on dokuz

12.9K 1K 291
                                    

*
çarşamba
22.39
selim
ali

hayatın her anında küfür, ister istemez ihtiyaç duyulan bir stres atma kaynağıydı.

"ruhunu sikeyim senin." telefonun öbür ucunda sigarasını ayağıyla söndürdükten sonra devam etti. "anlatsana düzgünce amına koyayım. ne oldu, ne konuştunuz? ağzın var konuş işte, allah bu dili niye verdi sana? öğrendiğin, öğreneceğin lügati sikeyim."

sessizce gülen selim yalnızca onu dinlemekle kalmıştı. söyleyecek pek bir şeyi yoktu.

ali'nin 'ben haklıydım.' demesini bekliyordu inatla. bir şekilde bunu diyecekti çünkü tüm bu umursama gösterilerini bir şekilde haklı çıkmak için yapmıştı.

"gülüşünü sikeyim. delirttin iyice ya." dedi söylediklerine karşı yumuşak çıkan sesiyle. "neredesin şimdi?"

"oturuyorum kardeşim."

"neredesin yarram? ne yapıyorsun diye mi soruyorum?"

"dışarıdayım kardeşim, ne yapabilirim başka?"

"nereye gideceksin şimdi?"

hamdi abi'ye dağılmış bir suratla gidecek değildi. eve zaten gidemezdi, ihtimaller arasında bile değildi. geriye arkadaşları kalıyordu ama selim, bugüne kadar hiç böyle bir şey için bir arkadaşının kapısını çalmamıştı. "bakarız." dedi o yüzden. hangisi ondan daha az rahatsız olurdu, bilmiyordu.

"bakarsın tabii, kafanı sikeyim senin. edecek küfür bile bulamıyorum sana." telefonun öbür ucunda oflarken selim'in gülüşünü duydu. "eğleniyor musun amcık? yedin dayağı gül tabii."

"ne yapalım kardeşim, seviyoruz biz bu işi."

"amacın dayak yemekse bana söyleseydin keşke, ananı bile sikerdim istesen."

"eyvallah kardeşim." dedi gülerek. "borcunu nasıl öderim bilmiyorum."

"kimde kalacaksın? tuna'da mı?"

"bilmiyorum." dedi tekrar ederek.

"bekle." dediğinde telefonun öbür tarafındaki cızırtı durdu fakat telefon kapanmadı. sessize almıştı.

birkaç saniye bekledi öylece. saniyeler dakikalarla birleşip zaman hanesi genişlediğinde selim, asfalta daha bir detaylı bakmaya başladı. hayatında ilk kez tek başına dışarı çıktığında altı yaşındaydı. yalnızca ekmek almaya giden bir çocuktu. şimdiyse aradan yıllar geçmişti. aynı ekmek alma yolunda, yıllar önce ilk yalnız adımlarını attığı bu kuytuda oturup soluklanmak nostaljik bir acı yaşatmıştı ona. çok geçmeden kovdu kafasına dizilen sözleri, sözler arttıkça düşünceler de artardı çünkü. düşünceler arttıkça, dalınıp gidilen noktalar. noktalar arttıkça da dünya büyüyordu işte. bu büyüklüğün içinde yalnız başına yaşamaya çalışıyor olmak yalnızca acı vericiydi.

cümleler, sürüklediği köşeden bir bir dışarı çıkmaya başlayınca artık göz kapaklarını ağırlaştıran o yükü tartmak zorunda kaldı. bu, abisiyle ilk kavgası değildi. bu, evden ilk gidişi değildi ama neden bir kez daha aynı sokağa bakamayacakmış gibi hissediyordu? bu düşünceyi en son iliklerine kadar hissettiğinde kendisini bir klozete eğilirken bulmuştu. hatalarının farkındaydı ama bu farkındalığın her şey bittikten sonra olduğunu da biliyordu.

mantıklı düşünmek kolay değildi, hele ki kimsenin dışarı çıkmadığı o saatlerde yalnız başınıza kaldırımda oturuyorsanız ve henüz kaşınızda oluşmuş bir yarık varsa kuracağınız cümlelerin anlamını siz bile bilmiyor olurdunuz.

fatale Where stories live. Discover now