yetmiş dört

9.8K 592 523
                                    

*
çarşamba
21.33
selim
ali

"aramız iyi." dedi bıçağı masadan alıp salatalığı dilimlemeye çalışırken.

"bıçağı tek elinle tut." dedi önceden dilimlenmiş salatalıklardan bir tanesini ağzına atarken. canları salatalık çekmişti ve ali yemek yapmayı öğrenmek istiyordu. o yüzden iki gündür ne yiyeceklerse önce ali hazırlıyordu, ekmeği bile dilimleyittiriyordu -sabahın sekizinde ekmek dilimlemek zordu-. "kavga etmiyor musunuz?"

kaşını kaldırıp indirdi. "sana anlatmadım mı?" hayretle ona baktı, nasıl bilmezsin der gibi. bir yandan da gözlerini elindeki salatalığa değdiriyordu nereyi dilimlediğini görmek için. "babam benden özür diledi."

"anlatmadın." dedi fısıltıyla. dudakları aralanmış, masmavi gözleri gökyüzü gibi parlamıştı. dudağının kenarı kıvrıldı ve yanağındaki gamzesi açığa çıktı. şaşkınlıkla ona bakarken dudağı titrer gibi olmuştu, kızarmış yanaklarıyla bir an onun dudaklarına bakmasa ali bile fark etmezdi o an selim’in dudağındaki titremeyi. "ciddi misin sen?"

onun gülümsemesi ister istemez onun da yüzünde bir tebessüm oluşturduğunda "ciddiyim." diye yanıtladı onu. "bilmiyor muydun?"

"söylemedin ki." gözleri kısılıp, dudağındaki gülüş tüm yüzüne yayıldı selim'in. "özür diledi yani." dedi kekeler gibi.

ali, onun yüzündeki olumlu ifadeye bakıp başını salladığında selim'in bir anda ona sarılmasını beklemiyordu. elindeki bıçak, yere, betonun üzerine düşüp odada sert bir yankı bıraktığında ikisi de onu duymadı. omuzlarının iki yanında kendisini saran tanıdık kollara karşılık veren ali, selim'in başını boynuna saklamasına izin verdi. "dalmışım." diye açıklamaya çalıştı neden anlatmadığını, sahiden de o kadar şeyin arasında aklından çıkmıştı. selim'in ablasının olayı araya karışmış ve bu haberi unutturmuştu.

birkaç saniye sonra hafifçe geri çekilen selim, yüzünü ali'nin birkaç santim uzağında durdurdu. yüzünde güzel bir gülümseme ve yanaklarının üzerindeki belirsiz kızıllıkla ona bakıyordu. bir eli, ali'nin ensesine çıktı ve kısacık kalmış saçlarını okşadı. "ailenle tanışmam lazım." dedi telaşla. onun bu hâline saf bir kıkırdamayla cevap verdi ali. selim ise bir anda gözlerini irileştirip ali'ye afallamış bir yüzle baktı. "yani önce şey olmalı tab-"

adını koyamadığı bir hisle uzanıp birkaç santimlik mesafeyi kapattı ali. onun dediklerini duymamış, yalnızca yüzündeki masum ifadeyi izlemişti. yalnızca bunun bile içini yoğun bir öpme isteğiyle doldurmasına sövdü kendi içinde. birini, kendini bu denli kaybedecek kadar sevmek ne inanılmaz şeydi.

üst dudağında sıcak bir baskı hisseden selim gülerek ona karşılık verdi. ali'nin saçlarındaki elleri titriyordu. her defasında bu oluyordu, her defasında ellerini titriyordu. ne zaman buna alışacağını bilmiyordu.

"ne giyeceğim?" diye sordu geri çekilirken. kızıllaşmış dudakları öylece aralanmış, selim'in gözlerine bakan ali nasıl da tatlı gözüküyordu o an. selim, elini onun saçlarının arasında iyice karıştırıp gülerek "şöyle bakma, konuşamıyorum." dedi.

ali, aynı suratla geri çekilirken göz bebekleri o anın yoğun hissiyle titreşti. dudağını yalayarak işine geri döndüğünde "emredersiniz paşam." dedi keyifle.

"bak şimdi." dedi elinden bıçağı alıp. salatalığı da eline alıp bıçağın kabzasını baş parmağıyla avuç içinin arasına sıkıştırdı. "böyle tutuyorsun. bir şey keseceğin zaman," salatalığın kesilmiş ucunu baş parmağıyla bıçağın arasına sıkıştırdı. "...parmağınla keseceğin şeyi destekliyorsun." ince bir dilim kesip tabağa koyarken "bak, zor değil." dedi. iki dilim daha kesip ali'ye uzattı bıçakla salatalığı.

fatale Where stories live. Discover now