otuz yedi

12.9K 942 867
                                    

*
cumartesi
07.23
selim
ali

yanlıştı.

doğru olmayan her şey yanlış olmak zorunda mıydı? oysaki ali ilk defa bir yanlışı bu denli istiyordu.

yanlıştı.

yanlışın da ötesinde, affedilemez bir günahtı. insanın göğüs kafesini avuçlarına alıp da sıkan bu güç tanrı'dan başka kim olabilirdi?

ali, düşündükçe beyin damarlarını kamçılayan bu sancının ağır boyunduruğuna böyle acizane yakalanacağını bilmiyordu. hayatında çok hata yapmıştı fakat bu bambaşkaydı.

yanlıştı ve hayatında yaptığı en güzel yanlıştı.

kimseye anlatamazdı. birini öpmenin onu nasıl bir yıkışa sürüklediğini ve alevler içinde yanan bir harabenin nasıl bu denli güzel koktuğunu kimseye anlatamazdı, anlatsa da anlamazlardı.

ve ali ne olursa olsun ayaklarının yanacağını bile bile o harabeye yürümeyi göze alamazdı.

selim de ilk kez bir erkeği öptüğünde böyle olmuş muydu? ilk öptüğü erkek kimdi? daha önce bir kızı öpmüş müydü? beyninde biriken onca cümlenin arasına bu kelimeler de eklenince istemsizce tırnaklarını avuç içlerine bastırdı. düşünmek, sabahın yedisinde geceden kalma bir kafayla hiç de sağlıklı değildi.

keşke hatırlamasaydı, keşke sarhoşluk ona her şeyi unutturabilseydi fakat o, o kısık, ferah kokusuna kadar her saniyesini hatırlıyordu. dudaklarına değen dudaklarını, birbirine karışan nefeslerini, saçlarına uzanan parmakları ve selim'in karşılık verdiği her saliseyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. sırtında hâlâ soğuk mermerin buz gibi kuruluğu vardı sanki. aklından atması mümkün olmadığı gibi aklından çıkması da imkânsızdı. eve geldiği ilk andan beri dudağını her yaladığında farklı bir tat alır gibiydi. göğsünü daraltan yorgunluk ise aldığı tattan değil, onun verdiği kesik huzurdandı.

daha önce hiçbir yanlışı ona bu denli huzur vermemişti, hiçbir yanlışı onu bu denli uçuruma sürüklememişti.

günahtı.

duyduğu tüm tanrılar selim'i öpmesini ona yasaklamışken nasıl bir cesaretle bunun ağırlığını yüklenebilmişti? peki ya selim? o da mı bu yükü bu denli yoğun hissetmişti? kaldırılamayacak kadar ağırdı, taşınamayacak kadar yanlış.

olmamalıydı.

gözlerini her kapattığında kirpiklerini yırtan silüet ve göz bebeklerini çevreleyen karanlığın arasında bir çehreyi böylesine, her kusuruna kadar tanımak ona acı veriyordu. son bir haftadır zihninden uzaklaştırmaya çalıştığı her cümle beyin damarlarından içeri sızıyor, yaşadığı her hatırayı tüm karanlığıyla gözlerine iliştiriyordu.

karanlık hiçbir zaman susmuyordu.

kulaklarını siyahlığa kapattıkça onu daha fazla duyuyordu. bütün ses içerideydi, zihninin tam ortasında, tüm acımasızlığıyla onu bekliyordu.

kül tablasına ne zaman bittiğini bile anlamadığı ve filtresine kadar içtiği sigarasını bastırdı. daha önce kimse için sigara yakmamıştı. onuncu sınıfta sevdiği kızı yakın arkadaşının öptüğünü gördüğünde bile açıp tek bir dal yakmamıştı çünkü hissettiği kırgınlık onu kovalamıyordu. kırgınlık, başkasına karşı hissedilirdi. acı bir yere kadar takip eder, içilen ilk kadehte yavaş yavaş uzaklaşırdı. yapılan hatalar ise hayat boyu insanı kovalardı, ardınızda adım adım sizi takip eden cehennemin sıcaklığıyla yaşamaya çalışırdınız.

fatale Where stories live. Discover now