ANATOLİA BEYİ

59 14 91
                                    

Bundan milyonlarca yıl evvel, Arz'ın henüz genç olup kanı kaynadığı zamanlarda bir mağara doğmuştu. Bu körpe mağaranın ilk yılları, aynı doğumu gibi sancılıydı fakat zamanla çağları saatlere yoracak bir sükûta kavuştu. Ne var ki bu sessizlik pek de uzun sürmeyecekti. Arz biraz yaş alıp olgunlaşınca, bu aziz mağaraya misafirlik etmeye başlayan zengin suların hasbelkader hoşbeşi, zaman içerisinde öyle koyu bir sohbete dönmüştü ki bu aziz sohbetleri daim kılacak sarkıtlara, dikitlere ve hatta erimiş balmumlarını andıran o güzelim sütunlara tahavvül etmişti.

Gel zaman git zaman bu kadim mağaraya yeni bir misafir çıkageldi. Sarkıtları, dikitleri veyahut sütunları gibi sevecen değildi bu aylaklar. Çeperinde açılan o ilk oyuktan itibaren bir kere bile gün yüzü göremeyecekti artık bu mağara. Evvela Anatolialı lağımcıların beraberinde sürüklediği tozu toprağı solumak mecburiyet olmuş, hemen ardından da eli sopalı taş ustalarının sabırsız, incelikten yoksun darbelerine maruz kalmıştı. Dilsiz çığlıklarını bir Arş'ın kulu bile duymamıştı ama. Milyonlarca yıla sârî saadeti öyle bir anda ayaklar altına alınmıştı işte.

Ne yazık ki bu taş ustalarının hiç mi hiç insafı yoktu. Bir kere yeraltına sürülmüşlerdi ne de olsa. Lazım gelen her neyse yapmak zaruriydi. Tam da Anatolia Beyinin emrine yakışır, güzelliğine leke sürülecek biçimde taht salonu olarak oyulan bu kadim mağarada, huzura kabul edilecek ulakların alacağı her nefes, vereceği her kalp atışı rahatlıkla duyulsun isteniyordu. Zira yüze takılan maske hayli prova görse de kalbin provası pek tabii kolay iş değildi. Gelgelim, kadim mağaranın kim bilir kaç devrandır demlediği o sükûtu ahmaklıkla bozan şu taş ustalarının hesap edemediği ince bir ayrıntı vardı: Dizginleri elinden alınacak kişinin beyleri olabileceğini katiyen akıl edememişlerdi.

Anatolia Beyinin galeyana gelmiş olan kalbine hava yetiştirmeye çalışan nefesi, kesik ve kesif uğultularla taht salonu boyunca yankılanırken adamın her zerresine aşina olan kapıkulları, kaçışan saray görevlilerini ittirip hışımla içeriye daldı. Beyleri, ziyafet masasına dayanmış, adamın suratı aynı kır saçları gibi boza çalmıştı. Lapsisli bir adam, prensesleri İrte'nin üzerinde, her ikilinin de bıçakları kesmeye veya delmeye hazır beklemekteydi. Şaman büyücüleri kutlu Umay ise titreyen kollarıyla bir çember açmış, vahim bir kazaya sebebiyet vermek istemediğindendir! kanlı bıçaklı bu vaziyete ilişmeden yalvar yakar bu ikiliyi ayırmaya çalışıyordu.

İlk şoku üzerlerinden atmayı başaran kapıkulları tam da olaya müdahale edecekti ki Anatolia Beyi korkuyla durun manasında elini kaldırdı.

"Bak çocuğum... Kan kaybından öleceksin yavrucuğum... Yeter... Bırak kızımı... Hadi ama... Akıllı çocuğum benim, hadi bırak artık..." diye ağlamaklı ağlamaklı sızlanıyordu kutlu Umay.

Gaius önce kadına, sonra Anatolia Beyine, en sonunda da kılıçları her ihtimale karşın kınından sıyırmakta olan kapıkullarına baktı. Fena afallamıştı. O esnada Corthus ise, kutlu Umay'dan farksız, geri dönüşü olmayan vahim bir aptallık yapmamak için kendisi ile büyük bir savaş veriyor, hilal masanın ucundan bir fısıltıyla dostuna dur çağrısı yapıyordu.

Neyse ki Gaius akıllı adamdı; tüm bu dövüşün bir dalavere olduğunu düşünüyordu. Eğer ki tespiti yanlışsa bile İrte'nin canını almaması, kendileri için yeterli bir galibiyet olmalıydı. Kızın üzerinden yavaşça kalktı ve kılıcını öteye fırlattı; elini böğrüne, oluk oluk kan sızan bıçak yarasına götürdüğü gibi de gözleri aklara karışıp yerlere devrildi Gaius.

Anatolia Beyi, yapışıp kaldığı yerden kızı İrte'ye, Corthus da can dostu Gaius'a koştu. Kapıkulları da yanaşacaktı fakat Umay, onları durdurup iyice budalalaşmış adamlara "Ahmak herifler!.. Sedye getirin!" diye bağırdı.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin