BAŞKALDIRI (Birinci Kısım)

62 18 94
                                    

Ayakları altındaki falezlerin narin dalgalarca okşandığı sıralar gri rahibe Agnis, kulaklarına çalınan o dinginlikte, zihnindeki çıkmazları men etme gayretindeydi. Kalçalarını kavramakta yetersiz kalan taş oturaktan güneyden kuzeye doğru seyir halindeki çam yarması iki buluta gözlerini dikmiş gibi görünse de kâinatın kendisiyle alay etme biçiminden veyahut tanrıça Ferlux'ın sinir bozucu mizahından olacak, aslında yaşadığı tüm o huzursuzluğun başkahramanını kesiyordu gözünün ucuyla.

Sura'nın deyim yerindeyse ölüp de dirildiği seher vaktinin gecesinden şafak vaktinin sabahına uzanan o dakikalarda, başrahibeye bir ömre yetecek kadar sövmüştü. Yine de yeterli gelmemiş olacak ki eli ayağına dolanıp kıdemli yaşıtlardan birini herhangi bir gri rahibenin refakati olmaksızın Aenor'u derhal getirtmek üzere tapınak sınırlarından dışarı yolladığında da sövmüş; ihtisası tıp olan gri rahibe eve yetişip can havliyle kız çocuğunu tetkik ederken de sövmüş ve hepsinden de öte, idol bellediği başrahibenin, yıkımlara gelesice, yerin dibine batasıca, toprak yutasıca odasına kapanıp günün geri kalanında kızın halini bir kere bile sormayınca da...

Mutfağın kenarındaki kuyudan arkadaşı Caithlin ile birlikte su çekmekte olan Sura'ya bir haftadır kene gibi yapışmıştı gri rahibe. O lanet sabahtan bu vakte değin kızın peşinden bir saniye bile ayrılmamış, geceleyin de her saat başı kontrol etmek üzere yatakhanelerine çıkmıştı. Sura vahim haldeydi. Ne yeyip içiyor ne de ağzından tek bir kelime çıkıyordu. Gözlemlediği kadarıyla şu kara kaşlı Casaris veledi hariç tüm yaşıtları, üzerine varmamaya dikkat ederek ellerinden geldiği kadarıyla kız çocuğuna destek oluyor, yer yer onu neşelendirmeye çalışıyordu. Fakat her deneme nihayetinde başarısızlığı tatmıştı.

Agnis, gözleri önünde her gün biraz daha eriyip giden Sura'ya esasen sadece başrahibenin yardımı dokunabileceğinin farkındaydı. Ne de olsa bu adı, sanı belirsiz illeti kızın üzerine salan muhtemelen yine başrahibenin ta kendisi değil miydi? Lakin yaşlı kadın, malum sabahtan beri bir kere bile odasından çıkmamış, kendisinin tüm o baskılarına, suallerine, sorgularına ve hakeza lanetlerine kayıtsız kalarak suratını o işe yaramaz felsefe kitaplarına gömmüştü.

Ayağa kalkıp huzursuzca volta atmaya başladı Agnis. Başı yerde, düşünceleri ayağının altındaki çarpık, eğri büğrü yer taşları gibi düzensizdi. Sura ve başrahibe arasındaki bağlantıyı yakalayamıyordu. Şu dalga gücü meselesinin hortladığı toplantıda başrahibe, Atheaları tanıdığını, hatta ve hatta yakından! tanıdığını söylemişti. Yaşlı kadının Athealar ile geçmişe dayanan bir husumeti mi vardı acaba? Sura'ya olan bu alışılmadık ilgisi, takıntısı ve nihayetinde kötülüğü bunun bir sonucu muydu?

Bakışlarını bu sefer önce dalgalara, sonra ötesine ve son olarak da ufka yöneltti. Sınıra ulaşmıştı. Ondan uzağını göremiyordu. Başrahibe, yaz gündönümü sabahında, ayini sona erdirmeyip baştanrıça Fer'e dua ederek tamamlamış ve bunu yapmasının altında iyi bir sebebi olduğunu ima etmişti. Sura'yı neredeyse öldürecek kadar iyi bir sebep! Bu sebebi düşündü Agnis. Sınırın ötesindeki gerçeği aradı gözleri. Bu sebep her ne ise görünen o ki sadece Sura'yı değil başrahibeyi de tüketiyordu.

Tekrar taş oturağa kurulan Agnis, başını göğe kaldırdı. Bu gerçek, her ikisini birden ilgilendiriyordu. Sura yitip giderken başrahibe de ona eşlik ediyordu sanki. Bir haftadır odasına her gittiğinde yaşlı kadını biraz da bitkin, tükenmiş halde ve feri gitmiş gözleriyle bir arayış içinde buluyordu. Neden yalnız başına? Neden ona açılmıyordu? Yoksa başrahibenin sebebi sandığı kadar iyi değil miydi?

Bakışlarını o boktan pamuksu bulutlardan alıp doğrudan Sura'ya yöneltti, tüm o salak saçma kuralları hiçe sayarcasına. Başrahibe ne halt yiyorsa artık ona dâhil olmak istemiyordu. En azından onun düşündüğü şekilde...

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin