Hızlı hızlı soluduğu havanın boğazını kesmesi, dizginleri kaçan kalbinin göğsünü sıkıştırması gerekirdi. Ama hiç de öyle olmuyordu. İşin aslı ne olduğu ya da ne olmadığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Taş döşeli sokağa atmıştı kendini fakat burnuna taze çimen kokusu geliyordu artık. Gözleri hala kapalıyken ellerini zeminde gezdirdi. Emin olduğunda kırpıştırarak gözlerini açtı.

Korkuya bulanmış yeni bir heyecan duygusuyla yerden fırladı Sura. Evi... Koca Athea konutu bir anda gözden kaybolmuştu. Sadece o değil, tüm Athmir yerinde değildi. Öyle ki şehrin olması gereken yerde, körfezden esen rüzgârla tatlı tatlı salınan yemyeşil çayırlar ve yarımadanın hemen dışında, koya doğru, kerpiç ile sıvanmış sazlık çatılı derme çatma bir düzüne balıkçı kulübesi vardı sadece.

Sura ayakta durmakta zorlanıyordu; dizleri titriyordu. Bu kadarı fazlaydı artık! Ya da değil miydi? Çok demeden ensesinde bir ürperti hissetti nitekim. Başını yavaşça çevirdiğinde yarımadanın körfeze bakan uç tarafında bir ev gördü. Rhea aşkına! Bu ev... Hayal gördüğünü düşünerek gözlerini ovuşturdu. Doğru, bu ev... Gri Evdi! Neredeyse iki aydır yaşadığı yere bakıyordu. Işık Tapınağı ortalarda yoktu ve bir süredir yaşadığı yerin aksine Gri Ev de yeni gibiydi. Hiç de zihnindeki döküntü, metruk bina ile uyuşmuyordu.

Gri Eve doğru ilerledi. Körfezin nemli, tuzlu rüzgârlarına karşı yürürken kuruyup yanaklarını serinleten gözyaşlarını hissetti. Bir süredir ağladığının farkında değildi kız çocuğu. Göz açıp kapanana kadar evin dış kapısına vardı. Çekinmesi gerekirken tanımadığı cüretkâr bir tavırla tokmağı çevirip kapıyı açtı. Koridora adımını atar atmaz tam bir curcunanın içine düştü Sura. Ortalıkta koşuşan minikler, arkalarından onlara yetişmeye çalışan büyükleri, genç kadınlar, genç erkekler... Şaşkın gözlerle, temas etmeden yanından geçip giden insanlara bakakaldı. Hepsi de kendilerinin yemekhane olarak kullandıkları salona giriyordu. Hiçbiri Sura'nın varlığının farkında bile değildi.

Koridor boşaldığında mahzen tarafından boğuk sesler geldiğini fark etti. Ufak ve ürkek adımlarla koridor boyunca yürürken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rüya mı görüyordu? O manyak gri rahibeler ona bir şey mi yapmıştı yoksa? Çevresinde olup biten her şey o kadar canlıydı ki. Mahzene inen merdivenlere ulaştığında boğuk sesler netleşmeye başladı. Tavandan sarkıtılmış ateşkürelerin aydınlığında on üç kişi gördü Sura. Gri rahibeler? Hayır, değillerdi. Aralarında erkeklerin de olduğu grup, çember halinde oturmuş tartışıyordu.

"Ptah! Yeter artık bir şey söyle! Tanrıçamız neden artık seninle iletişim kuruyor sadece? Neredeyse iki yıl olacak! Henüz kayda değer hiçbir sonuç elde edemedik. Nereye kadar bunu sürdüreceğiz!" diye yakındı uzun boylu bir adam.

Kendisine Ptah denen, cılız, burnu kemerli, yüzü kemikli, uzun siyah saçlı adam ayağa kalkıp "Gerektiği kadar!" dedi, şemailine uygun bir sertlikte. "Tüm o yıkımın sorumlusu bizim gibiler olduğuna göre, sonuna kadar!"

Tartışma, yedi, sekiz yaşlarında tombul, esmer bir erkek çocuğunun yanı başında ona eşlik eden bir kadın ile nefes nefese mahzene dalması ile ansızın kesildi. Çocuk, kan ter içindeydi. Üstü başı çamurlu, yalın ayaklarından taş zemine kan sızıyor idi. Ateşkürelerden yayılan ışık, çocuğun gözlerindeki korkuyu kelimelere ihtiyaç duymadan tüm gerçekliği ile ortaya döküyordu yeterince. Tükenmiş ciğerlerinden çıkan öğürtü ve hırıltılar arasından erkek çocuğu ancak "Ö-öl-düler..." diyebilmişti.

Ptah denen adam, yığılıp kalmak üzere olan tombul erkek çocuğuna hızlıca yaklaşıp dizleri üzerine çömeldi. Ellerini çocuğun kanayan ayaklarına götürdü. Yaralar yüzeyseldi. "Cevap ver küçük! Başka yerinde acı var mı?" dedi, elleri ve gözleri ile çocuğunun bedeninin diğer noktalarını yoklayarak.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang