DEVİNİM

75 20 94
                                    

Her şeyin hiçbir şey ile tekilleştiği, zaman mefhumunun bu sefer kendisinin de yitip gittiği o kara çukur-kürelerden birinin iç ötesindeki üç varlık, kör sağır bir sohbete dalmıştı. Aralarındaki derin sohbetin dalgaları, Arş'a açılan bu kara çukur-kürede adeta dipsiz bir girdaba sebep olmuştu. Sözün ifade ettiği anlamı taşıyan huzursuz dalgaların odağıydı bu girdap.

Kadın figürünü tercih eden varlık, "Işık Kaçıran, sadece Ruh Bağışlayıcının özünden var oldu. Şekil Vericinin payı olmaması, dalgasının dengesizleşmesi sonucunu doğuruyor. Yoksa neden hikmetin parçasını kaçırsın ki?" diye girdabı besledi. Çember çizerek merkeze doğru akan dalgalar, diğer iki varlığın dalgalarına çarpmıştı.

Bu peşin hükme karşı, "Yanılıyorsun!" diye sert bir dalgayla girdabı besledi erkek figürünü tercih eden varlık. "Işık Kaçıran'ın zuhurunda, bizden farklı olarak Şekil Vericinin katkısı yok elbet! Ama bu demek değil ki bir dengeye sahip değil."

Zarifçe dalgalarını savurdu, kadın figürünü tercih eden bir diğer varlık. Girdabı besleyen safsataları hiçliğe süpürür gibiydi. "Her ikinizin de hikmeti ne kadar sığ! Işık Kaçıran ne dengeden noksan, ne de kendi içinde özel bir dengeye sahip. O sadece... Şekil Vericinin kuralları dışında kendini bulmaya çalışan bir kaçak! Hikmetin parçasını Arz'ın çocuklarına kaçırması halinde sonuçların onlar için yıkım olacağını bilmiyor muydu yani? Elbette biliyordu!"

Erkek figürünü tercih eden varlık, sanki muhasara edilmiş gibi titriyordu. Ketum dalgaları, bir bir dalgakıranlarca teskin edilince enginliğe teslim oldu. "Her ne olursa olsun artık geri kabul edilmiyor. Arş'ın dışında yitip gitmeye mahkûm bir kaçak..." diye son bir keyifsiz dalgayla girdabı besledi. Hiçlik denizinde sürüklenirken Ruh Bağışlayıcı ve Şekil Vericinin bir şekilde birbirini bulmasından sonraki ikinci olandı Işık Kaçıran. Ve ona ait öz, Arş'tan uzakta acı acı sönecek, son çırpınışları akabinde hiçlik denizine sürüklenip unutulmaya boğulacaktı.

###

Sabaha karşıydı. Bu vakitler, kendine özgü vakitsizliği, o ansızın gelen beklenmedikliği ile tanınırdı. Öyle ya, bir bakıma sabaha karşı, hazırlıksız yakalananların zamansız vaktiydi. Geldiği asla görülemezdi. Dalgalar seni alabora edene kadar varlığından bir haber sabahın ilk ışıklarına doğru kürek çekerdin. Tam da böyle bir anda, karanlık yatakhanede uyku halindeki on iki kız çocuğu, Gri Evde yeni bir günün şafağına doğmak üzereydi. Ancak on ikisi haricinde bir kız daha vardı. O, ne uykuda ne de uyanık idi. Sabaha karşıya, beklenmedikliğe sürükleniyordu. Esasen bedeni, kabullendiği o ahşap yatağında olmasına karşın özü, kabuğundan çok ötedeymiş gibiydi. Ne vardı ne de yoktu. Sadece akıyordu...

Evindeydi Sura. İç bahçede, tanıdık bir huzurun şefkatli koynunda fakat yalnız idi. Çok ötede, öylesine yalnız hissediyordu ki. Çiçekler vardı. Henüz tomurcuklanmamış, ellerini Sithis'in o güzel ışıklarına doğru uzatamamış çiçekler...

Çiçeklerden birine çömeldi. Okşadı, onunla konuştu. Nazikçe sevdi onu. Derken, hiç de beklemediği, gözlerine inanamadığı bir şey oldu. Çiçek önce tomurcuklandı. Hemen ardından da turuncu yaprakları raks edercesine salınarak açıldı. Çiçek büyüdü. Büyüyüp büyüyebileceğinden çok fazla...

Gözünü bağlayan bu güzelliğin seyrinden kurtuluşu, mahkûmiyetinden de hızlı oldu. Şaşkınlığı korkunun o kör edici beyazlığına bürünmüştü. O büyüyen, yapraklarını kusursuz bir ahenkle açan çiçeğin tersine diğerleri kül olup gitmişti çünkü. Koca iç bahçe, toz ve küfe bulanmıştı. Sura çok korktu. Titriyordu. Çok ötedeki zaman mahkûmu bedeni, her şeyden uzakta kımıldamadan duruyordu ama.

Ayakları üzerine doğrulduğunda korkusu, bir anda hezeyana sürüklendi. Zira evi yerle bir olmuş; taş üstünde taş kalmamıştı. Apansız bir dürtüyle döküntülerin, parçalanmış taş blokların üzerine tırmanıp kendini harap haldeki evin dışına attı. Gözleri kapalı, boylu boyunca yüzükoyun yere yığılmıştı.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin