SERAPHOS BATAKLIĞI

Start from the beginning
                                    

Densiz kahkahaları, kampın kurulumu için vızır vızır çalışanların, yara bere içindeki çadırların ve lejyonerlerin kulplarından tuttuğu neredeyse yüksüz karavana kazanlarından tüten dumanların arasından bataklığın görünmesi ile sona erdi. Gövdesi cüzzamlı gibi kabarcık kabarcık olan yosun tutmuş ağaçlar, bunlardan fırlayıp eti sıyrılmış, göğe yakaran kemikli dallar ve topraktan taşmış, sarmaş dolaş burgulu kökler, birazcık ürkütücüydü. Lakin her şey o kadar canlıydı ki!

Diz boyunda, irili ufaklı göletlere tül tül, salkım salkım düşen yaprak kümeleri, bir yağlı boya tablosu gibi bulanık da olsa bu karanlık sulardan kusursuzca yansıyordu. Suya atlayan haşarı bir kurbağa sanki bir fırça darbesiymiş gibi sudaki yansımaları büküp kurşuni yeşili yaprakları dalgalandırınca Corthus'un dudakları da umuda dair bir gülümsemeyle kıvrıldı. Bir şekilde hayat burada kendini korumuştu.

"Demek başardınız!" dedi arkalarından otoriter fakat yalancı bir ses. "Şu menfur kurdu haklayacağınıza inancım tamdı."

Lafın sahibine yüzünü dönen Gaius, "Güveninizi boşa çıkarmadığımız için memnunuz tabii." dedi, komutanları Rufus'u hedef alan bir sahtelikle.

Rufus o kadar keyifliydi ki Gaius'un dilinde hüküm süren şu kronik alaycılığa laf yetiştirme zahmetine girmedi. "Söyle bakalım... Bataklık hakkında ne düşünüyorsun? Harikulade öyle değil mi? Alışmamız belki zaman alacak ama burada yaşayabiliriz."

Bataklığın bütün güzelliğine rağmen Gaius'un aklında soru işaretleri vardı. "Burayı özel kılan ne bilmiyoruz komutanım. Nedense bazı şeyler kafama yatmıyor. Bir düşünün... Arz bin türlü felaketle yitip giderken neden burası? Bataklığı ilk keşfeden biz olamayız. Gerçekten anlamıyorum... Burası, Kartia, Meridan, Lapsis ve Anatolia'nın tam kesişimi hâlbuki. Bu durum hiç hoşuma gitmedi."

Gaius'a bir nefes kadar yaklaştı Rufus. Yüzündeki neşe solup gitmişti. "Benim de hoşuma gitmeyen şeyler var, Gaius! Sabaha çıkacağı meçhul yaşlılar, açlıktan ölen çocuklar, hasta ve yaşlılar sebebiyle çadır yetiştiremediğimiz için donarak ölen askerlerim... Anlıyor musun?"

Gaius istemeye istemeye de olsa "Anlıyorum komutanım..." diyerek çaresizliklerini kabullendi. Umut olmayınca tedbirin pabucu pek çabuk dama atılırdı. Ayrıca şu çılgın rüyayı söylemek için de uygun bir zaman değildi kuşkusuz.

Tüm bu süre zarfında Corthus, gözlerini bataklığa dikmiş, kardeşi için yüzünü dönmeye tenezzül bile etmemişti. Rufus'a olan öfkesi muhtemelen bir ömür sürecekti. Bir süre sonra Flora, heyecandan nefesi kesilmiş halde koşarak çıkageldi. Alnını aşıp yüzüne düşen ak saçları, zümrüt yeşili gözlerine çökmüş endişeyi gölgeleyemiyordu. Kadının kurumuş damağını tırmanarak "Döndün..." diye çıkan çocuksu bir fısıltı Corthus'un gözlerini bataklıktan çıkarıp bir anda ona çevirdi.

Corthus, lafa ikinci kez girmesine müsaade etmeden, cüretkâr bir hamleyle Flora'nın dudaklarına yapıştı. Bu ahmakça hareket ile birlikte Gaius ve Rufus'un kara incileri göz aklarına hücum etmişti. Muhtemelen Flora, adamı bir kaşık suda boğacaktı. İnsaflı bir anına denk gelmiş olmalı ki Corthus'un suratına indirdiği okkalı bir tokatla yetindi. Arkasını dönüp birkaç adım attıktan sonra durdu Flora. "Sırtındaki yaralara pansuman yapmak lazım... Sıhhiye çadırına! Hemen!" diye talimat verdi Corthus'a ve ardından hışımla çekti gitti.

Gaius ve Rufus, pişmiş kelle gibi sırıtarak kafalarını olumsuz anlamda sallamıştı. Bir nevi Corthus'un bu şamarı hak ettiğini beyan ediyor gibiydiler. Buna rağmen tatlı tatlı gülümsüyordu Corthus. Haksız da değildi; Flora öfkeyle sırtını dönmeden önce adam, kadının kuytu gülümseyişini bir anlığına yakalamıştı çünkü.

IŞIK MÜRİDİ (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now