YABAN

By papatyakorusu

3.3M 213K 47K

- Yaş farkı vardır- Mahalledeki gençler olarak uzak tavırları, suskunluğu, sert mizacı sebebiyle aramızda onu... More

1. Dönüş
2. Şakayık
3.Kavuşma
4.Sarma
5.Güz Yarası
7. Kor
8.Nişan
9. Kırılan Kalp
10. Yürek
11.Yaban
12.Kara Sevda
13. Kaza
14. Gülüş
15. Nefes
16.Takip
17.Kıskançlık
18.İstek
19.Geçmiş
20. Deniz
21. Düş
22.Yalanlar ve Gerçekler
23.Bayram
24.❤️
25.❤️
26.❤️
27.Özlem
28.Sofia
29.❤️
30. Yangın
31. Uyanış
32. ❤️
33. Nehir 💔
34. Kalp Ağrısı
35. Gelenler
36. Yüzleşme
37. Söz
38. Yara
39. Hasret
40. Vuslat
41.Benimsin
42. Sancı
43.❤️
44. Bende Gizli Olduğunu
45.Yağmur
46.Nişan ( Part 1)
47. Part 2
48. Part 1
49.Part 2
50.Doğum Günü
51. Doğum Günü(Part 2)
52. İyi ve Kötü ( Part I)
53.Mezuniyet( Part 2)
54.Mezuniyet ( Part 3)
55.Canmânâ ( Part 1)
56.Düğün (Part 2)
57.Kavuşmak ( Veda 1)
58. FİNAL ( Hoşça Kal)
Bir Kaç Söz ( Bölüm Değil)
ÖZEL BÖLÜM ( HEYECAN)
TANITIM

6.Yunus

80K 5.2K 871
By papatyakorusu

"Kirpiğin kaşına da değdiği zaman...Bekletme sevdiğim de vur beni beni."

                      *
Eğer buraya kadar geldiyseniz ve hikâyeyi sevdiyseniz lütfen yıldızı şenlendirelim. ⭐️

Fikirlerinizi önemsiyorum. Lütfen düşüncelerinizi buradan ya da satır aralarında benimle paylaşın. ✏️

Ve hikâyeyi sevebileceğini düşündüğünüz arkadaşlarınızı da bu satıra ya da hikâye içerisinde etiketleyebilirsiniz. 👩‍❤️‍👩❤️🌼

Bazı soruların cevap bulduğu, içime çok sinen bir bölümle geldim.

İyi okumalar ...🌺

*
   " Muzaffer abinin ortanca kızın nişanı bu hafta sonu muydu?"

Annem,elindeki örgü şişini kenara bırakıp yakın gözlüklerinin üstünden yüzüme bakarken sormuştu bu soruyu. Muzaffer amca mahallemizin sevilen simalarındandı. Babamın da yakın arkadaşlarındandı.
Anneme uzun uzun ama sanırım bir parça boş baktım. Elimdeki televizyon kumandasını sıkkınca kanepeye  bıraktım.

"  Gerçekten bu soruyu bana mı soruyorsun Asuş?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
Sol elimin baş parmağımı da göğsüme bastırıyordum. Yüzümde sahte ama büyük bir şaşkınlık ifadesi vardı.
Düğünlerle pek aram yoktu. Kalabalıklar beni boğuyordu. Ama tabii katıldığım yerlerde de durmayı sevmez, eğlencenin tadınını hele de arkadaşlarım var ise sonuna kadar çıkarırdım. Ama özellikle bu ara okulun yoğunluğu ve hayatımda beş sene sonra birden değişen durumlar mahalle nişan ve düğünlerini takip edemeyecek kadar zihnimi meşgul ediyordu.

" Doğru..." dedi başını aşağı yukarı sallayıp hafif alayla
" ... nasılsa evlenecek olan benim kızım, babana kuma getireyim diyorum. Takip ediyorum mahalledeki nişanı düğünü. "

Bir kahkaha attım. Başımı arkaya yaslarken " Babam duymasın." dedim. Babam anneme hâlâ aşık bir adamdı çünkü.
Sonra olduğum yerde hafifçe dikleşip oturdum ve anneme baktım.
" He kumayı getirdik. Babanın duyması kaldı."

" Annecim, sultanım, iki gözümün çiçeği..." dedim en tatlı sesimle. Çünkü annemin derdinin bizleri yuvalarımıza yerleştirip mutlu olduğunuzu görmek olduğunu biliyordum.
" ... abimi sıkıştırsan hani bu konularda nasıl olur? Otuzunda olan, iş güç sahibi olan, ununu eleyen o ya hani! Diyorum ki onun eleğini mi duvara assan da artık benimkini biraz rahat bıraksan? Hı, hurma gözlüm? "
Gözlerimi tatlı tatlı kırpıştırdığımda annem gülmemek için dudaklarını ısırdı.
Başını aşağı yukarı sahte bir alınmışlıkla sallayıp  " Bir taş doğuraydım da kaş göz çizeydim valla sizden daha hayırlı evlat olurdu. " dedi. " Ben bunu bir düşüneyim."

Sonra gözlüklerini çıkarıp sehpaya bıraktı ve gözlerini yüzüme dikti.
"Kime çektin bilmem ki?" Sesinin tonundan bile aslında kime çektiğimi iyi bildiğini belli den bir tını akıyordu. "O çenebaz ninen bile kocaya kaçmış. Sen tutturmuşsun evlenmem de evlenmem. Evlenmeyin çocuğum evlenmeyin. Sana Rabbim senin gibisini verirse bakalım nasıl baş edeceksin? " Sonra da derin bir iç çekerek umutsuzca başını salladı "Sanki abin işlerine karıştırıyor da. Demeyin siz hiç bu anneme de günahtır. Bir torun sevsin, bir mürüvvet görsün. Yok. Ben ancak mahalledeki kadınların torunlarını sayayım, günlerde torunlarını anlatmalarını dinleyeyim. Benim de bir koltuklarım kabarmasın zaten. " diye alıngan alıngan söylendi. Ama ben içini biliyordum. Yarın karşısına hayatımda biri var, evleneceğim diye dikilsem kalpten giderdi. Belki de şimdi sorun olmayan abimi öne sürer yine müsaade etmezdi.
Annemin her sözü dilindeydi. Ama yüreği bambaşka çarpardı.

Bu boynunu büküp güya kırgın konuşmaları içime dokunduğundan hızla ayaklanıp annemin üzerine atladım  ve " Kız deli! Bırak beni! Çatlayacağım!" demesine aldırmadan gıdıklamaya, yanaklarını sıkmaya hatta bir ara ısırmaya kalktım.

" Demek bizi evden gönderip..." derken nefes nefese, saç baş dağılmış, gözlerimde parıl parıl bir ifade ile gülüyordum " Babamla baş başa kalacaksın ha Asuş. Yemezler."

Demiştim ya insan gibi sevemiyordum. Böyle anlarda içimde  kaynayan bir volkan olurdu ve bu patlayıverirdi.
İkimiz de kahkahalarla gülerken Nilüfer gelmiş ve bir fasıl da onu gıdıklamış, çocuksu gülüşlerinin pencerelerden taşmasını sağlamıştım.

Nefes nefese kanepeye kendimizi bıraktığımızda " Bu hafta sonu galiba ..." dedim göğsüm inip kalkarken " ...cumartesi günü nişan. Abim diyordu dün."

Annem de başındaki örtüyü düzeltirken " Yahu çocuğum madem biliyordun ne diye beni uğraştırıyorsun?"
" Seninle uğraşmayı seviyorsam demek ki!" dedim sırıtarak.
" Yüreğime indireceksin ya bir gün kızım. Dur bakalım ne zaman? Çocukken başaramadın şimdi mi şansını deniyorsun? "

Boynuna sarılıp yanağından bir öpücük aldım.

" Allah seni evimizden eksik etmesin Asu'şum." deyince çatık kaşları düzeldi, yüzüne utangaç ve memnun bir gülümseme yayıldı.

" Aman sulusepken seni!" dedi gülerek annem.
Annem beni yağan yağmurla karışık kara benzetirdi. Bir anım bir anımı tutmazmış. Ne kışa benziyormuşum ne yaza. İlkbahar gibi başlayıp sonbahar gibi bitiriyormuşum günü.
Pek haksız da sayılmazdı. Hislerim savruktu. Hüzünlendiğimde dibe vurmak yerine daha fazla neşe yüklenirdim. Öfkeli biri değildim ancak öfkelendiğimde bir kasırga gibi dağıtır geçerdim.

" Altını hazırlamak lazım şimdiden. Ben Ahmet'i arayayım da uğrasın bir kuyumcuya da halletsin şunu.  Nilüfer, şu masadaki telefonumu bana getir hele kızım."

Nilüfer, televizyondaki çizgi filmden gözünü alıp ayaklandı ve telefonu uysalca anneme verdi.
Annem, gözlüklerinin üstünden babamın numarasına dokunurken Nilüfer, annemin kenara koyduğu örgülerde elini gezdirip " Anne, neden altın alıyoruz ki?" diye masumca bir soru sordu.

" Fedakar ananız sizin geleceğinize yatırıp yapıyor çocuğum da ondan." dedi bilmiş bilmiş kulağına telefonu yapıştırırken." Ha Ahmet. Yok yok bir sıkıntı yok da bak ne diyeceğim. Muzaffer var ya... Kaç Muzaffer var Ahmet Allah aşkına? Arkadaşını da karıştırmazsın yahu! Hani tuhafiyeci Necmiye'nin Muzaffer. Hah, bu hafta sonu kızını nişanlıyor ya. Gelirken altın işini hallediver. Tamam. Ta-tamam. Tamam."

Annem telefonu kapatınca " Anne, ben kaçıyorum artık öğleden sonra dersim var. Hemen çıkacağım. Akşam bir şey alayım mı? Var mı bir ihtiyaç?"  dedim hızlı hızlı. Bir yandan da  çoktan ayaklanmıştım.
" Yok yok. Teo'ya derim alır gelir. Altında arabası var nasılsa. Hadi, çok oyalanma. Geç kalma.Akşam Serpil teyzenler yemeğe çağırdı, oraya geçeceğiz."

Derin bir nefes alıp bıkkınca anneme baktım.

" Daha dün beraberdik anne. İnsanlar da biraz dinlenselerdi. Ne o öyle her akşam bir aradayız?"  dedim memnuniyetsizce.

" Aaa! Şuna bak şuna. Ekşitme suratını muşmula gibi. Azcık gül. Akşama da erken gel." dedi sahte bir kızgınlıkla.
" Ayıp çocuğum gitmezsek. Çağrılan yere gidilir. Ev bark kurunca anlarsın."

Gözlerimi devirip salondan çıkarken bakışlarımda ümitsiz bir ifade olduğuna emindim. Koşarak  üst kata çıktım. Akşam beraberdik. Henüz dünün sıcaklığı, bunaltıcı yanı geçip gitmemişken yeniden bir araya gelecektik. Böyle anlarda göğsümde bir kuş varmış da birisi sıkıp sıkıp bırakıyor; zavallıyı ne öldürüyor ne yaşatıyormuş gibi hissediyordum.

Dün, annem aniden bana seslenince dönüp de o cümleye neden takıldığını bizim Yaban'a soramamıştım. Ne cevap almayı umuyordum, bilmiyordum ama ani bir merak duygusu sarmalamıştı içimi. Sonrasında da Yaban, nedense bizimle çok durmamış, müsaade isteyip kalkmıştı. Yemek boyunca da durgun ve sessizdi.

Dışarıdaki hava inanılmaz güzeldi. Nisan ayına nispeten de oldukça sıcak bir hava vardı. İnsanın tenini karıncalandıran ılıklık göğsüne dağılıveriyordu. Ağaçlar çiçeğe durmuş, nicedir görünmeyen kışların sesi gelir olmuştu.

Dolabımdan , göğsünde  ve dirseklerde biten kollarında incecik dantel olan, dizlerimin bir parça altında biten hardal sarısı elbiseyi gözüme kestirip çabucak giyindim.
Saçlarımı yukarıdan at kuyruğu yapınca uzun boynum açığa çıkmıştı. V yaka göğsü boş kalan elbise için takı kutumu açtım, kutunun kenarındaki lacivert kadife kutuya takıldı gözüm. Kısa bir an eskilere, çok eksilere giderken kadife kapakta parmağımı gezdirdim. Göğsümde çırpınan bir şeyler vardı. Usulca kapağı kaldırıp içine baktığımda ucunda mavi cam bir yunus olan kolyeyi gördüm. Senelerin yorgunluğu ile öylece duruyordu. Bu kolyeyi beş yıldır hiç takmamıştım. Elime alıp cam yüzeyinde parmaklarımı gezdirdim ve fazla düşünürsem cayacağımı bildiğimden hızla boynuma geçirdim.

Doğum günümde Yaban Bey'in hediyesiydi. Aynadan kendime bakarken parmaklarım bir kez daha cam yüzeyin pürüzsüzlüğünde gezerken zihnim o güne gitti.

  On yedinci yaşıma gireceğimiz doğum günümüzdü Taylan ile. Taylan pek böyle şeylerden hoşlanmazdı. Esasında benim de pek aram yoktu ama belli ki bir sürpriz plânlanıyordu. Kırmak istemediğimizden Taylan ile anlamamış gibi yapmaya karar vermiştik.
  Temmuz sıcağı ortalığı kavururken geceleri mümkün değil uyunmuyordu.
Adem ile abim askerdeydiler ve teskerelerine bir ayları vardı. Beraber gitmişlerdi ve dönüşleri de üç aşağı beş yukarı aynı vakitlere denk gelecekti.
Abimi feci özlemiştim. Yaban'ın ise penceresine bakmıyor, Serpil teyze adını andığında ortamdan kaçıyor, ona dair hiçbir şeyi dinlemiyordum.
Yaklaşık iki sene evvel yaşanan o kartopu meselesinden beri ona gönül koymuştum. Ama kaçmalarımın sebebi başkaydı. Duyarsam sanki onun da abimin de burada olmadığını, hiç gelemeyebileceklerini kabullenecektim.

Göğsümü ağrıtan o kartopu meselesinin yaşandığı günden beri serindim biraz. Gerçi insan sadece sevdiklerine kırılırdı ya benim gönlüm bir tuhaftı. Nefret ettiklerine de kırılıyordu.

Annemler, mahalleden arkadaşım olan kızlar, Serpil teyzeler ve tabii ki Nur ile Yasemin ile Taylan'ın yakın arkadaşı Umut ile Bahtiyar ve o zamanki sevgilisi Buket'in de olduğu kalabalık bir grupla bahçede doğum günümüzü kutlamış,oldukça da eğlenmiştik.
Abim ise telefon ile aramış, bizimle konuştuktan sonra telefona çağırdığı annemi ağlatmıştı. Zor susturmuştuk.

Aramayan bir kişi vardı. Ama zaten aramasını beklemiyordum. Ara ara gözüm odasının penceresine kaysa da beklemiyordum. İçten içe kırgınlığım yükselip göğsümü bunaltsa da beklemiyordum.
Neden bekleyecektim hem? O benim ebedi düşmanımken neden?
Beklemedim.
Serpil teyze bir ara " Adem'im de olaydı." diye ağladığında da duymamazlığa gelmiş, sol kaburgamda başlayan sızıyı dindirmek için elimi göğsümün üstüne koymuştum sadece o kadar. O kadardık tepkiye hakkım olsundu.

O gece geç saatlerde herkes evine dağılınca sıcağın da etkisiyle bir türlü uyku tutmamıştı. Perdeleri açmış, camları ve mutfak camı açık nasılsa cereyan yapar diye kapıyı bile açmıştım da bana mısın, dememişti.

Artık uyuyamayacağıma kanaat getirince üzerimdeki askılı, kaprili pijama takımıma bakıp gecenin üçünde beni kim görecek diye düşünüp bahçeye inmiştim.

Bahçedeki çardakta bir müddet oturmuş, bol yıldızlı olan geceyi,artık çiçekleri solmuş şakayıkları izlemiştim bir müddet.
Sadece solan onlar değildi.

Bahçeden eve geçmek üzere ayaklanmıştım ki sokağı göstermeyen yüksek, büyük demir kapıdan bir ses geldi. İlk önce kedi ya da köpek falan sandım ama sanki ritmik bir şekilde çalınıyordu.
Diyorum ya hiçbir şeyden korkmam,diye. Korkmadım. Esasında belki korkmam gerekirdi ama deli dolu, gözü kara bir yanım vardı ta o vakitler. Canımın kıymetini bilmediğimi söyler abim.
Dizlerime, kollarıma, dirseklerime hatta yüzüme az pansuman yapmamıştır zamanında.
" Canın yanıyor mu güzelim?" diye sorardı oksijenli suyla sıyrılmış derime pansuman yaparken. Omuz silkerdim " Yok be abi. Şuncacık yara nedir ki? Unuttun mu geçen yaz kolumu kırmıştım." diye cevap verirdim.
Yüzüme inanmaz gibi bakar " Canın acıdığında bunu saklama. Yaralar saklanmaz, sarılır; daha olmadı sardırılır."demişti bir keresinde.
Ne demek istediğini bu yaşımda anlıyordum.

Ben yaralarını saklayanlardandım.

Kapıya doğru ilerlerken köşeden uzunca bir sopa aldım. Korkmuyor olmam tedbirsiz olacağım anlamına gelmiyordu. Deli fişektik de o kadar da değil.
Saate bakmak amacıyla annemin tuşlu telefonunu yanıma almıştım. Saat dördü iki dakika geçmişti. O vakitler henüz telefonum yoktu. Birkaç ay sonra babam hediye diye alacaktı. İstesem şimdi bile alırlardı da işte istemiyordum. Taylan'a alınmıştı mesela çünkü kız arkadaşı vardı.
" Baba dumanla mı haberleşeyim kızla? Yap bir güzellik." demiş, telefonu da kapmıştı.

Kapı tekrar ince ince tıklatılınca iyice yaklaştım kapıya " Kim o?" dedim tok bir sesle. Kısa bir sessizlik olduğunda odunu iyice kavramıştım.

" Şakayık? "

Bu ses!

Sırtımdan aşağıya bir koca buz dökmüşler gibi ürperdim. Dişlerim birden şiddetle çarpmaya başladı. Sanki ayazda kalmışım gibi titriyordum. Bu kılıkta inerek hiç iyi yapmamıştım. Soğuk almıştım işte.
Temmuzun sonlarında ne soğuğuysa artık bu?

" Benim. " Sesi yılgın ve yorgundu. Kesik bir ağrı hissettim tınısında. "Kapıyı açmanı bekliyorum. Bahçe duvarıyla uğraştırma beni gece gece."

Birden silkelenip kendime geldim. Rüya falan değildi. Hayal olup olmadığını da kapıyı açınca anlayacaktım. Yavaşça adımladım kapıya doğru.
İncirlerini saklayan o küçük kız olmuştum. Yemek için deliren ama işkenceyi uzatan, umursamayan, en sona bırakan...

Kapıyı titreyen parmaklarımla açtığımda omzunu duvara yaslamış, ağzında sigarası, yüzümde yorgun bir ifade ile bana bakan Yaban'ı gördüm.
On bir ay olmuştu görmeyeli. Sesini duymayalı.  Şakayık... diyişindeki buğuyu hissetmeyeli. On bir ay... Kendi isteğiyle yedek subay olarak gitmişti askere. Hiç izin de kullanmamıştı. Neden?

Kapıyı açsam da bir müddet ikimiz de konuşmadık. Garip bir sessizlik oluşmuştu aramızda. Ağzındaki sigaradan derin bir soluk alınca sigaranın ucundaki kızıllık alevlendi ve tıraşlı yüzü aydınlandı.
Kilo vermiş, saçlarını da iyice kısalttırmıştı. Asker tıraşı dedikleri bu olsa gerek, diye düşündüm.

Gözlerinde büyük bir sis bulutu ile bana baktı, baktı, baktı. Yüzümde dolanan bakışlarında kaybettiği bir şeyi bulanlara mahsus bir iz vardı.
Yukarıdan aşağıya da kısa bir an beni süzünce kızardığımı hissettim. Boynumda, askılı pijamamın açıkta bıraktığı çıplak gerdanımda şöyle bir dolanan bakışları hızla yeniden gözlerime çıktı. Bakışlarında, yarası olan birinin yarasını kontrol edenlere mahsus bir ciddiyet vardı. Sanki bedenimde bir eksik var mı, uzuvlarım yerinde mi diye bakmıştı.

" İyi ki açtın Şakayık." dedi sesinden yayılan bir tatlı ilkbaharla.
İçimden serin bir yel geçti tatlı tatlı.

Doğum günümü unutmamıştı.

Yüzüme yayılan gülümseme genişledi.
" Mevsimini kaçırmışım bir ay ile ama sağ ol."
Şakayıklar mayıs sonuna kadar çiçekli kalabiliyorlardı.

Birden, elindeki daha önce fark etmediğim bir kutuyu bana doğru uzattı.
" Çam sakızı asker armağanı,diyelim."

Kutuyu buz kesmiş parmaklarımla kavradığımda kalbimde uzun zamandır sessizde kalmış huzursuzluk ayaklandı. Soğuk parmaklarım bir anlığına,benim aksime sıcacık olan eline değince bedenim bir ateşin içinde bekletilmiş gibi oldu.
Sanki nefesimi bir iple sıkıyorlar da soluğum kesiliyordu.
" Teşekkür ederim. "

Sesim bir parça titremişti. Ummuyordum gelmesini, hatırlamasını sanırım ya da çok ummuştum da bu kadarını değildi galiba.

" Sen ne zaman geldin? Serpil teyze bu akşam daha bir ayı var diyordu. "

Ellerini pantolonun ceplerine yerleştirirken omzunu yeniden duvara yasladı.
" Birkaç saat oldu geleli. Erken terhis oldum. Sürpriz olsun istedim."

" Oldu." dedim gülerken. Parmaklarımı yakan kadife kutuyu parmaklarımda birkaç tur çevirdim. Elinin sıcaklığını hatırlayan parmaklarım karıncalandı.
Acaba ne almıştı?
" Sizinkiler de çok sevinmiştir."

" Henüz değil." dedi derin bakışlarla gözlerime  uzun uzun baktı. Gözbebeklerinde ölmek üzere olan hastalara mahsus tuhaf bir parlaklık vardı.  " Ben geldiğimde uyuyorlardı. Uyandırmadım.Seni de  az evvel pencereden gördüm. Sabahı beklemedim o yüzden. "

" İlk gördüğün kişi benim yani. Ne talihsizlik!" diye güldüm imalı imalı.

Dudakları yukarı doğru kıvrılırken " Gece açan şakayıkların şans getirdiği söylenir ama... " dedi. Sesi boğuk ama insana değen bir tınıdaydı.

Midemden bir alev topu yükseldi. Göğsümdeki huzursuzluk ağzıma doğru dağılırken gergince gülümsedim.

" Peki ya gece solanlar?"

Kaşları çatıldı ve yüzüme dikkatlice baktı. Neden böyle bir soru sorduğumu çözmeye çalışır gibiydi.
On bir ay boyunca geceleri solanlar...

"  Şakayık..." dedi dolu dolu bir sesle
" ... sen solması mümkün olmayanlardansın."

                                     *

Dolmuş durağında beklerken, birkaç dolmuş geldi ve durak dolup boşaldı birkaç kez. Abimle ders saatlerim denk geldiğinde beni okula bırakıyordu ama onun dışında dolmuşla gidiyordum. Keşke her yer bisiklet mesafesi olsaydı, diye hayıflanıyordum böyle çok beklediğim zamanlar.
Babam ise ben daha dört yaşlarındayken ciddi bir kaza yapmış. O günden sonra da arabaya tövbe etmiş. " Kendim için değil de kızım, sizleri babasız bırakmaktan korktum." demişti bir keresinde. Bense ehliyetimi geçen sene almıştım ama araba almama seneler vardı daha.

Vakit öldürmek için telefonu çıkardım ve biraz sosyal medyada gezdikten sonra uygulamaya girip kızlar grubunda yazışma var mı, diye baktım. Yasemin'den dünden beri ses çıkmamıştı. İki kez de aramıştım ama açmamıştı. İyi olup olmadığına dair attığım mesaja da dönmemişti. Abisini reddettiğim için kızgın ya da kırgın mıydı, bilmiyordum. Olanlardan dolayı utanıyor muydu, bunu hiç bilmiyordum. Grupta da sesinin çıkmaması diğerlerinin dikkatini çekmişti ama ben yorum yapmamıştım. Dönecekti muhakkak. Hiçbir hayal kırıklığı sonsuza kadar sürmezdi.

Nunu: Akşam sekizde çay, çekirdek? Tepede?
Açi: Bayağıdır yapmadık. Süper olur. Sizce kızlar?
Tütü: Ben varım 🤝
Nunu: Varımmmm diyoorrrrrrr

                              Akşam, Serpil teyzelere davetliyiz ama kaçarım yemekten sonra.

Tütü: Oooooooooo! Bu elf gözlerim neler okuyor, bu fani kulaklarım neler duyuyor? (:

Açi: Olaylara gel. Flash flash flash!

                             Abartmasak mı? Biz yakın komşuyuz. Üstelik anamın ahiretliği Serpil teyze. Beni de aldıracaklar. Üçümüz beraber yana yana kül olsammmmmmm daaaaaaa (:

Nunu: Akşama dedikodu kazanı kaynasın mı o zaman? ;)

Tütü : Harlansın mı? sjsjjs
Açi: Tarih yeniden yazılsın mı? (:

                                          Hadi bakalım. Cadı Sila ve ekibi iş başında.

Açi: O değil de Yasemin'in hiç sesi çıkmıyor. Aradım da ulaşamadım. Bilgisi olan?

Tütü: Belki telefonu falan bozulmuştur.
Tütü: Belki de birini bulmuşturrrrrrr.
Tütü: Havadaaaa aşk kokusu var havada aşkkkkk! ❤️

                    Kızlar kaçtım benim dolmuş geliyor. Akşam görüşürüz. :*

Ancak gelen dolmuş benim beklediğim değildi. Omuzlarım hayal kırıklığı ile çöktü.

    Tütü: Öperimmmmm

         Yanlış alarm.  ;( Bugün de sarı bir elbise giydim. Dolmuş gelmek bilmedi. Edison'un ampulü gibi parlıyorum durakta.  (:

Açi : Parlaman için sarıya ihtiyacın yok kuzum. Sen her hâlinle, sen her zaman . Biliyosunnnnnn

                 Açelyaaaa en sevdiğim arkadaşım sensin. Biliyorsun değil mi?  :*

Nunu: İki dakika bakamadım buraya. Birleşmiş Milletler gibi hemen dengeler değişmiş.  sjsjsjs

" Şakayık?"

Sırıtarak baktığım  telefondan başımı kaldırmama sebep olan sesin sahibine sanırım oldukça afallamış bir şekilde baktım.

Siyah aracının içerisinden güneş gözlüklerinin üstünden bana bakıyordu. Direksiyon kısmı diğer tarafa kaldığından benim bulunduğum tarafın camını indirmiş ve bir parça bana doğru eğilmişti.
Dünden sonra onu hiç görmemiştim. Aninden çekip gitmiş, bir daha da pencerede dahi karşılaşmamıştık.
" Okula mı?"
" Evet..." dedim güneş gözlüğünden bana bakan yansımama gözüm takılırken.
" Benim de o tarafta bir işim var. Gel bırakayım."

Dolmuşun gelmesi gereken güzergaha gözüm kaydı bir an. Ama gelen giden yoktu. Bugün gecikmişti ve böyle giderse ben de okula gecikecektim.
" Bu kadar düşünecek ne var?" Gözündeki gözlükleri çıkarıp doğrudan gözlerime baktı. O gözlerde bugün farklı bir şey vardı. Öfkeyle karışık kırık bir şeyler... Dünkü olaydan sonra bir şeylerin değiştiğini görebiliyordum. Tolga meselesinde beni mi suçluyordu? Dünden beri aklımı kurcalayan soru buydu.
" Hâlâ insan yemiyorum. Beş senede değişen bir şey olmadı."

Gergince gülümsedim sadece. Bu tavrına anlam veremeyip telefonumu hızlıca çantama attım.   Bir şey söylemeden kapıyı açtım ve  yanındaki ön koltuğa oturdum. Emniyet  kemerini taktıktan  sonra hâlâ bana bakmayı sürdüren Yaban'a döndüm. Bakışları mesafeli ve soğuktu. İçim ürperdi. Madem böyle uzak davranacaktı neden beni okula bırakmayı teklif etmişti.

" Gidelim mi?" dedim ben de bir parça tavırlı ve sinirli bir şekilde.

Ancak o; saçlarımda, şakaklarımda, yüzümde , yanaklarımda, dudaklarımda...yüzümün her karesinde ağır ağır, içine sine sine ve saklamadan bakışlarını gezdiriyordu. Sanki uzun zamandır görmediği birini inceler gibiydi. Birden bakışları, elbisemin v yakasını dolduran kolyeye kaydığında kaşları çatıldı önce. Adem elmasının yukarı aşağı hareketlendiğini fark ettim. Birkaç kez yutkundu. Sonra benim de beklemediğim bir anda kemikli, bir erkeğe göre oldukça kibar ince uzun parmakları boynuma uzandı. Parmaklarının ılık teması derimi yalayıp geçerken midemden yine aynı alev topu, yine aynı yakıcılıkta boğazıma doğru tırmandı.
Derimi kızgın bir demirle dağlıyor gibiydiler.

" Bulmuşsun..." dedi dalgın dalgın avucunda duran cam yunusa bakarak. Dudağı memnun bir tebessümle hafifçe yukarı doğru kıvrılmıştı. Gözleri gözlerime çıktığında gözbebeklerinde karanlık gecelerde bulutların ardından sıyrılan yıldızların yeryüzüne kavuşmalarının parlaklığı vardı. Gözlerindeki bulutlar dağılmış, az evvelki öfke buhar olup uçmuştu işte.
Ancak, karnımı ağrıtan bu bakışlar altında nedense fena hâlde utandığımdan birden onun hediyesine önem verdiğimi düşünmesini istemedim. Huyum kurusun en değer verdiğim şeylere hiç önemi yokmuş gibi davranır, önemini karşı tarafa hissettirmekten deli gibi korkardım.

Ben size hiçbir şeyden korkmam mı demiştim? Unutun.
Hiç yitirmemiştim ki bulayım be Yaban!

" Takmışsın..." diye sayıkladı aynı durgun sesle.

" Yooo..." dedim umursamaz bir tınıda omuz silkerken " ... kayıp değildi ki. Takı kutuma elimi attığımda elime geldi, taktım. Tanıdığına göre...sen mi almıştın yoksa? Anımsayamadım da."

Birden gözleri o dalgın, hülyalı hâlinden sıyrıldı. Bakışları sanki camdandı da çat diye kırılmıştı. O kırgınlığın anbean gözlerine dağılmasını izlerken dediklerime, bu kadar acımasız davrandığıma pişman olmuştum çoktan ama iş işten geçmişti. Gecenin bir yarısı getirdiği bu hediye çok değerliydi oysa. Belli etmekten korkmuştum.
Ona acı çektirmeyi seven yanım bile acıyla kavruldu.
Birden elindeki kolyeyi serbest bırakınca kolye, parmaklarından akıp tekrar boynumdaki yerine hafif bir dokunuşla kondu.

Gözleri gözbebeklerimi talan ederken içinde titreyen bir şeyler vardı.
" Ben almıştım." diye cevapladı beni buz gibi bir sesle. Dişlerinin baskı yaptığı çenesindeki titreme, gözbebeklerindeki ile yarışıyordu.

Bakışlarını hızla üzerimden toplayınca bedenim sıcak havaya rağmen titredi. Sanki güneş, ışığını eteklerden toplayıp da dağların ardına saklanmıştı, karanlıkta kalmıştım.

Arkasına yaslandı ve aracı çalıştırdı. Yol boyu derin bir sessizlikle ilerledik. İçimde bir yangın başlamıştı. Neden ben böyleydim? Neden göğsüme bastırmak için delirdiğim her şeyi oraya kuvvetle bastırırken kırıyordum?
Yol boyu birkaç kez dudaklarım kararsızlıkla aralandı , hatırladım demek için uğraştım ama sesim sanki içime kaçmıştı.
Yaban'a acı çektirmekten neden bunca senedir gizli bir haz duyuyordum? Bilmiyordum ama bugün o hazzın yerini ağır bir ağrı almıştı.

Göz ucuyla ona baktığımda dirseğini aracın camına koyduğu tek eli çenesindeki bir yer dalgın dalgın kaşırken diğer eliyle aracı sürüyordu. Dalgın bakışlarında daha evvel rastlamadığım garip bir sızı vardı. Çenesi kilitli, kalın dudakları sımsıkı kapalıydı. Bir ara bir tane sigara çıkarmış, ağzına koymuş ama yakmamıştı. Sonra yakmadığı sigarayı eline almış, yol boyu çevirmişti.

Fakültenin kapısına geldiğimizde gerginlikten bedenim kasılmış, tüm enerjim tükenmişti. Hasta gibiydim. Hasta ve kolu kanadı kırık.

Ağır ağır kaldırımın kenarına yaklaşıp durdu. Sert bakışları karşıdaydı ve dönüp bana bakmadı.
Emniyet kemerini açarken " Teşekkür ederim." dedim çekingen bir tonda. Cevap verip vermeyeceğini bilmiyordum. Ağır ağır başını çevirdi. Gözlerime, sızısı bana geçecek kadar derin baktı. Yutkunmamı engelleyemedim. Uzansam ve dokunsam sanki parmaklarıma da bulaşacak kadar yoğun bir sızıydı bu.
Kalbim, bir ateşin ortasına bırakılmış gibi oldu birden. Sanki içimdeki kuru dalları, onun gözünden akan o alevli sızı tutuşturmuştu.

" Ettin." dedi sadece çatlamış, boğuk ve titreyen bir sesle. Sesinde ağır bir kinaye, acıya bulanmış alaylı bir yan vardı.
Ardından benim dağılmış hâlimi umursamadan başını yeniden yola çevirdi.

Onu kırmıştım. Ve kırgınlığı bugüne değildi. Seneler içinde ben onu hep kırmıştım.

Araçtan inip fakültenin kapısına ilerlemeden evvel geriye dönüp omzumun üzerinden ona baktım ama o bana hiç bakmadan direksiyonu kırdı ve aracı çevirip geldiğimiz yolda kayboldu.
Ağzında tutuşturulmuş bir sigara vardı.

Bedenimden geçen şey büyük bir korkunun elektrik akımıydı. Onu bu sefer kaybetmiş olabilir miydim?

Hiçbir şeyden korkmam mı demiştim?

*
" Ah çocuğum, ah çocuğum! İnsan doğum günü hediyesini kaybeder mi? Yahu sen niye böylesin?"

     O gece, odama nasıl çıktığımı, hediye kutusunda parmaklarımı içindekini ölesiye merak etmeme rağmen nasıl parmaklarım tutuşa tutuşa kadife kumaşının üzerinde gezdirdiğimi, ancak gün ışırken kutuyu açtığımı ve içindeki camdan yunus balığını görünce yüreğimin nasıl çarptığını kendimden bile saklamıştım. Yunusun bendeki yeri başkaydı.

İlkokuldayken bir gün resim dersinde öğretmenimiz bir hayvan resmi çizmemizi istemişti. Sanırım ikinci sınıftaydım. Resme olan ilgim o vakitlerde de vardı, yetenekliydim de. Aklıma Adem'in okumaya geçtiğimde bana hediye olarak aldığı Küçük Yunus kitabının kapağındaki mavi yunus balığı gelmişti. O gün eve koşa koşa gelmiş, çantamı hızla odanın ortasına sallamış, üzerimi bile değiştirmeden, diğer kitaplarımdan ayrı bir yerde tuttuğum Küçük Yunus kitabını çıkarıp dilim bir karış dışarıda kapaktaki yunusu çizmek için saatlerce uğraşmıştım. Ama başarılı da olmuştum. O sırada abimle oturmaya gelen Adem, kapımı çalıp odama geldiğinde ben bu yunusu boyamakla meşguldüm.

Yerdeki kitabı görünce yüzüne bir gülümseme yayılmış " Sen, hediyemi hâlâ saklıyor musun Şakayık?" demişti heyecanla. Elindeki kitabı görünce değil ama hediyesini sakladığımı söylemesi sinirime dokunmuştu. Saklıyorduysam saklıyordum onun bilmesine ne gerek vardı?
" Aa sen mi almıştın bunu.Unutmuşum." derken omuz silkmiş " Hem annem saklamış. Ben ne saklayacağım?" diye kaşlarımı çatmış, resmimin üzerine eğilmiştim. Sonra aniden kafamı kaldırmış " Bana neden Şakayık diyorsun? " demiştim.
Yüzündeki gülüş solmamış ama bir parça kırılmıştı sanki. Başını sağa sola sallarken bu hâllerimi çocukluğuma verdiğini anlıyordum.

" Büyüyünce Şakayık olmak istemiyor musun?" demişti kaşının birini kaldırıp gülümserken. Liseye  gittiği zamanlardı onun da.
Şöyle bir düşünmüş ve başımı aşağı yukarı sallamıştım.
" Sen bunu nereden biliyorsun ki ?" dedim şüpheyle.
Bu kuşkulu hâlim onu eğlendirmiş olacak ki saçlarımı karıştırıp " Şakrak kuşları söyledi." demiş ve odadan çıkmak için ayaklanmışken aniden dönüp yunus resmime bakmıştı.
" Güzel olmuş ufaklık. " demişti.

O kapıdan çıktığında benim sinirden dudaklarım titriyordu. Bana ufaklık demişti.
Oysa, geçen gün mahalle kadınlarının bizde olduğu bir gün bambaşka şeyler düşünmüştüm ben. Mahalledeki terzi Mualla'nın ortanca kızının düğününden bahsediyorlardı.
Çocukluktan beri ailece görüştükleri Manav Osman amcanın büyük oğlu Kamil ile evlenecekti.
Onlar konuşurken ben de masada ödevlerimi yapıyordum.

Oğlan kızdan yaşça büyüktü. Kız güzel oğlan da dalyan gibiydi. Herkese nasip olmazdı. Çok güzel bir gelin olacaktı . Mahalle de gelin görecekti.
Kadınlar aralarında bol maşallahlı bir sohbet gerçekleştiriyorlardı.

Ben, birden başımı ödevlerden kaldırıp ağzımda çevirdiğim kurşun kalemi bırakmıştım.
" En güzel gelin ben olacağım bir kere."
demiştim çatık kaşlarımın altından kızgınlıkla bakarken. Annemin mutfakta çay tazelediği bir andı yoksa ağzıma şap şap diye vurur beni sustururdu. Kadınlar bu sözüme kahkahalarla gülmüşler, içlerinden biri de " Ee var mı bir damat adayı bari?" diye sormuştu başını sallayıp bana şefkatle bakarken.
Çenemi  dikleştirmiş, gözlerimi kısmıştım.

" Adem'le evleneceğim ben." demiştim.
Bu sözüme daha çok gülmüşlerdi. Bu sırada salona giren annem gülüşmeleri duymuş " Ne oluyor ayol?" demişti gülerken. Deminki kadın " Senin kızı baş göz ediyoruz. Gel gel Asuman." demişti. " Kaynana oluyorsun. Hadi gözün aydın."

Annem şaşkınlıkla bana bakmış ve tatlı tatlı gülmüştü
" Ayol, bunu alıp kim n'apsın? Millete düşmanlık edemem komşum. Biz zor baş ediyoruz."
" Aaa! Öyle deme Asuman " demişti içlerinden biri " Damadı bile bulmuş."

Çayları dağıtan annem kadının sözüne başını sağa sola sallamış " Yapma ya! Kimmiş bu zavallı?" diye sormuştu. " Kız bu adamı ısıra ısıra sever. Damat mamat durmaz bunun yanında. Vahşi bu vahşi!"

Kadın da gevrek gevrek gülmüş " Serpil'in  oğlanla evlenecekmiş. Ahiretliğinle dünür olmak da varmış kısmette be Asuman."

Annem inanmaz bir ifade ile bana dönmüş
" Sevda, ne diyor Mualla teyzen çocuğum? " diye sormuştu hâlâ gülerken. Muhtemelen kadınların şaka yaptıklarını falan düşünüyordu.
" Doğru." dedim bilmiş bilmiş " Adem'le evleneceğim ben."
Annemin yüzündeki gülüş solarken yüzü karışmış " Tövbe tövbe . Dünyamı kararttı, ahiretime de illa el atacak." demişti tekrar gülerek ama bu sefer gülüşü mahçup ve bir parça kızgındı. Kadınlar güldüler.

Annem de " Aman çocuk işte ne bilsin! Konuşuyor. Hem Adem, abisi gibi onun."

" Hayır..." diye terslenmiştim masadan . Annem atmaca gibi bakışlarını yüzüme çevirip kaş göz yapsa da umursamamış " Ben Adem ile evleneceğim." demiştim inatçı bir sesle.
Annem, durumu idare etmek için akla karayı seçmişti çünkü inadımı biliyordu . Üzerime gelirse daha fazla direteceğimden de emindi.
O yüzden başka bir yerden vurup susmamı sağladı " Kız Adem alır mı seni? Canına okuyorsun? Çocuk senden köşe bucak kaçıyor."
Haklıydı maalesef. Kaçmak konusunda değil ama canına okumam konusunda çok haklıydı.

Misafirler gidince annem beni yakalamış, bir daha  Adem'e Adem dersem etlerimi morartacağını, onun benim abim olduğunu söylemişti.
Annem, çocukça bir şey olsa da ahiretliğiyle arası bozulsun istemiyordu.
Ama ben, on dört yaşımın o kışına kadar ona hep Adem demiştim. Ne annemin uyarıları ne  etimi  çimdiklemesi ne bisiklet cezası kâr etmemişti.

Ve şimdi bana ufaklık demişti. Ben, çok acilen büyümeliydim.

Annem, bir yandan odamdaki her şeyi döküyor bir yandan söyleniyordu. Aslında kılını kıpırdatmazdı da Serpil teyze Adem'in bana bir hediye aldığını Nur'dan duymuş ve merak etmişti. Akşamki düğünde takar mıymışım?

Mart ayındaydık. Üzerimdeki boğazlı kazağın üzerinden kazağın altındaki yunusa dokundum.
Bir gün önce Adem de bana bakmış, boynumda hediyesini göremeyince  hediyeyi beğenip beğenmediğimi sormuştu. Ben ise sadece gülmüştüm. Yüzüme bakmış, dudaklarımın kıvrılan kenarlarına değdirmişti bakışlarını ama bir daha bir şey dememişti. Sormamıştı da.

O günkü düğünde yunus balığı, boynumu saran kısmı dantelli, yarım kol siyah elbisemin altında olsa da kimse, Yaban da dahil olmak üzere bunu bilmemişti. Annem, ellerini dizlerine  vurmuş ve  kolyenin kaybolduğunu söylemişti benim adıma da mahçup olarak.
" Bu kız hep böyle. Ne yapacağım bilmem. Hiçbir şeye öyle aman aman değer vermez; hemen kaybeder, aramaz, ardına düşmez. Sabahtan beri ben her yeri döktüm. O oturdu kitap okudu. Sanki hediye bana alındı. Ah ahiretliğim ah!"

Annemin Serpil teyzeye güya  fısır fısır dediklerini hepimiz duymuştuk. Yaban'ın gözlerinden kırık parıltı, dudaklarından yarım bir gülüş geçmişti bu anlarda. Ama
" Sağlık olsun." demişti sadece. İçimde gizli bir haz, gözlerine inen pustan dolayı tuhaf bir sevinç oluşmuştu.

" Öyle tabii..." demiştim  sesime sahte bir üzüntü ekleyerek " Sağlık olsun Adem abi. Ne yapalım? Bir dahakine daha iyisini alırsın."
Başını aşağı yukarı sallamış, gözlerinde bir buğu ile bakmış ama cevap vermemişti.

"Bu kadar çocukluk yetmedi mi Sevda?"

Gülcihan ile ağız ağıza oldukları o gün ben odamda ağlamıştım. Kapımı kilitlemiş, başımı yastığa gömmüş, kimseyi içeri almamış, iki gün bir şey yemeden içmeden, dışarı çıkmadan, annemin tehditlerine, babamın ricalarına cevap vermeden, Taylan'ın saat başı seslenmesini cevapsız bırakarak, abimin ahududulu dondurma vaatlerini duymazdan gelerek iki gün çıkmamıştım. Dışarı çıktığımda ise eski Sevda'dan daha neşeli, daha fıkır fıkır, daha deli doluydum.
Kimse benim o odada iki gün ağladığımı anlamamıştı. Hatta neredeyse ben bile unutacaktım.
Oysa ben ömrümce kimse için ağlamamıştım.

Senelerce o yunusu boynumda taşımıştım. Ama onlar Almanya'ya gittiklerinde artık gizli saklı takmama gerek kalmadığından açığa çıkarmış, takılarımdan ayrı bir yerde, o gece içinde olduğu lacivert kutusunda saklamıştım.

                                      *
       " Ben de dedim ki oğlum, ciddiysen gel iste. "

Açelya, elindeki çekirdeği ağzında açıp kabuklarını önümüze açtığımız gazete kağıtlarına püskürtürken ilişkisini beş senedir bir dargın bir barışık sürdürdüğü Orçun'la son olanları anlatıyordu.

     " Aman Açi ya ..."  dedi Türkan siyah saçlarını savurup çayından bir yudum alırken " .. aman soğumuş bu." diye yüzünü ekşitti. Çayını döküp yenisini  yanındaki yeşil termostan doldururken " Sanki bilmiyorsun Orçun'un evlilik adamı olmadığını. Kendini üzüyorsun ona kızıyorum." diye ekledi sinirli sinirli.

Nuran arkasındaki banka yaslanırken " Açelya ya, badem gözlü arkadaşım ne yazık ki Türkan haklı kuzum. Yani kaç kere ayrıl barış yaptınız. Bu çocuk gerçekten aşık olsa kavuşmak istemez mi? Ne bileyim işi var, askerden döneli de oldu bir sene. Neyi bekliyor?"

Açelya dudaklarını büzüp kağıt bardaktaki çayını yudumladı.
" Ben de sıkıldım ya açıkcası. Kafamı tam toparlamıştım, geldi karıştırdı gavurun oğlu."

" Sen bir şey demedin?" diye bana döndü Türkan. Nuran dağınık saçlarını tek omuzuna alırken " Kız ne desin? Aşkın meşkin ne olduğunu bildiği mi var?" diye güldü.

İçimden sanki ağır vasıta bir araç geçti. Kalbim sızım sızım sızladı. Buna kırılmamam lazımdı çünkü kızlar bu konuda bana sürekli takılırlardı ve Nuran'ın yüzündeki gülüş de takıldığını gösteriyordu ama kalbimdeki bu ağrı da neyin nesiydi o zaman?

Zihnim başka alaylı bir sözü anımsadı. Gözlerinde kırıklar oynaşırken alayla " Ettin..." diyen boğuk bir ses kalbimi yokladı.

" Aaa bozuldun mu sen? " diye öne atladı Nuran şaşkınlıkla. Gözlerimi yüzüne kaldırıp gülmeye başladım " Aman Nunu neyine bozulacağım? Haklısın. Anlamadığım meselelerde.." dedim elimle dudağımın üzerinden geçen bir fermuar işareti yaparak
" Biliyorsunuz."

" Ha iyi bari. Bir an sanki yüzün karıştı. Bana kırılma da şaka yapıyorum be güzelim!"

Başımı arkaya doğru yok yok manasında birkaç kez attım.

" Yasemin ile konuştum bu arada akşam üstü..." dedi çayını yudumlayan Açelya. " Telefonu bozulmuş. Haber de verememiş. Annesini aradım da o söyledi. Akşama köyden halası geliyormuş. Selam söyle ama gelemeyeceğim, dedi. İyi yani. Boşa evham yaptık. "

Telefonun bozulmadığından adım kadar emindim. Kapatmış, açmamıştı. Kızlara son olanları anlatmalı mıydım, bilmiyordum. Söylemesem de sonra duysalar çok da kırılabilirlerdi ama söylersem de Yasemin'i zor durumda bırakmış olur muydum? Sonuçta mesele abisiydi.

" Birini bulmamış mı yani?" dedi hayal kırıklığı içinde Nuran.

" Üzgünüm Nunu, bulanları görüyorsunuz." diye kendini gösterirken güldü Açelya.

" Aşık mısın Orçun'a?" diye sordum çayımı yudumlarken.

Açelya ile beraber diğer kızlar da şaşkınca bana baktılar. Ama ciddi yüz ifademden olsa gerek bir şey demediler.

" Bilmem..." dedi burukça Açelya" ... yani bir zamanlar öyleydim. Onu görünce mideme ağrılar girerdi, ağzım dilim kururdu. Heyecandan bedenim titrerdi. Yanında saçmalardım. Ne yapacağımı bilemezdim."

Gözleri eski bir hayale dalarken hülyalı hülyalı baktı karşıdaki şehrin ışıklarına . Tepedeki bankın önüne gazete kağıdı sermiş, üzerine de minderlerimizi atmış, çekirdeklerimizi çitliyorduk.

Bu akşam yemekte Yaban yoktu. Gelmemişti. Serpil teyze de sadece gelemeyeceğini söylemişti, o kadar. Nur'un ağzını aramayı düşünsem de cesaret edememiştim.
Onu kırmıştım ve bu vicdanımızı sızlatıyordu.

Belki, diyordum içimden şehrin ışıklarında dalgınca kaybolurken gözlerim, bir mesaj atarım eve gidince.
Belki.

" Ama şimdi..." diye devam etti Açelya " ... ona bakmak sadece beni yoruyor, onu görmek bana acı veriyor." dedi umutsuzca.

Nuran, çekirdek kabuklarının tepe olduğu alanın üzerinden uzanıp Açelya'nın elini tuttu.

" Bazen devam etmek değil, vazgeçmek daha fazla mutluluk getirir kuzum. Sana zarar veriyor. Oysa aşk onarır. "

Aramızda derin bir sessizlik oldu. Hepimiz derin bir iç çektik.

Aşk onarır.
Ettin.

" Ben aşık oldum galiba kızlar." dedi Türkan umutsuzca. Anın şokuyla hepimiz ona döndük.
" Nee?" diye bağırdı Nuran " Bu şimdi mi söylenir? Hemeen detay istiyorum. Hemen. Kime, nerede, ne zaman, nasıl.... Niyeeee ?"

Türkan'ın yüzündeki keder dağıldı ve güldü.
" Almanya'da annemin üvey bir kızkardeşi var biliyorsunuz. Üvey teyzem. "

Nasıl bilmezdik? Alman çikolatalarından az mı komalık olana kadar yemiştik?

" Eeee??" dedi heyecanla Açelya.
" E'si... Bunun bir oğlu vardı ben en son sekiz yaşında falan görmüştüm. Mithat. Geçen hafta bir seminer için gelmiş.  İlk gece bize de uğradı.  Annem bırakmadı tabii. Bizde kaldı. Ya hani derler ya kızlar?"

Sarıya çalan kumral saçlarını kulağının arkasına atıp heyecanla devam etti " İlk görüşte aşk falan. Ya, inanmayacaksınız ama doğru. Kapıyı açıp da onu karşımda görünce... böyle şuramdan aşağıya doğru sanki kızgın bir yağ döktüler."

" Offf !" dedi heyecanla Nuran " Kızım sen fena vurulmuşsun. Kızgın diyorsun yağ diyorsun döküldü diyorsun."

" Peki..." dedi ellerini çırpıp çekirdeğin tuzundan kurtulan Açelya "... O? Yani var mı ondan sana karşı bir şeyler?"

" Bilmiyorum ki kızlar. Numaramı istedi ama yazmadı o günden sonra. "
" E sen yaz!" dedi Nuran büyük bir heyecanla
" Dedin ya semineri falan vardı diye. Müsait olamadı belki."

" Ne bileyim be Nunu! Yani benim kadar yoğun bir şeyler hissetse ... yazardı gibi geliyor. Aşk, insanı harekete geçirir. Geçirmez mi sizce?"

" Geçirir..." dedim dalgınca. İlk kez konuşmamla beraber hepsi birden bana döndü " Bence yani." diye yutkunarak gülümsedim. " Bilemem de bence geçirir. O kadar yoğun duygularsa...yani... geçirmeli."

" Yani, " dedi  Açelya " Orçun o gece hemen yazmıştı mesela bana. Ama her erkek de şimdi bir değil. Mizaç meselesi."

Tam bu sırada cebimde telefonum çalmaya başlayınca elimi atıp telefonu geceleri biraz serin olduğu için çıkarken üzerime aldığım kısa  deri montumun cebinden çıkardım.

Taytay arıyor...

" Efendim Tayo!"
" Sevdaaaa ocağına düştüm. Bana acil yardım!"

Sesi gerçekten de yardıma ihtiyacı varmış gibi geliyordu.
" Aa ne oldu  ki?"
Derin bir soluk alma sesi kulağımı doldurdu.
" Buket..." dedi tereddütle " ... bana yazdı iki sene sonra. Ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Gelebilir misin?"

Buket, Taylan'ın lisede körkütük aşık olduğu, senelerce peşinde sürüklendiği kızdı ama kız bir anda buna " Olmuyor. Ara verelim." deyip ilişkiyi bitirmişti. Bu aranın üzerinden de iki sene geçmişti. Şimdi durduk yere neden yazmıştı ki?

" Tamam Taytay. Hemen geliyorum. "

Telefonu cebime tıkarken ayaklandım. " Kızlar, eve geçmem lazım. Taylan'ın bir sıkıntısı varmış." dedim soru dolu bakışlarla bana bakan kızlara. Cevap vermedim. Sonuçta Taylan'ın özeliydi mevzu, ortaya saçacak değildim .

"  Tamam kuzum. Biz kalırız biraz daha."


Kızları tek tek öpüp yokuş aşağı yürümeye başladım. Ben, Serpil teyzelerden direkt geldiğim için bu akşamın çayı da çekirdekleri de onlardandı. Gelirken bisikletimi almadığıma bir an pişman oldum ama kızları bekletmemek için koşarak gelmiştim.

Sokak lambalarının ışığında mahalledeki sakinliği dinledim. Kapı önlerinde, merdivenlere oturup çay içen, muhabbet eden birkaç teyzeye selam verip ilerledim.

Evin bahçe kapısı uzaktan göründüğünde karşıma çıkan beyaz bir kedi dikkatimi dağıttı ve gülümseyerek sevmek için eğildim. Başını ritmik hareketlerle okşayıp bacaklarıma sürtünmesine izin verdim. İnsanı rahatlatan bir yanı vardı hayvanların. Bir ara evde beslemek istemiştim ama annemden izin çıkmamıştı. Belki diyordum bir gün kendi evim olduğunda...

" Çok güzelsin sen. Biliyor musun?"

Olduğum yerden doğrulduğumda az evvel orada olmadığına emin olduğum tanıdık duruşuyla siyah aracı görmemle duraksamam bir oldu.

Yaban Efendi, yemekte  yoktu. Acaba nereden geliyordu? Geldiğinden beri bir gizemler bir gizemlerdi zaten.
Sabah yaşadığımız meseleden dolayı olsa gerek göğsümde bir huzursuzluk, yoğun bir çarpıntı vardı aracı gördüğümden beri. Belki, yanına gider sabah için özür diler, doğrusunu söylerdim. Sabahki o ettin derkenki mahsun hâli zihnimden çıkmıyor, içimi ateşe veriyordu çünkü. Üzülmüştüm hâline . Büyümüştüm sahiden de galiba. Eski Sevda olsa bu üzüntü ona büyük bir haz verirdi.
Aracın fren lambaları söndü ve motorun çalışma sesi kesildi.

Arabanın iki kapısı da aynı anda açıldığında, o an yalnız olmadığını anladım. Kaşlarım çatılarak ve dikkatle araca bakmaya başladım. Kimdi yanındaki?

Yolcu koltuğunun olduğu taraftan bir kadın indi. Siyah saçları, alımlı fiziğiyle karnıma bir tekme yemişim gibi hissetmeme sebep olan bu kadını tanıyordum.
Tanımamak mümkün müydü?

Seneler evvel, Yaban'ın ağız ağıza gülüştüğü Gülcihan'dı bu. Şoför tarafından inen adama baktım. Dalgalı saçları alnına dağılmıştı ve sanki yorgun bir hâli vardı. Kapının kapanma ve ardından da aracın kilitlenme sesi birbirini izledi.

Gülcihan aracın önünden dolanarak Adem'in tam karşısında durdu. Sokak lambalarının loş ışığında yan profilden yüzleri çok seçilmiyordu.
Gülcihan'ın tanıdık mırıl mırıl sesi Adem'e bir şeyler söyledi ama Adem konuşmak yerine sadece başını hafifçe eğip söylenen her ne ise onu karşıladı. Pürdikkat onları izliyordum. Geçip gitmeliydim belki ama onlara görünmeden eve girmem mümkün değildi. Göğsüm aldığım derin nefeslerle inip kalkıyordu. Orada olmak, onları izlemek şu an isteyeceğim son şey bile olamazdı ama olduğum yere çakılıp kalmıştım.

Tam bu sırada bedenimden buz gibi bir elektrik akımı geçmesine sebep olacak bir şey oldu. Gülcihan, ayaklarının üzerinde yükselip Adem'in yanağına bir öpücük kondurdu ve koşarak karşıdaki dört katlı, krem rengi binaya girdi.

Olduğum yerde sanki kilitlenmiş kalmıştım. Hafiften titrediğimi hissediyordum. Elim ayağım birden buz kesmişti. Serin hava sanki bedenimde geziyordu. Tenimde buz torbaları geziyormuş gibi bir karıncalanma, omurgamdan aşağıya soğuk du dökmüşler gibi bir ürperti hissettim. Kalbim hayal kırıklığı ile kasıldı.
Bu gece yemeğe Gülcihan ile olduğu için gelmemişti.

Belki de Almanya'dan görmeye geldiği kişi... Gülcihan'dı.

Kalbimde, on dört yaşında açılmış yerini unuttuğumu sandığım bir yara kanamaya başladı. Dişlerim birbirine vuruyor ve tıkırtısı uğuldayan kulağımı dolduruyordu.

Adem, olduğu yerde kısa bir an kaldı sonra da Gülcihan'ın arkasından birkaç saniye baktı . Biraz sonra ise aniden aracın kapı tarafına doğru adımladı. Dalgın, düşünceli bir hâli vardı. Aracın açıldığını yanıp sönen ışıklardan anladım. Aracın şoför koltuğuna doğru eğilip oradan bir şey aldı ve geriye doğru çıkıp sertçe kapıyı kapattı.

Tam bu sırada  başını kaldırdığında onu izleyen benle göz göze geldi. Sokak lambasının loş ışığına rağmen yüzünden bir şaşkınlık dalgası geçtiğini o nefret ettiğim gözlerinin irileştiğini fark ettim. Yüzü karmakarışık olmuştu.

Dudakları kapanıp açıldı ve fısıltıyla konuşsa da belki de ne söylediğini bildiğimden ne dediğini duymuş, anlamıştım.

" Şakayık?" 

                                             
                                         *

Evet, sevgili şakayık severler, bölümü nasıl buldunuz?

Bu bölümde Sevda'nın çocuk görülemeye neden bu kadar taktığına dair sorular bir nebze de olsa açığa kavuştu, diye düşünüyorum.

Adem ile Gülcihan arasında neler oluyor? Neden beraberdiler? 🥺

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi esirgemeyin lütfen. 🌺

Bir sonraki bölümde görüşünceye kadar zatınıza cici bakın. ❤️

                                   •

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 40.9K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
3.6M 167K 51
Agapi yayıncılık ile raflarda.. '' Yıllardır içinde sakladığı , kıyıya köşeye ötelediği kalbini en kuytu köşelerden bulup çıkardı bu Yeşil gözlü Pr...
136K 8.8K 29
"Eğer bir süper gücüm olsaydı sanırım tüm yaşananları değiştirmek isterdim." Sadece güldü yüzüme bakarak. Gözlerinde mutluluktan ziyade yılların acıs...
4.5M 59.1K 16
Anlaşmalı Evlilik... Yasak İlişki.... Eşinin abisine aşık olan kadın... Kardeşinin eşini elde etmek isteyen adam... Sizce bu bir AŞK üçgeni mi? Y...