SOYSUZ BİR SOYLU

69 17 116
                                    

Her şeyin hiçbir şey ile tekilleştiği, bizzat ışığın bile kaçamadığı o kara çukur-kürelerden birinin dış çeperindeki iki varlık canbaz bir sohbete dalmıştı. Arş'ı her şeyden ayıran eşiğe oldukça yakınlardı. Çukur-küreyi sarmalayan o kızıl disk, ufkun bir adım ötesinde her şeyi hiçbir şeyden ayırıyordu. Sözün ifade ettiği anlamı, yerli yersiz dalgalar taşıyordu orada. Dillere sağır, kulaklara lâl olan bu dalgaların yerini yurt edinebilirlerse ancak ağırlıksız, zerre fısıltılar alabilirdi. O da pek mümkün değildi aslında.

Çarşaf gibi uzanmış boşlukta dinginliği ilk bozan, kadın sûretli varlık oldu. "Işık Kaçıran, evden uzakta yitip gidiyor. Orada, Şekil Verici'nin kâinat yasalarına tabi olunan yerde, hiçlik denizine göçmek üzere terk edildi. Arz'ın çocukları için değer mi bu?"

Erkek sûretli varlık, huzursuz dalgaları sakinleştirmeyi bırak, hepten köpürmüştü. İkilinin birbirine çarpan dalgaları, ortada kızgın bir girdaba sebebiyet vermişti. "Işık Kaçıran'ın yönlendirdiği o on üç kâinat bükücüden bir sonuç çıkmadı. Arz'ı iyileştirmek öyle iki alev çıkarmaya, üç bulut oynatmaya benzemez tabii. Zaten Şekil Verici de Işık Kaçıran'a dalgakıran olma peşinde. Arz'ın çocuklarının uykularına musallat oluyormuş. Kâinat bükücülerin evine birilerini yolluyormuş. Kuytu kıyılara vuran metruk dalgalara rast geliyorum bir bir."

Tedirgin dalgaları durulacak gibi değildi kadın sûretli varlığın. Bir nevi, ahenksiz, diken diken, kısacık dalgalar ile besliyordu kızgın girdabı. "Sen değil miydin, Ruh Bağışlayıcı ile Şekil Verici'nin arasındaki dengenin hiçlik kadar eski olduğunu söyleyen? O zaman nasıl oluyor da Şekil Verici, müdahil olabiliyor?"

Erkek sûretli varlık, bir süre dalgasız bekledi. Bir şeyleri ölçüp tartıyordu sanki. "Ruh Bağışlayıcı'yı bilirsin. Her zaman bir dip dalgası vardır. Kimse anlamaz sonuna değin. Anlaşıldığında da yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştır artık."

"İzin veriyor yani." diye kısacık bir dalga yaydı kadın sûretli varlık.

"Öyle olmalı. Ama neden?" diye karşılık geldi erkek sûretli varlıktan. "Bu iş çok uzadı! İlk doğan ben olabilirim ancak ilk karşı çıkan kardeşimizdir. Işık Kaçıran... Rhea... Bize çok daha fazlası olabileceğimizi gösterdi. Ve ben onsuz olacakları görmek istemiyorum!"

###

Gün batıyordu. Körfezden kaçan nemli ve tuzlu akşam yelleri, taş döşeli sokakların her bir sapağından ayrı ayrı kıvrılırken, ince bir uğultuyla ıslık çalıp evlerin kapı ve pencerelerini takırdatıyordu. Sithis de günü geceye terk etme hazırlığındaydı o sıralarda. Tüm körfezi kat eden kızıl şeridi, falezlerin tepesinde, uçurumun kenarında oturan baş rahibenin ayaklarının ucunda yüzüyordu. İyice ufalmış olan ateş topunun gizliden gizliye bir mesajı gibiydi bu. Karanlığa doğru, gecenin ışıltılı gölgelerine seyrinde, baş rahibenin ayakları dibine gönderdiği o son parıltıları ile ihtiyara ışıktan bir yol döşemişti sanki.

Başrahibe öyle için için ağlarken kelimeler, gri rahibe Agnis'in gırtlağına yumru yumru çökmüştü. Bir velvele, bir enkaz kopuvermişti sözcükleri gaibe sürükleyip dudakları mühürleyen. Gözlerinin içi alev alev yanıyordu. Yakıcı olmaktan hayli uzak olsa da göz kapaklarında Sithis'in demlenmiş o son ışıklarını hissediyordu. Hala ayaktaydı Agnis belki; ama bu metanetinden yahut gücünden katiyen değildi. Gözleri yangın yeriyken vücudu, ayazın henüz söküp atamadığı, bununla birlikte damarları kökten koptu kopacak, buz tutmuş bir yaprak gibiydi Agnis'in. Bir üflemeye kalmıştı devrilmesi.

İhtiyar, dalga gücünün hikmetiyle, Agnis'in bu kederli rüzgârlarını hissetmiş olacak ki "Gel otur kızım." dedi, acısına bir eş, kederine bir dost çağrısı misali. Soruları tükenen, cevapları ise ancak baş rahibeden alabilecek olan Agnis, yılgınlıkla itaat etti buna.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin