01|kahrolası perşembeler

Start from the beginning
                                    

Zemindeki ses bana şaplak sesini anımsatırken yeniden kahkahalarıma boğulmuş ve bu sırada seçtiğim fotoğrafı hızlıca ona göndermiştim. Ayaklanıp ona son bir bakış atmış ve ateş fışkıran gözlerine denk gelmiştim. "Dur!" diye bir nida koyuverdim. "Dur bak her şey biricik aşkın Yoongi için." Dedim. Tam bir şerefsizdim. Yaşasındı Jeon Jeongguk o zaman.

Çünkü biricik aşkının adını duymasıyla o ateş sönmüş ve yerini çiçek bahçesine bırakmıştı. Ne saftı şu Jimin de. Gelip gelip bana kanıyordu. "Bak telefonuna." Dedim odanın kapısına bir iki adım atıp. "Bak onca badire atlattın. Gönderdim sana." Sonra ona uçan bir öpücük -bu sikimsonik isim için özürlerin en büyüğü sizeydi, zira zamanında ben de Jimin'e tonla küfretmiştim bundan sebeple- atıp koşar adımlarla odadan kaçtım.

Neden mi? Bunu tam da Jimin'in beni günün birinde gülmekten öldüreceği çığlıklarından birini duymamla aynı anda sorgulamanız ağlatacak beni. Çünkü Jimin'in büyük bir hevesle açtığı telefonda karşılaştığı şey kendisine el hareketi -sansür şart dostlarım- çeken bir gorile yerleştirilmiş kafasından başka bir şey değildi. Min Yoongi veletini ancak rüyasında görürdü o.

Tüm bunların lanet güneş ışıkları yüzünden olduğu kafama dank edince bir an olduğum yerde durup kendimi sorguladım. Fakat işin bir yerinde gülmek de gerekirdi dostlarım. Yoksa nasıl geçerdi zaman, nasıl dinerdi şu kahrolası aşk acıları? Hiç.

Aşk acısı demişken, bugün günlerden neydi sahi? Elimdeki telefonun kilidini açmadan ekrandan haftanın hangi günü olduğuna bakmış ve "Jimin!" diye çığlık atmıştım bir kez daha. Bu sefer acı çığlığım sahiciydi çünkü bugün günlerden perşembeydi. Tanrım, bugün perşembeydi ve benim tek yaptığım yine "Jimin!" demek olmuştu. Yarılamış olduğum merdivendeki duraksamam geri dönüp tıpış tıpış Jimin'in ayaklarına gitmem ile sonlandı ve koşar adımla kendimi odada buldum yeniden.

Sanki ben odadan çıktığım an zaman durmuş gibi odaya girmemle Jimin'i aynı pozisyonda, telefonuna bakar halde bulmuştum. Bakışları beni buldu ve telefonuna baktı yeniden. "Jeongguk, Tanrı kahretsin seni. Bu ne böyle?" bu sefer sakin halde çıkan tonunu garipsemeyi bir kenara itiverdim ve dehşetle konuştum. "Jimin, bugün günlerden perşembe."

"Biliyorum, ben yukarıdayken Seokjin hyung aradı."

"Siktir," dedim odada hızlı hızlı bir o yana bir bu yana giderken. "Siktir ne yapacağım? Duş bile almadım, bugün Perşembe. Tanrım!" dedim kafamı tavana doğru kaldırıp. "Duş bile almadım daha, bugünü ne diye Perşembe yaparsın?"

"Geri zekalı," dedi Jimin yerinden kalkıp. Bugün Perşembe diye o bile dövmemişti beni. "Koskoca Tanrı'yı şunca zaman sonra, hatta ömründe ilk kez, bunun için mi sorguluyorsun?"

Ona cevap vermedim, kafamı tişörtümün yakasına sokup bedenimi kokladım ve boğuk çıkan sesimle konuştum kaslarıma bakıp. "Dün gece duş aldım, kokmuyorumdur değil mi? Aptal," dedim kafamı tişörtten çıkarıp bir elimle kafasına geçirirken. "Öğlen yemeğinde ne diye sarımsaklı yoğurt koydun sofraya, aptal."

"Ne olacak," dedi pişkin pişkin konuşup, edepsizce de omuz silkerken.

"Sus," dedim. "Sus konuşma. Hazırlanmam gerek benim, süslenip püslenmem gerek." Arkamı dönüp bir iki adım attım ve devam ettim söylenmeye. "Ne anlarsın sen aşktan, goril herif?"

Kıkırtıları kulağıma ulaşırken aniden arkamı döndüm ve gözerimi kıstım hiddetle. "Sus," dedim. "Neye gülüyorsun?" Yine omuz silkti, sırıtışı devam ederken kendini arkasındaki koltuğa attı ve "Seokjin hyung, bir saate geleceklerini söyledi."

"Al işte," dedim çığlık atıp ağlak bir tonda sızlanmaya devam ederek. "Olacak iş mi? Senin yüzünden yirmi yedi dakikam gitti. Nasıl ütüleyeceğim gömleğimi?" Ağlayıverecektim şuracıkta, yeminler olsundu. Elimi kabarmış saçlarıma attım ve "Şu hale bak Jimin," dedim. "Çok çirkinim."

Halim ona çok acınası gelmiş olsa gerek artık sırıtmıyordu. Şefkatle yanıma geldi ve ellerini saçlarıma atıp düzeltmeye başladı. "Sen her halinle de çok güzelsin Jeongguk. Hadi," dedi ellerini omuzlarıma atıp arkamı dönmemi sağlarken. "Çık yukarı da kendine giyecek şeyler seç. Ben ütülerim sana."

"Seni seviyorum, salak herif." Dedim ona dönmeden ilerlerken. "Jimin, sen en güzel arkadaşsın." Sesli gülüşü kulaklarıma dolarken odadan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Son basamağa varmışken aniden alt kattaki kapının zili çaldı ve Jimin'den daha yakın olup, şu an için onu çok sevdiğimden dolayı, "Ben bakarım," diye bağırdım. "Seokjin hyungdur," dedim ağır ağır merdivenleri inerken. Sesim hem içeriden hem de dış kapının ardından duyulacak seviyedeydi. Kahrolası ses tonumun bir ayarı yoktu. "Off ya, yemek yapacağız bir de. Aşk adamıyım ben ulan, ne uğraşacağım Seokjin hyungun kekiyle böreğiyle? Hem şu hale bak ya," dedim kendi kendime bağırırken. Bu herkes için alışıldık bir durum olduğundan kimse sorgulamıyordu artık. "Saçım başım dağınık, bugüne ne diye Perşembe adını koyarlar? Aşık olduğumuz herife de mi güzel görünmeyelim," dedim kapıya yaklaşmışken. Seokjin hyung eminim ki elindeki poşetlerle dikilmekten sinir küpüne dönmüştü. Bu az da olsa keyfimi yerine getirdi.

"Söylesene Seokjin hyung," dedim kapıyı aralayıp aynı anda son sözlerimi de anlık bir -kocaman- gafletle söylerken. Evet, son sözlerim dostlarım zira, bugün günlerden kahrolası perşembeydi. Saçım başım dağılmıştı, üzerimde 9¾ basılı pijamalarımla kapıyı açmaya gidiyordum. Ve aşkımı çığlık çığlığa bağırıyordum. "Yemeklerin aşk acıma da iyi gelir mi?"

Sorduğum sorunun cevabını alamadım. Kapıyı açtım ve onunla göz göze geldim. Tanrım! Onunla göz göze gelmiştim ve her hafta Perşembe günü yemeğe gelen üst komşularımız, aynı zamanda yakın arkadaşlarımızdan, Kim Taehyung, nam-ı diğer dünyadaki en güzel çiçek, kahrolası aşk şiirlerimin sahibi ve elbette ki lanet olası aşkımın tek sahibi tüm çığlıklarıma şahit olmuştu. Gözleri kocamandı, elinde kendi hazırladığı çikolatalı pasta vardı.

Eyvahlar olsun, diye geçirdim o an içimden çok kez. Tüm eyvahlar en çok sana olsun Jeongguk.

-
bölüm sonu

nasıldı bölüm... beğendiniz mi...
kalpkalp

reformic pains // taekookWhere stories live. Discover now