Bölüm 13- Kader ağlarını örecekte...

Magsimula sa umpisa
                                    

                 Dairenin kapısında beliren Japon çifti görünce bir hayli şaşırdı. Uğur İngilizcesine güvendiği için Gizem’i seçmişti belli ki. Konuklarını karşılayıp içeri aldı. Bay Atsumi Katou ve eşi Sakura Katou, yaşlı ve heyecanlı bir çiftti. Daireye girdikten sonra, birinin daha geleceğini söylediler ve davet beklemeden terasa yöneldiler. Aralarında Japonca konuşmaya başladıklarında Gizem kendini dışlanmış hissetti,  olaya Fransız kalmak bu olsa gerek, diye düşündü. Gizem elinde dosyasıyla tanıtım yapmaya programlanmıştı ama yaşlı çift o yokmuş gibi durmaksızın konuşuyordu. O kadar hararetli bir paylaşım içindeydiler ki, Gizem kavga ettiklerinden emindi. Arada bir ona bakıp gülümsüyorlardı ama hiçte mutlu görünmüyorlardı. Onları izlemeye dalmışken arkasından gelen adamı fark etmedi.

 “Pardon, Uğur bey yok muydu?” Gizem duyduğu sesle irkilip arkasını döndü, “Hayır ben…” adamı görünce bir an sustu, “Siz zaten benim kim olduğumu biliyorsunuz, Kerem bey” dedi şaşkınlıkla elini uzattığında dudağında minik bir tebessüm belirmişti.

 Görüşmeyeli yıllar olmuş gibi hissetti. Ona baktığı anda tanımlayamadığı hisler kalbini hızlandırırken beyni cümlelerini yönetmekte zorlanıyordu. Seni lanet herif, hala ne kadar da yakışıklısın, seni görünce neden Mısır Piramitleri aklıma geliyor? Aman Allah’ım onu özlemiş olamam öyle değil mi? Ama peki o zaman neden… aah kes saçmalamayı Gizem!

 Kerem ise Uğur beyle buluşmayı umarken, karşısında Gizem’i görünce gözlerine inanamamıştı. Öncesinde birkaç kez orda burada gördüğü kadınları Gizem sandığı için yine benzettiğini düşünmüştü. Gizem ona doğru dönüp konuşmaya başladığı an, ayak parmaklarından göğsüne kadar tüm kanın vücudundan çekildiğini hissetti. Tüm kan kalbine toplanmış olmalıydı. Çünkü kalbinin atışları, yürümeyi yeni öğrenen bir bebeğin adımları gibi aceleci ve beceriksizdi.

 Kerem Gizem’in uzattığı eli, iki elinin arasına alarak samimiyetle sıktı.  Gizem ilk şoku zorlukla atlattığında gülümseyerek “Hoş geldiniz” diyebildi.

 Kerem, Gizem’in Antalya’da kendinden kaçışlarını hatırladı. Kız ondan kaçmaya çalıştıkça, kader onu Kerem’in kollarına atıyordu. Bunu düşününce gülesi geldi ama tuttu kendini “Hoş bulduk. Uğur beyle dün telefonda görüşmüştük, plan değişikliğinden haberim olmadı.” Dedi.

 Gizem, Kerem’in yüz ifadesinin alaycılığına anlam veremese de, açıklama yapmak zorundaydı “Bu sabah Uğur’un bebeği doğdu, o yüzden onun yerine ben geldim…” Kerem’in alaycı yüz ifadesine katlanmak her saniye zorlaşıyordu, sormazsa çatlayacaktı Gizem ve sordu “Yalnız ben bir şeyi merak ettim, sanki gülmek istiyor ama kendinizi tutuyor gibisiniz. Ben bir şey mi kaçırdım?”

 Kerem dudağının ucunda zorlukta zapt ettiği gülücüğünü serbest bıraktı. “Seni burnumun dibinde bulmak hoşuma gitti. Şey, yani sizi… Yaa bu siz biz, yakışmadı bize sanki ne dersin? Birbirine defalarca eziyet etmiş iki insan olarak çok eğreti durdu dilimizde” dedi.

 Gizem rahatlamış gibi bir nefes aldı “Kesinlikle haklısın. Birbirimize siz diyemeyecek kadar çok rezalet yaşadık.” Gülümserken laf sokmuş olmanın da tadını çıkarıyordu.

 Kerem onu izlerken gözü yine dudaklarına kaydı “Onca şeyden sonra bana bakarken gülümseyebilmen çok güzel” dedi.

 Gizem aldırmaz bir tavırla “İnsanoğlu çok büyük acılara dayanabiliyor. Birkaç kez gördüğüm birinin, benim için edepsiz planları olması beni öldürmedi. Ki bir de sen durumun aslında öyle olmadığını açıkladın bana. Ben kendi adıma Antalya sayfasını kapattım. Sorun yok yani” derken Kerim’in yakışıklılığının hala çok büyük bir sorun olduğunu düşünüyordu.

Öyle sıkı sarıl ki...Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon