ELVEDA

64 13 137
                                    

Canını Sithis'ten güçbela kurtarıp tozu toprağı evirip çevirip çekirdeğinde bir etme gayretiyle cebelleştiği o varoluş zamanlarını atlatmış, devran üzerine bin devran, türlü yıkımlardan sonra bin hayran olan bu kâinat tohumunun, bin velâdet ile cana ve kana doyacağı, ancak nihayetinde tüm o güzelliklerini kızıla dönecek Sithis'e kaptıracağı rivayet edilirdi.

Makhûriyet ile zahmetkeşliğe sürüklenen Arz'ın çocukları, her çeşidinden illet ve her çeşidinden felaket ile dehşet içindeyken, tül tül, salkım salkım düşen yaprakların karşısında, haşarılık eden kurbağaların cumburlop atladığı kurşuni bir göletin dalgalı yanmasında bir kadın keyif çatmaktaydı. Arz'ın son gününe kadar yaşama derdindeydi aslında bu kadın. Hemen gerisindeki bir ağaçtan ödünç aldığı burgulu köklerle çanağına bir oturak peydahlamış, bataklığına karışmış kız çocuklarının kanlı canlı iniltilerinden zihnine bir müzik nakşettirmişti.

Gelgelelim bir süre sonra, kadının sefahati sona erdi. Bir fısıltı işitmişti çünkü. Başka bir hayata ait bir fısıltıydı bu. Onu, bu günlere taşıyan, kâinatı bükmeyi öğreten fısıltıydı işittiği. Zihnini telef ediyordu kadının. Onu sığ kıyılara sürüklüyordu. Acımasız ve gaddardı muhakkak. Öç almak istiyor gibiydi.

Bir zamanlar kendine Valeria denen ancak şimdilerde kudretine yakışır şekilde kendini Hedera diye tanıtan bu kadın, korkuyla, oturağın burgulu kolçaklarına tutundu. Bataklığı bir zelzele sallamıyordu lakin kadın alabora alacakmış gibi davranıyor, sağlam durmaya çalışıyordu. Daha fazla göğüs geremeyip ayağa kalktı Hedera ve göletin yansımasına koştu. Hâkimiyetini yitirmiş, aciz bir kuklaya dönmüştü adeta.

Kadınlığı ile kıvrımlarını örten geniş taç yapraklar, kadının titreyişi ile aheste aheste döküldü. Hemen ardından saçları ve görünürde kalan tenini kaplayan çamuru, bataklık emdi. Tazecik çayırları andıran o yemyeşil gözleri, mat bir griye çalmıştı. Dudak uçuklatacak yaşı bir kenara atılabilirse, taze ve diriydi kadın. Bir Arş'ın kulu bile onun beş yüz yaşına merdiven dayadığını tahmin edemezdi.

Hedera'nın bedeni acizlikle tir tir titrerken, göletin yansımasında dudakları kıpraştı. Kadın, elini götürdü fakat dudakları kıpırdamıyordu. Gelmişti... On üç değil de on iki kız çocuğu talep etmesinin ardındaki gerçek gelmişti. Tanrıça Rhea idi zihnini fetheden.

"Decipi ti lena... Non merentur ti lena idi apo tin archi..."

Zihninde bu sözcükler yankılanmıştı Hedera'nın. Yansımada kıpırdayan dudaklarla uyumluydu kelimeler. Işığı kandırdın demişti. Başından beri ışığı hak etmemiştin zaten diyordu.

"Mia mera... Mia mera recipiam quod tributum. Non dediscas afto!"

Göletin yansımasındaki dudakları, bizzat kendine ait olmakla birlikte sadece bir elçiydi. Bir gün demişti... Bir gün, bağışladığımı geri alacağım. Bunu unutma! diyen milyonlarca kıymık battı beynine ve fısıltılar aniden sustu.

###

Anatolialıların yeraltı şehrinin şifahanesi Gaius'a yine misafirlik ediyordu. Adamın bu mağara sisteminde geçirdiği vakitler hesap edilseydi, şifahanenin birinciliği bırakmadığı rahatlıkla anlaşılabilirdi. Düellodan galibiyetle ayrılmamıştı Gaius; bu azılı ancak dalavereden ibaret dövüşte mağlup olduğu da söylenemezdi. Ne var ki, en az böğründeki bıçak yarası kadar sızlayan bir kalp daha vardı şifahanede. Annesi şaman büyücüye aldırmayan İrte, bir kez bile bırakmamıştı adamın ellerini. Hiç olmazsa şifahanenin kepenkli kapısı ansızın açılıp babası Anatolia Beyi ve Corthus içeriye dalana kadar!..

"Gaius ne durumda? İyi olacak, öyle değil mi?" diye sordu Corthus, şaman büyücü ve İrte'yi iki köşeye itekleyip arkadaşına sokulurken.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin