Çanlar ve Kuşlar

Av valdyraine

14.4K 1.6K 1.5K

BEYEFENDİYE MEKTUPLAR - II ❝Sisli bir gecede pamuklara sarılmıştı bileklerim, ellerim ısınmıştı. Bakışlarımı... Mer

Prélude
VI-XII
VII-XII
X-XII
XIV-XII
XV-XII
XVIII-XII
XXVI-XII
XXVII-XII
X-I
XIX-I
XXII-I
Virgül
XXI-II
XIII-III
XXVI-III
VII-IV
XVIII-IV
XV-V
XXIX-V
XVII-VI
XXX-VII & XII-VIII
X-X
XIII-XI
XVI-XI | Final
Epilog

III-II

274 52 78
Av valdyraine

3 Şubat
10.48, akşam.

Kurşunun bedenimde bıraktığı bütün izlerden en nihayetinde tamamen kurtuldum ve bugün, sonunda ferah bir nefes aldığım güzel bir güne uyandım. Ardından yoğun sisin kapladığı ufku izleyip içinde seni taşıyan arabanın bahçeye gireceği anı sabırsızlıkla beklemeye başladım.

Uzun zamandır beklenen misafirler üç gün önce gelmişti şehre ve sen de babanla birlikte onlarla ilgilenmekle meşgul olduğun için birkaç gündür birbirimizden uzaktık lakin bugün için planlanan davete ben de katılacağım için artık bu kısa ayrılık da bir son bulacaktı. Yıllar ruhumu eskitmeden ve yaşama sevincimi yıpratmadan önce giydiklerime gösterdiğim özeni tam da bu sebeple tekrar kazanmaya başladım. Uzun bir zaman sonra nasıl bir kumaşa sahip bir elbiseyi, hangi rengi seçtiğimin yahut saçlarımın nasıl göründüğünün bir önemi oldu ve dün bütün gece bunlar üzerine düşünüp durdum. En nihayetinde karar verdiğimde saat gece yarısını çoktan geçmişti, inanabiliyor musun?

Öğle yemeğinden sonra kız kardeşim ile annem hazırlanmama yardım edip beni harikulade göründüğüme ikna etmese daha belki de saatlerce bu konunun üzerinde durabilirdim fakat en nihayetinde bahçe kapısının önünde bir araba belirdiğinde artık hazır olmam gerektiğinin farkındaydım. Konukları karşılamak üzere sizinle birlikte erkenden salonda olmam gerektiği için evden erken ayrılıyordum, ailem ise diğer konuklarla birlikte katılacaktı bize. Annemle kız kardeşimin bana mutluluk dolu bakışları arasında girişte durup omuzlarımı örten paltonun üzerine saçlarımı bırakırken derin bir nefes aldım, kapı dışarıya açıldığında ise tam karşımdaydın.

Gözlerinde tanıdık bir ışıltı, tenine değen bahar esintisi ile kıvrılmıştı dudakların. Üşümüş avucun parmaklarıma sığınıp elimin üzerine küçük bir öpücük bıraktıktan sonra "Yalnızca birkaç gün oldu seni görmeyeli lakin sanki yine yıllar geçmiş gibi," dedin ve sıkıca tuttun elimi. Gülümsedim, hislerimiz yine birdi.

"Ve değişmeyecek belki de tek bir şey var. Seni tekrar karşımda bulduğumda hep kendimi de bulur gibiyim."

Birbirine kenetlenen ellerimize baktım kısa bir an için, ardından pürüzsüz göğe. Gözlerim tekrar seninkileri bulunca büyüttüm tebessümümü ve "Bir daha kendini hiç kaybetme diye hep burada olacağım," derken sana doğru küçük bir adım attım.

"Tam burada, her daim yanında olacağım."

Soğuk bir rüzgâr yanımızdan geçip saçlarımızı dağıtırken geri çekilip arkanda duran arabaya baktın ve ben de artık gitmemiz gerektiğini anladım. Bu mevsimde sıklıkla karşılaşmadığımız ılık yüzünü çevirmişti bugün güneş bize ve bu yüzden rahatlıkla yolculuk edebilecektik. En son ne zaman huzurlu bir şekilde ve özgürce bu şehrin sokaklarından geçebildiğimi anımsayamadığım için bu ihtimal çocuksu bir mutluluk bırakmıştı yüreğime. Yan yana oturduk arabanın içinde, bir baharın suretine bürünmüş güne baktım, bir de iyileşen yaralarını saran yüzüne.

Zamanı son haftalarda yaşadıklarımızı düşünerek harcadım böylece.

Benimle her şeyi konuşmaya hazırdın beyefendi lakin o karanlık günü atlattıktan sonra bir daha yaşananların bahsini hiç açmamıştın. Belki ölümdü seni korkutan, kalbim göğsüme yavaşça vurduğu her an mevtin ayak seslerini duymaktı seni yıpratan. Bekledikçe açılmayan gözlerimdi içini sızlatan, biliyorum, sıkıca tuttuğun ellerimde çaresizce aradığın ve bir türlü bulamadığın sıcaklıktı umutlarını kıran.

Sıktığın dişlerin arasında biriktirdiğin binlerce haykırış vardı ve bütün bunlardan kaçmaya çalışma isteğini anlayabiliyordum. Suskunluğum da buradan doğuyordu.

Evinize yaklaşırken gergin bir şekilde kravatını düzeltip boğazını temizledikten sonra bana döndü gözlerin. Bakışlarındaki çekingenliği sarıp sarmalamak geçti bir an içimden, kendimi durdurmak adına dizlerinin üzerinde duran elinin üzerine bıraktım hâlâ soğuk olan ellerimi. Gözlerimiz yalnızca kendilerinin anlayabildiği bir lisanda konuşurken gülümsediğimde dudaklarının yukarı usulca yükselişi ısıttı içimi.

Arabadan inip kapıya doğru ilerlerken avucum elinin üzerinde durmaya devam etti. Bizi gören görevliler başlarıyla selam verirken eve her gelişimde karşılaştığım son derece sert görünümlü kâhya kapıda göründü ve aceleyle bize yaklaştıktan sonra "Hoş geldiniz efendim, bazı konuklar teşrif ettiler. Kendileriyle salonda kardeşiniz ilgileniyor. Prens ile Prenses de yakında burada olurlar," diyerek içeriyi işaret etti. Antrede paltolarımızı iki genç uşağa bıraktıktan sonra kimlerin geldiğini merak ederek salona doğru yürüdük birlikte.

Eşikten içeri attığım ilk adımda salonun uzak köşesinde gördüğüm ilk yüz, Cesaret Prensi'ne aitti. Aristokrat bir ailenin bürokrat oğluydu, bu yüzden davetli olmasına şaşırmamıştım fakat herkesten erken gelmesinin ardındaki sebebi de merak ediyordum. Beni gördüğünde kısa bir an için telaşa kapıldığını, ellerinin hareketlenişine ve benden kaçtığı halde yine beni bulan bakışlarına bakarak söyleyebilmek mümkündü. Uzaktan odadakilere hızlı bir şekilde baş selamı verdikten sonra pencere kenarına doğru ilerlerken ayrıldın benden, aynı anda en nihayetinde Cesaret Prensi yanıma gelecek cesareti buldu kendinde.

"Hanımefendi," diyerek başını hafifçe eğdikten sonra parıldayan gözleri kirpiklerime uzandı.

"Sıhhatinizin yerinde olduğunu görmek mutluluk verici, dilerim artık çok daha iyi hissediyorsunuzdur."

Sesini duyduğum gibi eski günleri anımsayıp ona tebessüm etme isteğiyle doldum fakat kırgınlığımı öylece silip atamayacağımın da farkındaydım. İfadem hiç değişmedi, salona girdiğim andan beri dümdüz bir yol üzerinde yürüyordu dudak çizgim.

"Düşündüğümden çok daha uzun bir zaman geçti lakin iyileşti yaralarım, artık çok daha iyiyim."

Mahcup bir şekilde başını eğse de bakışları sıkıca tutunuyordu bana, bunun eskiden tanıdığım arkadaşımın lügatinde samimi bir özre işaret ettiğini biliyordum ancak artık karşımda başka bir adam vardı ve onu tanıdığımdan emin değildim. Yıllar boyunca birbirimizden uzakta yaşarken en son ne zaman mektup yazmıştım ona yahut o bana en son ne zaman satırlar adamıştı? Hatırlaması güç, zamanın zalimliğinde kaybolmuş geçmişimiz.

"Lakin hâlâ merakımı cezbeden bir mevzu var aklımda," derken ona doğru küçük bir adım atıp çenemi özgüvenli bir şekilde kaldırdım. Hatıralarımıza duyduğum özlemi gizlemek adına yüzüme örttüğüm bir maskeydi bu aslında.

"Neden oradaydınız? Bunca zaman bana bir yabancı gibi bakarken öylesi bir dehşet anında neden yanımdaydınız?"

Başını kaldırıp ellerini önünde birleştirirken büzüldü dudakları ve ben de bunun Cesaret Prensi'nin değişen benliğindeki mahcubiyet simgesi olduğunu gözlerine yerleşen ifadeyi okuyarak anladım. Eskisi gibi belirgin değildi duyguları fakat ne kadar çok sayfa geçip gitse de çehresinden, onu okumayı seneler önce öğrenmiştim bir kere.

"Olacaklardan haberim yoktu, bilseydim karşı çıkacağımı bildiği için eşim bütün planı benden saklamıştı ve şayet Bayan C.'nin mektubu şans eseri elime geçmeseydi belki de her şeyden çok sonra haberdar olacaktım. Mektupta fazla detay olmasa da bazı cümlelerden size zarar vereceklerini anladım ve o satırları okur okumaz yola çıktım lakin maalesef geç kalmıştım."

Duraksadıktan sonra etrafını hızlıca kontrol etti, ardından gömleğinin kolunu hafifçe kıvırıp bileğinin iç tarafını bana doğru uzattı. Orada kızarıklığı dağılmamış çizgiler kumaşın gölgesine sığınıyordu hâlâ, izleri yaşıyordu ancak dökmüşlerdi kabuklarını.

"Onlara mâni olmaya çalışacağımı anladığında beni durdurmak için her şeyi yapmaya hazırdı. O ana dek böyle bir kötülüğün içinde yer alacağına dahi inanmamıştım zira o, zehirli dikenlerine rağmen sevdiğim kadındı. Çetin kışlardan sakındığım begonvillerde görürdüm gözlerini, baktıkça bakardım, öylesine güzeldi ancak hep bir vahşi yanı da vardı," derken geri çekilip beyaz kumaşı tekrar bileğine kadar örttü.

"Yine de hiçbir şey size yaptıkları için bir bahane olamazdı. Kaldığı konaktaki odasını terk etmeden önce büyük bir tartışma yaşandı, en nihayetinde bana kapıdan çıktığım takdirde artık onun eşi olmayacağımı dahi söyledi. Bu kadar ileri gittiği için öfkem öyle çok büyüdü ki kelimelerimi kontrol edememekten korkup orayı terk ettim. Sonrasını zaten biliyorsunuz."

"Doğrusu eşinizin arkadaşına olan sadakatinin sizi aştığını ve böylesine korkunç bir olayda onu desteklediğini görmek beni dehşete düşürüyor fakat yine de, her ne kadar sağlam olursa olsun, hiçbir arkadaşlık bağının da canıma kastedilmesine yardım etmek için yeterli bir sebep olduğunu düşünmüyorum."

Konuşurken hiddetimden sesim titremeye başladığı için duraksadım. Diğer yandan kalbim kendine tutunan damarlarından kopup göğsümü delecekmişçesine hızlı atarken gözlerime dizilen yaşları duvarların ardında tutmaya çabaladığım için de daha fazla konuşamadım. Bayan C. de ağabeyi Bay G. de ülkeden ayrılıp kimsenin bilmediği bir yere gitmiş, Datura ile Yüzbaşı ise suçlu olarak dahi görülmemişti. Soruşturma yarıda kaldığı için de hiddet doluydum fakat ondan ziyade, bütün bu olayları yaşamayı hiç hak etmediğimizi düşündüğüm için hayal kırıklığı içindeydim. Yaşanılan onca kötü olayın ardından birdenbire en yakın dostumu kaybetmiş, arafla burun buruna gelmiştim. Bir tek defalarca sınanan sevgim vardı avuçlarımda, hayatım benden alınmaya çalışılmadan önce yine bir tek o vardı yanımda ancak bütün her şeyin sebebi de en başından beri oydu aslında.

Bu, kalbimi kırıyordu ve bütün bunları düşünüyor olmak da...

"Yalnızca sadakati sebep olmadı buna. Geçmişte size olan hislerimden de haberdardı."

Böyle bir yanıt beklemediğim için afalladım fakat bunu onun görmesine izin vermedim.

"Bu durumdan ona sizin bahsetmediğinizi düşünmek istiyorum."

Başını olumsuz anlamda sallarken omzu üzerinden salonun diğer ucunda durmuş seninle sohbet eden beyefendilere baktı ve tekrar bana döndüğünde sıkıntıyla iç geçirdi. "Şu anda Beyefendi ile konuşan kişi benim ağabeyim ve maalesef birkaç ay önce geçmişte sahip olduğum hisleri hiç de uygun olmayan bir ortamda dile getirme gafletinde bulundu. Eşim de her şeyi bu şekilde öğrendi, üzerinden yıllar geçtiği için artık ondan saklamanın bir manası olmadığını düşünmüştüm, ne yazık ki bu kadarı bile size kin beslemesi için yeterli olmuş," derken bu kez ellerini arkasında birleştirdi ve sırtını dikleştirirken boğazını temizledi. Gözlerime dokunan gözlerine çiyler düşmüştü şimdi.

"Her şey için bütün varlığımla sizden özür dilerim. Yalnızca o istedi diye sizinle arama duvarlar örmeseydim yahut sizin benim için ne kadar değerli olduğunuzu gizlemeseydim bunların hiçbirini yapacak cesareti olmayacaktı belki de."

Eşi de olsa başka bir insanın hatasını üstlenmesini istemediğim için onu durdurmak için aralandı dudaklarım fakat bunu fark ettiği gibi durmayacağını göstermek adına bana biraz daha yaklaştı ve o an fark ettim kirpiklerine yerleşen dalgaları. Orada gördüğüm fırtınalara düşen yaşlar hislerinin samimiyetine bütün kalbimle inanmamı sağladı. Beyaz dağları sarmıştı buruk bir ışıltı, Cesaret Prensi neredeyse ağlayacaktı.

"Eğer tek bir an için gerçekten cesur olabilseydim bu kadar çok savaş vermeniz gerekmeyecekti. Günlerdir kendimi affedebilmek için bir sebep bulmaya çalışıyorum lakin bu, yalnızca kendime yalan söylemek olacak, bunu da biliyorum. Eğer bir gün beni bağışlarsanız beni benim için de bağışlayın, kendime bunu yapacak cüretim yok."

"En yakınınız bile olsa bir başkasının yaptıkları için sizi asla suçlamam ancak yine de ihtiyacınız olan buysa söylemeliyim, sizi bütün kalbimle affediyorum. Yaşanılanların sizi nasıl yıprattığının farkındayım, o yüzden dilerim yüreğinizdeki bütün yüklerden en yakın zamanda kurtulursunuz."

Uzun bir zaman sonra gülümsediğinde ifadesini saran fırtına dindi ve kalbindeki kırık parçaları da alıp götürdü sanki. Bakışları kayboldu gözlerimin içinde ve her nereye gittiyse orada gördükleri içindi tebessümü. Kirpiklerime dolanmış geçmişi izledi belki ya da geleceğin getireceklerini hayal etti, sebebi her ne olursa olsun, bana bakışında taşıdığı özlem gördüklerim arasındaki en baskın histi.

"Bay N.'nin evinde kaldığın zamanlarda geçirdiğimiz günleri öyle özledim ki hanımefendi."

Dudağını ısırdı ancak nafile, yanağına usulca düştü tek bir gözyaşı. Dişlerimi sıkıp ruhumu örten hüzne kapılmamaya çalıştım fakat artık karşımda tanıdığımdan emin olmadığım bir yabancı değil, yıllar önce tanıştığım ve mutlulukla günlerimi geçirdiğim Cesaret Prensi vardı. Kendimi tutamadım ve nemli gözlerimi kırpıştırarak elimi ona uzatırken "Bayan G.'nin davetlerini de özlüyor musun peki?" diye sordum yarım bir gülüşle.

Elimi tuttu nazikçe ve kederini kıran sessiz bir kahkaha attı, kuzeninin nasıl şen şakrak olduğunu ve dinmek bilmeyen yaşam sevinciyle nasıl saatlerce, durmaksızın bir şeyler anlatabildiğini hatırlamış olmalıydı. O günlerde senden uzak olduğum için bir yanım eksikti, ne var ki mutluydum da. Şimdiyse hepimiz ayrı bir enkazın altından henüz çıkmış gibi yorgun ve incinmişiz, dört bir yana savrulmuş ümitlerimiz, kaybolan parçalarımızı arıyoruz. Kimisini bulduk belki fakat ne zaman tamamlanacağımızı kimse bilmiyor.

En nihayetinde Cesaret Prensi'nin yüzünde neşeli bir ifade görmenin rahatlığıyla bakışlarımı salona çevirdiğimde konukların gelmeye başladığını fark ettim. Artık senin yanına dönmem gerektiğini söylemek üzereydim ki Cesaret Prensi "Törenin 21 Şubat'ta olduğunu duymuştum, orada olma şerefini bahşedecek misin bana?" diye sordu kaçırdığı bakışlarını güçlükle bana çevirerek. Cevabı ise ona usulca kapanıp açılan gözlerim ile yukarı kıvrılan dudaklarım verdi.

O, yanımdan ayrıldıktan hemen sonra karşımda buldum seni ve aynı anda Prens ile Prenses'in salona teşrif edeceği haber verildi. İçeri uzun sarı saçları ve samimi gülümsemesiyle adeta ışık saçan, gösterişli kadife bir elbise içinde son derece güzel bir hanımefendi ile onun koluna girmiş olan keskin tıraşlı, koyu ceketi üzerindeki nişanları gururla taşıdığı yürüyüşünden belli olan şık bir beyefendi girdi. Hiç acele etmeden tek tek selamladılar herkesi ve ağır adımlarla yürüyüp kendileri için hazırlanan masaya ulaştılar.

Bu ihtişamlı görüntüyü izlemeye devam ederken aniden "Prenses'in senin şiirlerini okuduğunu biliyor muydun?" diye sorduğunda donup kaldım istemsizce ve irileşmiş gözlerimi sorgulayan bir ifade ile sana çevirdim.

"Ciddiyim, çok da beğenmiş. Seninle tanışmanın onu gerçekten çok mutlu edeceğini söyledi bana."

Kalbimdeki heyecan yerini gerginliğe bırakırken sakin görünmeye çalıştım lakin göğsüme yerleşen ağırlığı görebildiğinin farkındaydım. Koluma girip her şeyin iyi gideceğini fısıldadığında tenimin üzerinde gezinen huzurun hiç dinmemesini diledim ancak salonun diğer ucuna doğru ilerleyip masaya yaklaştığımızda korku dolu meltemler alıp götürmüştü hepsini.

İkimiz aynı anda reverans yaptıktan sonra Prenses'in gözleri benimkileri buldu ve öyle içten bir şekilde gülümsedi ki bir an için onu yıllardır tanıdığım hissine kapıldım. "Ekselansları, sizi müstakbel eşim ile tanıştırmaktan onur duyarım," diyerek zarif bir şekilde beni işaret ettiğinde ben de tebessümümü genişlettim ve önce Prens'e ardından Prenses'e çevirdim gözlerimi.

Prens başıyla selamlamakla yetinirken Prenses hafifçe öne doğru eğilip "Beyefendi sizden hep övgüyle bahsetti ancak ben asıl olarak şiirlerinizi okuduktan sonra satırların ardındaki hanımefendiyi merak etmiştim. Sizinle tanışmaktan mutluluk duydum," diye konuştu. Kalbim teklerken yavaşça derin bir nefes aldım.

"Onur duydum Ekselansları."

Sarsılmaz neşeli ifade, karşımda görkemle sandalyesinde oturan genç kadının suretine giderek işlenirken elini havaya kaldırıp kapıda duran muhafızlardan birine işaret verdi. Hareketliliğin olduğu tarafa başımı çevirmeden bakmaya çalıştığımda elleri arasında türlü işlemelerle süslenmiş bir sandık taşıyan uşağın bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördüm.

"Yakın zamanda evleneceğinizi haber alır almaz bu hediyenin hazırlanmasını emrettim. Maalesef tören gününde burada olmayacağız, o yüzden onu size şimdi vermek istiyorum," derken bir işaret daha yaptı ve uşak sandığın kapağını usulca kaldırınca içindeki gizli hazine ortaya çıktı.

"Bu taç, uzak diyarlardan sarayımıza bir kâşif tarafından getirilen Strelitzia ve benim de pek sevdiğim Campanula çiçeklerinden yapıldı. Size çok yakışacağına inanıyorum, düğün gününüzde takarsanız bizleri çok mutlu edersiniz."

Diken şeklinde göğe uzanan camın altında uyuyan cennet kuşu çiçekleri ile onları çevreleyen çan çiçeklerine bakarken gözlerimin dolmasına mâni olamadım. Taç öyle zarifti ki onu taşımaktan tarifsiz bir mutluluk duyacaktım, ne var ki çan çiçeklerini görmek beni birkaç hafta öncesine sürüklemiş ve göğsüme bastırdığım bukete bulaşan kan izlerini tacın üzerinde görmeme sebebiyet vermişti. Karnıma saplanan ani sancı içimi sızlatsa da tacı ellerimin arasına alıp Prenses'e teşekkür ettim, bana yalnızca göz alıcı bir armağan değil, kaybettiğimi sandığım umutlarımı da bahşetmişti.

Ölüme bu kadar yakın durduğum bir anda yanımda olan o güzel çiçekleri, yeniden doğduğum günde tebessümümün üzerinde taşıyarak geçmişteki karanlığı yenecektim.

Herkes masalardaki yerini aldıktan sonra başlayan sakin bir müziğin eşliğinde huzurlu bir şekilde geçti akşam yemeği. Sen, ailen ve benim ailem, hep birlikte konuklarla aynı masada oturmuş kendi kültürümüze ait yemekleri tadıp resimden müziğe türlü konulardan sohbet ederken karşımda uzanan bu mutlu tablodan gözlerimi ayırmak istemedim tek bir saniye için bile. Hep böyle kederden uzakta, sevdiklerimle bir arada olabilmeyi o kadar uzun zamandır hayallerimde yaşatıyordum ki şimdi de yitirmekten endişe ediyordum. Başını bana çevirip tebessüm ettiğinde biliyor musun nasıl sızlıyordu yüreğim? Anlaması güçtü lakin sen, hem en büyük korkum hem de en sarsılmaz cesaretimdin.

Yemeğin ardından tatlı servisi başlamıştı ki o sırada orkestradan yükselen melodileri duyan Prenses heyecanla ellerini göğüs hizasında buluşturup bize döndü ve "Bu şarkıyı pek severim, bizim için bu şarkıda dans etmeyi düşünür müydünüz?" diye sordu. Kısa bir süre için bakışlarımız kesişti seninle, ikimiz de cevabı biliyorduk. "Elbette," diyerek ayağa kalktığında avucunu bana doğru uzattın. Ben de elini tuttum ve birlikte masalar arasındaki boş alana doğru ilerledik.

Ellerimiz buluştuğunda salon sessizleşti ve müziğin sesi yükseldi. Beni mutlulukla izleyen gözlerine bakarken aramızdaki mücadelelerce sınanmış ancak hiç kırılmamış bağı düşündüm. Sürüklese beni fırtınalar senden uzağa, gittiğim her yerde yine ve hep yine seni bulurdum karşımda. Bir başıma kalsam ve yağmurlar yıkasa gözyaşlarımı, üşüsem soğuk duvarlar arasında, avucun sarar yanaklarımı defalarca. Kırılsa kirpiklerim ve sızlayıp dursa gözlerim, korkmam hiç, sen olursun aynam dünyama. Nasıl da benliğimin ayrılmaz bir parçası oldun sen birdenbire, ruhun nasıl örtüyordu benimkini böyle kusursuzca? Bilmiyorum.

Ve sana dair en çok sevdiğim karmaşalardan biri de tam olarak bu.

Bilinmezliğin tam ortasında, kendimi en zayıf bulduğum anın içindeyim fakat sevgilim, en kudretli hissettiğim zaman da bu aslında.

*strelitzia (De. & En.): Cennet kuşu çiçeği olarak da bilinen, sadakati ve ölümsüzlüğü temsil eden bir çiçektir.

*campanula (La.): Çan çiçeği olarak da bilinen, minnettarlığı ve ebedi aşkı temsil eden bir çiçektir.

Fortsätt läs

Du kommer också att gilla

528 101 16
Ailesinin ve yakın çevresinin korkunç bir şekilde katledilmesi üzerine Aneta, babasının uzun yıllar herkesten sakladığı esrarengiz bir anahtarı Arra...
Haz Av 🍀

Romantik

156K 1.7K 15
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
TABLO Av sinem

Allmän skönlitteratur

8.1K 921 16
Kırmızı bir bağın ardına saklanan körlük... Kırmızı bir elbisenin ardına saklanan zayıflık... Ve kırmızı bir boyanın ardına saklanan gerçek... "Gözle...
1.3M 57.8K 61
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...