IŞIK (İkinci Kısım)

29 4 29
                                    


Hiçbir aile üyesinin yaklaşmaya cesaret edemeyeceği kadar yakın, hiçbir Arş kulunun erişemeyeceği kadar uzak bir sınırda, baş tanrı Kal ve baş tanrıça Fer, derya deniz bir sohbetin ilk dalgalarını sürmek üzereydi. Hiçlik denizindeki o müstesna, zikıymet karşılaşmalarına kıyasla belki önemsiz sayılabilirdi ama yine de feza ve zaman ile birlikte engin dengelerin gaipten bu yana hiç bu denli tehdit edildiği görülmemişti.

Arş'ın eşiğinde kâinatın kaderi sınanadursun hararetli bir savaşa tutuşmak üzere olan aşağıdakiler ne olmuş olandan ne de olabileceklerden muttali, cahilce ilk adımlarını atmaktaydı.

Etin arkasına gizlenmiş cevherleri okuyan bir dikkatle saflara baktı Corthus. Ön sırada uzayan Lapsisli piyadelerin mücadeleye hazır kaynayan kanlarını hissetti. Saraykent'i yakıp kül eden büyücülerin ateşini iade etmek istiyor gibilerdi. Anatolialı okçular, merkez piyadelerinin hemen arkasına sıra olmuşken Anatolia sapancılar kanatlara yerleştirilmişti. Piyadeler gibi onlar da tüm cengâverlikleri ile hazırlardı muhabereye. En zor görev onların olacaktı zira. Kuşaklarında hançer de taşıyan bu yiğit sapancılar kelime anlamıyla ölüme koşacaklardı. Öyle ki sapanla taş değil mekanik simyacı Temir'in icadı, düştüğü yerde infilak eden veya havayla temas edip ortalığı sise boğan keseler atacaklardı düşmanın üzerine.

Sessiz bekleyişin huzursuzluğu baldırlarındaki ateşi kızdırırken bu defa tam karşıya, talihsiz bir eğimle önlerinde yükselen yarımadaya göz gezdirdi Corthus. Melekelerini bir rafa kaldırıp o bayırı delice tırmanmak, düşmanın üzerine akın akın saldırmak istiyordu. Ne var ki yarımadanın ucunda şahlanan kale, gayet sarp ve muhkem bir yerde konumlanmıştı. Ortam koşullarının düşmanın menfaatine olduğu aşikârdı.

Büyüden peydahlandığı on fersah uzaklıktan bile belli olan dikenli, odunsu duvar kaleyi çevrelemişti. Üç adam boyundaydı bu illet ve sarmaşıkları kıpır kıpır oynaşıyordu. Koruduğu kalede köylüler ve büyücülerin aileleri vardı.

Muharebeye hazır halde, bu canlı duvarın hemen önünde bekleyen on üç büyücüyü işaret etti Gaius. "Yarısı bataklık büyücüsü Hedara gibiyse telef olacağız dostum." dedi keyifsizce. "Her halükarda... Bu yolu birlikte yürüdüğümüz için mutluyum. Sonucu her ne olursa olsun."

Can dostuna sevecenlikle sarılıp ötekinin gönlündekileri onayladı Corthus. Ne de olsa sözünü tutmuştu. Saraykent zindanlarından ödünç aldığı kurtuluşu şimdi onlara sunuyordu. Arz'ın karanlıklarından, türlü bela ile yıkımlardan sağ kurtulup gelmişlerdi. Tek engel, karşılarında Arş'ın efendileri gibi dikilen on üç büyücüydü artık. Onları da def ettiler mi Arz'ın tek efendileri kendileri olacaklardı.

"Macera dolu bir yolculuktu." diyerek bu serüveni içtenlikle yüceltti Rufus ve bir erkek sertliğinde ötekinin sırtını sıvazlaya sıvazlaya ağabeyine sarıldı. Aralarındaki buzlar çoktan erimişti. Lapsisli lejyonerlerden hiçbiri bu geçimsiz iki kardeşin sırtı sırta düşmanla cenk edebileceğini düşünmezdi. Gelgelelim o gün gelip çatmıştı artık.

Fırsat gelince İrte yanaştı komutana. Hınzır bir tebessüm tezahür etti dolgun, pembe dudaklarında. Alev rengi kehribar gözlerine düşen ince telli perçemleri ise fırlatılmaya hazır birer ok gibi dizilmişti hilal kaşlarının üzerine. "Anatolia çölündeyken, aslında kim olduğunu anladığımda, bir an için seni öldürmek geçmişti içimden." diyerek bir itiraf patlattı İrte, itirafın büyüklüğü ile ters olan, oldukça alelade bir tonlamayla. Neyse ki hemen ardından tatlı tatlı gülümsedi. Olur olmadık zamanda vuku bulan, ruh haline uygun tatlı sert inişleri ve çıkışlarıyla yine bilindik tavrını sergiliyordu Anatolialı genç prenses. "Arş'ın efendilerinin işine akıl sır ermez Corthus deAharis. O kalın kafan ne yapıp etti, bizi buralara kadar getirdi."

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin