

" Üşüyor musun?"

Ilık nefesi yüzümü yalayıp geçerken titredim. Bedenim bedenine oldukça yakın olsa da yapışmış değildi ama ben içimi karıştıran o ferah kokuyu almıştım.
" Yok, üşümüyorum." dedim sesim bir parça titrerken. Feci heyecanlanmıştım. Neden?

" Neden sordun?" diye sordum ben de ona doğru biraz yükselerek çünkü çalan müzikten dolayı birbirimizi zor duyuyorduk. Başını aşağıya eğip gözlerime baktı. Karanlık gölgelerin titreştiği gözbebeklerindeki koyuluk çok derindi.

" Ellerin..." dedi fısıltıya yakın bir tonda
" ... buz gibi."

Heyecanlanınca bedenim buz keserdi ezelden beri. Sınava gireceğim zaman, sınıfta şiir okuyacağım zaman, hastaneden birileri ziyaretime geldiği zaman, Adem bana böyle içimi karıştıracak, aklımı bulandıracak kadar derin baktığı zaman...

" Kansızlık var bende biraz..." dedim gözlerimi kaçırarak. Beni iyi tanıyan biriydi, umarım yalanımı anlamazdı.  " ondandır. "

Belimdeki eli, sırtımdaki dekolteden tenime dokununca bedenim tuhaf, heyecanı yüksek bir hisle kasıldı.

" Hem kansızım diyorsun Şakayık..." dedi boğuk bir sesle. Baş  parmağı hafifçe belimdeki boşlukta gezinip geri çekilirken "... hem dikkat etmiyorsun. " diye devam etti sırt dekoltemi kast ettiğini anladığım bir tonda.

" Ama üşümüyorum ki..." dedim sakince. Göz bebeklerinin titrediğini hissettim. Uzun uzun baktı gözlerime. Göğsü bir solukla şişip indi.
Yüzünde acı çeken bir ifade kol gezdi. Bir şey dyecekmiş de diyemiyormuş gibi kararsızdı sanki ama bu kararsızlık kısa sürdü.

" Üşü o zaman be Şakayık..." dedi isyan etmekten çok yalvarır gibi çıkan bir tonda. Parmağı hafifçe sırt dekolteme değdi. Bu nedir, dercesine fısıldadı.
" Üşü o zaman."

*

Bitti 🙄🥺

Evet, size uzun ve bence gerçekten güzel bir bölümle geldim. Bölümü nasıl buldunuz? Hadi yorumlarda buluşalım sevgili şakayık severler.🥰

Bir sonraki bölümde işler azcık karışacak diye düşünüyorum. 😔

Ve bu satıra da sevgimi bırakıyorum. Beğenilerinizi ve yorumlarınızı heyecanla beklediğimi bilmenizi istiyorum. 🌺

Bir dahaki bölümde görüşünceye kadar cici bakın zatınıza. ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

59.7K 244 13
(Not: gerçek hayat hikayesinden esinlenilmiştir.) 1996'da geçen, köyün genç delikanlısı ve deli dolu kızının arasında geçen çocukluktan beri var olan...
307K 23.7K 76
Sevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini f...
1.6M 71.6K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
468K 8.6K 20
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...